LEON DUGUİT SENİN O CUMHURİYETÇİ VE "MİLLİ EGEMENLİKÇİ" ZİHNİYETİNİN İÇİNE TÜKÜRÜYOR, HABERİN YOK

 




"Parisli gencin iki kolunun da bulunmaması resim yapmasına engel olamadı. Ayağıyla resim yapıyor."

Bazen medyada Batı dünyasına ilişkin bu türden haberlere rastlıyoruz.

Halbuki bizde daha fazlası var, fakat zenginliklerimizin farkında değiliz. 

Bizde, beyni bulunmadığı halde fikir üretebilen insanlar var. Safra keseleriyle ya da mideleriyle, yahut nerelerini bulurlarsa oralarıyla düşünebiliyorlar.

Bunlardan biri Soner Yalçın. 

O, daha fazlasını başarıyor, bağırsaklarıyla düşünüyor.

*

Aptalların özelliklerinden biri, nedenlerle sonuçları birbirleriyle karıştırmalarıdır.

Bunlar, sıkça, sonuçları neden olarak görmeye başlarlar.

Mesela, "Birinci Dünya Savaşı, imparatorlukları yıkmak için yapıldı" diyenlere rastlamışımdır. 

Evet, o savaş bu sonuca yol açtı, fakat bunun için yapılmadı. 

Soner Yalçın'ın son yazısı, bu türden aptalca değerlendirmeler bakımından hayli zengin.

Şu cümle oradan:

"Arnavutların, Arapların vd. Osmanlı sırtına sapladığı kanlı 'İslam' hançerinin, Milli Mücadele kadrolarının dine bakışını etkilememesi söz konusu olamazdı!"

*

Halbuki, saplanan hançer, İslam değil "milliyetçilik" hançeriydi.

Kanlı ırkçılık hançeri.

Hem bu milliyetçilik fikrinin, hem de Şerif Hüseyin gibi Araplar'ın ardında, Atatürk gibi adamların hayranlık duydukları İngilizler, Fransızlar vs. vardı.

Osmanlı'nın son döneminin subaylarının çoğunun dine bakışı ise, Millî Mücadele öncesinde bile yamuk ve eğriydi.

"Üç beyinsiz"lerden Cemal Paşa'nın ve ekibinin Suriye'de yaptıkları zulümler ve ahlâksızlıklar, kimi Araplar'ın İngilizler tarafından ayartılmasını kolaylaştırdı.

Fakat yine de Araplar'ın ekseriyeti Osmanlı'nın yanında yer almaya devam ettiler.

Aynı şekilde Kürtler de İslamî gerekçelerle böyle davrandılar.

Hindistan, Pakistan, Afganistan müslümanları da Millî Mücadele için tonlarca altın gönderdiler. 

Atatürk, bu kanlı İslam altınlarını cebellezi yaptı, kişisel servete dönüştürdü, İş Bankası'nı kurup faiz yemeye başladı.

Dine bakışı bu kanlı gözyaşı döken İslam altınlarından etkilenmedi.

*

Aynı şekilde Atatürk, Osmanlı'yı arkadan vuran "milliyetçilik hançeri"nden dolayı milliyetçilik düşmanı da olmadı.

Tam aksine, "Bir Türk dünyaya bedeldir" türünden saçmalıkları Türk akılsızlığına armağan etti. 

Buna göre, mesela bundan 7-8 yıl önce Özgecan Aslan adlı üniversiteli genç kızı, tecavüz etmesine izin vermedi diye öldüren milliyetçi minibüs şoförü, Türk olduğu için dünyaya bedeldi.

Araplar'ın, Arnavutlar'ın, Kürtler'in, Çerkezler'in, Boşnaklar'ın vs. hepsini toplasanız, o tecavüzcü Türk'e bedel olamıyordu.

Bu, Atatürk'ün dehasıydı.

Akılcılığıydı.

*

İnce bağırsağıyla ince düşünceler üreten Soner Yalçın'ın bir başka fikir ürünü:

Türkiye'de Rönesans/ yeniden doğuş gerçekleşti. Kişisel olarak halife her ne kadar nü/çıplak resim yapacak kadar moderniteye yakın olsa da, hilafet kurumunun bu yenilenmede yeri olamazdı. Millet ve din birliğine farklı bakış getirildi; laiklik…

İşte bu, dünyaya bedel Türk aklı..

"Ne kaa ekmek, o kaa köfte" makamından bir çağdaşlık.. Ne kaa çıplaklık, o kaa çağdaşlık..

1990'lı yıllarda bir otobüs yolculuğum sırasında yanımdaki koltuğa bir Anadolu köylüsü oturmuştu.

Onunla sohbetimiz sırasında konu eski cumhurbaşkanı Kenan Evren Paşa'ya gelmişti.

Köylü vatandaşımız gülerek, "Tı tı, koskoca cumhurbaşkanı, genelkurmay başkanı paşa, çıplak avratların resmini yapıyormuş yav" dedi.

Bir taraftan da gülüyordu.

Medeniyetin fıtraten düzgün olan insanları bozduğunu, eğitimin de bu bozulmayı matah birşeymiş gibi insanlara yutturduğunu savunan Rousseau yanımızda olsaydı herhalde bu köylüyü alnından öperdi. 

*

Soner efendi, aktardığımız saçmalıklarından sonra şunu söylüyor:

Başta Emile Durkheim, Leon Duguit, Charles Seignobos olmak üzere sosyoloji, hukuk, tarih kitapları Cumhuriyet'in sacayağını oluşturdu. (Ki bu kitapları Meclis yayınları Türkçeye çevirip yayımladı.)

Bu şahısların ilki sosyolog, ikincisi hukukçu, üçüncüsü tarihçi.

Doğal olarak Seignobos, herşeyin tarihini bilen bir tarihçi değil.. Uzmanlık alanı Fransız Üçüncü Cumhuriyeti.. 

Böylece Soner, Atatürk'ün cumhuriyetçiliğinin Fransız imalatı bir ithal mal olduğunu söylemek istiyorsa, ince bağırsağı iyi çalışıyor demektir.

*

Durkheim'a gelince.. Bu adam sosyoloji sahasında Gabriel Tarde ile zıt kutuplarda yer alır. 

Tarde, toplumsallığın "taklit" ile ortaya çıktığını savundu. 

Zayıfların güçlülere, yönetilenlerin yönetenlere, fakirlerin zenginlere, sıradan insanların seçkinlere vs. özenmesi sonucunda, farklı kişisel özelliklere sahip insanların benzer davranışlar sergilemeye başladıklarını ve böylece sosyal düzenin ortaya çıktığını ileri sürdü.

Durkheim ise, "taklit" kavramının karşısına "sosyal baskı" tezini çıkardı. 

Ona göre, insanların benzer davranışlar sergilemelerinin nedeni, onlar üzerindeki toplumsal baskıydı. İnsanlar, şöyle yaparsam, böyle edersem dışlanırım, yadırganırım, aforoz edilirim, boykota uğrarım, ambargoya maruz kalırım, yalnızlaşırım, elimdeki imkânları kaybederim diyerek kalabalığa uymaktadırlar. Gönüllü taklit diye birşey yoktur.

*

Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kadrolara (daha doğrusu şahsa) gelince.. Onun Durkheim gibi derin derin düşünmeye vakti yoktu. Durkheim'ın "toplumsal baskı" manivelasının sadece "baskı" kısmını aldı, toplumsallık tarafının sırtına tekmeyi indirdi. 

Mesela, "Ya benim gibi şapka giyeceksiniz ya da bana şapka, size darağacındaki yağlı urganın yolları" şeklinde bir şarkı besteledi.

Millet de, "Bu baskıya uymazsam toplumsal baskı görmeyeceğim ama baskı görecek bir kellem de kalmayacak, kelle gidecek, nalet olsun!" diyerek şapkaya sarıldı.

Atatürk'ün diğer akılcı ve çağdaş bestelerini de sayarak yazıyı uzatmayalım. 

*

Leon Duguit bahsini unutmuş değilim. O, bir sonraki yazıya inşaallah..

Heybedeki asıl büyük turp o.


ADI CUMHURİYET, KENDİSİ PADİŞAHLIĞI MUMLA ARATAN TAM DİKTATÖRLÜK

 





13 Şubat 1939 Pazartesi
Telefonla yaver beyin işârı [bildirmesi] üzerine General Cafer Tayyar’la İnönü ’ye. Saat 5.45-7.00. M. Kemal'in Enver'e kızarak İngilizlere teslim olmak teşebbüsünü Cevat Rıfat
söyledi. Bunu Cemal [Mersinli] Paşa, Ömer Lütfi ve Diyarbakırlı Kâzım Paşa da bilirmiş. Cemal Paşa'ya –bugün bana gelmişti– sordum, evet dedi. Bu maksatla bazı zabitler de
İngilizler tarafına geçmiş.
[Kâzım Karabekir, Günlükler (1906-1948), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009, s. 1083.]
*
Dört tane önemli subayın haber verdiği bir olay. Komutanına kızdığı için İngiliz'e teslim olmak istemiş. Teslim olmadı, fakat Suriye'de ricat (geri çekilme) emri verdi. Soru şu: Böyle bir adam Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İstanbul'da kendisiyle gizli buluşmalar yaptığı (Ki bunu Nutuk'ta, bir-iki kez görüştüm diyerek itiraf ediyor) İngiliz İstihbaratı'nın (gizli servisinin) İstanbul şefi Robert Frew'la hangi vatanseverlik duygularıyla görüşmüş olabilir?



KÂZIM KARABEKİR'İN DAMADI PROF. ÖZERGİN ANLATIYOR - 3



Teklif dergisinin Ağustos 1988 tarihli altıncı sayısında Prof. Dr. Faruk Özergin ile yapılmış röportajı aktarıyorduk.

İlk soru, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası/Partisi ile ilgili..

Özergin'in sözlerini aktarmaya devam edelim:

Ve o tarihte de [1924] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası [İlerlemesever Cumhuriyet Partisi] kuruldu. Bunun [tüzüğünün] bir maddesinde de "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası dine hürmetkârdır" der ve o tarihte de Türkiye Anayasası'nda "Türk Devleti'nin dini İslam'dır" yazılıdır. Yani devletin dini İslam'dır. Anayasa'da yazılıdır ve [Karabekir ile arkadaşlarının kurduğu partinin adı] Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, ötekilerinin ismi Halk Fırkası [Partisi] idi. Bunun üzerine onlar da Cumhuriyet Halk Fırkası adını aldılar.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucularından Cafer Tayyar Paşa'nın bizzat bana anlattığı gibi, "Biz iktidar hırsı düşünen insanlar değildik. Biz bir denge unsuru olmak istiyorduk. ... dine hürmetkârdık. ..." Fakat bu parti birden bire büyük rağbet gördü. Bunu hiç söylemiyorlar, tarih kitapları da yazmıyor, bazen ağızlarından kaçırıyorlar. Ve seçimleri kazanma ihtimali büyük çapta belirdi. Bunun üzerine Doğu'da bütün İstiklal Harbi sırasında hiçbir isyan çıkmamışken, nasıl olduysa oldu, Doğu'da isyana yönelik kıpırtılar başladı. Bunu Dahiliye Vekaleti [İçişleri Bakanlığı] bildiği halde, gerektiğinde tedbirler alınmamak suretiyle isyana (Şeyh Sait İsyanı) dönüştü. Bunun üzerine Halk Partisi de Takrir-i Sükun Kanunu'nu {Hareketsizliği Yerleştirme Yasası] çıkardı. Gayet sert bir kanun. Ve o kanun çıktığı gün, Meclis'i de tatile soktu. O tarihte başvekil olan Fethi Bey [Fethi Okyar, ki İzmir Suikasti davasında 10 yıl hapse muhkum edilecektir], Halk Partisi'nin yaptığı ceberutluğun aleyhinde idi ve istifa etti. İsmet Paşa başvekilliğe gelir gelmez, ilk iş Takrir-i Sükun Kanunu'nu çıkardı ve Meclis'teki bütün gayretlere rağmen, Meclis'i o gün tatil etti. ... Takrir-i Sükun Kanunu'na dayanarak da bu partiyi {Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası] feshettiler. Bunların demokrasiyle, şunla bunla alakası yoktur.

Bu adamlar  iktidarı ele geçirmişler ve diledikleri gibi herşeyi yapma sevdasında olan insanlardı. ... Sonunda tabii bu güçlü grup, laiklik namı altında din düşmanlığına ve diktatörlüğe yürüdü. İsmi cumhuriyetti ama, yönetim tam şekliyle diktatördü. Tam diktatörlüktü. Bilindiği gibi sonra da herşeyi yaptılar.

(Abdurrahman Dilipak, İnönü Dönemi, İstanbul: Beyan Y., 1989, s. 152-3.)

*

Prof. Özergin'i dinlemeye devam edeceğiz inşaallah.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...