KIRAN KIRANA "ZAMANIN İMAMI" SAVAŞLARI

 









Günümüzde “zamanın imamı”ndan söz edenler bilerek veya bilmeyerek İmamiyye Şîasının (Şiîlerin İmamiyye ya da İsnâaşeriyye diye bilinen, 12 İmam inancına sahip büyük grubunun) anlayışını seslendirmektedirler.

Peygamberlik ile imamet arasında bir bağ kuran İmamiyye Şîasına göre imamet, iman esaslarından biri durumundadır. (Bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, İmâmiyye Şîası, İstanbul: Selçuk Y., 1984, s. 201.)

Onlara göre imam, Hz. Peygamber s.a.s.’in “umumi velayet”ini haizdir ve bu yüzden imamet, “nübüvvetin (peygamberliğin) devamı”dır.

Yine onlara göre, peygamberlerden sonra onların yerini alacak imamlar atamak, Allahu Teala üzerine vaciptir.

Bu yüzden, onlara göre, her devirde mutlaka bir zamanın imamı bulunmalıdır ve o ancak Allahu Teala’nın vahyi ya da bir önceki imamın tayini ile belirlenir.

Bir başka deyişle imamet “insanların [biati ve] seçmesiyle, istemesiyle olmaz; insanlar dilediklerini imam olarak tayin yahut dilediklerini azl hakkına sahip değillerdir [Bu, Allah’a aittir]”. (Fığlalı, s. 209.)

*

Ehl-i Sünnet nazarında imam aynı zamanda halife demekken, yani hilafet, imamet anlamına gelirken, Şia, Hz. Ali’in Hz, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonraki imamlığını tescil edebilmek için bu ikisini birbirinden ayırmıştır.

Onlara göre, Hz. Ebubekir halifelik konumunu haksız olarak (gasp suretiyle) eline geçirdi (ya da Müslümanlar Hz. Ali’nin hakkını gasbedip Hz. Ebubekir’e teslim ettiler), bununla birlikte o, imam değildi, imam, Hz. Ali’ydi.

Çünkü imam, böyle seçimle belirlenemez, nasb ve tayin yoluyla belirlenir. İmam tayini ya bizzat Allah Teala’nın, ya Hz. Peygamber s.a.s.’in, ya da bir önceki imamın belirlemesiyle mümkün olduğu için, ümmetin imamı seçme yetki ve sorumluluğu bulunmamaktadır, sadece kendisine varlığı bildirilen imama itaat mükellefiyeti vardır. Nitekim Hz. Ali, Hz. Peygamber s.a.s. tarafından bu şekilde tayin edilmiş, fakat Müslümanlar O’nun vefatından sonra bu tayin gerçeğini tanımamışlardır. (Bkz. Mehmet Salih Gecit, İslâm Kelâmında Siyâset ve İmâmet Tartışmaları, doktora tezi, Erzurum: A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 3012, s. 194, 396.)

Evet, Şîa’nın büyük çoğunluğu böyle inanıyor.

Şiî gelenekteki “imametin nass ve tayinle olması gerektiği” inancı, onları, “çağının/zamanının imamını tanımayan”ların müslüman olarak değerlendirilmesinin mümkün olmayacağı düşüncesine götürmüştür. (Bkz. Ahmet Yönem, “İslam Mezheplerinde Biat Algısının Oluşum Süreci”, F. Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 19, S. 2, Yıl: 2014, s. 126.)

Ya da tersi, sevmedikleri kişileri tekfir edebilmek ya da sapıtmış gösterebilmek için onlara bir “zamanın imamını bilme” ödevi yüklemişlerdir.

Bununla birlikte, bir imam tayinini Allahu Teala’ya vacip kılanlar sadece Şîa değildir, Mutezile’nin bir bölümü de onlara katılmaktadır. (Bkz. Abdullah Ünalan, İmâmü’l-Haremeyn Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî’nin Gıyasü’l-Ümem fi İltiyasi’z-Zulem Adlı Eserine Göre Bey’at ve İmâmet, yüksek lisans tezi, Ankara: A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994, s. 30.)

*

Şiî âlimlerin ve yazar çizerlerin konuyla ilgili ifadelerine gelince..

Mesela Abdulmecid Zehadet “zamanın imamını tanıma/bilme” ile ilgili (hadîs olduğu öne sürülen) rivayet hakkında şu düşünceleri dile getiriyor:

İmamü'l-Haremeyn Cüveynî (öl. 478) de bu hadisi nakletmiştir. Lumatü'l-edille fî kavaidi Ehlisünnet ve'l-cemaat kitabında şöyle yazar: “Hilafetin ikamesi halka farzdır; Allah'a değil. Bu yüzden Hz. Peygamber, ‘Zamanının imamını tanımadan ölen Cahiliye üzere ölmüştür.' buyurur.” (Said Fude, el-Lemeat fî akaid tavzih li-kitabi lemau'l-edille fî akaidi'l-milleti'l-İmamu'l-haremeyn Cüveynî, s. 12.)

Nasıruddin Albanî, İbn Teymiyye'yi izleyerek, hadisin “Zamanının imamını tanımadan ölen cahiliye üzere ölmüştür” lafzıyla sadır olduğunu kesin bir dille inkâr etmiştir. Silsiletü'z-zaife'de şöyle yazar: “Orijinali bu lafızlarla sadır olmamıştır. Nitekim Şeyh İbn Teymiyye, ‘Vallahi Resûlullah böyle söylememiştir.' der.” (Nasırüddin Albanî,  es-Silsiletü'z-zaife, Riyad, 1/525, 5/87.)

İbn Teymiyye Minhacü's-sünnet'inde şunları kaydeder: “Altıncı söz şudur: Resûlullah, ‘Zamanının imamını tanımadan ölen kimse Cahiliye üzere ölmüştür.' buyurur. Ona şöyle denilir: Bu hadisi bu senetlerle kim rivayet etmiştir? İsnadı nerededir? İsnad zinciri olmaksızın Peygamber'in bu sözü söylediğini ispatlamak nasıl caiz olur? Hadis ehlinin nazarında bu hadisin bu lafızlarla varid olduğu meçhuldür.” (Ahmed b. Abdülhalim İbn Teymiyye, Minhacü's-sünneti'n-Nebeviyye, neşr: Muhammed Reşad Salim, 1406, 1/110.)

Mülahazalar

a) “Zamanının imamını tanımadan ölen cahiliye üzere ölmüştür” hadisinin lafız bakımından mütevatir olduğu iddiası, hadisin mazmun ve manada birlik göstermesine dayanır. Hadis bu lafızla İmamî-Şiî olmayan âlimlerin kitaplarında nakledilmiş olsa da eldeki muteber hadis kaynaklarında bulunamamıştır. (Fakat aynı anlama gelen değişik ifadeleri içeren pek çok rivayet mevcuttur; mesela “Boynunda imamın biati olmadan ölen…” vs. gibi)

İhkakü'l-hakk'ın “İkaz ve İzahetu İştibah” başlıklı on dördüncü cildinde, hadisin doğrudan, vasıtasız olarak Müslim'in Sahih'inden nakledilemediği teessüfle bildirilmiş; hadisin Müslim'in Sahih'inden doğrudan iktibası Şeyh Muhyiddin Ebu Muhammed Abdülkadir b. Ebi'l-Vefa'nın (öl. 775) el-Cavehirü'l-madia'sına nispet edilmiştir.

Elbette müellif burada Molla Ali Karî Hanefî'nin (öl. 1014) el-Cevahirü'l-madia fî tabakati'l-Hanefiyye'ye yazdığı hatimeyi kastetmiştir. Fakat Molla Ali'nin hatimedeki ifadeleriyle “Zamanının imamını tanımadan ölen Cahiliye üzere ölmüştür” hadisinin mazmun bütünlüğünü kastetmesi mümkündür. Böyle düşünmemizi sağlayan şey, Molla Ali'nin Mirkatü'l-mefatih'e yazdığı şerhi Mişkatü'l-mesabih'indeki ifadesidir. Metinde hadis Müslim'in Sahih'inden nakledilmiştir. Molla Ali hadisi şerh ederken şöyle yazar: “Bu mana (hadisin bu varyantı) şöhret bulmamıştır; Sa’d (Sadeddin Taftazanî), Şerhu'l-akaid'inde hadisi, ‘Zamanının imamını tanımadan ölen Cahiliye üzere ölmüştür' şeklinde rivayet etmiştir.

Molla Ali'nin bu ifadeleri onun hadisin mazmun ve manada birlik gösterdiğine dair inancını kanıtlamaktadır. “Zamanının imamını tanımadan ölen Cahiliye üzere ölmüştür” hadisini doğrudan Müslim'in Sahih'ine nispet etmeden Sadeddin Taftazanî'ye nispet etmesi, onun hadisi Sahih'e nispet ettiği durumda hadisin mana birliğine olan inancının göstergesidir.

b) Yukarıdaki açıklama göz önüne alındığında, el-İmam Ali b. Ebi Tâlib kitabında öne sürülen hadisin Müslim'in Sahih'inden hazfedilmiş veya tahrif edilmiş olabileceği ihtimali güçlü bir ihtimal olarak görünmemektedir. Söz konusu kitabın müellifi, Molla Karî'den alıntı yaptıktan sonra şöyle yazar: “Bu söz var olsa ve biz sözden haberdar olsak bile bu sözü iddiamıza delil olarak kullanamayız.” (Ahmed Rahmanî, el-İmam Ali b. Ebi Tâlib, Tahran, 1417, s. 565.)

c) İbn Teymiyye'nin Allah'a yemin ederek “Zamanının imamını tanımadan ölen Cahiliye üzere ölmüştür” hadisinin sadır olmadığını iddia etmesi sadece onun Ehlibeyt düşmanlığının göstergesidir; ilmî bir cevap gerektiren ilmî bir iddia değildir. Çünkü “Vallahi Resûlullah böyle bir şey söylememiştir” sözü sadece Hz. Peygamber'e yoruma açık olmaksızın açıkça küfür veya batıl bir söz nispet edildiğinde kullanılabilir.

(Abdülmecid Zehadet, “ ‘Zamanının İmamını Tanımak’ ile İlgili Hadisin Sıhhati”, çev. Ertuğrul Ertekin, Tulu Dergisi, Yıl 9, Sayı 34, Kış 1389, s. 121-134.)

Bu ifadeler, ciddî bir literatür taraması gibi görünmesi itibariyle (şekil bakımından) ilmî bir görünüm veriyorsa da, onlardan hareketle yapılan yorumlar ilmîlikten uzak safsatalar durumunda.

Birincisi, burada sorunumuz merhum Molla Ali Karî’nin (Aliyyü’l-Kârî) söz konusu rivayeti nasıl değerlendirdiği sorunu değil..

Mesele, rivayetin sahih/muteber kaynaklarda bulunup bulunmaması meselesi.

Söz konusu rivayet, sahih kaynaklarda yok.

Şayet Ehl-i Sünnet camiası bu konularda Molla Ali Karî’yi son sözü söyleme noktasında bir otorite kabul etmiş olsalardı, onlara karşı Molla Ali Karî’nin kanaati delil olarak öne sürülebilirdi.

Böyle birşey yok.. Mesela Hanefî mezhebinde bile İmam-ı Azam’ın her fetvası “itiraz kabul etmez” doğru olarak görülmemiştir. İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed’in onunkine aykırı fetvaları tercih edilebilmiştir.

*

Kaldı ki, Molla Ali Karî’nin dikkat çektiği durum (hadîsin Müslim’deki “boynunda biat” ifadeli versiyonunun değil de Taftazanî’nin kitabına aldığı “zamanının imamı” ifadeli versiyonunun şöhret bulmuş olması vurgusu), merhum Molla’nın ikisi arasında mana birliği bulunduğu kanaatini taşıdığını göstermez.

O, bir durum tesbiti yapıyor.

Ayrıca, iki rivayet arasında mana birliği bulunduğunu düşünüyor olsa bile, bu, “zamanının imamı” ifadesini Şîa gibi yorumladığı anlamına gelmez.

Nitekim Fıkh-ı Ekber Şerhi kitabında dile getirdiği görüşler, Şîa’dan farklı düşündüğünü gösteriyor.

Şayet iki versiyon arasında mana birliği bulunduğu düşünülürse, o takdirde "zamanın imamı" ifadesini, ümmetin belirli bir zamanda "biat edip seçtikleri" imam olarak anlamak gerekir. Şîa'nın iddia ettiği gibi manen seçilmiş bir imam olarak değil.

Öte yandan, Molla'nın Taftazanî'nin kitabındaki ifadelere atıfta bulunması da önem taşımaz. Taftazanî miladî 1300'lerde yaşadı, kitabı hadîs rivayeti açısından delil olarak alınma durumunda değildir.

Ayrıca, Ahmed Rahmanî’nin dediği gibi, bu söz gerçekten var olsa ve biz o sözden sahîh kaynaklar vasıtasıyla haberdar olsak bile (Ki böyle bir durum söz konusu değil), o söz Şîa’nın iddiası yönünde delil olarak kullanılabilecek evsafta bir söz değildir.

*

Yazarın İbn Teymiyye'nin “Zamanının imamını tanımadan ölen cahiliye üzere ölmüştür” şeklindeki rivayeti reddetmesini, onun Ehlibeyt düşmanlığının göstergesi olarak yorumlamasına gelince..

Bu, ya mantıklı düşünememe ya da kaşla göz arasında kurnazca “zamanın imamlığı” tekelini Ehl-i Beyt’e vererek insanları “Canbaza bak canbaza” numarasıyla aldatma ve onların bu temelsiz varsayımı sorgulamalarına fırsat vermeme katakullisidir.

Şîa’nın “zamanın imamı” inancını kabul etmeyenler bunu sadece Ehl-i Beyt için dile getirmiyorlar ki (yani “Ehl-i Beyt’ten biri zamanın imamı olamaz” demiyorlar ki) böyle bir iddia kabul görsün.

Onlar, “Müslümanlar’ın biatı söz konusu olmaksızın hiç kimse zamanın imamı olamaz” diyorlar.

Bunun Ehl-i Beyt’ten olup olmamayla bir alâkası yok..

*

Yazar ayrıca İbn Teymiyye'nin değerlendirmeleri için “İlmî bir cevap gerektiren ilmî bir iddia değildir” diyor.

Gerekçesi şu: Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e isnat edilen bir söz için “Rasûlullah böyle bir şeyi kesinlikle söylememiştir” hükmünün verilebilmesi için, o sözün yoruma açık olmaksızın açıkça küfür veya batıl bir söz olması icap eder..

Evet, tevil edilmesi mümkün olmayacak şekilde küfür olan ya da batıl olduğu belli olan bir söz dışındaki sözleri Hz. Peygamber’in (s.a.s.) söylemiş olması ihtimalini dikkate alıp kesin konuşmamak, “Böyle bir hadîs kesinlikle mevcut olamaz” demekten kaçınmak bazen (evet bazen) gerekli olabilir.

Mesela şöyle bir hadîs rivayet edildiğini düşünelim: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Bir zaman gelecek Charlie Chaplin diye bir mizahçı/komedyen çıkacak. O, kendi alanında yetenekli bir adamdır.”

Böyle bir sözün küfür olmadığı açıktır.. Batıl (geçersiz yanlış) olmadığı da tarihî tecrübe ile doğrulanmıştır. Fakat böyle bir hadîsin bulunmadığı kesin olarak söylenebilir, çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem lehviyat kabilinden işler ve boş şahıslar hakkında bilgi vermek için gönderilmemiştir.

Dolayısıyla, İbn Teymiyye’ye bu noktada yöneltilen eleştiride “maksadını aşan” bir kurnazlık bulunduğunu belirtmek gerekiyor.. İbn Teymiyye’nin kesin bir yalanlamaya gitmesindeki aşırılık, reddedilen sözün sabit ve sahîh olmasını gerektirmiyor.

Yani İbn Teymiyye’nin kişisel kusuru, söz konusu rivayete ait bir meziyet gibi sunulamaz.. Bu, köylü kurnazlığını ilim sahasına taşıma hokkabazlığıdır. 


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...