Bazıları, İslam’ın
güncellenmesi gerektiği kanaatinde..
Onlara göre, bin 400 sene önceki hükümler bugün
uygulanamaz.
Uygulanamayacak hükümler neler olabilir?
Bunlardan biri, mesela, işkence yasağı olabilir mi?
Birileri, "İşkence yasağı ile devlet mi yönetilir?!" diye
düşünüyor olabilirler mi?
“Ortaçağ’ın Medine’si nerde, Cumhuriyet Türkiyesi’nin
mesela Diyarbakır Hapishanesi’ndeki 12 Eylül aydınlığı nerde?” diye
kendilerince kıyaslama yapıyor olabilirler mi?
*
İslam’ı güncellemek isteyenlerin güncellenmesini
istedikleri hususlardan biri, Kur’an’daki kısas hükmü gibi görünüyor.
Adam öldüren, öldürülür..
Döven, dövülür.
Allahu Teala, “Kısasta
hayat vardır…” (Bakara, 2/179) buyuruyor.
Güncellemeciler şöyle düşünüyor olabilirler mi: “Gönlünce
adam öldüremezsen, yakalanınca da (Apo örneğinde olduğu gibi) gidip hapishanede milletin kesesinden
beslenemezsen, buna hayat mı denir?!”
*
Güncellenmesi istenen bir başka husus, muhtemelen,
hırsızın elinin kesilmesi..
Tabiî hırsızın elinin kesilmesinin şartları var..
Birincisi, çalınan nesne tam koruma altında olmalı.. Kilitsiz,
muhafazasız ortalığa bırakılmamalı.
İkincisi, en az bir altın değerinde olmalı.. (Bugün için 7 bin küsur lira..)
Ekmek çaldı, bahçeden elma çaldı, marketten bisküi
çaldı diye adamın eli kesilmez.
Güncellemeciler şöyle düşünüyor olabilirler mi: “Karnım
acıktı diye niye elmas yüzük çalamayacak mışım ki? Çalabilmeliyim, yakalanırsam
da paşa paşa hapis yatıp millet kesesinden beslenmeliyim.”
*
Güncellemecilerin kabul edemeyecekleri hükümlerden
birinin recm cezası olduğunu tahmin etmek zor değil.
Bekârlar böyle bir suç işlediğinde recm edilmezler.
Bunun için evlilik yaşamış olmak gerekiyor.
Burada da dört adil şahidin tanıklığına ihtiyaç var.
Adil olmaları, hem sabıkasız olmaları, hem de toplum tarafından dürüst ve şerefli
olduklarının bilinmesi, iftira atmaları ve yalan söylemeleri beklenmeyecek
karakterde insan olmaları anlamına geliyor.
Haramları aşikâre işlediği, yalan söylemekten ve günah işlemekten çekinmediği bilinen kişilerden dört değil 4 bin 444 kişi bile şahitlik yapsa kaale alınmıyor. (Mesela bugünün siyasetçilerinin neredeyse hepsi "siyaset icabı" yalan söylemekte oldukları için şahitlikleri kabul olunamaz.)
Ayrıca, böylesi namuslu, yalansız dolansız, günahlardan kaçındıkları herkesçe bilinen dört şahid günümüzde bir dava için (zor ama) bulundu diyelim, suçlanan kişileri iş üstünde, tam muamele halindeyken görmüş olmaları da şart.
“İşte bir odaya kapandılar, yarım saat sonra çıktılar” denildiğinde, şahitlik için bu, yeterli olmuyor.
Böylesi durumlarda daha ötesi için çıkarımda bulunarak şahitlik
yapılamıyor.
Dört tane muteber ve saygın insanın huzurunda "Bakın biz neler yapıyoruz neler" dercesine böylesi işleri
yapan kaç kişi çıkar bilemem, fakat çıkması durumunda Şeriat, şayet evlilik
yaşamış iseler, bunların recmedilmesini emrediyor.
Bu noktada güncellemeciler şöyle düşünüyor olabilirler
mi: “Gönlümüz istediği zaman, Zsa Zsa Gabor gibi evli bir kadınla zina yapan ulu önderimiz Atatürk gibi zina yapamadıktan sonra hayatın tadı mı olur! Tı, bu İslam
güncellenmeli! Güncelleyemiyorsan da laik olmalısın, İslam'ın hükümleri asla uygulanmamalı. Fakat gönül huzuruyla zina yapılabilmesi için, uygulanmayan hükümler bile değiştirilip güncelleme yapılmalı.”
*
Liste uzatılabilir..
"Dolçe vita" meraklısı güncellemecilerin dertlerini, sıkıntılarını anlayabiliyoruz.
Ancak, dünyada güncellemek suretiyle kafalarına göre yamuk yumuk bir İslam üretebilseler de, Allahu Teala’nın ahiretteki muamelesini kafalarına göre güncelleme şansları yok.
*
Güncelleme konusuna işkence örneği ile başlamıştık.
Said Ramazan el-Bûtî şunları söylüyor:
Suçla ittiham olunanın, bazı
yollarla işkenceye tabi tutulması itirafı temin için, caiz midir?
Bazı zevat, Hz. Ali’nin (r.a.) o
kadına söylediğinden bu hükmü çıkartmışlardır: “Ya
mektubu çıkarırsın, yoksa elbiseni soyacağım!”…. Hani, Hayber
Gazvesi sonunda Resulullah (s.a.v.) Huyey b. Ahtab’ın amcasına, “Huyey’in Benî Nadîr’den getirdiği Mesk’i [altınla doldurulmuş
deri torba] ne yaptınız?” diye sormuştu…. Bunun üzerine onu
Zübeyr’e gönderdi, o da biraz sıkıştırınca adam: “Ben Huyey’i şu harabelerde dolaşırken görmüştüm” dedi….
Gerçek ise şudur: Dört büyük imam,
ve alimlerin ve araştırmacıların (muhakkiklerin) çoğunluğuna göre; şer’î ölçülerle, yeter delille suç isbat edilmeden, sanığa (suçla
ittiham edilen kimseye) işkence yapılamaz. İkrar etsin diye
böyle bir uygulama caiz değildir. Çünkü suç isbat edilmedikçe sanık, suçsuz
kabul edilir. Hâtıb’ın Mekke’ye gönderdiği kadın olayına ve Hz. Ali’nin (r.a.)
onu tehdidine gelince; şu iki sebebe bağlı olarak bir delil teşkil etmez.
Birincisi: Bu kadın sırf bir itham
altında değildi [suçu sabitti]…. onu peygamberlerin en büyüğü ve insanların en doğru sözlüsü
Muhammed s.a.s. haber vermişti. Bu ise, ikrardan ve senedden (delilden) de
kesindir. Şimdi biz, masum olmayan (günah işlemekten
korunmamış) insanların zan ve şüphesine dayalı ittihamla nasıl
kıyaslarız bunu? Bu kadının durumu için söylediğimiz, Huyey b. Ahtab’ın amcası
için de aynen geçerlidir.
İkinci olarak da: Mektubu bulmak
için elbisesini soymak, işkence ve hapis gibi değildir…. Mektubun onda olduğu
kesin olunca, artık onu bulmak için elbisesini soyup aramaktan başka yol
yoktur…. Zübeyr’in, Huyey bin Ahtab’ın amcasına işkence uyguladığı meselesine
gelince; … bu bir harb durumudur…. harb hali, pek
tabiî müslümanların birbirine karşı [ve aralarındaki münafıklara karşı] uygulamasında mesned olamaz,
kıyas kabil değildir.
… Sehnun’un el-Müdevvenetü’l-Kübra‘sında İmam Malik (rh.
a.)’ten şu nakil var:
“Bir kimse bir suçu, tehdit,
zincire (kelepçeye) vurma, korkutma, dövme veya hapsetmeyi müteakip
ikrar etse had vurulur mu? [Şeriat‘in emrettiği cezalar
uygulanır mı?]” dedim. İmam, “Tehdit sonucunda ikrar eden
(itirafta bulunan) afvedilir“ dedi. “Zaten korkutma, bağlama, hapsetme ve dövme dediğin … tehdittir …” buyurdu.
Yine ravî (sözleri aktaran) der ki:
“Peki tehdit veya dayakla ikrar eder,
katilliği veya çaldığını ortaya çıkarırsa, gerçek böylece ortaya çıktığı halde
yine had uygulanır mı [Katillik için kısasla öldürme, hırsızlık için el
kesme]?” dedim. Dedi ki: “Ben ancak
ve ancak, tam emniyet içinde korkusuzca ikrar edene ceza uygularım.
Aksi halde uygulayamam!”
(M. Said
Ramazan el-Bûti, Peygamber Efendimiz ve Hayat (Fıkhu’s-Siyre), çev.
Ali Nar ve Orhan Aktepe, İstanbul: Millî Gazete, tarih yok, s. 404-6.)
*
Şeriat, laik yasalardan daha özgürlükçü, daha insanî ve daha merhametlidir.
Çünkü çağdaş zulüm düzenlerinin aksine, güçlülerin ve servet sahiplerinin
(özgürlük edebiyatının ardına saklanmış) hadsizliklerine, azgınlıklarına ve
zulümlerine karşı mağdurları ve zayıfları korur, güvence altına alır.
Büyük balıkların ağlarını yırtıp geçtiği, küçük balıkların ise takılıp telef olduğu laik yasaların ise çok kere suçun mağdurlarını değil suçluları koruyup kolladığını, onların paçayı yırtmaları için cezalarda boşluklar bıraktığını görüyor, biliyoruz.