BLACK JUMBO KOD ADLI İNGİLİZ AJANI SELANİKLİ ATATÜRK, YENİ TÜRKİYE’NİN ASIL KURUCUSUNUN İNGİLİZLER OLDUĞUNU İTİRAF ETMİŞ BULUNUYOR

 







Mehmet Hasan Bulut’un yetenekli İngiliz casus Aubrey Herbert’in Osmanlı topraklarında çevirdiği dolapları anlattığı kitabının “Kelimeler ve Gölgeler” başlıklı bölümü yoğun bilgi içeriyor.

Bölümün konusu, İngilizler’in, İttihat ve Terakki hükümetini (Almanlar’dan ayrı olarak) İngiltere ile münferit bir barışa razı etmek için çevirdikleri entrikalar.

Sonradan Atatürk soyadını alacak olan Selanikli zampara Mustafa Kemal (Ki Yaşar Gören’in ispat ettiği gibi İngilizler’in Anadolu’daki Black Jumbo kod adlı ajanıdır), Aubrey’in Türkiye’deki samimi dostlarından..

Aubrey’le olan samimiyeti tesadüf değil.

Aubrey, onu 1913 yılı sonuna doğru İngiltere’deki evi Pixton Park’ta ağırlamış, onuruna yemek vermiş durumda..

Orada Lord Allenby ile tanışmasını sağlamış..

Aubrey’in bu “yatırım”ı, gelecekte Filistin-Suriye hattında meyvesini verecek, Yedinci Ordu’nun komutanı durumundaki Selanikli zampara, Lord’un komutası altındaki İngiliz ordusu karşısında ricat edecek, onun bu beklenmedik apansız kaçışı diğer ordularımızın hazırlıksız yakalanmalarına ve mahvolmalarına neden olacaktır.

*

Aubrey’in 1913 yılında evinde ağırlayıp onuruna yemek verdiği Selanikli Black Jumbo ile yolu Çanakkale’de de kesişecek, buluşup görüşecekler, ve bir Osmanlı-İngiliz “münferit” barışının gerçekleştirilmesi konusunda anlaşacaklardır.

Ancak Selanikli zampara o sıralarda “Osmanlı devlet ricali zurnası”nın son deliğine istif edilmiş sapı siliklerdendir.

Selanikli’nin yıldızı ancak Padişah Mehmed Reşad’ın ölmesi ve tahta Vahideddin’in geçmesiyle parlayacak, işte o zaman Selanikli zampara İngilizler’le “münferit” barış için satranç tahtasında İngiliz piyonu olarak arz-ı endam edecektir.

*

Yazar Bulut şunu diyor:

Haziran ayında Başkumandan Vekili Enver Paşa reisliğinde yapılan bir toplantının ardından Mustafa Kemal, 5 Temmuz’da 7. Ordunun Kumandanlığına tâyin edildi ve İstanbul’a geldi. Bu arada Aubrey de 3 Haziran’da, Hâriciye Nâzın müşaviri olan dostu Robert Cecil ile görüşmüş ve ona münferit sulh planını tekrar anlatmıştı. Günler geçtikçe Enver’e nefreti artan Mustafa Kemal’in de aklı hâlâ, Çanakkale’de gerçekleştiremedikleri münferit sulhtaydı.”

(İngiliz Derviş: Yeni Türkiye’nin Doğuşu ve Aubrey Herbert, 4. b., İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2018, s. 323.)

Sene 1917..

Çanakkale’den, savaşın ortasında kendi isteğiyle ayrılan Selanikli, Yedinci Ordu Komutanı yapılmıştır.

Fakat gözü işte değil oynaştadır.. Cepheden kaçmak için fitne kazanını kaynatır, üç ay sonra üstleriyle anlaşamama bahanesiyle görevinden istifa edip İstanbul’a gider, postu Pera Palas Oteli’ne serer..

İngiliz “münferit” barışı için aktif hizmette bulunamaması yüzünden pasif direniş sergilemektedir.

Fakat bu ilk değildir, Yedinci Ordu Komutanı olarak atanmadan önce Hicaz’ı (Mekke ve Medine’yi) savunacak kuvvetlerin başına getirilmesi söz konusu olmuş, bunu kabul etmemiştir.

Ona göre, Hicaz’ı savunmak için uğraşmaya değmezdi, Suriye’ye odaklanılmalıydı.

Ancak, Black Jumbo Atatürk, Suriye’de görevlendirilince bu defa da “Suriye’yi de bırakalım, ‘memleket’ dışında tek bir neferimiz bile kalmasın” şeklinde akla ziyan zırvalar yazıp rapor diye Genelkurmay’a göndermeye başlamıştı.

400 yıldır Osmanlı hakimiyeti altında bulunan, Türk aşiretlerin de yaşadığı Suriye’yi “memleket”ten saymıyordu.

Orası Türk’ün değil, İngilizler ile Fransızlar’ın memleketi olmaya layıktı.

Black Jumbo yalan dolanla kafa karıştırmaya çalışıyordu.. Doğrudan hizmet edemediği İngilizler’e dolaylı hizmet sunuyordu.

Doğrudan hizmet edeceği, emri altındaki askerlere “Size ölmeyi-öldürmeyi değil, kaçıp ‘memleket’e gitmeyi emrediyorum” diyeceği, herkesten önce kendisinin kaçacağı günler de gelecekti.

*

Bulut’un şu satırları, gâvur hilekârlığının boyutlarını gösteriyor:

Fransızlar da İngilizlerle Ortadoğu’yu paylaşmak için diplomat François Georges-Picot’u vazifelendirdiler. Picot ile Mark Sykes Londra’da pazarlığa oturdu. Yaptıkları bu gizli anlaşmaya göre Filistin İngiltere’nin, Suriye Fransa’nın oluyordu.

“François Marie Deniş Georges-Picot (1870-1951): Babası İngiliz Başvekili Gladstone’un hayatını yazmış bir avukattı. Babasının izinden giderek hukuk okudu. 1898’de Hâriciye’ye (dışişleri bakanlığına) girdi. Harpten evvel Fransa’nın Beyrut Başkonsolosuydu ve Arap milliyetçileriyle görüşüyordu. Fransa’nın Lübnan’ı işgal etmesi için Hristiyanları silahlandırarak isyân çıkardı. Vazifeden ayrılırken Arap milliyetçileri ile olan yazışmalarını Türklere bırakarak Arapların yakalanmasını ve idam edilmesini sağladı. Böylece Türklerle Arapların arası açıldı. Ağustos 1915’de Londra sefâretinde vazifelendirildi. Mark Sykes ile târihe Sykes-Picot Anlaşması olarak geçen ve Türkiye topraklarını İngiltere ve Fransa arasında paylaştıran anlaşmayı hazırladı. 1919’da Sivas’ta Mustafa Kemal’i ziyâret etti.” (s. 305)

Yıllar sonra benzer bir numarayı, Selanikli zamparanın İstanbul’dayken başbaşa gizli görüşmeler yaptığı (İngiliz gizli servisinin / istihbaratının İstanbul şefi) Robert Frew (Fru, Fro) da yapacak, Osmanlı bürokratlarından Sait Molla ile olan mektuplaşmalarını Selanikli zamparaya bildirerek onun “İngilizler’le işbirliği yapan hainlerin oyununu bozan kahraman” numarası yapmasını sağlayacaktır.

İngilizler aynı numarayı Padişah Vahideddin için de sergileyecekler, aralarındaki yazışmaları onun “İngiliz işbirlikçisi hain” gibi gösterilmesi için kullanacaklardır.

Selanikli Black Jumbo’yu ise, o Türkiye’de ipleri tamamen eline alıncaya kadar kendileri için “tehdit” gibi gösterecek ve onun kahramanlaştırılmasını sağlayacaklardır.

İpler onun eline geçince de gelsin Dizbağı Nişanı.. Gelsin Kral Edward’ın İstanbul ziyareti..

*

Bulut’un şu sözleri, İngiliz siyasetinin derin girdaplarının anlaşılması bakımından önem taşıyor:

“Aubrey Temmuz ayında Kâhire’den İngiltere’ye döndü. ... Parlamentoda Mezopotamya’daki ordunun vaziyeti hakkında hükümete yüklendi ve aile dostu Başvekil (Başbakan) Asquith başta olmak üzere herkesi yerden yere vurdu. Eylül ayında Başvekil’in oğlu ve en yakın dostlarından Raymond Asquith’in Somme savaşında öldüğünü öğrendi. Fakat Başvekile söylediklerine pişman olmadı, çünkü İngiltere’de kavgaların çoğu danışıklı dövüş olurdu ve siyâset icabı Asquith’in gitmesi gerektiği için dostluklarına bir halel gelmezdi.” (s. 313-4)

Bazı Kemalistlerin, Türk ordusunun Yunan karşısında zafer kazanmasından sonra Lloyd George’un başbakanlığı kaybetmesini, İngiltere’nin Ankara karşısında acze düşmüş olmasına bağladıkları görülüyor.

Meselenin aslı bu değildir.. Aslı şudur: İngiliz fil terbiyecileri bazen siyah, bazen beyaz giysili adamlarını sahaya sürerler..

İyi polisler ile kötü polisler duruma göre yer değiştirir.

Saflar, kötü polislerin yerlerini iyi polislere bırakmalarını kendi kerametlerinden bilirler.

*

1916 yılı sonlarında, 6 Aralık'ta İngiltere başbakanı olan Lloyd George, başbakanken Yunan’ı gaza getirmiş, fakat daha sonra İngilizler Yunanistan’ın arkasında durmamışlardı.

Bunu Falih Rıfkı Atay da Çankaya’sında anlatıyor. (Geniş bilgi için, internetten okuyabileceğiniz Kurtuluş Savaşı’nın Sansürsüz Tarihi kitabımıza bakılabilir.)

Doğal olarak, bu gerçeğin farkında olan sadece Falih Rıfkı değil.. Bulut şunları yazmış durumda:

“Alexander Pallis (1883-1975): … Eton ve Oxford Balliol Kolejinde okudu. 1916’da Venizelos kendi hükümetini kurunca onun yanında çalışmak için Selânik’e gitti. Yunanistan’ın 1919-1922 Anadolu macerası üzerine bir kitabı vardır (A. A. Pallis, Greece’s Anatolian Venture—and After: A Survey of the Diplomatic and Political Aspects of the Greek Expedition to Asia Minör (1915-1922), Londra 1937). İzmir’in işgalinin, Türk milliyetçiliğini ateşlediğini ve Mustafa Kemal’in önünü açtığını iddia ediyordu. Yunanistan’ın Anadolu seferini karşılayacak maddî gücü olmadığını, Müttefiklerin yardımına muhtaç olduğunu, fakat Müttefiklerin hiçbir yardımda bulunmadığını, aksine Ankara’yı desteklediklerini söylüyordu.” (s. 314)

Aksi doğruydu..

İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar, el altından Selanikli zampara Black Jumbo’ya yardım ettiler.. Yunan karşısında başarılı olmasını sağladılar..

Para değilse de silah ve akıl verdikleri bugün artık belgelenmiş durumda.

Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı Orgeneral İsmet İnönü, 1973 yılında, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü vesilesiyle verdiği demecinde bu gerçeği “resmen” açıklamış bulunuyor:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

Evet, Yunan yenilince, İngilizler’in, Yunan’a attıkları kazığın sorumluluğunu Lloyd George’un şahsına yükleyip kendilerini temize çıkarmaları gerekiyordu.

*

İnönü’nün Milliyet gazetesine verdiği demecinde dile getirdiği gerçeği Selanikli zampara “Black Jumbo” Atatürk de bir gazeteciye açıklamış durumda.

Ancak o, böylesi “netameli” açıklamaları Türk gazetelerine yapmıyordu.

Amerikalı bir gazeteciye, “Yeni Türkiye’nin gerçek kurucusunun İngiltere Başbakanı Lloyd George olduğu”nu itiraf etmiş durumda.

Bu konuyu Mustafa Armağan, 2-3 Aralık 2019 tarihli Twitter (X) paylaşımlarında şöyle gündeme getirmiş bulunuyor:

“Türk Tarih Kurumu’nun ‘İngiliz Belgelerinde Atatürk’ adlı kitabının 5. cildine göre Mustafa Kemal ABDli Marcosson’a

“ ‘Yeni Türkiye’nin gerçek kurucusunun İngiliz Başbakanı Lloyd George olduğunu ve İstanbul’da ona bir heykel diktirmeyi düşündüğünü söylemiş”

“Sebebini ise şöyle açıklamış M. Kemal:

“ ‘Lloyd George’un Yunanları İzmir’e çıkarması Türk vatanseverlerini topraklarını korumak için ayaklandırdı. Bu teşvik olmadan Türkiye’yi ayaklandırmayı başaracağıma inanmıyordum.’

İngiliz Belgelerinde Atatürk, 5, 2005, Türk Tarih K, 264”

(https://x.com/mustafarmagan/status/1201637797607755776)

Armağan’ın Selanikli’nin bu sözlerini aktarması Kemalistleri çok rahatsız etmiş, hemen savunmaya geçmişler.

Cevap olarak şunları yazmış bulunuyorlar:

Mustafa Kemal Atatürk’e Isaac F Marcosson Tarafından Atfedilen, Türkiye’nin Gerçek Kurucusunun İngiltere Başbakanı Lloyd George Olduğu Yönündeki İfadeler Aslında İRONİ İçeriyor

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1916-1922 arasında Birleşik Krallıkta başbakanlık görevini üstlenen David Lloyd George (1863-1945) hakkında Yeni Türkiyenin gerçek kurucusu olduğu yönünde sarf ettiği ileri sürülen ifadeye dair yanlış anlaşılmaya değineceğiz

Mustafa Armağanın 2 Aralık 2019 tarihli paylaşımı şu şekildeydi: (…)

Bilâl N. Şimşir tarafından hazırlanan Türk Tarih Kurumu Basımevinden çıkan 1973 basımı İngiliz Belgelerinde Atatürk (British Documents on Atatürk, 1919-1938“) adlı çalışmanın 5. cildinde bahsi geçen cümlenin geçtiği doğru. Ancak, Atatürke atfedilen bu sözün gerçek muhtevası yanlış anlaşılmış.

İngiliz belgelerinden alıntı taşıyan, 1923 yılında Türkiyeyi ziyaret ederek Atatürkle röportaj gerçekleştiren The Saturday Evening Post dergisinin yazarı ABDli gazeteci Isaac F. Marcossonun aktarımını içeren metnin ilgili bölümü şöyle:

“Ankara’da bir hafta geçirmiş olan tanınmış Amerikan gazetecisi Isaac Marcossan ile görüştüm. Mustafa Kemal’in çok içtiği söylentilerinin doğru olmadığını; eşinin güzel, zeki, İngilizce ve Fransızca bilen ve siyasete karışmaya hevesli bir hanım olduğunu, kendisinin (Marcossan’ın) Mustafa Kemal’in vatansever kişiliğinden etkilendiğini söyledi. Mustafa Kemal, ülkesini kalkındırmak için Amerika’dan yardım umuyor, İngiltere’ye kuşkuyla bakıyormuş; Yeni Türkiye’nin gerçek kurucusunun Lloyd George olduğunu, onun İstanbul’a heykelini dikmek gerektiğini, çünkü Yunanlıları İzmir’e çıkarınca Türk milletinin vatanı savunmak için ayaklandığını söylemiş. Amerikan gazeteci, Türkiye’deki yoğun vatanseverlik ve yabancı düşmanlığının Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını köstekleyeceğini, Ankara’nın başkent kalması için Mustafa Kemal’in ısrar edeceğini söylüyor.”

Mustafa Armağanın aktarımının aksine, kitapta Bu teşvik olmadan Türkiye’yi ayaklandırmayı başaracağıma inanmıyorum.” cümlesinin geçmediği görülebiliyor.

Bahse konu metin, Atatürk’ün Cumhuriyet’in Lloyd George tarafından kurulduğu düşünesine sahip olduğunu yansıtmıyor. Tam tersine, İngilizlerin Yunan işgaline verdiği destekle yaptığı hatanın Kurtuluş Savaşını güçlendirdiği, istiklâl mücadelesine verilen desteği artıran bu hareketle bağımsızlığın ve Cumhuriyetin kuruluşunu sağladığı yönünde vurgusunu içeriyor. Bu ironik cümle ile Lloyd Georgeun Osmanlı İmparatorluğunu parçalama stratejisi sürdürüp Yunan işgalini destekleyerek Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasına vesile olan Anadoludaki hareketin kıvılcımını güçlendirdiği belirtiliyor.

Söz konusu ifadelerin kaynağı olarak aktarılan Isaac F. Marcossonun Anadolu gezisindeki izlenimlerine ilişkin kaleme aldığı yazıda bu husus şöyle vurgulanmıştı:

“1919 Mayısında Yunanlılar, uzun zamandır göz diktikleri İzmir’i işgal ettiler. Bu akılsızca eylem hemen tamamen Lloyd George’un eseriydi ve İngiliz Başbakanı o zaman anlamamışsa da, kendisini iktidardan düşüren olaylar zincirinin ilk halkası buydu.

Bu olay, nasıl Yunanlıların nihaî felâketinin ve Lloyd George’un nihaî düşüşünün başlangıcını ifade ediyorsa, aynı zamanda da Kemal’in büyük anının geldiğini anlatıyor. Yunanlıların İzmir’i işgalleri ve iradelerini vahşice hâkim kılmak istemeleri, sanki Türkiye’deki yeni milliyetçilik ateşini başlatan kıvılcım oldu.”

“In May, 1919, the Greeks occupied Smyrna, which they had long coveted.  This ill-advised procedure was due almost entirely to Lloyd George, and, although the British premier did not realize it at the time, was the first of the events that hurled him from power.

Just as it marked the beginning of ultimate disaster for the Greeks, and the final overthrow of Lloyd George, so did it at the same time mean that Kemal’s great hour had come. The occupation of Smyrna by the Greeks, together with the brutal way they imposed their will, was the spark, as it were, that started the flame of the new nationalism in Turkey.”

Cumhuriyet Muhafızı mahlaslı Twitter profili Mustafa Armağanın bu paylaşımındaki hatayı şöyle aktarmıştı:

“1)Bilal Şimşir’in “İngiliz Belgelerinde Atatürk” eseri baştan sonra M.Kemal’in İngilizlerle olan mücadelesini anlatır. Bu eser Armağan gibilerin tarih tezlerini çöpe çevirir. Belli ki Armağan o kitapta M.Kemal aleyhinde bir şey aramış ama bulamamış. Bulduğu bir sözü de çarpıtmış:

“2)Bahsettiği kısım burada. Strateji dehası M.Kemal Paşa, Lyord George ile dalga geçerek onu demoralize edecek muazzam bir İRONİ yapıyor. Bu ironiyi anlamak içim asgari düzey bir zekâ seviyesini sahip olmak gerekir.

“3) Tarih tezini kanıtlamak için çarpıtarak paylaştığı kısım bile Armağan’ın tarih tezini yerle yeksan etmektedir. O ifadelerde bile İzmir’e Yunan’ı çıkartanın ve asıl savaştığımızın İngiltere olduğunun kanıtıdır.”

Selim Erdoğan, Mustafa Armağanın göz ardı ettiği ironi hakkında şu yorumda bulunmuştu:

“(1) Başlangıçta sadece dalga geçiyordum ama bu herif artık alenen YALAN SÖYLEYEREK TÜRK TARİHİNİ DEĞİŞTİRMEKTEDİR. Mustafa Armağan, sana açık çağrı ve 24 saat süre: A) Ya dersin ki “yalan söyledim, çarpıttım B) Ya da dersin ki “ben bu ironiyi anlayamayacak kadar salağım”

“(2) Bu da Mustafa Armağan’ın çarpıttığı belgenin gerçek, cımbızlanmamış hali. Bu hafta dolmadan iki şeyden biri ortaya çıkacak: A) Bu herif ya bir şarlatan, Türk düşmanı B) Okuduğunu anlayamadığı halde ortaya çıkıp milleti zehirleyen bir cahil!+”

Emrah Safa Gürkanın konuyla ilgili aktarımı ise şöyleydi:

“Kurtuluş Savaşı hakkında 20 sayfa okumuş kimse böyle bir saçmalığa inanmaz. Açık bir nükteyi çarpıtmış Hayır her şeyi geçtim, Mustafa Kemal’in en sevmediği Batılı millet de İngilizler. Dezenformasyon yapacaksanız Fransa, Bolşevikler falan bulsaydınız, onu da mı ben göstereyim :)”

(https://www.malumatfurus.org/ataturk-lloyd-george-marcosson/;

Teyit.org adlı site ise bunlara ilave olarak şunları yazmış:

Bulgular

·                Atatürk'ün kitapta geçen ifadesi bağlamından koparılmış.

·                Atatürk bu sözleriyle “ironi” yapıyor ve Lloyd George'un Yunan işgaline verdiği destek sayesinde “Türk milletinin vatanı savunmak için ayaklanmasını” sağladığını söylüyor.

·                Atatürk'ün sözlerini aktaran Amerikalı gazeteci Marcosson'un makalesinde Atatürk’ün sözlerinde ciddi olmadığı, Lloyd’un Yunanlıları destekleyerek kurtuluş mücadelesini teşvik ettiğine gönderme yaptığını gösteriyor.

(https://teyit.org/analiz/ataturkun-turkiyenin-gercek-kurucusunun-lloyd-george-oldugunu-soyledigi-iddiasi)

*

Görüldüğü gibi, Mustafa Armağan’a cevap yetiştirmeye çalışan Kemalistler, farkında olmadan onu tasdik ediyorlar.

Neye niçin itiraz ettiklerinin bile farkında değiller..

Şurası doğru: Kitapta, Black Jumbo’nun Bu teşvik olmadan Türkiye’yi ayaklandırmayı başaracağıma inanmıyorum” şeklinde bir cümlesi yer almıyor.

Fakat, bunu söylememiş olmasının bir önemi yok.. Çünkü, kitapta yer alan şu sözleri aynı kapıya çıkıyor:

Yeni Türkiye’nin gerçek kurucusunun Lloyd George olduğunu, onun İstanbul’a heykelini dikmek gerektiğini, çünkü Yunanlıları İzmir’e çıkarınca Türk milletinin vatanı savunmak için ayaklandığını söylemiş.

Adam işte tam da onu söylemiş.. Daha ne desin?!..

Burada bir ironi var, fakat sadece Lloyd George’un İstanbul’a heykelinin dikilmesi hususunda..

Zaten, İsmet İnönü’nün yukarıya aldığımız sözü, Selanikli zampara Atatürk’ün Yeni Türkiye’nin gerçek kurucusunun Lloyd George olduğunu” söylerken samimi bir açıklamada bulunduğunu ortaya koyuyor:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

Aynı şeyi hem zampara Don Kişot Atatürk, hem de Sanço Panza’sı İnönü açık bir biçimde söylemiş. (Don Kişot’un Selanikli Black Jumbo’dan farkı, Hindistan’dan gelen hilafet paralarının üstüne yatma gibi hırsızlıklarının ve iflah olmaz zamparalıklarının bulunmaması.)

Black Jumbo ile İnönü’nün açıkladıkları gerçeğin üstünü “ironi” laga lugasıyla örtmek mümkün değil..

Allah ikisine de söyletmiş..

*

Ancak, Selanikli’nin gerçekten heykel dikmek gibi bir niyeti olsaydı, Lloyd George’unkini değil, Lord Curzon’unkini dikerdi.

Çünkü yeni Türkiye esas itibariyle Lord Curzon’un eseri.. Lozan’da onun imzası var.

Fakat, tek neden Lozan’daki imzanın ona ait olması değil.. Yeni Türkiye projesi de, Yunan’ın İzmir’i işgali dümeni de Lord Curzon’un başının altından çıkmıştı.

O dönemde Lord Curzon hilafet kurumuna ve Osmanlı Devleti’ne kafayı takmış durumdaydı.

Hilafet konusuna kafayı takmış olmasının nedeni, 1905 yılına kadar yaklaşık yedi yıl boyunca İngiltere’nin Hindistan Genel Valisi olarak vazife yapmış olması.

Yani, Selanikli Black Jumbo 17 yaşında toy bir gençken, Curzon koskoca Hindistan’da İngiltere’nin valisiydi.

Fakat öncesi de var, 1891-92 yıllarında İngiliz hükümetinin Hindistan müsteşarı olarak görev yapmış bulunuyordu.

Evet, Selanikli henüz 10 yaşında bir çocukken, dayısının tarlasındaki kargaları kovalarken, Curzon, devletinin Hindistan siyasetine yön veriyordu.

1895-98 senelerinde ise Dışişleri Müsteşarı oldu.. Yani bakandan sonraki en etkili adamdı.. Bakana da yön veren adam..

Bunun ardından da yedi yıllık Hindistan Genel Valiliği başlıyor..

1918 ve 1919 yıllarında ise, Türkiye ve Ortadoğu’dan sorumlu İngiliz Doğu Komitesi’nin (Eastern Committee) başkanı olarak karşımıza çıkıyor. 

Curzon, Selanikli’nin Samsun’a çıktığı yıl, yani 1919’da ise İngiltere’nin dışişleri bakanlığı koltuğuna oturtuldu.

Devletinin dış politikasına yön veriyordu.

Lloyd George daha sonra (19 Ekim 1922 tarihinde) başbakanlığı kaybedecek, fakat Curzon, “derin devlet” formatında bakanlık koltuğunu koruyacak, 1924’e (ölümünden bir yıl öncesine) kadar bu görevde kalacaktı.

Bu arada Lozan’da İngiltere’yi temsil etmeyi de ihmal etmeyecekti.

Curzon, bakan olmadan önce, 1918 yılında ve 1919'un ilk dokuz ayında Türkiye ve Ortadoğu’dan sorumlu İngiliz Doğu Komitesi’nin (Eastern Committee) başkanı (üyesi değil, başkanı) olarak Osmanlı Devleti’nin geleceği ile ilgili planlarını yapmış, Yeni Türkiye projesi üzerinde çalışmıştı.

Lozan’da boy göstermesi de, eserine bizzat kendisinin son biçimini vermek istemiş olmasından kaynaklanıyordu.

*

Lord Curzon’un, daha 16 Kasım 1917 tarihinde, Birinci Dünya Savaşı devam ederken (savaş bitmeden bir yıl önce) Türkiye hakkında söylediği şu sözler, “Yeni Türkiye”nin kimin eseri olduğunun anlaşılması bakımından ufuk açıcı:

Eğer savaşı kısaltmak ve ayrı bir barış için Türkiye'ye teklifte bulunsaydık böyle bir teklifin doğası ne olurdu?

Görünüşe göre Türk'ü İstanbul'da bırakacağız, fakat onun Boğazlar üzerindeki hakimiyetini elinden alacağız. Kapitülasyonların kaldırılmasını kabul edecek ve onu Almanya'ya karşı mali yükümlülüklerinin önemli bir kısmından kurtaracağız. Fransız ve İtalyan Müttefiklerimize rağmen Anadolu'daki orijinal Osmanlı topraklarının Türk mülkiyetinde olmasını sağlayacak; ancak kaybının gerçekliğini gizleyebilecek ve milli gururunu mizah edebilecek [güldürebilecek] türden vitrin düzenlemeleriyle Suriye, Filistin, Arabistan ve Irak'ı Türkiye'den ayıracağız. Akabe'den Şam'a, Mekke'den Basra Körfezi'ne kadar tüm bölgelerde Türk bayrağının herhangi bir biçimde yeniden ortaya çıkmasının, gerçekten de, sonuçları vahim olacaktır.

Bu bölgelerin herhangi bir şekil veya biçimde Türk otoritesinden kalıcı olarak dışlanmasını içermeyen hiçbir şartı kabul edemeyiz.

Şimdi, böyle bir temelde müzakere edeceğimizi farz etsek bile, Türk hükûmeti bu şartları kabul etmeye hazır mı? Bu soruya iki sebepten dolayı olumsuz cevap vermek zorundayım:

(1) Koşullar yeterince iyi değil çünkü Almanya'nın daha iyisini vaat ettiğinden çok az şüphem var. Filistin'in tamamını, Bağdat'ı, Mısır'ı ve büyük ihtimalle Trablus'u da;

(2) Türkler, iyi ya da kötü, fiziksel olarak bu şartları düşünecek konumda değiller. İngiltere Hükûmeti'nin, şimdiki Sadrazam ve Enver hakim olduğu sürece, Türkiye ile ayrı bir barış yapma olasılığı söz konusu değil.

Savaşta Almanları mat etmenin tek yolu, İngiltere ile ayrı bir barıştan yana olan Türklerin [Türkler’den böyle düşünenlerin], başarılı bir darbeyle [darbe anlamına gelecek siyasî bir müdahaleyle], Çanakkale Boğazı'nı İtilaf [İngiltere, Fransa ve İtalya] donanmalarına açmayı başarabilmeleri ile olabilir. Barış teklifi bizden değil, Türk'ün kendisinden gelmeli.”

(Kaynak: https://www.qdl.qa/en/archive/81055/vdc_100076917035.0x000004 ; Papers written by Curzon on the Near and Middle East [2r] (3/348) "PEACE NEGOTIATIONS WITH TURKEY.", The original is part of the British Library: India Office Records and Private Papers, in Qatar Digital Library’den aktaran Vikipedihttps://tr.wikipedia.org/wiki/George_Curzon.)

Sonraki gelişmeler tamamen (İstanbul Boğazı konusu da dahil olmak üzere) Curzon’un anlattığı yönde yaşandı. (Bilahare Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile İstanbul Boğazı düzenlemeleri revize edildi. Selanikli Black Jumbo İngiliz ilke ve inkılaplarını hayata geçirdikten sonra.. )

Curzon’un yukarıda aktardığımız sözlerinde dile getirdiği gönlünü ferahlatacak “darbe” (iktidar değişikliği hadisesi) 3 Temmuz 1918 günü yaşandı: Sultan Reşad öldü, yerine (Selanikli’yi fahrî yaveri yapacak olan) Vahideddin geldi.

*

Curzon’un, İngilizler’in savaşta galip gelmeleri durumunda görmek istediği “Yeni Türkiye” şöyle birşey:

1. İstanbul Türkler’de kalacak, fakat başkent olmayacak.. Yeni Türkiye imparatorlukların mirasçısı gibi görünmeyecek, başkenti Anadolu’daki bir şehir olan nevzuhur bir gecekondu devlet görüntüsü verecek.

2. Anadolu Türkler’e bırakılacak, Fransa ve İtalya’nın bu konudaki farklı yaklaşımlarına itibar edilmeyecek.

3. Ancak Türkler Suriye (Misak-ı Milli sınırları içindeki Halep dahil), Filistin, Ürdün, Lübnan, Irak (Misak-ı Milli sınırları içindeki Musul, Kerkük dahil), Arabistan ve Mısır’dan kovulacak.

4. Türk otoritesinin Arap dünyasından kalıcı olarak dışlanması sağlanacak.

*

İngilizler galip geldiler ve bunların hepsi oldu.

İşbirlikçileri Atatürk (Black Jumbo), Lord Curzon’un projesini hayata geçiren taşeron olarak unutulmaz hizmetlere imza attı.

İngilizler’in Dizbağı Nişanı’nı almayı hak etti..

Fakat daha önemlisi, İngilizler Lozan’da ona Osmanlı Devleti’nin anahtarlarını teslim ettiler ve devletin kapısının üstündeki tabelayı değiştirmesine izin verdiler.

Fakat bu ülkedeki (İngiliz’in oyununa yürekten onay vermeyen) insanlar çok acılar çektiler..

Türk yurdunda ferman artık padişahın değildi, İngiliz’in ve İngiliz’in taşeronunundu..

Buna dayanamayıp sesini yükselten nice koç yiğitler ipe çekildi..

Kalan sağlar aşağılandılar, gâvur şapkasını zorla giymenin ve de mukaddesatlarına sövülüp sayılmasını yutkunarak izlemenin derin acısını vücutlarının bütün hücrelerinde elemle hissettiler.





OSMANLI'NIN YETİŞTİRDİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'DAN LAİK (SİYASAL DİNSİZ, SİYASAL KÂFİR) DÜZENİN VE ONUN YEŞİL KEMALİST DİNDARLARININ ÜRETTİĞİ MEHMED AKİF ERSOY'A...

  LAİKLERİN ÇÖZÜMSÜZ DİLEMMASI:  İSLAMCILAR (İSLAMİSTLER) DÖNSÜN İSLAMCILIK KARŞITI (ANTİ-İSLAMİST) VE "LAİK DÜZEN" YANLISI "...