BAHÇELİ KADAR YÜZEYSEL BİR DETAY

 



Haberin başlığı şöyle: "Alparslan Kuytul'dan Mahir Ünal'ın görevi bırakmasına dair derin detay".

İlk iki paragrafta ise şu söyleniyor:

Furkan Vakfı Başkanı Alparslan Kuytul'un sosyal medya hesabından AKP'li Mahir Ünal'ın görevden ayrılmasıyla ilgili önemli bir paylaşım yapıldı.

Mahir Ünal'ın görevden alınmasının hükümetin üstünde bir olay olduğunu ve devlet müdahalesiyle görevden alındığını belirten Kuytul, sosyal medya hesabından şu ifadelere yer verdi:

Evet, Millî Gazete'nin internet sitesi Kuytul'un sözlerini haber yapmış.

Sözleri şöyle:

"2018'de ilk tutuklandığımda Mahir Ünal benimle ilgili televizyonda konuşurken; 'Alparslan Kuytul'a doğrudan doğruya devlet müdahalesi yapıldı.' demişti. Yani konu hükümeti de aşıyor demek istemişti. Şimdi gördüğüm kadarıyla yine konu hükümeti aştı, Mahir Ünal'a da devlet müdahalesi yapıldı ve görevinden alındı."

*

Anlaşılıyor ki Mahir Ünal, "Alparslan'la hükümet olarak biz uğraşmıyoruz, devlet uğraşıyor" demek istiyordu.

Tamam da devlet kim? Ya da ne?

Anayasa'ya bakarsan devletin teşkilatı şu üçlüden (adına kuvvet diyorlar) oluşuyor: Yasama (Türkiye'de TBMM), yürütme (hükümet) ve yargı (mahkemeler).

Devlet, bunların dışında birşey mi?

Ya da şöyle soralım: Bunları aşan bir "devlet" mi var?

Görünmeyen bir devlet.. Haşa Allahu Teala'ya ait sıfatlarla nitelendirilen görülemez, dokunulamaz, la yüs'el (sorgulanamaz), fakat sizi gören ve size ulaşan, kaderinizi elinde tutan cismânîlikten uzak bir devlet.

Yürütme, yargı, yasama ne peki? Zebellâ gibi bakanlık binaları, tay'lar (Yargıtay margıtay), adı adalet olan saraylar ne?

Onlar devlet değil, onlar "hikmetinden sual olunmaz kadir-i mutlak devlet"in, devletlikten nasipsiz gölgeleri.

*

Türkiye'deki devlet fetişizmi putperestliğin bir türü durumunda.

Mahir Ünal'ın Kuytul'la ilgili sözleri muhtemelen Akparti'yi aklama gayesi taşıyordu; fakat gerçekte hükümetin acziyetinin, acziyeti değilse işbirlikçiliğinin tescili anlamına gelmektedir. 

Hukukî açıdan bakıldığında yasama, yürütme (hükümet) ve yargı dışında bir devlet gücünden söz etmek, anayasal düzeni kabul etmemek ya da yok saymaktır. Başkası değil.

Eğer böyle yasama, yürütme ve yargıdan bağımsız olarak devlet gücünü kullanan bir odak varsa, o, "paralel devlet yapılanması" niteliğini taşıyor demektir.

O, hükümeti aşan "devlet" değildir, hukuk dışı bir çetedir. Bir suç örgütüdür.

Eşkıyalığın katı ve sıvı değil, (görünmeyen) gaz hali demektir.

Varsa eğer böyle bir devlet, onu şımartanlar, yürütme (hükümet), yasama (TBMM) ve yargıdaki "paralel devlet çetesi"yle iltisaklı satılmışlardır.

*

Söz konusu haber şu cümleyle devam ediyor:

Kuytul'un "Mahir Ünal'a da devlet müdahalesi yapıldı ve görevinden alındı" şeklindeki değerlendirmesi devlet içindeki derin ilişkilere dikkat çekmek istediği düşünülüyor.

Doğrudan "Biz böyle düşünüyoruz, böyle değerlendiriyoruz" demiyorlar, gazeteci ağzıyla "Düşünülüyor" diyerek topu taca atıyorlar.

Bu üslubun şirret ve azgın versiyonu Odatv adlı kanalizasyonun tekelinde. Kimsenin umurunda olmayan bir konuda bakarsınız ki "Falanın şu sözleri büyük tepki çekti" diye yaygara koparırlar, medyatik olma meraklısı bir iki çenebazı da konuştururlar, böylece "Ey millet ne duruyorsunuz, hemen büyük tepki gösterin!" diye amigoluk yaparlar.

Ancak, bu olayda "devlet içindeki derin ilişkiler"den söz etmek, sığlığı derinlik olarak görmek anlamına gelir.

Olay, Akparti'nin MHP'ye muhtaç olmasından kaynaklanıyor. MHP ise, konjonktürün sunduğu fırsatları değerlendirerek Akparti'ye "kayyumluk" yapma görevinin üzerine atlamış bir düzen/rejim partisi.

*

Habere dönelim.. Devamı şöyle:

Ayrıca Kuytul'un Ağrı Patnos L Tipi Cezaevi'ndeki tutukluluğu devam ediyor.

Mahir Ünal, AKP Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde katıldığı televizyon programında şu ifadeleri kullanmıştı:

"Bugün önümüze şapkamızı koyup düşünelim, eğer bugün Türkiye'de işte Adnan Oktar gibi, eğer bugün Türkiye'de devletin doğrudan müdahale etmek durumunda kaldığı Alparslan Kuytul gibi ve bugün eğer Türkiye'de daha büyük oranda devleti ele geçirmek için harekete geçmiş FETÖ gibi yapılar varsa bunun temel sebebi dine ve dindarlara dönük baskıdır."

Türkiye'de Adnan Oktar gibi adamların, gerçek adı Eyyüp Fatih Şağban iken Fatih Nurullah adıyla şeyhlik taslayan soytarıların türemesinin nedeni bu rejim.

Kemalist tarikat şeyhi Haydar Baş'ın şımarık artist oğlu da (görüldüğü kadarıyla) tarikat şeyhi ve aynı zamanda parti başkanı.. Fakat kimse ona "Devleti ele geçirmeye çalışıyor" demiyor. 

Niye?

Cevabı hem Cübbeli'nin sakalı kadar uzun, hem de saçı kadar kısa..

*

İslam hukukunun (Şeriat'in) yürürlükte olduğu bir ülkede bir Adnan Oktar çıkmaz.

Bu rejimde ise "kedicik"leriyle havuz başında poz verir. Bu, onun "anayasal hakkı"dır.

Düzen de bundan memnundur. Çünkü Adnan Hoca, aydınlanmış çağdaş bir hocadır. (Bu noktada insanın aklına Atatürk'ün uşağı Cemal Granda'nın hatıratındaki havuzlu sahneler geliyor.) Başörtüsü gibi "siyasal simge"lerle rejimi tehdit etmemekte, yanındaki kadınların havuzlu şovlarıyla çağdaşlaşma ve uygarlaşmanın zaferini ilan etmekte ve perçinlemektedir.

Ancak, Mahir Ünal'ın değerlendirmesi tam doğru da değil.

Bir defa, Alparslan Kuytul hareketi bir FETÖ olamaz. 

Olamazdı.

Çünkü devlet tarafından desteklenmiyor olduğu ortada..

Devlet tarafından desteklenmeyen hiçbir cemaat, tekke vs. fazla güçlenemez. 

Ha, bir tarikat mensubu başbakan da, cumhurbaşkanı da olabilir, fakat yine de onun mensup olduğu tarikat devlete hakim hale gelemez.

Bir gruptan üç beş kişinin bürokraside yer tutması da birşey ifade etmez.

Mesela II. Mahmud döneminde Halet Efendi bir dönem bütün gücü elinde toplamıştı, fakat kendisi Mevlevî olmakla birlikte bu, Mevlevî tarikatının devleti ele geçirmesi anlamına gelmiyordu.

Alparslan hiçbir zaman devleti ele geçiremezdi, geçiremez..

Buna gücü ve çapı yetmez.

FETÖ de devlet tarafından desteklenen bir hareket olmasaydı o kadar palazlanamazdı.

Devletin kurumları (daha doğrusu kurumlardaki işbirlikçiler ya da suç ortakları) tarafından desteklenmeyen hiçbir hareket gelişme gösteremez.

Göz yumulması bile yetmez, destek gerekir.

*

İşin komik tarafı başka..

İktidar partisinin grup başkanvekilinin bile "vicdanı hür, irfanı hür, fikri hür" olmanın bedelini kısmî "dışlanma" ile ödediği bir Türkiye için "Türkiye yüzyılı" hülyaları kurmak, aç tavuk ve darı hikâyesini akla getiriyor.

Dünyanın geleceğinde söz sahibi olman için öncelikle dünya kubbesinde yankı yapacak hoş bir sedaya sahip olmalısın, söyleyecek bir sözün, insanlığa sunacağın bir destanın olmalı. 

Hakkı söylemekten acizsen ve batıl karşısında hemen yelkenleri suya indiriyorsan seni kim ne yapsın?!

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovan bir köylülüğün "yüzyıl"ına kim nasıl umut bağlayabilir, bundan kim nasıl heyecan duyabilir?!.

Nasıldı o söz, "Oturduğu ahır sekisi, söylediği İstanbul türküsü" müydü, neydi?


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...