İSRAİL’İ BIRAKIP İRAN’LA SAVAŞMAK





İsrail ile İran arasında bir sıcak çatışma yaşanıyor.

Nedeni, İsrail’in İran’ın iki generalini ve birkaç başka subayını öldürmüş olması.

İran intikamdan, yakıp yıkmaktan söz ediyor, fakat ABD ve Avrupa’dan korktuğundan göstermelik bir karşılık vererek incinen gururunu kurtarma derdinde.

Bizim medyatörlere gelince, bazıları İsrail’i bırakmış İran’la savaşıyorlar.

Bunlardan biri, Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan..

Bugünkü (19 Nisan 2024 tarihli) yazısı “İran tehlikesinin boyutlarını kavrayabilmiş değiliz!” başlığını taşıyor.

Tam da İran İsrail’le bir şekilde karşı karşıya gelince..

Tamam, sana göre Türkiye için bir İran tehlikesi bulunuyor olabilir, fakat bundan bahsedilecek zaman şimdi mi olmalı?

Tam da İsrail’le karşılaştığı sırada..

Dışarıdan bakan, işin evveliyatını bilmeyen bir kişi bu durumda şu iki ihtimali düşünür:

Birinci ihtimal, böyle bir yazıyı tam da şimdi yazan kişinin kendisini çok iyi kamufle eden bir İsrail işbirlikçisi olması..

İkinci ihtimal ise, etrafına sızmış İsrail ajanları tarafından dolmuşa bindirilen aşırı saf bir vatandaş olması.

*

Kaplan yazısına şöyle başlamış:

“Gazze’de soykırım bütün hızıyla devam ediyor! Ama biz bir haftadır bir tiyatro izliyoruz İsrail ile İran arasında! İsrail-İran valsini.

“Altını çizerek hatırlatıyorum yeniden: İsrail’in İran’ın Şam Büyükelçiliği’ni bomba-lamasını şiddetle kınamak gerekiyor!

“Ama bunun bir oyunun parçası olabileceğini de aslâ gözardı etmemek önemli.”

Diyelim ki şimdi Ermenistan Türkiye’nin Azerbaycan’daki büyükelçiliğini vurdu, iki generalimizi ve başka subaylarımızı öldürdü.

Böyle ağır ve aşağılayıcı bir saldırı, “bir oyunun parçası” olarak “tiyatro” kabilinden sergilenebilir mi?

Bu tiyatroysa, savaş nedir, nasıl birşeydir?

Bu arkadaşlarımız ne yiyip ne içiyorlar da kafaları bu hale geliyor, anlamak mümkün değil.

*

Yusuf Kaplan, bunun ardından bombayı patlatıyor:

“Çok büyük bir tehlike var: İran tehlikesi bu. Şiilik üzerinden yayılan Fars emperyalizmi projesi.”

İran’ın Şiî topluluklar üzerinden bölgede mevzi kazanmaya çalıştığı bir sır değil.

Elini her tarafa uzatıyor.

Ve sen onun bu agresif politikasından endişe duyuyorsun.

Haklısın.

Fakat olaya bir de İran açısından bak..

Tıpkı hırsızın durumu gibi.. İnsanlar hırsızlardan korkarlar, fakat meseleye bir de hırsız açısından bakıldığında görülür ki, bütün dünya ona düşmandır. Hırsız evin sahiplerinden korkar, komşulardan korkar, bekçiden korkar, polisten korkar; tüm dünya ona karşı ittifak halindedir. Ve hırsız, bütün bu devasa düşman bloğuna karşı tek başınadır.

İran da kendisi açısından aynı durumda.. Ülkesinde, başka devletler tarafından kullanılabileceğini düşündüğü Sünnî kitleler var. Halk sadece Farslar’dan oluşmuyor, Türk-Türkmen, Kürt, Beluc vs. bir sürü etnik topluluk mevcut. İran, ülkesi dışındaki bütün Şiî topluluklara her hususta her zaman güvenebilecek durumda da değil, çünkü Fars/Pers (İranî) değiller, kimisi Arap, kimisi Türkmen.

Dolayısıyla İran (Fars unsuru), böyle bir dünyada, misalimizdeki hırsız gibi kendisini bir düşmanlar ittifakı ile kuşatılmış hissediyor.

*

Mesela Suriye’yi alalım..

İran’ın Şiîlik’ten dolayı Suriye’ye bir yakınlığı vardı, fakat Türkiye, geçmişte Esed’le çok iyi ilişkiler kurdu.. İran buna ses çıkarmadı veya çıkaramadı.. Fakat Türkiye, (dönemin Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in açıkladığı gibi) ABD’nin dolmuşuna binerek Suriye’ye müdahale etti..

Bunun üzerine İran, tümden Batı bloğunun kontrolü altına girecek bir Suriye görmek istemedi.. Rusya ile birlikte olaya dahil oldu..

Doğal olarak Türkiye bundan fena halde rahatsızlık duydu..

*

Bunun yanı sıra, sadece İran değil, (laik, yani siyasal dinsiz) Türkiye de bölge ve genel olarak İslam dünyası üzerinde etkili olmaya çalışıyor ve dolayısıyla sahada İran’la rekabet etme durumuna düşüyor.

Ancak Türkiye’nin derdi aslında Sünnîlik değil, “ulusal çıkar” dedikleri menfaat..

Nitekim Erdoğan’ın geçmiş yıllarda dilinden düşürmediği sloganlardan biri şuydu: “Ben ne Sünnîyim, ne Şiîyim, müslümanım.”

Erdoğan için Sünnîliğin bir önemi yokmuş.. Biz demiyoruz, kendisi diyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne gelince... Müslüman bile değil.. Laik, yani siyasal dinsiz..

*

Kaplan yazısını şöyle bitiriyor:

“İran nükleer güç olunca, İran’ı kimse durduramaz artık. O yüzden Türkiye’nin de derhal nükleer güç olma hazırlıkları yapması lazım.

“İslâm dünyasını nefes alabilmesi için, İran’ın kendi doğal sınırlarına çekilmesi, işgallerine son vermesi, işgal ettiği yerlerden de çıkarılması kaçınılmaz.

“Vesselâm.”

Aleykümselam gardaş..

Türkiye’nin nükleer güç olmasını istemen iyi de, niye bunu İran’a karşı istiyorsun?

Niye aklına mesela İsrail, ABD vs. hiç gelmiyor?

Sizdeki bu kafa neyin kafası?

Allah akıl fikir versin!

Amin!

*

Bir diğer heyecanlı yazarımız Mustafa Özcan..

O da fikriyat.com’da İran’a olanca kahramanlığıyla savlet etmiş.

Yazısının başlığı şöyle: “Farezdek ile Mirbe kavgasından günümüze yansıyanlar”.

Bu yazarımız da İran ile İsrail için “Birbirlerini savaş halinde bile gözetiyorlar” diyor.

Birbirlerini gözetmiyorlar dostum, kavganın kontrolden çıkmasını istemiyorlar.

Mesela iki kişinin yumruk yumruğa dövüştüğünü düşünelim.. Her iki taraf da bilir ki kendisi bıçağa davranırsa karşı taraf da aynısını yapacak ve iş kontrolden çıkacaktır. Artık göz mü çıkar, böğür mü delinir, orasını baştan tahmin etmek mümkün değildir. Biri mezara, diğeri hapse gidebilir. Dolayısıyla iki taraf da yumrukla işi kapatmaya çalışır. Bu, karşı tarafı gözetmekten değil, herkesin kendisini gözetmesinden ve sonunun nereye varacağı belli olmayan bir maceradan uzak durma arzusundan kaynaklanır.

Tesadüfe bakın ki, bu yazarımız da, ağız birliği etmiş gibi Yusuf Kaplan’la aynı türküyü “çığırıyor”, İran’ın Pers İmparatorluğu’nu diriltmesinden söz ediyor.

Bizimkiler de bir zamanlar Ortadoğu’da yaprak kımıldasa haberlerinin olduğunu, bütün kılcal damarlara girdiklerini, kendilerinden habersiz hiçbir şey yapılamayacağını, bölgesel güç haline geldiklerini, hatta küresel güç olma yolunda olduklarını anlatıyorlardı..

Demek ki İranlılar da aynı bölgesel ve küresel rüyalara kendilerini kaptırmışlar. Ne demişler, hacı hacıyı Mekke’de, holigan holiganı statta bulurmuş..

*

Peki Ortadoğu’daki Sünnî rejimler?..

Mustafa Özcan, onlardan (haklı olarak) “işbirlikçi Arap rejimler” diye söz ediyor.

“Bu aldatıcı hatta hain bir tabir. Bunlar Sünni değil işbirlikçi rejimler” diyor.

Ve şu hükmü veriyor: “… onlara Sünnîlik kisvesi yakışmadığı gibi Araplık veya İslamlık kisvesi de beyhudedir.

Haklı olabilir.. Belki de liderleri, Erdoğan gibi “Ben Sünnî değilim” demişlerdir.

Muhtemelen anayasalarına da (laik yani siyasal dinsiz Türkiye Cumhuriyeti’nden esinlenerek) “Biz müslüman değiliz.. Biz atamız ölmüş falan şahsın ilke ve inkılaplarına iman ettik, onun yılmaz savunucularıyız” diye yazmışlardır.

Yazmışlarsa, tekfiri hak etmişler, üzerlerindeki İslamlık kisvesinin beyhude olduğu ortaya çıkmıştır.

Bu durumda onları İslamlık’tan ihraç eden Mustafa Özcan değildir, kendileridir.

Bu rejimler laik (siyasal dinsiz) olduklarını söylüyorlarsa Mustafa Özcan onları nasıl müslüman yapabilir ki?!

*

İran hassasiyetleri zamansız ve tuhaf biçimde depreşen bu yazarlar, İran-İsrail ilişkilerinin nasıl olmasını isterlerdi?

Şu anki Türkiye-İsrail ilişkileri gibi olması onları “keser miydi”?

Belki de onlara göre tek eksik, İran Cumhurbaşkanı’nın İsrail Cumhurbaşkanı ile bir panele katılıp “One minute!” diyerek onun sözünü kesmemiş olmasıdır.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...