ATATÜRK'ÜN HUKUKU: "ON YIL HAPSİ BEĞENMEDİN Mİ?.. NANKÖR, AL SANA İDAM!"

 


                Adalar Kaymakamı İsmail Canbulad Bey

                 İsmail Canbulad idam sehpasında

                Halis Turgut idam sehpasında


ATATÜRK'ÜN KARAKTERİ (HALİDE EDİB ADIVAR'IN ŞAHİTLİĞİNE GÖRE) - 5


Dr. Seyfi Say


Halide Edib'in belirttiği gibi, Vahideddin tarafından Anadolu'ya gönderilen Mustafa Kemal (sonradan Atatürk soyadını alacaktır), Samsun'a çıkışından üç hafta, yani 21 gün sonra, Anadolu'daki bazı subaylarla Amasya protokolüne imza koymuştur.

Buna göre, "Türk milleti, yabancı hâkimiyetini reddetmeye karar vermişti ve bunu memleketin her tarafındaki teşekküllerle [cemiyet, dernek gibi oluşumlarla] isbat etmişti. Bu, muhtelif teşekküllerin faaliyetleri birleştirilmeliydi".

Protokole, Mustafa Kemal'in yanı sıra, altı komutan daha imza atmıştı. 

Zaferden sonra, bunlardan biri (Miralay Arif), Atatürk'e suikast girişiminde parmağı olma iddiasıyla idam olunacak, biri (Hamidiye kahramanı, eski başbakan Rauf Orbay) 10 yıl hapse mahkum edilecek, geriye kalanları (Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Refet Paşa, Mersinli Cemal Paşa) ise, Mustafa Kemal'in başına geçtiği Halk Partisi'ne rakip bir parti kurdukları için, söz konusu suikast girişimine adlarının bir şekilde karışması suçlamasıyla idam tehdidinin gölgesinde yargılanacaklardı.

Sonra da, limon gibi sıkılmış halde bir kenara atılacaklardı.   

*

Atatürk, Şeriatçı (İslamcı, İslam hukukunu savunan müslüman) değildi.

Tam aksine, Allahu Teala'nın peygamberleri vasıtasıyla insanlığa gönderdiği kitaplar için "gökten indiği sanılan" şeklindeki aşağılayıcı ifadeyi kullanabilmiş, Kur'an-ı Kerîm hakkında "Arap oğlunun yaveleri" hezeyanında bulunabilmiş saygısız bir dinsiz imansızdı. 

Ancak, İstiklal Harbi yıllarında bu şekilde konuşmuyor, yağdanlıklarından Mazhar Müfit'in ifadesiyle müftü efendi gibi dua ediyordu. (İslamî terminolojide buna münafıklık deniliyor. Kemalistlere göre ise kurmay zekâsı ürünü bir taktik.. İstiklâl Savaşı öncesi yıllarda İttihatçılar, henüz mazrufunu açıkça ortaya koymadığı için onun hakkında sadece "sarhoş, ahlâksız, harîs [hırslı, ihtiraslı], sefih" sıfatlarını kullanıyorlardı. Bkz. Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 20, 158.) 

Evet, Atatürk Şeriatçı olmadığı için, Allahu Teala'nın vahyi olan Tevrat ve Kur'an'daki kısas emrine inanmaz.

Yani, birisini öldürmenin cezasının ölüm olmasını kabul etmez.

Ancak, kendisi İzmir Suikasti meselesinde öldürülmediği halde, yani ortada kısası gerektiren bir durum bulunmadığı halde, tam 14 (yazıyla ondört) kişiyi astırdı. 

Öldürttü.

Aslında 15 kişi asılacaktı, fakat içlerinden biri intihar etti: İttihat ve Terakki hükümetinin İaşe Nazırı (Bakanı) Kara Kemal Bey.

Asılanlardan ikisi, İsmail Canbulat ve Halis Turgut, 10 yıl hapse mahkum edilmişler, fakat karara itiraz etmişlerdi. 

Bunun üzerine, "Madem hapsi beğenmediniz, alın size yağlı ip" dediler.

Şeriat değil.. Atatürk hukuku bu!.

Gökten inmiş yasanın hükmü değil.. Atatürk'ün "doğrudan doğruya hayattan", kendi hayatından aldığı prensip.

*

Suikast girişimi gerçekti.

Yapacak olanlar da üç kişiydi: Lazistan milletvekili Ziya Hurşit, hırsızlıktan sabıkalı Laz İsmail, ve Gürcü Yusuf.

Bir ihbar sonucu yakalandılar. 

Ancak, bu girişim bahane edilerek, toplamda 131 (yazıyla yüzotuzbir) kişi sanık sandalyesine oturtuldu.

Dava, bir kumpasa dönüştürüldü.

İlk iş olarak, kapatılmış olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın tüm milletvekilleri tutuklanmış ve evlerinde arama yapılmıştı. (Bir kişi hariç, o da, Mustafa Kemal'in parti içindeki ajanı mıydı, bilmiyoruz, günahını almayalım.)

Böylece, iki tane Laz ile bir Gürcü bahane edilip, Halk Partisi'nin rakibi bir partide yer aldıkları için İstiklâl Harbi'nin önemli simaları tutuklanmış oluyordu: Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Cafer Tayyar Paşa, Refet Paşa, Rüştü Paşa, Bekir Sami Bey.

*

Yargılamaların bir İzmir, bir de Ankara ayağı var.

İzmir'deki dava, 13 Temmuz 1926 tarihinde son buldu. 

Yargılanan 49 kişiden 15'i idama mahkum edildi.

Bunlardan bazılarının suçu, suikast girişiminden haberdar olup da resmî makamlara ihbar etmemekten (katılma veya destekleme değil) ibaretti.

"Haberim yoktu" demelerine itibar edilmedi. "Bu girişimi o da duymuştu" denilmesi, idam için yeterli görülüyordu. Tavşanın suyunun suyunun suyu kabilinden idam gerekçesi..

İşte bu, ilhamını Allahu Teala'nın kitaplarından değil de "doğrudan doğruya hayattan" alan Atatürk rejiminin hukuku!.. 

Allahu Teala'nın indirdiği Şeriat'inin "kısas" emri çerçevesinde böyle bir ceza vermek mümkün değil.

Bu, Şeriat'i, Allahu Teala'nın kısas emrini beğenmeyenlerin, Atatürk'ü put yapıp tapanların çağdaş hukuku..

*

Hamidiye kahramanı Rauf Orbay, davanın Ankara ayağında yargılandı.

Selanikli değildi. Babası, Bahriye Birinci Feriki (Oramiral) ve Ayan Meclisi üyesi Abhaz kökenli Mehmet Muzaffer Paşa'ydı.

Orbay, Ekim 1918'de Osmanlı hükümetinde Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) olarak vazife aldı.

Temmuz 1922 - Ağustos 1923 tarihleri arasında ise TBMM hükümetinin başbakanı olarak görev yaptı. 

Ancak, bir İsmet ya da Fevzi değildi, Mustafa Kemal'e kayıtsız şartsız biat etmeyi kabul etmiyordu.

Başbakanlık rüşvetine rağmen bu tavrını sürdürdü, esnemedi. TBMM'deki Atatürk karşıtı İkinci Grup içinde yer aldı.

Daha sonra da Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin kurucuları arasında boy gösterdi.

İzmir Suikasti davasında yargılanmayı hak etmişti.

*

Dava sırasında tedavi için Viyana'da bulunuyordu.

Bu yüzden sorgulaması yapılamadı ve savunması alınamadı.

Fakat dert değildi, onu yargılayan İstiklâl Mahkemesi için "hukukta çare tüzenmez"di. Önce idam edip sonra davasını görüp yargıladıkları adamlar bile olmuştu.

Orbay'ınki basit işti.. Gıyabında on yıl kalebentliğe (sürgün ve hapis cezasına) mahkum edildi.

Bitti mi?.. Hayır!

Vatandaş olmaktan, insan olmaktan kaynaklanan haklarını da kullanamamalıydı.

Bu yüzden mahkeme, ayrıca medenî haklardan mahrum edilmesine karar verdi.

Bitti mi?.. Yine hayır!

Mallarına el konulup sersefil edilmeli, ölümden beter bir yoksulluğun ızdırabını yaşamalıydı. Sadece sürgün ve hapis, ve medenî haklardan mahrumiyet yetmezdi.

O nedenle mahkeme, mallarının haczine hüküm verdi. 

Ne de olsa Selanikli Atatürk gelip memleketi uygarlıkla tanıştırmış, çağdaşlaştırmıştı.

*

Orbay, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na yurtdışından gönderdiği 12 Ekim 1926 tarihli mektubunda, suçlamaların iftira olduğunu belirtti. 

Bugünkü tabirle, kumpas olduğunu..

Ayrıca, milletvekili olması hasebiyle dokunulmazlığı kaldırılmadıkça kendisi hakkında yargılama yapılamayacağını, önce dokunulmazlığının kaldırılması gerektiğini belirtti.

Ancak, ona Selanikli Atatürk bir kere dokunmuştu. Yasaların ve TBMM'nin hükmü yoktu.

Daha kötüsü, İstiklâl Mahkemesi denilen bu hilkat garibesi ucubenin kararlarına itiraz edilemiyordu.

Temyiz yolu kapalıydı.

Daha önce davanın İzmir ayağında Orbay'ınkine benzer bir ceza alan İsmail Canbulat ile Halis Turgut, karara itiraz etmişler (yani Atatürk'ün yargıç rolü oynayan cellatlarına karşı "Kararı kabul etmiyoruz" diye konuşmuşlar, bunu içlerinden söylemek yerine yüksek sesle dile getirme gafletinde bulunmuşlar), bu yüzden de cezaları idama çevrilmişti.

Hiç yoktan ipe gitmişlerdi.

Şeriatçı olmayan, prensiplerini Allahu Teala'nın kitaplarından değil de kendi malum hayatından alan Atatürk'ün yağlı ipiyle tanışmışlardı. 

*

Rauf Orbay, yurda dönmedi. 

Dönseydi, karakteri gereği susmaz konuşur, ve İsmail Canbulat gibi idam edilirdi.

Sonraki yıllarda bir sürgün olarak diyar diyar dolaştı, İngiltere, Hindistan, Çin ve Mısır'da bulundu. 

1933'te çıkan af kanunundan yararlanmaya ise tenezzül etmedi. 

"Asla ve hiçbir suretle en ufak bir cürümle dahi suçlu olmadığım için, ilan edilen aftan katiller ve şakiler gibi faydalanmayı düşünmem mümkün değildir" dedi. 

Ancak eniştesinin 1935'te vefatı üzerine ailesinin ısrarıyla yurda döndü. 

Ve, 12 Aralık 1940 tarihinde, söz konusu mahkûmiyeti ile ilgili olarak Millî Müdafaa Vekaleti (Milli Savunma Bakanlığı) aleyhine dava açtı. 

Askeri Temyiz Mahkemesi 23 Temmuz 1941 tarihli ve 1342 esas sayılı kararı ile (Selanikli artık hayatta olmadığı için) söz konusu mahkûmiyetin haksızlığını tescil edebildi.

Ba'de harabi'l-Basra.. Basra harap olduktan sonra..

*

Peki Rauf Orbay gibi 10 yıl hapse mahkum edilip de itiraz etme cüretinde bulunan ve böylece cezası idama çevrilen İsmail Canbulat'ın suçu neydi?

Geçmişte Atatürk'ün sinirlerine nasıl dokunmuştu ki Selanikli de "doğrudan doğruya hayat"tan, hayatından aldığı prensiplerle onun hayatına dokunmuştu?


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...