Bir zamanlar Prof. Dr. Mehmet Bayraktar (Ki ilahiyatçıdır) Özal’ın Günah
Galerisi diye bir kitap yazmıştı.
Basıldığı yıl, 1989.. Özal’ın başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçiş
yaptığı sene..
Basan, Rehber Yayıncılık..
(Bildiğim kadarıyla Rehber Yayıncılık, benim son genel yayın yönetmeni
olarak hizmet verdiğim İslâm Dergisi’nin eski çalşanları Zekeriya Karaman,
Hasan Hüseyin Ceylan ve Zahid Akman’a aitti.. Zekeriya Karaman ve
Zahid Akman, bir süre sonra, Necmettin Erbakan’ın Recai Kutan eliyle
kurdurduğu Kanal 7’nin kadrosunda yer aldılar ve Erbakan ile
Kutan’ı tasfiye ederek kanalın sahibi olma başarısını gösterdiler.. Hasan
Hüseyin Ceylan ise, Kanal 7 macerasında yer almamanın bir getirisi olarak Refah
Partisi’nden milletvekili oldu.. Zahid Akman’ın yıldızı AK Parti döneminde
parlayacak, RTÜK başkanlığına getirilecekti.. Akman son dönemlerde ara sıra
Erdoğan’ın uçağında da görülebiliyor.. Onun ilginç özelliklerinden biri,
merhum Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan Hoca tarafından “cemaatteki MİT’çiler”
olarak ismi verilen birkaç kişiden biri olması.. 35 yıl önce Türkiye bugünkü
gibi değildi, bir insanın MİT’le bağlantılı olduğunun bilinmesi onun için büyük
bir zül addedilirdi.. Bugünse bir meziyet gibi kabul ediliyor, yerlilik-millilik
sayılıyor.. “Nuh’un kelekleri” kadrosunda devlete hizmet
verdiği birileri tarafından öne sürülen Soner Yalçın’ın 2008 yılında İslâm Dergisi’nin bu
eski çalışanlarına “İslam Dergisi’nin idealist gençlerine ne oldu?”
başlıklı bir yazıyla “idealist”lik madalyası takmış olması sebepsiz değildir.)
*
Evet, Özal için, başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçtiği yıl “günah
galerisi” tezyin edilmişti.
Erdoğan’ın başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına atladığı 2014 yılında ise Türkiye’de onun için böyle bir kitap yazabilecek bir babayiğit bulunmuyordu dersek herhalde mübalağa etmiş olmayız.
Aslında Erdoğan’ın günah galerisi (görüldüğü kadarıyla) Özal’ınkinden
zengin..
En büyük günahı ise, dinî konularda bilir bilmez konuşması, yalan yanlış
şeyler söylemesi.
İtikadî bakımdan yanlış laflar sarf edebildi.. Ki,
itikadî hatalar amelî hatalara benzemez..
Bu hataların en meşhuru, Mısır ve Tunus’ta Araplar’a “Devlet yönetiminde
Şeriat (Allah’ın indirdiği ile hükmetme) yerine laiklik (siyasal dinsizlik)”
tavsiyesinde bulunmuş olması.
Hükmetme, devletsiz ve hükümetsiz olmaz.. Allahu Teala, “Allah’ın
indirdiğini yaşama”dan değil, “indirdiği ile hükmetme”den söz
ediyor.
Evet, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir”
(Maide, 5/44)..
Allah’ın indirdiği ile hükmedilmesini istemeyen kâfir olur.
“Allah’ın indirdiği ile tabiî ki hükmedilmelidir” deyip de yaşantısıyla
bunu yalanlayanlar ise fasık ve zalimdirler (Maide, 5/45, 47).
Erdoğan, dört ay kadar önce "Şeriata düşmanlık
esasında dinin bizatihi kendisine husumettir" diyerek bu konudaki
hatasını düzeltme yönünde önemli bir adım attı.
Düzeltme işini ahirete
bıraksaydı, kendisi için çok kötüydü.
*
Erdoğan’ın başka hatalı
lafları da var..
Mesela bir ara “dinin
güncellenmesi gerektiği”nden söz etmişti.
Sonradan geri adım attı,
düzeltmeye çalıştı, fakat geride iz bırakıyor tabiî..
Ancak, himayesi altındaki
birileri bu “güncelleme” faaliyetini kesintisiz biçimde sürdürüyorlar.
Son örnek, KADEM
adlı “şımarık AK Partili kadınlar konsorsiyumu”nun suratından eblehlik ve
ahmaklık akan akademik titrli boşboğaz cahil gevezelerinden Esra Aslan Turan
adlı zavallının zırvaları..
*
Odatv.com, konuyu haber yapmış..
Başlık uzun:
“Kadem'deki makale İslami
kesimi birbirine düşürdü... Konu İslam'da toplumsal cinsiyet... Erdoğan o
alim için ne demişti”.
Haberin spotunda ise şu ifadeler yer alıyor:
“Ömer Nasuhi Bilmen'in 'Büyük İslam İlmihali' adlı çalışmasını
toplumsal cinsiyet açısından ele alan Esra Aslan Turan'ın, KADEM'in dergisinde çıkan
yazısı tartışmalara yol açtı. Milli gazeteden makaleye gelen eleştiriden
farklı bir görüş ise Yenişafak gazetesinden geldi.”
Haberin ilk paragrafı şöyle:
KADEM’in Kadın Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanan ‘Ömer
Nasuhi Bilmen’in Büyük İslam İlmihali’nde Toplumsal Cinsiyet’ isimli makalede, kadının İslam'daki rolüne dair
ifadeleri İslami kesimde tartışmalara yol açtı. Dicle Üniversitesi Din Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr.
Esra Aslan Turan'ın makalesinde, Bilmen'in ilmihalindeki ifadeler toplumsal
cinsiyet kavramı üzerinden ele alındı. Makalede geçen ‘Kadınların bireysel ve kamusal haklardan dışlanmış, erkeğin
iznine tabi bir köle veya çocukla bir arada değerlendirildiği, devam eden
bölümlerde de açık bir şekilde fark edilir’ ifadelerine
eleştiriler geldi.
*
Evet, bu Esra denen süzme ve seçme belahet, şöyle (grameri bozuk) bir cümle kurmuş:
“Kadınların bireysel ve kamusal haklardan
dışlanmış, erkeğin iznine tabi bir köle veya çocukla bir arada
değerlendirildiği, devam eden bölümlerde de açık bir şekilde fark edilir.”
Merak etmesin, Türkiye, Ömer
Nasuhi Bilmen hocanın “Büyük İslam İlmihali” ile yönetilmiyor.
Bu ilmihal, anayasa
değil..
Medenî Kanun da, bu ilmihali esas almıyor.
Dolayısıyla, bu ilmihalde
yazılanlar, sadece ona inanan ve kendi hür iradesiyle ona uymayı tercih
edenleri bağlıyor.
*
Ancak, bu Esra eblehinin lafı çerçevesinde düşünürsek, Türkiye’de “anayasa ve yasalar çerçevesinde” şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:
“Türkiye’de Şeriat’e bağlı müslümanların bireysel ve kamusal haklardan dışlanmış oldukları, laiklerin iznine tabi bir köle veya çocuk durumunda görüldükleri, anayasa ve yasalarda açık bir şekilde fark edilir."
Türkiye’de böyle bir durum var.. Ve bu, birilerinin inanıp da gönüllü
olarak tercih ettikleri, tatbiki isteğe ve rızaya bağlı bir uygulama değil..
Zorla dayatılan bir tahakküm dizgesi..
*
Öyle ki, inancınız gereği “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık yemini”
etmediğinizde Türkiye’de bireysel ve kamusal haklarınızı kullanamıyorsunuz.
Böyle bir bağlılık yemini, İslam’a göre caiz değildir.. Haramdır..
Bu,
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in, Mekke’de bireysel ve
kamusal haklarını kullanmak için “Ebu Cehil’in ilke ve inkılaplarına
bağlılık yemini” etmesi gibi birşeydir.
Böyle bir yemini etmiş olsa, zaten, “Ben davamdan (davetimden), inancımdan, mesajımdan vazgeçtim, artık müslüman (Allah'a teslim olmuş) değilim, Allah’a değil Ebu Cehil’e bağlandım, çağrım Ebu Cehil düzenine itaatedir” demiş olurdu.
Galileo gibi takiyye nevinden böyle yapmış olsaydı, o takdirde de şahsiyeti/kişiliği
ölmüş olurdu.
Evet Türkiye'de, kişisel ve kamusal haklarınızdan yararlanmak için ya inancınızdan ya da şahsiyetinizden vazgeçmek zorundasınız.
Yani öyle bir fasit daire (kısır döngü) ki, kişisel ve kamusal haklarınızdan yararlanmak için, daha baştan, inancınızı ve şahsiyetinizi koruma gibi en temel bir kişisel hakkınızı kurban etmek zorundasınız.
Bundan daha büyük bir aşağılanma, bundan daha acı bir kölelik, bundan daha utanç verici bir zillet olabilir mi?!
İnsanın şahsiyet olarak ölmesi, bedenen ölmesinden, öldürülmesinden daha kötü bir durumdur. Böyle kabul edilir.
Ancak bu, şeref sahipleri için böyledir.
Şerefsizler için herşey mübah.. TBMM’yi Şeriat’e, Hilafet kurumuna bağlılık
yeminiyle kurup açar, fakat onunla Şeriat’in ve hilafetin canına okur.
*
Bu Esra densizi ve KADEM “akılsızlar korosu”, şayet “gerçek” sorunları dert
ediniyorlarsa, sözünü ettiğimiz bu "iman" ve “şahsiyet” meseleleri ile “Müslümanların Türkiye’deki adı konulmamış köleliği ve vesayet altındaki mahcur çocukluk halleri” üzerinde dursunlar.
Fakat durmazlar..
Duramazlar..
İşlerine gelmez..
Çünkü bunu yaptıklarında kaybedecekleri o kadar çok şey var ki!.. O kadar çok şey biriktirdiler ki!.. Hangi birini sayalım!..
Bunu yapmak yerine, bildiklerini okumaya, kendilerine verilen "sivil" görünümlü "örtülü kamusal" görevleri yapmaya, derinliklere "hizmet" etmeye devam ederler.
Bir yandan küresel küfür düzenine selam verir, diğer yandan derin laik
küfre saygılar sunarken dünya hayatının bütün zevklerinin tadına bakma
imtiyazını siyasal iktidarın himayesi altında elde eder ve “El kârda gönül
yarda” hesabı günlerini gün ederler.
Bir taraftan da başlarındaki göstermelik ve samimiyetsiz, onların başında
bulunmaktan dolayı utancından öleyazan başörtüsü ile dindarlık gösterişi yaparlar.
Ağuya altın tas ve balın eşlik etmesi adettendir.
*
Odatv, ilgili haberinde, (Nuh’un kelekliği
vakıasını hatırlatır şekilde) Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan’ın
“kurnaz” yazısının reklamını yapmayı da unutmamış..
Nasip olursa bir başka yazıda ona da değinelim inşaallah.