UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 72
Selanikli Mustafa Atatürk'ü Erzurum’a geldiğinde
koruyup kollayan, tutuklayıp İstanbul’a göndermek ve “olağanüstü”
yetkilerini uhdesine almak dururken ona “biat” eden Kâzım Karabekir Paşa,
zaferden sonra ödülünü, İzmir Suikasti (suikast planı) davasında idam
talebiyle yargılanarak almıştı.
Bunu kabullenemeyen subayların tehditleri
sonucunda mahkeme onu beraet ettirmek zorunda kalmış, fakat Paşa’nın çilesi
bitmemişti. Devletin başına geçen Selanikli onu polisin ve hafiyelerin
takibiyle baskı altına almış, nefes alışını bile kontrol etmeye başlamış,
yoksulluk, yalnızlık ve sefalete mahkum etmişti.
Paşa’nın bu çilesi, Selanikli’nin öldüğü 1938
yılı sonuna kadar devam etti.
Ancak ondan sonradır ki Paşa biraz rahat nefes
almaya, tekrar sosyalleşmeye başladı.
*
Selanikli’nin ölümünden üç ay sonra, takvimler
13 Şubat 1939 Pazartesi
gününü gösterirken Paşa, günlüğüne şu notu düşmüştü:
"Telefonla yaver beyin [Cumhurbaşkanı İnönü’nün yaverinin]
iş’ârı [bildirmesi] üzerine General Cafer Tayyar’la İnönü ’ye [gittik]. Saat
5.45-7.00. M. Kemal'in Enver'e kızarak İngilizlere teslim olmak teşebbüsünü Cevat
Rıfat söyledi. Bunu Cemal [Mersinli] Paşa, Ömer Lütfi ve Diyarbakırlı
Kâzım Paşa da bilirmiş. Cemal Paşa'ya –bugün bana gelmişti– sordum, evet
dedi. Bu maksatla bazı zabitler de (subaylar da) İngilizler tarafına
geçmiş."
[Kâzım Karabekir, Günlükler (1906-1948),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2009, s. 1083.]
Evet, Kâzım
Karabekir Paşa’nın Günlükler’inde anlattığına göre, o dönemde, Selanikli’nin
İngilizler’le olan dostluğunun Pera Palas’tan öncesine uzandığını, hatta
Filistin’de İngilizler karşısında kirişi kırmasının onlarla perde arkasında
anlaşmış olmasından kaynaklandığını düşünenler varmış.
Savaşın içinde bulunmuş, olayları yaşamış (ikisi paşa) dört önemli subayın haber verdiği bir olay.
Selanikli
Atatürk, küçük hesapları için İngiliz'e teslim olmak istemiş.
Bu paşalar biraraya gelip "Böyle bir iftira atalım" diye aralarında anlaşacak karaktersizlikte adamlar değil.
*
Anlaşılan
o ki, Selanikli Mustafa Atatürk İngilizler’le bu konuda anlaşmış, minareye kılıf uydurmak için de
komutanına olan kızgınlığını bahane olarak göstermeye çalışmış, Enver Paşa'dan fazla hazzetmeyen kişilerin duygularıyla oynayarak onları manipüle etmek istemiş.
Muhtemelen,
maiyetindeki subayların büyük çoğunluğunun yüzlerindeki ifadeyi ve itirazları
görünce, teslim olma yerine ricatı, palaslandıras kaçmayı tercih etmiş.
Ama
kendisiyle kafa dengi bazı subayların savaşma azimlerinin tükenmesini ve İngilizler’e teslim olmalarını sağlamış.
İmdi, subay olsun, veya başka bir görevde bulunsun, bir devlet memurunun amirleriyle görüş ayrılığına düşmesi veya geçimsizlik yaşaması her zaman mümkündür..
Her
zaman yaşanır.
Böylesi bir durumda memurun yapması gereken şey, vazifesini mümkün mertebe, üstleri
tarafından cezalandırılmayı da göze alarak, “doğru bildiği şekilde” yapmaya
çalışmak olmalıdır.
Eğer
elinden hiçbir şey gelmiyorsa ve görevi amirlerinin arzusu doğrultusunda
sürdürmesi durumunda ortaya çıkacak sonuçları içine sindiremiyorsa, o takdirde
yapması gereken şey, yerine başka birinin görevlendirilmesini ve kendisinin de
başka bir vazifeye atanmasını istemek olmalıdır.
Şeref ve haysiyet sahibi dürüst bir insana yakışan davranış budur. Ondan, "Mevzubahis olan vatansa benim Enver'e olan öfkem teferruattır" demesi beklenir.
Selanikli’nin
bu olaydaki akıl yürütüş şekli ise düpedüz ihanet.
Evet,
ihanet..
Komutanına
değil, milletine, devletine ihanet.
Devletin şerefini, milletin hak ve hukukunu, emrindeki binlerce askerin hayatını, vatanın selametini hiçe sayan, ayaklar altına alan bir ihanet.
Soru
şu: Böyle bir adam, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İstanbul'da gizlice
buluştuğu (Ki bunu Nutuk'ta itiraf ediyor) İngiliz
İstihbaratı'nın (gizli servisinin) İstanbul şefi Robert Frew (Fro) ile
hangi vatanseverlik duygularıyla görüşmüş olabilir?
"Kafdağı'nı assalar belki çeker de bir kıl,
"Bu ifritten sualin kılını çekmez akıl!"
*
Bu
mizaç, bu karakter ve bu kafada olan bir adamın, 30 Ekim 1918 tarihinde
başlayan Mütareke (savaşsızlık) döneminde, bu defa da Padişah Vahideddin’e
kızarak (ya da kızma bahanesiyle) İngilizler’e yanaşması ve onlarla gizli
pazarlıklar yaparak “teslim” olması, onların adamı haline gelmesi “hayatın
olağan akışı”na uygundur.
Evet,
Selanikli tam da bunu yaptı.
Bu
işbirliğinin hikâyesini yazı dizimizin önceki bölümlerinde ayrıntılı bir
biçimde anlatmış, Selanikli’nin (İngiliz Gizli Servisi’nin İstanbul şefi)
üst düzey ajan Robert Frew (Fro) ile olan gizli saklı görüşmelerini konu
edinmiştik.
Selanikli’nin
İngilizler’le anlaşıp danışıklı dövüşle Osmanlı devlet erkânını ve saf milleti
aldatmakta olduğunu daha o günlerde anlayanlar vardı.
Bunlardan
biri Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’ydi..
Bu yüzden, cumhuriyetin
ilanıyla birlikte vatandan sürülen 150’likler listesinde yerini aldı.
(Listede şair Rıza Tevfik,
edib Refik Hâlid Karay; Refi Cevat Ulunay, Tarık Mümtaz Göztepe ve Mevlanzâde
Rıfat gibi gazeteciler; Çerkez Ethem ve istihbaratçı Kuşçubaşı Eşref gibi
meşhurlar da yer alıyordu.)
*
Önceki
bölümde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün, Osmanlı Devleti’nin son içişleri
bakanlarından Mehmet Ali Bey’e attığı esaslı kazığı, yaptığı nankörlüğü
konu edinmiştik.
Falih
Rıfkı Atay’a anlattığına göre, kendisinin kaldırım subayı olarak boş
beleş yaşayıp havadan maaş aldığı, Filistin cephesindeki bozgunun baş mimarı
olarak etkisiz ve yetkisiz silik bir adam olarak İstanbul’da gün saydığı o tuhaf,
sancılı ve acayip zamanlarda, Mehmet Ali Bey koskoca içişleri bakanı olarak defalarca
bunu evinde ziyaret etmiş, ayağına kadar gitmiş, yemeğe çağırıp görüşmüş.
O
günler, İngiliz’in kendisi için tehlikeli ya da sorunlu bulduğu herkesi
tutuklayıp Malta’ya yolcu ederken Selanikli’ye “Gözünün üstünde kaşın
var” bile demediği ilginç zamanlar.
*
Selanikli,
eften püften, kıytırık birçok şeyi Falih Rıfkı'ya anlatmış, fakat hikayenin can alıcı
noktasını atlıyor: Mehmet Ali Bey’in İçişleri Bakanlığı’nın örtülü
ödeneğinden kendisine verdiği 25 bin liradan hiç bahsetmiyor.
Memur
maaşının iki buçuk lira olduğu zamanda verilen 25 bin lira..
Bugün
sıradan bir memurun maaşının 50 bin lira olduğunu kabul edersek 500 milyon
liraya, yarım milyar liraya karşılık gelen bir para.
Selanikli,
bu iyiliği (tıpkı Karabekir Paşa'ya yaptığı gibi) karşılıksız bırakmamış, devletin başına geçtikten sonra Mehmet Ali
Bey’i, 150’likler listesine dahil etmiş, malına mülküne el koyup
vatandan sürülenler arasına katmış.
*
Prof.
Ekrem Buğra Ekinci, “Yakın Tarihin Acı Bir Sayfası: 150’likler” başlıklı
makalesinde şöyle diyor:
“M.
Kemal’i Anadolu’ya gönderenlerden dâhiliye nâzırı Mehmed Ali Bey,
Paris’te La Republique Enchaine (Zincirli Cumhuriyet) adında
Ankara’yı tenkit eden bir gazete neşretmiş; rivayete göre cumhuriyetin ilanının
her yıldönümünde Atatürk’e hakaret telgrafı çekmiştir.”
(https://www.ekrembugraekinci.com/article/?ID=648&yakin-tarihin-aci-bir-sayfasi:-150%E2%80%99likler)
Falih Rıfkı’ya Mehmet Ali
Bey’le olan görüşmelerini anlatan Selanikli’nin, Bahriye Nazırı (donanmadan
sorumlu bakan) Avni Paşa ile olan görüşmelerinden de söz etmiş olduğunu yine
bir önceki bölümde görmüştük.
Mehmet Ali Bey’e teşekkür
ederken onu atlamış değil, 150’likler listesine onu da eklemiş..
Kadirşinas adam, iyilikten
anlıyor.. Kendisine iyilik eden eli ısırırcasına iştiyakla öpmek gibi bir
huyu var.
*
Selanikli’nin Avni Paşa
ile tanışıklığının öncesi de bulunuyor:
“Yıldırım Orduları Gurup Komutanlığı lağvedilip bölgedeki
görevi sonlandırılan Mustafa Kemal 10-11 Kasım 1918’de Adana’dan
ayrıldı. Adana’dan İstanbul’a giderken Mustafa Kemal’in
bindiği trene Konya civarında Çumra istasyonunda Avni Paşa da
dahil oldu. Avni Paşa İstanbul’a giderken Mustafa Kemal’in sergilemiş
olduğu tavır ile ilgili izlenimlerini şu şekilde aktarır: “Mustafa
Kemal Paşa adeta Harbiye Nazırı [Savunma Bakanı]
sıfatıyla İstanbul’a geliyor idi. [İstanbul’a
yaklaşıp] Maltepe’ye vardığımızda satın alınan bir gazeteden İzzet
Paşa Kabinesinin düştüğünü ve Tevfik Paşa kabinesiyle Harbiye Nezareti’ne
Abdullah Paşa’nın tayinini okuduğu zaman, pek çok sıkıldığını
saklayamadı.”
(Mehmet Fatih Cebeci, Mütareke Döneminde Mustafa
Kemal’in İstanbul’daki Faaliyetleri ve Anadolu’da Görevlendirilmesi,
yüksek lisans tezi, Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, 2013, s. 32-33.)
Avni Paşa’nın, “Mustafa Kemal
Paşa adeta Harbiye Nazırı [Savunma Bakanı] sıfatıyla
İstanbul’a geliyor idi” diyor olması sebepsiz değil.
Filistin’de
İngilizler’in önünden yıldırım hızıyla kaçtıktan sonra hemen yeni padişah
Vahideddin’e telgraf çekip İngilizler’le “behemahal” (her ne pahasına
olursa olsun) barış yapılmasını teklif etmiş, bu arada kendisi ile bazı
arkadaşlarının bakan olarak içinde yer alacağı yeni bir hükümet kurulmasını
(bakanlar kurulu oluşturulmasını) da teklif etmiş durumdaydı.
Kendisini
yaveri yapmış olan Vahideddin’in ricasını kırmayacağından emindi.
Fakat
evdeki hesap çarşıya her zaman uymuyor.
*
Ancak
Selanikli kolay pes edecek adam değildi.. Önceki bölümlerde teferruatlıca
anlattığımız gibi, kafasında bir “B planı” vardı..
Bunun
için, İstanbul’a gelince anasının Beşiktaş-Akaretler’deki evi yerine,
işgalci İngiliz subaylarının karargâh kurduğu Pera Palas Oteli’nde
kalmaya, İngiliz subaylarına centilmence ev sahipliği yapıp onlarla Türk
kahvesi “höpürdetmeye” başladı.
Bir
kahvenin kırk yıl hatırı vardır diyenler haklı.. İngilizler,
Selanikli’nin ısmarladığı kahvelerin karşılığını bonkörce fazlasıyla verdiler.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı
General İsmet İnönü bu gerçeği çok veciz bir biçimde ifade etmiş
durumda:
(Milliyet Gazetesi‘nin
29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
Başa dönersek, Ulu Yalan Selanikli Mustafa Atatürk, Falih
Rıfkı’ya Osmanlı hükümetinin bakanları Mehmet Ali Bey ve Avni Paşa ile olan
görüşmelerini anlatırken asıl önemli gerçekleri saklıyor, olayları çarpıtıyor.
Emekli deniz subayı araştırmacı-yazar Osman Öndeş, Avni Paşa’nın hatıratını “Vahdeddin’in Sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor” adı altında yayınlayarak tarihçilik alanında önemli bir hizmette bulunmuş durumda. (Deniz Harp Okulu'nu birincilikle bitirmiş olan Osman Öndeş, aynı zamanda pekçok önemli çalışmaya imza atmış başarılı bir gazeteci, pop tarihçi İlber Ortaylı gibi ekran şovmenliği yaparak bilinen ezberleri tekrarlayan biri değil.)
Avni Paşa’nın anlattığına göre, (Samsun'a gitmek üzere İstanbul'dan ayrılmadan bir gün önce) 15 Mayıs 1919’da Padişah Vahideddin'le görüşmek üzere Yıldız Camii’ne gelen Mustafa Kemal, cuma selamında, Kuran-ı Kerim’e el basıp yemin ediyor.
Avni Paşa’nın ifadeleri şöyle:
Sadrazam Paşa, Yaver Paşa [Naci
Paşa] padişahın iki tarafında birer adım gerisinde idiler. Mustafa Kemal Paşa
askeri duruşuna dini bir edâ dahi vererek ilerledi ve sağ
elini Kuran-ı Kerim’in üzerine koyarak şu yemini eyledi:
“Heyet-i Vükelaca
(Bakanlar Kurulu’nca) tanzim olunup Padişah Hazretlerinin iradesine sunulan yirmi
bir maddelik özel talimatta bana verilen yetkiler doğrultusunda padişah
hazretlerimizin Anadolu vilayetlerindeki bütün mülki ve askeri memurlar
üzerindeki teftiş ve tedkikat görevimi, padişah hazretlerinin müsaadeleri
doğrultusunda iftiharla ve sahip olduğum yetkiler doğrultusunda tüm
sadakatimle yapmaya gayret edeceğime vallâh billâhi.”
Basit bir "müfettişlik" görevi için kim böyle yemin ettirir ve kim bir müfettişe Van'dan Ankara'ya kadar bütün askerî ve mülkî erkân (tüm subaylar, valiler ve kaymakamlar) hakkında (görevden alma ve yerlerine başkasını tayin etme de dahil olmak üzere) "olağanüstü" yetkiler verir?!
Avni Paşa’nın hatıratında şu satırlar
da var:
Mayıs’ın
yirminci günü, Mustafa Kemal Paşa’dan Harbiye Nezareti şifresiyle bir telgraf
aldım:
”Bahriye
Nazırı Avni Paşa Hazretlerine, Gösterdiğiniz yüksek alaka sayesinde salimen
ve rahat bir şekilde Samsun’a varılmış ve göreve başlanılmıştır. Muhterem
kayınpederiniz Şakir Paşa Hazretlerinin afiyetlerini temin eder, siyasi
durumlar ve gelişmeler hakkında da arasıra beni aydınlatmanızı ve
bilgilendirmenizi istirham eylerim. Mustafa Kemal.”