Elhamdulillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ Rasûlinâ ve alâ âlihî ve sahbihî ...
TERÖRİST ATATÜRK'ÜN CİNAYET PLANLARI (İHANETİ SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK'TEN DİNLEYELİM)
UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 34
Önceki
bölümlerde demiştik ki, Selanikli Mustafa Atatürk’ün İngiliz
gazeteci Price vasıtasıyla İngilizler’e ilettiği işbirliği
teklifinin, (İngiltere Büyükelçiliği’nin rahibi gibi görünerek kendisini
kamufle eden) İngiliz Gizli Servisi’nin (İstihbarat
Teşkilatı’nın) İstanbul şefi Robert Frew ile yaptığı (yaklaşık
iki ay süren) “başbaşa gizli” görüşmeler sonucunda bir anlaşma ile neticelenmiş
olduğu, olayların seyrinden ve ortaya çıkan nihaî tablodan anlaşılmaktadır.
Bir müzakere
sürecinin ve anlaşma çabasının varlığını, bu “başbaşa gizli” görüşmelerin tekrarlanmış
olması gösteriyor.
Selanikli’nin
yaveri Cevat Abbas’ın “fasılalı tarihlerde” gerçekleştiğini
söylediği, Rauf Orbay’ın “iki üç kez” yapıldığını
belirttiği, Selanikli’nin de Nutuk’unda “bir iki defa”
diyerek geçiştirdiği bu görüşmelerin yapılmış olmasının nedeni, Selanikli’nin
rahibin önünde günah çıkarmayı ya da onun tarafından takdis edilmeyi istemesi
değildi.
*
Bu casus işi
gizli saklı görüşmelerin bir anlaşmayla sonuçlanmış olduğunu, İngiltere
Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un 27 Aralık 1919 tarihinde yeğeni Yarbay
Rawlinson vasıtasıyla Kâzım Karabekir’e ilettiği mesajında
“Türkler’le yapılacak bir barış antlaşmasında karşılarında muhatap
olarak Osmanlı Devleti’ni ve hükümetini değil Selanikli
Mustafa Kemal’i ya da onun temsilcisini görmek istediklerini” ifade
etmiş olması ispatlıyor.
Soru şu: Ortada
bir TBMM bile yokken, ve Selanikli müstafî bir eski asker olarak
Anadolu’da Karabekir’in himayesinde “himmete muhtaç” Sarı Çizmeli
Mustafa Ağa formatında gezerken, galip İngiltere’nin (“üzerinde Güneş batmayan”
imparatorluğun) Dışişleri Bakanı’nın onu böyle “öpmüş” olması, öyle bir
anlaşmanın yokluğunda mümkün olabilir miydi?!
Ve de böyle
bir anlaşma olmasa, Selanikli Mustafa Atatürk, Erzurum Kongresi sırasında
bir gece hempaları Mazhar Müfit ile Süreyya’ya, Lord Curzon’un (o sıralarda kendi
ülkesinde açıkladığı, bugün bizim de artık bildiğimiz) Türkiye’ye ilişkin plan
ve tasarılarının birebir kopyası olan bir “gizli gündem” açıklayabilir, Osmanlı
Devleti’ni yıkıp bir cumhuriyet kuracağını, millete Latin alfabesini ve
Frenk şapkasını dayatacağını, tesettürü kaldıracağını, Padişah’ın tahtını
başına yıkacağını müjdeleyebilir miydi?!
Dahası, böyle
bir anlaşma mevcut olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı,
İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü, 1973 yılında
Cumhuriyet’in 50’nci yıldönümü münasebetiyle Milliyet gazetesine
verdiği demecinde şunu söyleyebilir miydi:
"İstiklal
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
Yine, önceki bölümlerde
demiştik ki, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke (ateşkes) döneminde (13
Kasım 1918 – 16 Mayıs 1919 tarihleri arasında) İstanbul’da geçirdiği altı ayın
ilk iki ayında gerçekleşen bu casus işi görüşmelerin anlaşmayla sonuçlanması
üzerine, 1919 yılının Ocak ayı sonlarına doğru hem İngilizler’in
izlediği politikada hem de Selanikli’nin tavırlarında, bu gizli anlaşmaya bağlı
olarak bazı radikal, köklü ve keskin değişiklikler yaşanmış olması gerekir.
Nitekim İngilizler, tam da o dönemde, artık karşılarında muhatap olarak Selanikli’yi görmek istedikleri için, Osmanlı Devleti’ne karşı oyalama siyaseti izlemeye başlamış bulunuyorlar.
Barış antlaşmasını geciktirdikçe geciktiriyor, ipe un seriyorlar.
Ve Curzon “altın vuruş”unu tam da Selanikli’nin Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinde yapıyor, Türkiye’de (olmayacak dua kabilinden) bir Amerikan mandasının tesisi teklifini ortaya atarak, Selanikli’ye (Erzurum Kongresi gecelerinden birinde hempalarına açıkladığı) gizli gündemini (gizli anlaşmanın gündemini) gerçekleştirmesini sağlayacak adımlar atması için gereken zamanı kazandırıyor.
İngilizler bir yandan da Yunan’ı Milne
Hattı ile Ege’de durdurarak, Selanikli’nin (Yunan gailesini dert etmeden)
sözde Osmanlı Devleti’ni kurtarmak, gerçekteyse yıkmak için TBMM’yi açmasını
sağlıyorlar.
İngiliz bu,
sicimi de, anahtarı da sağlam, TBMM’nin temeli sağlam olsun, alternatifi ve
rakibi bulunmasın diye İstanbul’daki Millet Meclisi’ni (Meclis-i Mebusan’ı) tam
da TBMM’nin açılışından bir ay önce kapatıyorlar.
Evet, İngiliz-Selanikli anlaşması yolunda gitti, öyle ki Cumhuriyet’in ilanından sonra İngilizler Selanikli’yi meşhur Dizbağı Nişanı ile taltif etmeyi ifası zorunlu bir vecibe olarak gördüler.
1936 yılında da İngiliz padişahı
Edward, Türk padişahını ülkesinden kovan Selanikli’yi ziyaret ve
başarılarından dolayı tebrik için koşa koşa İstanbul’a geldi.
Selanikli
tebriği hak ediyordu, çünkü ev ödevlerinin hepsini üstün bir başarıyla yerine
getirmişti.
*
Velhasıl,
Selanikli’nin mütareke döneminde İstanbul’da geçirdiği ilk iki ayı, henüz
İngilizler’le anlaşmaya varmamış olduğu için, hayatının sonraki döneminden
farklılık gösteriyor.
Bu ilk iki
ay, bir yandan İngilizler’le gizli görüşmeler yapar, ve o görüşme sonuçlarının
Londra’daki karar alıcılar tarafından verilen son şeklini beklerken, diğer
yandan, Osmanlı hükümetinde bir bakanlık kapmak için canhıraş bir mücadele
veriyor.
Öyle ki, daha İstanbul’a gelir gelmez, ayağının tozuyla, yeni kurulacak olan Tevfik Paşa hükümetini engellemek, kendisinin de bakan olarak içinde bulunduğu başka bir hükümet kurulmasını sağlamak için Meclis-i Mebusan’da dolap çeviriyor.
İstediği sonucu alamayınca da hemen ve derhal Sultan Vahideddin abisini devreye koymak, hedefine onu kullanarak varmak istiyor.
Ancak Padişah,
Selanikli’ye bir iki gün sonrası için randevu veriyor, cuma selamlığında
görüşeceğini söylüyor.
Böylece Selanikli cuma namazı kılmak zorunda kalıyor.
Fakat, uğradığı felaket sadece bu değil, yaptığı (bir saatlik) görüşmeye çok sayıda kişi şahit olduğu için, hem iki gün sonra Meclis-i Mebusan’ın Padişah tarafından feshedilmiş olması (Halide Edib ile Falih Rıfkı’nın da yazdığı gibi) Selanikli’nin telkin ve taleplerine bağlanıyor (Ki Meclis, Tevfik Paşa hükümetine güvenoyu vererek Selanikli’yi hayalkırıklığına uğratmış ve kızdırmıştır), hem de Selanikli, uluorta gerçekleştiği için, sonraki yıllarda bu görüşmeyi inkâr etme imkânından mahrum kalıyor. (Mesela, Kâzım Karabekir’in kendisine Şişli’deki evinde yaptığı ziyareti inkâr ediyor, şahit yok ya!)
Ancak,
Falih Rıfkı gibi borazanlarına, yıllar sonra, (sanki bir saat boyunca Padişah’la
birbirlerinin yüzüne bakıp susmuşlarmış gibi) yaptığı görüşmeyle ilgili eksik
ve yalan yanlış bilgiler vererek konuyu geçiştiriyor.
Kısacası,
Selanikli bir taraftan Padişah Vahideddin ile al takke ver külah, diğer
taraftan İngiliz baş ajanı Rahip Frew ile yağlı ballı, öbür taraftan da
(önceki bölümlerde aktardığımız gibi) İtalyanlar’la sıkı fıkı.. Öyle
ki, anasının Akaretler'deki evini aramak isteyen İtalyan askerlerinin başındaki
subayın ondan özür dileyerek çekip gitmesi için, Selanikli’nin bu askerlere komuta
eden İtalyan misyonuna telefon etmesi yetiyor.
Bunu Falih
Rıfkı’ya merd-i Kıptîce övünerek anlatan da Selanikli’nin kendisi..
*
Evet,
Selanikli’nin mütareke dönemi maceralarını, kendisinin has adamı Falih Rıfkı Atay’ın “M. Kemal’in Mütareke
Defteri ve 19 Mayıs” adlı kitabından (haz. Nurer Uğurlu, İstanbul: Yeni
Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık, Mayıs 1999) okuyorduk.
Muhaliflerinin değil, kendisinin ağzından..
Kaldığımız yerden devam edelim.
Atay, Selanikli Mustafa Atatürk’ün şu sözlerini naklediyor:
"Bir gün Fethi (Okyar) Bey ve dört
müşterek arkadaşımla birlikte, bir hayli münakaşadan sonra, ihtilalci bir komite kurmaya karar verdik ve ihtilalci
tedbirler düşünmeye başladık: Padişahı değiştirmek, kabineyi düşürmek,
yeni bir hükümet teşkil ederek daha azimli hareketlere başvurmak gibi..
Başka bir gün bizim Şişli'deki evde
toplantımız nihayet bulduktan sonra dört kişiden biri dedi ki: "Arkadaşlar,
ben çok düşündüm. Namusumla söz veririm ki sırrınız gizli kalacaktır, fakat
komitede çalışmaya devam etmeyeceğim." Hepimiz hayret içinde birbirimize baktık.
İçimizden biri:
"- Bu ne demek, muvaffakiyetten emin mi
değilsiniz?" diye sordu.
"- Hayır, bunu düşünmedim. Muvaffak olacaksınız.
Fakat ihtilalciler muvaffak olsalar bile birçok tehlike karşısındadırlar. Bunu
da kabul etmelidirler. İşte o zaman ben ve benim gibiler, sizin kararlarınızı
tatbik etmek üzere iktidara gelecek ihtiyat namzetler (yedek adaylar) oluruz."
“Fethi Bey'le ben gözlerimizle konuştuk.
“Derhal dedim ki:
"- Beyefendinin iştirak etmeyeceği bir teşebbüs
makul de olmayabilir. Onun için cemiyeti hemen feshetmeliyiz."
“Böyle yaptık. Kendisi müsaade alıp gitti. Kalanlar
cemiyeti tekrar kurmuş oldular.” (s. 128.)
Dikkat
edilirse, o dört müşterek (ortak) arkadaşlarının kimler olduğunu saklıyor.
Ancak,
o dört kişiden üçünün kimler olduğunu biliyoruz: Rauf Orbay, İsmail
Canbulat, ve İttihat ve Terakki hükümetinin eski bakanlarından Kara
Kemal.
*
Selanikli’nin
bu laflarının ne kadarının doğru ne kadarının yalan, ne kadarının
abartma ne kadarının çarpıtma olduğu konusu üzerinde duracağız, fakat önce,
projektörü, kendi itirafları çerçevesinde ortaya çıkan tabloya çevirmek
gerekiyor.
Evvela
şunu söyleyelim: Selanikli, meramını anlatma bakımından pek mahir değil..
Yukarıdaki sözleri, çete (ya da terör örgütü) üyesi kişilerin sayısını anlaşılır
ve net bir şekilde yansıtmıyor.
Lafa
"Bir gün Fethi (Okyar) Bey ve dört müşterek (ortak) arkadaşımla
birlikte…” diyerek başlamış.
Bu
durumda, çetede kendisi ile Fethi Okyar dışında dört kişinin (Okyar’la
kendisinin müşterek/ortak dört arkadaşının) bulunuyor olması gerekiyor.. Fakat
başka şahitliklerden biliyoruz ki ortada dört kişi yok. (Bu konuya bir sonraki
yazıda döneceğiz inşaallah.)
Her
neyse.. Görüldüğü gibi Selanikli “İhtilalci bir komite kurmaya
karar verdik ve ihtilalci tedbirler düşünmeye başladık” diyor.
Bu
durumda, komite dediği şey, anayasal düzen ve yasalar açısından “çete”
demek oluyor. (O dönemde bir “meşrutiyet anayasası” mevcuttu.) Anayasal düzeni isyan
ve ihtilal yoluyla yıkma ve devleti ele geçirme amaçlı bir çete.
Bir
başka adlandırmayla “organize suç örgütü”.
Fakat
bunun bir terör boyutu da var.. İhtilalden söz ediliyor.. İhtilal
terörsüz (korku ve dehşet yaratmaksızın, şiddete başvurmaksızın)
gerçekleşmez.
Bir
hırsızlık çetesi de organize suç örgütüdür ama teröre başvurmayabilir.
Bunların
kurduğu kanunsuz örgüt ise, resmen terör örgütü.
Nitekim
Selanikli “Padişahı değiştirmek, kabineyi düşürmek, yeni bir hükümet
teşkil ederek daha azimli hareketlere başvurmak”tan söz ediyor.
Terörist
Kemal, “hangi azimli hareketler”in hasretini çekiyor, o
belli değil.
Dikkat
edilirse “azimli hareketler”inin hedefinde ne İngilizler var, ne İtalyanlar, ne
de Fransızlar..
Hedefte
Padişah ve meşru hükümet var.
Hükümeti
kurmuş olan, millî irade, yani Meclis-i Mebusan (milletvekilleri
meclisi).
Tamam
Tevfik Paşa’ya “Hükümeti kur” diyen Padişah da, hükümet, Padişah’ın kur
demesiyle kurulmuyor, Meclis’ten güvenoyu alarak iş başına geçiyor.
Ve
Selanikli terörist Atatürk, milletin meclisinin kurduğu, millî
iradenin, millet hakimiyetinin eseri olan hükümeti yıkmak için çete
(terör örgütü) kuruyor.
Bu
kafadaki bir adamın perde arkasında İngilizler’le anlaşmış, ruhunu gâvurlara
satmış olmasına şaşılmaz.
Böyle
bir karakter(sizlik)den herşey beklenir.
*
O
sırada siyasî vaziyet şöyle: İngiliz, Fransız ve İtalyanlar’la bir mütareke
(ateşkes) antlaşması yapılmış, işler o çerçevede yürüyor.
Ve
böyle bir mütarekeyi isteyenlerin en başında gelen isim, bu terörist Kemal..
Tee
Suriye’den Padişah’a telgraf gönderip “Aman da behemahal barış yap”
diyen, “Ne istiklal ne ölüm, illa da barış da barış” diye feryad ü figan koparan
o.
Ve
mütareke antlaşmasına Osmanlı Devleti adına imza atan kişi de çetenin diğer
üyesi Rauf Orbay.
O
gün için algı operasyonu marifetiyle Padişah Vahideddin’e “vatana
ihanet, İngiliz muhipliği” vs. palavralarıyla bir suçlamada bulunmak da mümkün
değil.
O
sırada İngiliz muhipliğinin bayraktarlığını Selanikli ile Fethi Okyar,
çıkardıkları Minber gazetesinde yapmaktalar.. Selanikli,
İngilizler’in karşısına geçmiş, tonlarca yağı beleşten yakıp ziyan ediyor.
Peki,
Selanikli terörist ile arkadaşlarının dertleri ne, niçin ihtilal yapmak,
isyan çıkarmak, millî iradeye savaş açmak, devlet başkanını değiştirmek,
hükümeti yıkmak, anayasal düzeni ayaklar altına almak istiyorlar?
Bu
soruya Selanikli için cevap vermek gerekirse, tek neden, Selanikli’nin
hükümette bakan sıfatıyla yer alamamış, kişisel hırslarını tatmin
edememiş olması.
Adam,
(Madam Corinne’e söylediği gibi) büyük ihtirasları olan bir kıyamet
alameti.. Hırs küpü..
Zaten
İngilizler’le (İngiliz istihbaratının İstanbul şefi Frew vasıtasıyla)
kolayca anlaşmış olmasının nedeni de bu..
*
Falih
Rıfkı’nın sözlerinin devamı, çete (terör örgütü)
üyelerinin, bir hükümet değişikliğinin (Selanikli’nin bakan olma heves ve
hırsına hizmet etme dışında) bir faydasının olmayacağının aslında farkında
olduklarını gösteriyor:
“Konuşmanın bu kısmında Mustafa Kemal, Fethi
Bey'le eski münasebetlerinden bahsetti ve şu fıkrayı (söz öbeği) anlattı:
“- Fethi Bey İstanbul'da Dahiliye Nazırı (içişleri
bakanı) olmadan önce Minber isminde bir gazete çıkardı, belki hatırlarsınız.
Sahibi ve başmuharriri (başyazarı) o idi. Fikirlerimizi birlikte neşretmek
üzere ben de kendisi ile ortak olmuştum. Gazetenin ne derece muvaffak (başarılı)
olduğunu bilemem. Herhalde benim bu ilk ve son gazeteciliğim muvaffak
olmamıştır.”
“Günler geldi, geçti.
Mustafa Kemal ve bazı arkadaşları şu kanaate vardılar ki Vahdettin'i
öldürmekten, hükümeti düşürmekten esaslı
bir netice almaya imkân yoktu. Nihayet [kendilerinin belirleyecekleri] yeni
hükümdar ve yeni hükümet de düşman süngüleri karşısında bulunmak vaziyetinden
kurtulmuş olmayacaklardı:
“- Bununla beraber bu temaslarımda devam
ediyordum. İçlerinden bir kısmında saf bir
vatanperverlik hissinin coşkunluğundan başka, ne fikir, ne de tedbir kabiliyeti
vardı. Bir kısmının hâlâ hasis (bayağı, adi) politikacılık menfaatlerinden
başka düşündükleri yoktu. Kendi kendime şu kararı
verdim: Münasip bir zaman ve fırsatta İstanbul'dan kaybolmak, basit bir tertiple
Anadolu içine girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütün
Türk milletine felaketi haber vermek!
Minber
gazetesinin
muvaffak (başarılı) olması meselesinden başlayalım..
Minber,
muvaffak oldu, Selanikli’nin, ortak olduğu bu gazetede İngilizler’e bol keseden
sunduğu “yağ”lar sonuç verdi, Selanikli İngilizler’in dikkatini çekmeyi ve
teveccühlerine mazhar olmayı başardı.
Görüldüğü
gibi, “Vahdettin'i öldürmekten, hükümeti düşürmekten” söz ediliyor.
Yani
Selanikli, kendi itirafına göre, bir çete (terör örgütü) kurmuş ve devlet
başkanını öldürmeyi planlamış..
Kanlı planlar yapmış..
Cinayet işlemeye hazır bir cani, gözü dönmüş bir katil modunda..
(Sonradan, vampirlere bile esin kaynağı olabilecek boyutlardaki bu çılgınca
ve akla ziyan kan dökme hevesini önce Anadolu’da, Osmanlı Devleti’ne
sadık ve muti kalmaya devam eden millete karşı sergileyecek, kana
susamışlığını bir nebze teskin edecektir. Ardından da, gelecekte Atatürk ilke
ve inkılapları olarak adlandırılacak olan Curzon ilke ve inkılapları
çerçevesinde kan akıtmaya devam edecek, kana kana kan dökerek kana doyacaktır..
İlerleyen yıllarda “Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti” diye
marşlar söylemiş olmaları sebepsiz değil.. Bu cumhuriyeti sudan ucuz bol
kan ve İngiliz’in millete pahalıya patlayan ithal çağdaş uygarlık irfanıyla
kurdular.. Selanikli’nin başbaşa gizli görüşmelerinde ajan rahip Frew’dan
bol bol feyz aldığı, irfanından doya doya, kana kana yararlandığı kesin.)
Evet,
Selanikli Padişah’ı öldürmeyi kafaya koymuştu..
Bunu
söyleyen Kadir Mısıroğlu değil.. Bunu Selanikli’nin kendisi söylemiş,
has borazanı Falih Rıfkı da yazmış.
Peki
Padişah’ı niçin öldürmek istiyor?.. Sebep?..
Sebep,
Padişah’ın kendisini ve arkadaşlarını bakan yapmak için Meclis’e müdahale etmemiş,
millî iradeyi hiçe saymamış olması..
Dolayısıyla
ölümü alnının akıyla hak ediyor.
Millet
Meclisi’nden güvenoyu alan hükümet de bir ihtilal ve isyan ile
yıkılmayı hak ediyor.. Çünkü, Selanikli ile arkadaşlarının doğuştan gelen hakları
olan makamları millet adına gasbetmişler.
Mağdur
ve mazlum, hakkı çiğnenip gasbedilmiş Selanikli, bunun için çete (silahlı
organize suç örgütü, terör örgütü) kurmasın, cinayet planları yapmasın da
ne yapsın?! Buna can mı dayanır, hangi yürek buna razı olur?!
Anlaşılıyor ki Selanikli,
teröristin Selanikli, asrî ve aynı zamanda adı Mustafa Kemal Atatürk olanını
seviyor.
*
Evet,
Selanikli, düdüğü (ya da borazanı) Falih Rıfkı vasıtasıyla millete güzel masal
anlatmış.
Devamı
şöyle:
Bir
varmış bir yokmuş, günler gelmiş geçmiş, nasıl olmuşsa Selanikli’nin
kafasındaki vahşi planlar günlerin yaprak dökümüyle törpülenmiş, şunu anlamaya
başlamış: “Vahdettin'i öldürmekten, hükümeti düşürmekten esaslı
bir netice almaya imkân yoktur.”
Selanikli
ile arkadaşlarının pas tutmuş beyinleri nihayet “düşman süngü”lerinin
farkına varmış, şunu demeye başlamışlar: “Nihayet (sonuçta) yeni hükümdar ve
yeni hükümet de düşman süngüleri karşısında bulunmak vaziyetinden
kurtulmuş olmayacaklardı.”
Yani
değişen birşey olmayacaktı.. Sadece padişahın adı değişecekti, Vahdettin değil
de mesela Bahattin olacaktı.
Selanikli’nin
“uyanış” ve “uslanış” olayı, kafasındaki bu muazzam ve muhteşem dönüşümün
ardındaki etken bu kadar basit olabilir mi peki?
İnsanlardaki
radikal ve olağanüstü keskinlikteki değişim ve dönüşümler, haricî
etkenler bir tarafa bırakılıp “günler gelmiş geçmiş” formülü
ekseninde salt üç beş günün geçmiş olmasıyla izah edilebilir mi?
Kazın
ayağı öyle olmadığı gibi “hayatın olağan akışı” da böyle değil..
Selanikli
bu anlattıklarıyla resmen bizimle kafa buluyor.. Dalgasını geçiyor.
Fikir
değiştirmesinin nedeni aslında (ajan Frew vasıtasıyla) İngilizler’le
anlaşmış olması.
İngilizler ona şunu dediler:
“Hasis politikacılık menfaatlerinin peşinde koşmayı
bırak, büyük düşün, Anadolu’ya git ‘vatan kurtaran kahraman’ ol, Osmanlı’yı
yık, enkazı üzerinde yeni bir devlet kur, her köşe başına bir heykelini
diktir. Biz sana gereken desteği verecek, zemini hazırlayacak, müttefiklerimizi
de bunu kabule mecbur edeceğiz.. Buna karar verdik. Senden tek istediğimiz, Curzon’un gelecekle ilgili planlarını hayata geçirmen, Curzon ilke ve inkılaplarını Türkiye’ye
hakim kılman.. Üstelik, bu projenin patentini de sana beleşten hibe edeceğiz, görünüşte
herşeyi sen kendin yapmış olacaksın.”
*
İngilizler
(Dışişleri Bakanı Lord Curzon) Selanikli'ye ”kıyak” geçip bir “ballı ihale” verdi.. Minber
gazetesinde yakıp döktüğü yağlar boşa gitmedi.
Bir
“tertip” (komplo, gizli plan) ile Anadolu’ya gidecek ve Osmanlı
Devleti’ni yıkmak, yeni bir devlet kurmak için çalışacaktı.
Söz
konusu tertibi İngilizler sonraki aylarda hazırladılar. Doğu Karadeniz’i
karıştırdılar ve Osmanlı Hükümeti’nden bölgeye bir görevli göndermesini
istediler.. Bir yandan da devlet ileri gelenlerini toplayıp Malta’ya
sürerek Selanikli’yi alternatifsiz hale getiriyorlardı.
Ne
diyor Selanikli:
“Kendi kendime şu kararı verdim: Münasip bir
zaman ve fırsatta İstanbul'dan kaybolmak, basit bir tertiple Anadolu içine
girmek, bir müddet isimsiz çalıştıktan sonra, bütün Türk milletine
felaketi haber vermek!”
Kendi
kendine karar vermişmiş..
Hayır,
İngilizler’le birlikte bu kararı verdi.. Daha doğrusu, bu kararı ona İngilizler
verdirdi.
İngilizler’in
hazırladığı yol haritası çerçevesinde Anadolu’da bir müddet Sarı Çizmeli
Mustafa Ağa havalarında kahramanlık ve vatanseverlik nutukları attı, Halife-Padişah’ı
ve devleti kurtarma edebiyatı yaptı, sonra TBMM’yi teşkil etmesinin ardından
yavaş yavaş felaketi millete haber verdi: Osmanlı Devleti yıkılacak,
hilafetin ocağına incir dikilecek, memleket kendisinin heykelleriyle
donatılacaktı.
Selanikli
bir de şunu diyor:
"İçimde çok dikkatle gizlediğim bu sırrı
vakti gelmedikçe kimseye söylemedim. Böyle bir karar vermemişim gibi, herhangi
temaslara devam ettim….”
İçinde
çok dikkatle gizlediği kesin..
O
kadar dikkatle gizledi ki, sırrın tamamını hiçbir zaman kimseye söylemedi.
Ancak,
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi gibi firaset ve basiret sahipleri
sırrın farkındaydılar.
Sırra vakıf olan başkaları da vardı elbette.. Biri, Selanikli’nin sağ kolu, başbakanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı İsmet İnönü..
İnönü, 1973 yılında sırrı, sıradan ve basit
birşeyden söz ediyormuş gibi açıkladı:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin
buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur.”
*
Burada, dikkat celbeden dört önemli nokta
var.
Birincisi, Selanikli Mustafa Atatürk’ün Samsun’a gitmesi, sonra (Anadolu’da bir millet meclisi kurma yönünde çalışmak için bahane
üretmek üzere) resmî görevinden istifa etmesi (kendi tabiriyle “isimsiz”
hale gelmesi), olayların gelişim seyri içinde kendiliğinden (spontane)
ortaya çıkan durumlar değil.
Yani Selanikli, olayların akışı içinde ortaya
çıkan tabloya göre yeni kararlar alıyor değil.
Dediğine göre, şartlardan bağımsız olarak kafasında bir plan yapmış, şartların bu plana hizmet edecek şekilde olgunlaşmasını bekliyor..
Ayrıca, “tertip” (komplo, gizli plan ve
operasyon) peşinde.
Normalde bir mütareke (ateşkes) antlaşması
yapılmışken ve de ardından bir barış antlaşması yapılması bekleniyorken,
Selanikli böylesi bir barışın (yeni düzenin) kurulmayacağından,
kendisinin Anadolu’ya gidip dümenler çevirmesinin mümkün olacağından nasıl bu
kadar emin olabiliyor?
İngilizler ona bu yönde güvence vermeden bundan emin
olabilir miydi?!
Hükümette bakan olmak için Padişah’ı öldürmeyi,
ihtilal yapıp hükümeti devirmeyi tasarlayan, bunun için çete (terör
örgütü, komite) kuran “hırs küpü” adamın başına taş düşmüş gibi
birden bire “gelecekteki mevhum, gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsiz”
hayaller için akıllı uslu, sabırlı, sessiz sakin, “sır küpü” bir adam
haline gelmesi, “hayatın olağan akışı” çerçevesinde neye karşılık gelir?
Böyle hırs küpü, çılgın planlar yapan, dengesiz denilebilecek
kararlar alabilen maceraperest bir adam nasıl birden bire sır küpü durmuş
oturmuş hale gelebiliyor?
Bu mucizenin ardındaki sır nedir?
Cevap açık: İngiliz “üst akıl”ı bunu Kasım 1918 - Ocak
1919 arasında “hızlı eğitim”e tabi tutup gelecekteki görevleri için hazırlamış
durumda.
İngiliz siyaseti (hele de yaşlı kurt Lord Curzon) yaş
tahtaya basmaz, İsmet İnönü’nün söylediği gibi Selanikli’nin “İstiklâl mücadelesinin başarılı olması yönünde karar vermiş ve müttefiklerini
de bunu kabule mecbur etmiş”se,
Selanikli’den sağlam söz almış, onun kendi kafasından icatlar çıkarmayıp
verilen yol haritasına göre yürüyeceğinden emin olmuş olmalıdır.
*
Gelelim calib-i dikkat
olan ikinci noktaya..
Hükümeti devirip yeni
bir hükümet kurmak için çete (terör örgütü) kuran Selanikli, bu çabalarından
hiçbir sonuç alamadığı halde, ortada daha hiçbir şey yokken, “basit bir
tertip”le gelecekteki hedeflerine kolayca yürüyebileceğinden, şartların da
buna hizmet edeceğinden nasıl emin olabiliyor?
Nasrettin
Hoca’nın yol kenarına çalı ekmesi, oradan geçen koyun sürülerinin yünlerinin bu
çalılara dolanıp birikmesi, sonra bunları toplayıp eğirip ip yapması, ardından
bu iplerle birşeyler dokuyup satması ve kazandığı servetle borcunu ödemesinden
daha tuhaf bir hikâye..
Görüldüğü gibi,
Selanikli Nasrettin Kemal, has adamı Falih Rıfkı’ya iyi masal anlatmış..
Ve bu millet de,
Nasrettin Hoca’nın alacaklısı gibi, onun bu masallarını maalesef, Hoca’nın
“peşin parayı görünce gevrek gevrek gülen” alacaklısı gibi dinledi.
Kimisi inandı, kimisi
inanmış gibi yapmayı çıkarına uygun buldu.
*
Calib-i dikkat üçüncü
nokta ise şu:
Padişah’ı öldürmek
suretiyle devleti ele geçirmek, hükümeti devirerek ihtilal yoluyla yeni bir
hükümet kurmak ve bakan olmak için gözünü karartan, akıl dışı ve canice planlar yapan, bunun
için çete (silahlı terör örgütü) kuran Selanikli, nasıl oluyor da Anadolu’da bir
millî mücadele başlatmak gibi (Kâzım Karabekir’in her yerde herkese
söylediği) yüce, saygın ve makul bir düşünceyi hiç kimseye açmıyor, bir “sır”
olarak saklıyor?
Böyle birşey,
saklanacak bir sır mıdır?!
İşte olaydaki bu “sırriyet”,
Selanikli’nin, başka bir “çete”nin (İngiliz’in güdümündeki bir çetenin)
bir parçası haline gelmiş olduğunun karîne türünden delilidir.
Sır, çete üyelerince
biliniyor.. En başta da Lord Curzon ve ajan Frew tarafından.. Fakat,
Selanikli’nin bu sırrı başkalarına açması yasak..
Sır saklıyor olmasının
nedeni bu..
Şayet bütün bunlar
kendi aklının ürünü olsa, sır olarak saklamaz, istişare, müşavere, danışma,
fikir teatisi, görüş alışverişi, niyet yoklama kabilinden başkalarıyla bu
meseleler üzerinde konuşur.
Konuşmuyor.
Sırrını İngilizler’le
paylaşıyor.
Haa bir de Erzurum
Kongresi gecelerinden birinde sırrını kısmen Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya
Yiğit’e açmış..
Ancak, sırrın tamamını onlara da söylememiş.. İngilizler’le anlaşmış olduğunu saklamış..
(Fakat
nasılsa İsmet İnönü bunu anlamış. Zeki adam.)
*
Gelelim calib-i dikkat dördüncü
noktaya..
Görüldüğü gibi,
Selanikli (iddiasına göre) kafasında bazı kararlar almış fakat bunları sır
olarak saklıyor.
Bu arada insanlarla
temas kurmaya da devam ediyor. Onlar hakkındaki kanaati şu:
“İçlerinden bir kısmında saf bir vatanperverlik
hissinin coşkunluğundan başka, ne fikir, ne de tedbir kabiliyeti
vardı. Bir kısmının hâlâ hasis (bayağı, adi) politikacılık menfaatlerinden
başka düşündükleri yoktu.”
Temas kurduğu
kişilerden bazıları vatansevermiş, fakat fikir ve tedbir
kabiliyetleri yokmuş.
Bazıları da vatansever
değilmiş, hasis (bayağı, adi) politikacılık menfaatlerinden başka birşey
düşünmüyorlarmış. (İktidar uğruna terör çetesi kurup cinayet planları yaptığına göre
Selanikli’nin kendisi tam da bu kategoride değerlendirilmelidir.)
İmdi, sen
vatanseversen, ve de sende fikir ve tedbir kabiliyeti varsa, bu fikir ve
tedbirler konusunda cimrilik ve hasislik yapmaman, fikirlerini
insanlarla paylaşman, onları sır olarak kendine saklamaman gerekir.
Bu hasis hesaplar kahramanının
gerçekten vatanseverse, o günkü şartlarda şunu düşünmesi gerekirdi:
“İngilizler kimi
bulurlarsa tutuklayıp Malta’ya sürüyorlar. Olabilir ki beni de tutuklar
ve Malta’ya gönderirler. Hatta zehirleyip öldürebilirler. O halde, vatanın selameti için kafamda ürettiğim çözümleri
ve bulduğum çareleri vatansever arkadaşlarımla paylaşmalı, bu fikirlerin olabildiğince
çok insan tarafından bilinmesini sağlamalıyım.. Vatanın selameti için yapılması
gerekenleri ben yapma imkânı bulamasam bile ürettiğim fikirlerden başka
birileri, fırsat çıktığında yararlanabilir.”
Hayır, hasis ve cimri
hesaplar içindeki kahramanımız böyle düşünmüyor, memleketin selameti için
bulduğu parlak fikirleri, sihirli formülleri, eşsiz tedbirleri “Benden sonrası
tufan” kabilinden kendisine saklıyor.
Gerçekten vatansever
bir adam, kafasındaki planlar vatanın selameti içinse, kendi şahsı bakımından
önem taşımıyorsa, mevzubahis olan vatansa, bunları sır olarak saklayabilir mi?
Fakat, işin içinde “sır olarak saklanması” gereken bir bozukluk ya da ihanet varsa, iş değişir tabiî..
O zaman olay “sır” halini alır.
*
Selanikli’nin
Atay’dan yaptığımız ilk iktibasta yer alan yalan dolan ve çarpıtmalarına bir
sonraki yazıda değinelim inşaallah.
MİT’İ ANLATAN TEŞKİLAT DİZİSİNDEN ÖĞRENDİKLERİM
Çok şey öğrendim, hangi birini anlatayım. Fakat son bölümdeki (138’inci bölümdeki) bir sahne, 16-17 yıl öncesini hatırlamama yol açtı....
-
Şu Hiranur Vakfı hocasının kızının evliliği meselesi, 28 Şubat 'taki (derin tezgâh) Müslüm-Fadime olayı gibi arsızca köpürtülüyor. ...
-
Erdoğan’la ilgili iki rüyamı yorumsuz olarak aktaracağım. Birincisini, Suriye’deki son gelişmeler başladığı sırada gördüm.. Erdoğan, de...
-
Odatv.com ’da “istihbarî” bilgileri “kulis” diye Hürrem Elmasçı takma adıyla aktaran kişi, son yazısına şu başlığı uygun görmüş: “ Er...