UĞUR
MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 52
Evet, Türkiye’nin
ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi komutanı, Selanikli
Mustafa Atatürk’ün başbakanı ve sağ kolu İsmet İnönü’nün
cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümünde açıkladığı gibi, "İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur". (Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim
1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018,
s. 60.)
Ancak, İngilizler bu kararlarını ne o dönemde açıkça dile getirdiler ne de daha sonra.
Ve, söz konusu karar
çerçevesinde “İstiklâl mücadelesinin başarısı” için yaptıklarını da, aşikâre
ve şeffaf biçimde hayata geçirmediler.
Herşeyi dolaylı,
gizli ve örtülü biçimde gerçekleştirdiler.
Öyle ki, yıllarca,
İngilizler’in İstiklâl mücadelesinin başarısızlığı için ellerinden geleni
yapmış oldukları, Selanikli Mustafa Atatürk’ün İngilizler’e ve müttefiklerine
rağmen, hatta onlarla savaşarak (Ki “yedi düvel”in başında onlar
geliyordu) zafere ulaştığı zannedildi.
Oysa herşey
İngilizler’in başının altından çıkmıştı..
Bu gerçeği (İsmet İnönü gibi) bilenler vardı, fakat uzun süre sustular.
İngilizler Selanikli’nin
kucağına nur topu gibi bir zafer bırakmışlardı.
Tabiî bu başarı
hikâyesinin bir bedeli vardı.
“İstiklâl mücadelesinin
başarısı” için yaptıklarının karşılığında İngilizler’e yapılan ödeme,
Osmanlı Devleti’nin ve hilafet kurumunun varlığına son verilmesi, yerine
kurulan yeni Türk devletinin laik (siyasal dinsiz) olmasıydı.
*
İngilizler,
Selanikli Mustafa Atatürk’ün karizmasının çizilmesine neden olacağı için
“İstiklâl mücadelesinin başarısı” için yaptıkları fedakârlıkları açıkça
söylemekten geri durdular.
Selanikli tarafından İstanbul’dan “Geldikleri gibi giderler” babından sözde kovulmuş olmayı
sineye çektiler.
Gerçeği açıklama
vazifesi yıllar sonra İsmet İnönü’ye düştü.. (Gerçi aynı şeyi Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi daha önce yazmıştı fakat dinleyen yoktu.)
Gerçekte geldikleri gibi
gitmediler.. Geldiler, Osmanlı Devleti’nin hayatına son veren bir tür Azrail
olarak gerekeni yaptılar (Ki “İstiklal mücadelesinin başarısı” da bunun bir
parçasıydı), altı asırlık devlet çınarının techiz, tekfin ve defin işlemlerine
nezaret ettiler, cenaze törenine katıldılar, daha sonra da güle oynaya
gittiler.
Geldikleri gibi
gitmediler.. Giderken, bin yıllık müslüman Türk devletinin ruhunu,
îlâ-yı kelimetillah davasını, misyon ve vizyonunu da alıp götürdüler.
Ve, “İstiklâl
mücadelesinin başarısı” için çevirdikleri dolap ve dümenlere dair
tek kelime etmediler.
*
İngilizler, “İstiklâl
mücadelesinin başarısı” için Selanikli ile “danışıklı dövüş” sergiler, böylece
onu “kahraman”laştırırken, diğer taraftan, işgal ettikleri İstanbul’da Padişah
Vahideddin’i ve Osmanlı Hükümeti’ni itibarsızlaştırmak, devlet çarkını işlemez
hale getirmek için ellerinden geleni yaptılar.
İngilizler Osmanlı’yı
dövüyor, Selanikli de buna tepki gösterip kükrüyor, böylece puan topluyordu.
Mesela:
“20
Ocak’ta [1920] Fransız yüksek komiseri De France, itilaf devletlerinin
[İngiltere, Fransa, İtalya] müşterek (ortak) notasını Babıali’ye (Osmanlı
Hükümeti’ne) vererek Harbiye Hazırı (Milli Savunma Bakanı) Cemal Paşa ve Erkanı
Harbiye Umumi Reisi (Genelkurmay Başkanı) Cevat Paşa’nın 48 saat içinde
görevden alınmasını istiyordu. İtilaf devletleri böylece İstanbul’u hem korur
gibi gözüküyor, hem de dallarını buduyordu. Böylece aceze bir Babıali
bırakıyorlardı geriye. İstanbul’un acze düşmesi belki Ankara’yı
güçlendirecekti. Bu gelişmeler karşısında Ankara’nın tepkisi sert oldu ve bu
tavrı ile Mustafa Kemal Anadolu’da büyük takdir topladı.”
(Abdurrahman
Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, 7. b., İstanbul: Beyan Y.,
t. y., s. 56.)
Bu gelişmeden sadece
sekiz gün (bir hafta ve bir gün) sonra ise şunlar yaşandı:
“28 Ocak
1920’de bu kez gizli olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı (milletvekilleri meclisi,
parlamento) bir kez daha toplandı ve Misakı Milli’yi kaleme aldı….
“Osmanlı
Meclis-i Mebusan’ının gizli olarak son bir kez daha toplandığı günün akabinde,
İngilizler İstanbul milletvekili Reşat Hikmet Beyi tutukladılar. Bu olaya karşı
Ankara sert bir tepki gösterdi. Mustafa Kemal 31 Ocak’da [üç gün sonra]
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti örgütüne gönderdiği mesajda İngilizler tarafından
tutuklanan Reşat Hikmet Beyin yapılan girişimler sonucu serbest bırakıldığını
bildiriyordu. Bu olayla Ankara, İstanbul’a karşı, İngiltere temsilcileri
nezdinde girişimde bulunarak önemli bir başarı kazanıyordu. İstanbul ise, kendi
milletvekilinin hak ve hukukunu korumaktan bile aciz bir konumda idi! 4
Şubat’ta (dört gün sonra) ise Padişah Vahdeddin bir irade ile, Mustafa Kemal’in
geri alınan tüm ünvan ve nişanlarını iade eden iradesini yayınladı. Artık
inisiyatif Ankara’nın eline geçmişti.” (A.g.e., s.
57.)
Görüldüğü gibi,
İngilizler “İstiklâl mücadelesinin (daha doğrusu Selanikli’nin) başarısı” için
ellerinden geleni yapmaktan geri kalmamışlar.
O sırada Anadolu’da Sarı
Çizmeli Mehmet Ağa modunda dolaşmakta olan “ünvansız, nişansız” Selanikli
İngilizler’e bir “Heeeeyt” çekiyor, birtakım girişimlerde bulunuyor, İngilizler
de ona “Sen de kim oluyorsun?!” demiyor, girişimleri üzerine, tutukladıkları
milletvekilini serbest bırakıyorlar.
Bütün oyun,
Osmanlı Devleti’ni ve Osmanlı Hükümeti’ni etkisiz, yetkisiz, aciz ve çalışamaz
hale getirme üzerine kurulmuştu. Padişah Vahideddin, Selanikli’nin bütün unvan
ve nişanlarını iade ediyor, o da bu jeste 17 gün sonra şöyle karşılık
veriyordu:
“21
Şubat’ta, Mustafa Kemal, Rauf (Orbay) Bey’e bir mektup göndererek, ‘Hükümete
karşı kesin bir vaziyet alma zamanı geldiğini’ söylüyordu. Bu mektuptan iki gün
sonra İngiliz Amirali Robeck, İngiltere’ye şu raporu gönderdi: ‘Anadolu’daki
bütün hareketler Mustafa Kemal Paşa tarafından milli hareketin parçaları olarak
tertiplenmektedir’.” (A.g.e., s. 58.)
Evet, İngiliz komuta
kademesi bir taraftan “İstiklâl mücadelesinin başarısı” için ellerinden
geleni yaparken diğer taraftan kendi hükümetlerine “başarı müjdesi”
vermekten de geri kalmıyorlardı.
*
Rauf Orbay’ı Osmanlı
Hükümeti’ne karşı kışkırtan Selanikli, iki hafta kadar sonra bu tutumunu ülke
geneline yayıyordu:
“Mustafa
Kemal 4 Mart’taki tüm komutan, vali, mutasarrıf ve Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetlerine gönderdiği mesajla Ankara’nın inisiyatifi fiilen ele geçirdiğini
kanıtlıyordu: ‘Derhal milli emelleri tatmin edemeyecek bir kabine (bakanlar
kurulu) başkanına milletin tahammül edemeyeceğini gayet sert bir dille
Padişah’a, Meclis-i Mebusan başkanlığına ve basına bildirmek lazımdır’.” (A.g.e., s. 59.)
Bir taraftan bunlar
olurken, diğer taraftan İngilizler, Selanikli Mustafa’yı adamdan saymayan
Osmanlı devlet adamlarını, önde gelen bürokratları ve sözü dinlenen
münevverleri/aydınları budamakta, böylece Selanikli’yi alternatifsiz, rakipsiz
ve muhalifsiz hale getirmektedirler. Mustafa Kemal’in 4 Mart tarihli kışkırtıcı
mesajından 11-12 gün sonra şu gelişmeler yaşanır:
“16
Mart 1920, bir gün önce (15 Mart) 150 Türk aydınının tutuklanmasının ardından
İngiltere, Fransa ve İtalya yüksek komiserlikleri bir bildiri yayınlayarak
İstanbul’un askerî işgal altına alındığını bildirdiler. Şehzadebaşı’ndaki
karakol baskınında 6 erimiz şehid oldu ve İstanbul, İtilaf (İngiltere, Fransa
ve İtalya) Kuvvetleri tarafından işgal edildi. Mustafa Kemal, bu durumu bir
telgrafla tüm Osmanlı mülkî [kaymakam, mutasarrıf ve valiler] ve askerî
erkanına bildirir: ‘Bu sabah, 16 Mart 1920’de İngilizler, İstanbul’da
Şehzadebaşı karakolunu basarak altı erimizi şehit ve 15 eri yaraladıktan sonra,
bu karakolu, bir yandan da Harbiye Nezareti’ni [Milli Savunma Bakanlığı’nı ve
Genelkurmay Başkanlığı’nı] ve Tophane’yi ve bütün telgrafhaneleri ele geçirerek
başkentin (İstanbul’un) Anadolu ile bağlantısını kesmişlerdir’.” (A.g.e., s.
59-60.)
Görüldüğü gibi,
Selanikli’nin istihbaratı gayet iyi.. İngilizler’in yaptıklarını neredeyse
İngilizler’den önce öğrenmiş ve bütün Anadolu’ya “müjdelemiş” durumda.
Verdiği mesaj şu: “Bakın
bütün telgrafhaneler İngilizler tarafından ele geçirildi.. Ayrıca Millî Savunma
Bakanlığı ve Genelkurmay da kapatıldı.. Dolayısıyla bundan böyle benimle
çalışacak, benden talimat alacaksınız.. İstanbul defteri kapandı; İngilizler
kapattılar.”
Böylece, İsmet İnönü’nün
sözünü ettiği “istiklâl mücadelesinin başarısı”na giden demiryolunun rayları
döşenmiş oluyordu.
*
Peki Selanikli bu
gelişme üzerine kına yakıp vals ve dans ile kutlama mı yapmıştı?..
Hayır!.. Timsah
gözyaşlarının en acıklılarını döktü.. Önce İngilizler ile müttefiklerine verip
veriştirerek kahramanlık ve vatanseverlik bayrağını göndere çekti:
“Mustafa
Kemal işgal konusu ile ilgili olarak yabancı devlet temsilcileri, dışişleri
bakanlarına ve millet meclislerine (parlamentolarına) bir protesto notası
verdi. Böylece Ankara fiilen İstanbul’un yerini almış oluyordu: …
“Mustafa
Kemal ayrıca millete bir mesaj yayınladı: ‘Bugün İstanbul’u zorla işgal
etmek sureti ile Osmanlı Devleti’nin 700 yıllık hayat ve egemenliğine son
verildi. Yani bugün Türk Milleti, uygar kabiliyetinin yaşama ve bağımsızlık
hakkının ve bütün geleceğinin savunmasına davet edildi’.” (A.g.e., s.
60.)
Bütün hesap Osmanlı
Devleti’nin 600 küsur yıllık hayat ve egemenliğine son verme üzerine
kuruluydu.. Selanikli de bu “müjde”yi hiç geciktirmeden millete veriyordu.
15 Mart’ta 150 kişiyi
tutuklamış olan İngilizler, 18 Mart’ta da tutuklama işlemine devam ederler:
“18
Mart’ta Meclis-i Mebusan (Osmanlı parlamentosu, milletvekilleri meclisi) bir
kapanış toplantısı yaparak ebediyyen faaliyetlerine son verdi. … Bir gün sonra
işgal kuvvetleri bir takım milletvekilinin tutuklanmasına karar verdi. Her ne
kadar İngilizler İstanbul’u kesin olarak siyasi sahneden tecrit için bu kararı
vermişlerse de, karar bu kişilerin Ankara’ya geçerek Ankara hükümetinin başına
dert olmalarını önlediği için, beklenenin aksine Ankara hükümetinin fevkalade
işine yaramıştır!” (A.g.e., s. 61.)
Evet, İngilizler,
Selanikli’yi adamdan saymayan ve ona kök söktürecek kişileri tutuklayıp
Malta’ya sürdüler.. Suya sabuna dokunmaz, kokmaz bulaşmaz kişileri ise,
Ankara’ya gidip Selanikli’ye biat etmek üzere serbest bıraktılar.
Malta’ya sürülenlerden
bazıları sonradan bir yolunu bulup Ankara’ya gitmişlerse de artık süngüleri
düşmüş, tüyleri yolunmuş, pençeleri aşınmış sığıntı durumundalardı.
*
Böylece İngilizler,
“istiklâl mücadelesinin başarısı” binasının temellerini çok sağlam bir biçimde
atmış oluyorlardı.
Olan biten herşey, bir
ay sonra Ankara’da açılacak olan TBMM’nin (Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin)
önünün açılmasını, alternatifsiz hale gelmesini sağlamıştı:
“İstanbul’un
askerî işgal altına alınması ile, Mustafa Kemal için yeni meclisin yolu açılmış
oluyordu.” (A.g.e., s. 61.)
“…
İstanbul’un ortadan kalkması [İngilizler tarafından ortadan kaldırılması] ile
Mustafa Kemal dev bir siyasi mirası devraldı. Bu arada İstanbul’daki
tutuklanmayan milletvekilleri kaçarak Ankara’ya gelmeye başlamışlardır.
Meclis-i Mebusan’ın Ankara’ya gelmesi, bir bakıma artık yeni siyasi gücün
Ankara’da tecelli ettiğini gösteren bir nişane idi. Mehmed Akif ve arkadaşları
böyle bir günün heyecanı içinde Ankara’nın yolunu tuttular. Akif İstanbul’dan
Ankara’ya kadar yürüyerek gelecek ve yol üstündeki her yerleşim merkezinde
camilerde vaazlar ederek halkı milli mücadeleye katılmaya çağıracaktır. 27
Mart, İngilizler bazı Türk gazeteci ve yazarları Malta’ya sürüyorlar. Bu durum
Ankara’nın işini önemli ölçüde kolaylaştıracaktır….” (A.g.e., s.
62.)
Kolaylaştıracaktır,
çünkü, ortada Selanikli’ye hesap soracak, onu sorgulayacak dişli budaklı adam
bırakılmamaktadır.
Herşey İsmet İnönü
yaşarken olmuştu, ve bu kurt politikacı, "İstiklâl mücadelesinin başarısı
da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de
bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur" derken ne
söylediğini bilerek konuşuyordu.
İngilizler, “istiklâl
mücadelesinin başarısı” için Selanikli'den bile fazla kafa yormuş, ter dökmüş ve efor
sarfetmişlerdi.