DİNDARLAR, ATEİSTLER, DEİSTLER, VE SAF YUSUFLAR

 



Tam da "En aklı başında bilinen adamların, hocaefendi diye önlerinde el bağlanan sarıklı mollaların, prof. vs. türünden unvan taşıyan kerli ferli zevatın, dünyaya akıl dağıtan yazar çizer taifesinin ve de cübbeli fırıldakların vird-i zebanı olan şu saçmalığı bir ara konu edinmek lâzım" diye düşünürken, Yusuf Kaplan'ın da aynı masalı yeniden servis etmiş olduğunu gördüm.

Yeni Şafak'taki (1 Ekim 2023 tarihli) son yazısında şöyle diyor:

"Deist ve ateist olanları suçlamak çok yanlış. İlle de suçlanacak birileri varsa, onlar bizleriz, mütedeyyin olduğunu iddia eden insanlar. Meselenin temel sebebi hem teslimiyet’te hem de temsiliyet’te sorun yaşanıyor olmasıdır. Dindar insanların masa, kasa ve nisa konusunda seküler insanları hayal kırıklığına uğratacak kadar dini kötü temsil etmeleri, toplumun dinden soğumasına, ülkede deizmin ve ateizmin yaygınlaşmasına yol açıyor. Bu konu sosyal bilimcilerin özellikle araştırmaları gereken taze araştırma alanlarından biri şu ân."

Deist ve ateistlerin avukatlığı sana mı kaldı Yusuf abey?

*

Deist ve ateist olanlar suçludurlar.. Çünkü akıllarını kullanmıyorlar, Şeytan'a ve nefislerine uyuyorlar.

"Bizler"in suçlanmamıza gelince.. “Bizler” (artık kimlersek) kendi itikadımızdan ve amellerimizden sorumluyuz, başkalarının itikadından ve amellerinden sorumlu değiliz.

Bir sorumluluğumuz varsa o, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münkerden, tebliğden ibarettir.

Mütedeyyin (dindar, dinine bağlı) olduğunu iddia etmeye gelince.. Deist ve ateist deistliğini ve ateistliğini saklamadığı gibi müslüman da müslümanlığını saklamamalıdır. 

Dindarlık gösterişçiliği ise ayrı konu.

*

"Meselenin temel sebebi hem teslimiyet’te hem de temsiliyet’te sorun yaşanıyor olmasıdır" şeklindeki cümleye gelince..

Teslimiyette sorun yaşanması mütedeyyinliğin (dine bağlılığın) bulunmaması anlamına gelir.

Temsiliyet ise kimsenin tekelinde değildir.

Kullar olarak Allahu Teala karşısında hepimiz aynı konumdayız, aramızda "rasul, nebi (elçi)" yok.

Dolayısıyla kimsenin kimseyi temsilci olarak görmesi gerekmiyor.

*

Böylesi özür dilemeci, aşağılık kompleksiyle malul söylemlere lüzum yok.

Atatürkçüler, laikler, İslam düşmanları "Şeriatçı olanları suçlamak çok yanlış. İlle de suçlanacak birileri varsa, onlar bizleriz, Atatürkçü ve laik olduğunu iddia eden insanlar" diyorlar mı?

Demiyorlar..

Demedikleri gibi, (içlerinden bazıları) ellerinden gelse Şeriatçı müslümanları bir kaşık suda boğacaklar.. Köpek gibi zehirleyip itlaf edecekler.  

Daha geçen gün 16 ve 19 yaşında iki genç, Atatürk büstüne zarar verdiler diye tutuklandılar.

Kimse çıkıp da "Atatürk heykellerinden gıcık kapanları suçlamak çok yanlış. İlle de suçlanacak birileri varsa, onlar bizleriz, Atatürkçü ve laik olduğunu iddia eden insanlar" demedi.

Demiyor.. 

Şunu hiç demiyorlar: "Tuttuk Atatürk'ü putlaştırdık.. Atatürk'ün kendisi bir yana, heykelini ve fotoğrafını bile put yaptık.. Halbuki bu insanlar, Atatürk'ün şahsı söz konusu olmaksızın heykel putçuluğuna karşılar.. Bunlar Hz. Muhammed'in (s.a.s.) heykelini görseler onu da yıkarlar, bu, Hz. Muhammed'e saygısızlık etmek istemeleri anlamına gelmiyor.. Saygının tek yolu milletin parasını yüzbinlerce heykele, fotoğrafa harcamak mıdır?" 

*

Gelelim Kaplan'ın şu sözüne:

"Dindar insanların masa, kasa ve nisa konusunda seküler insanları hayal kırıklığına uğratacak kadar dini kötü temsil etmeleri, toplumun dinden soğumasına, ülkede deizmin ve ateizmin yaygınlaşmasına yol açıyor."

Kaplan merak etmesin, seküler insanların dindar insanlarla ilgili hayalleri yok, dolayısıyla hayal kırıklıkları da yok.

Masa (makam, mevki), kasa (para) ve nisa (kadınlar) konusunda dini kötü temsil etmeye gelince..

Bu konularda "dini temsil etme" diye birşey olmaz.

Olan şudur: Dindarlığınız bunlarla sınanır.. Dünya hayatı sınama üzerine kurulu..

Makam mevkinin bizzat kendisi zemmolunacak birşey değil, fakat makam ve mevki için dininizden taviz veriyorsanız, işte bu kötü..

Bu da, sekülerleri hayal kırıklığına uğratan birşey değil, memnun eden birşey..

Evet, dindarlık, makam ve mevkiyi terk etmeyi gerektirmiyor, makam ve mevki için dinden taviz vermemeyi gerektiriyor.

Ancak, bugünün bazı “dindar”ları, makam ve mevki için dinlerinden taviz vermekten hiç kaçınmadıkları gibi, taviz vermek istemeyenlerle uğraşıyorlar. 

Bunları yaşayarak gördük, müşahede ettik.

*

Kasa (para) meselesine gelince..

Bunun iki boyutu var..

Birincisi, para kazandığınız işin helal (meşru) olması.. Mesele sadece emek ve alın teri meselesi değil.. 

Mesela, işi gücü İslamî oluşumları "engellemek, engelleyemiyorsa çığırından çıkarmak, saptırmak, azdırmak için plan yapmak, tuzak kurmak" olan bir istihbaratçıyı düşünelim.. Bu kişi çok çalışıyor, aldığı maaşı hak ediyor olabilir, fakat kazancı külliyen haramdır. Para imtihanını kaybetmiştir.

İkinci boyut ise, helal (meşru) bir işte çalışan kişinin aldığı parayı hak ediyor olması.. Çalıştıran ve çalışan arasındaki sözleşmenin gereğini iki tarafın da yerine getirmesi gerekir.

*

Gelelim nisa (kadınlar) meselesine..

Nisa meselesinde dindarların dini kötü temsil etmesinden kasıt nedir?

Herhalde bundan kastedilen, zina..

Sekülerlerin bu noktada da hayal kırıklığı yaşıyor olduklarını zannetmiyorum.. Tam aksine bu, onların dert etmeyecekleri (hatta içlerinden birçoğunun hoşuna gidecek) bir konu.

Bu sekülerler, müslümanın zina etmesinden değil, mesela meşru bir ikinci, üçüncü evlilik yapmasından rahatsız olurlar, oluyorlar.

Kendisini dindar zanneden birçok angut da aynı durumda, birisinin zina yaptığı söylendiğinde umursamaz, fakat ikinci evlilik haberi duyduğunda ayıplar. (Ki, böylesinin ayıplanmayacağı ayetle bildirildiği için bu, haramdır. Helal olduğunun kabul edilmesi ise küfürdür.)

*

Kaplan'ın sözlerine tekrar dönelim:

"Dindar insanların masa, kasa ve nisa konusunda seküler insanları hayal kırıklığına uğratacak kadar dini kötü temsil etmeleri, toplumun dinden soğumasına, ülkede deizmin ve ateizmin yaygınlaşmasına yol açıyor."

Saçma bir mantık, saçma bir sebep-sonuç ilişkisi..

İmdi, "dindar" insanlar masa, kasa ve nisa konusunda dini kötü temsil ediyorlarsa, bu, toplumun dinden soğumasına, ülkede deizmin ve ateizmin yaygınlaşmasına neden yol açsın?

Çünkü, din, bu "dindar" insanların, "dini kötü temsil ettikleri" (dini yaşamadıkları) için ahirette ceza göreceklerini söylüyor.

Mantıklı bir insan şöyle düşünür: Demek ki bu dindar bildiğimiz insanlar gerçekte dindar değil.. Ya dine inanmadığı halde inanıyor görünüyor, ya da inancının gereğini yapmıyor. 

Din eğer insanlara sadece "Bir insan dindar oldu mu dininin bütün gereklerini mutlaka yerine getirir, onun için bir imtihan yoktur, ahirette hesaba çekilme diye birşey de bulunmamaktadır" mesajını veriyor olsaydı, böylesi "dindar olmayan dindar"lardan dolayı birilerinin ateist değilse de belki deist olmaları için bir mazeret ortaya çıkıyor olabilirdi. 

*

Fakat din tam aksini söylüyor: İnsanlar dindarım demekle bırakılmazlar, dünya hayatı bir imtihandır, herkes dünyada yaptığının karşılığını ahirette eksiksiz olarak alacaktır.

Bu durumda o ateist ve deistlerin, ateizm ve deizmi bırakmaları, ahiret inancına sarılmaları gerekir.

Deizm ve ateizm açısından bakıldığında, o "dindar olmayan dindar"ların hareket tarzına söylenecek birşey yok.. Çünkü ahiret yok.. Hesap yok.. Ceza yok.. Ne diye bu dünyada keyiflerine bakmayıp kendilerine sınırlar koysunlar ki?!..

*

Evet, Kaplan gibilerin sözlerinden, bazı insanların ateist ve deist olmadıkları halde "dindar"lara bakarak ateist ve deist oldukları sonucu çıkıyor.

Yani başta onlar da (dindar değilseler bile) dinliler.. 

Peki “dinli”ler de, neden dinlerini dindarca yaşamayı düşünmüyorlar da, "dindar" bilinen kişilerin hatalarına bakarak dinsiz oluyorlar?

Demek ki baştan da pek “dinli” sayılmazlarmış.

Ayrıca, dünyadaki bütün dindarlar da masa, kasa, nisa imtihanını kaybediyor değiller herhalde..

Mesela Afganistan'daki müslümanlar da aynı imtihanı yaşadılar.. Onlara da küresel küfür güçleri "Bizimle işbirliği yaparsanız Afganistan hükümetinde size de yer vereceğiz, sizin adamlarınız da bürokrat, bakan vs. olacak.. Dolu gibi yağan bombaların, mermilerin, kurşunların yerini yağmur gibi yağan dolarlar alacak.. Ölmeyeceksiniz, yaşayacaksınız, modern hayatın tadını çıkaracaksınız" dediler..

Fakat onlar kabul etmediler.

Bizim bu pek nazlı ve kırılgan ateist ve deistlerimiz demek ki Türkiye'de de Afganistan'daki gibi müslümanlar arıyorlar.

Arıyorlar mı?

Tı!..

Bu durumda ateist ve deistlere "Atma Recep, din kardeşi bile değiliz" demek gerekiyor.

Tamam bu ülkenin dindar bilinenleri (yüzde doksan küsur nisbetinde) üçkâğıtçı da, deist ve ateistlerinin onlardan kalır yanı var mı?

Yok!..

Hatta onlar çok daha üçkâğıtçılar..

Kaplan gibiler sekülerlere, deist ve ateistlere şirin görünmek için böyle konuşmuyorlarsa insan saflığının uçurum kenarındaki son sınırında tehlikeli akrobatik cambazlıklar yapıyorlar demektir.

*

Kaplan'ın son cümlesine gelelim:

"Bu konu sosyal bilimcilerin özellikle araştırmaları gereken taze araştırma alanlarından biri şu ân."

Evet, mesele sosyal bilimler açısından araştırma konusu yapılabilir.

Fakat işin bir de İslamî ilimler boyutu var..

İmdi, sosyal bilimler açısından meseleye baktığımızda şunu söylemek gerekir: İnsanların (başlangıçta deist ve ateist değilken) deist ve ateist olmaları salt onlarla aynı toplumda yaşayan "dindar" insanların hal ve hareketleriyle izah edilemez.

Neden aynı durumdaki bazı insanlar deist ve ateist olmamaktadır da diğerleri olmaktadır?

Sonra deizm ve ateizm esas itibariyle metafiziğin konusudur, sosyolojinin değil.. Dolayısıyla Allahu Teala'nın varlığı meselesi toplum fertlerinin davranış tarzları üzerinden tartışılamaz.

Genel olarak kâinata ve kâinattaki işleyişe, göklerdeki düzene, dünya üzerindeki sayısız canlılara (bitkilere, kuşlara, kara ve deniz hayvanlarına) bakmayıp salt kendi toplumundaki birkaç insanın yaşamına bakarak "Tanrı yoktur" ya da "Sadece Tanrı vardır, peygamberler ve ahiret yoktur" diyen bir angut öküzün ateistlik ya da deistliğini dert etmemek gerekir. Böylesi, imanı hak etmeyen bir öküzdür, onun için üzülmeye değmez. 

Böyle bir (sonradan deist ya da ateist olan) "dinli"de mantık ve samimiyet olsa, dindar görünüp de dindarlığın tam tersi yönde hareket edenler için bir ahiret hesabının bulunuyor olmasından memnuniyet duyar, "Tanrı yoktur, varsa bile kullara karışmıyor, istediğiniz her haltı gönlünüzce yiyebilirsiniz, buna dindarlar da dahil" diyen ateistlik ve deistliğe meyletmez, o dindarlardan daha sıkı dindar olurdu.

Çünkü, sahtekâr dindara bakıp ateist ya da deist olmak, söz konusu dindarın "dine aykırı" davranışını onaylamak anlamına gelir.

Çünkü ateizm ve deizme göre, din diye birşey yoktur, dolayısıyla dindar insan din vasıtasıyla aldatılan insandır, ve dine aykırı hareket etmesi, uydurma prangalardan kurtulması anlamına gelmektedir.

*

Ateizm ve deizm sadece dinsizlik değildir, aynı zamanda ahlâksızlıktır.

Çünkü ahlâk, dinden bağımsız olarak temellendirilemez.

Din yoksa, günah diye birşey de yok demektir. Bu durumda günah ve ahlâksızlık diye bilinen herşey “insan uydurması” hurafeler haline gelir.

Bu yolun sonunda varılacak nokta, Sofistlerin savunduğu “adaletin ve ahlâkî erdemin, güçlülerden kendilerini korumak isteyen zayıfların icat edip uydurdukları birer safsata olduğu” inancı olabilir.

Bir adım sonrası ise, yaşama hakkının sadece güçlülere ait olduğunu savunan Sosyal Darwinizm’dir.

Dolayısıyla, bir ateist ve deistten (teorik olarak), akla gelebilecek her tür kötülük beklenir. 

Çünkü ahlâkın gerçek tek temeli ilahî adalete olan inançtır.. Kişinin yaptığının yanına asla kâr kalmayacağı inancıdır.. Mehmed Akif'in dediği gibi, 

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; 

Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Yüreklerden çekilmiş faz edilsin havfı Yezdan'ın,

Ne irfânın kalır te'sîri kat'iyyen, ne vicdânın.

Evet, Allah korkusunun (havfının) bulunmadığı (ya da zayıf olduğu) yerde irfan, ahlâk edebiyatı, vicdan vs. hepsi hava cıvadır.

Kısacası, deist ve ateiste göre, dinini yaşayan “dindar”, boş hurafelerle kendisini aldatan bir ahmaktır, takdir edilip de örnek alınacak, böylece onun hatırına ateizm ve deizmden vazgeçilecek biri değildir..

Dindar görünüp dinsizce hareket eden adam ise zekâ küpüdür, ateistlik ve deistliğin ruhunu yakalamıştır.

*

İmdi, meseleyi salt "masa, kasa, nisa" meselesi olarak görmek, olayı basite almaktır.

Bunlar işin "amel" boyutu, daha önemli olan ise itikat..

Bu dindar dediğimiz insanların büyük bir bölümünün Şeriatçılıktan vazgeçtiklerini, laiklik savunucusu hale geldiklerini, Atatürk dindarlığı, diyaneti vs. istediklerini görüyoruz.

Gördük.

Hayır, “masa, kasa ve nisa” avcısı bu şahıslardan Türkiye'ye Şeriat getirmek için çalışmalarını ya da yüksek sesle Şeriatçılık yapmalarını, Şeriat'i savunmalarını bekliyor değiliz.

"Şeriat şart değildir, laiklik de olabilir" dememeleri gerekiyordu.

Fakat dediler.

Bu konuda örnek aldıkları kişi ise Erdoğan’dı.. Mısır ve Tunus'a gidip "Şeriat yerine laiklik" tavsiye etmişti.

Hayır, ondan Türkiye'ye Şeriat getirmesi gibi bir talebimiz ve beklentimiz yok, hiçbir zaman da olmadı, fakat (en azından kâğıt üstünde Şeriatçı olan) Mısır ve Tunus'tan Şeriat'e sırt çevirmelerini istememeliydi.

Şu meşhur sözü bu olaya uyarlayalım: Şeriatçılık değirmeni sele gitmiş Yusuf Kaplanlar masa şakşağının derdinde..

*

Evet, bu meseleleler sosyal bilimler açısından ele alınabilir.. 

Fakat, aklı, fikri, kapasitesi, hafızası, mantığı sınırlı olan insanın bilgisi her zaman eksik olmaya mahkumdur, kesin bilgi (hüccetullahi'l-baliğa) ancak Allah Azze ve Celle katındandır.

Ateisti, deisti, şusu busu ahirette "Ben dindarlara baktım dinsiz oldum, mazeretim var, asabiyim ben" diyemeyecektir.

Dindarlar iyi örnek olacakmış da bu beyzadeler doğru yola gelecekmiş.. Sen onu külahıma anlat..

Hz. Nuh a. s. gibi bir peygamber yüzlerce sene insanlara "örnek" oldu da ne oldu?

"Çok doğru" bir peygamber olan Hz. Musa a. s.'dan daha örnek dindarı nerden bulacaksın?.. Ona bile Mısırlılar dönüp bakmadılar.. 

İsrailoğulları bile o kadar mucizeyi, hatta denizin önlerinde yarıldığını gördükleri halde Allahu Teala'yı bırakıp içine rüzgâr girince böğürme sesi çıkaran bir buzağı heykeline tapabildiler.

Bu zamanın dindarının gözünde de Allahu Teala'nın Şeriati'nin, bakırdan bir Atatürk heykeli kadar saygınlığı yok.

Mesela TBMM'de Şeriat kelimesini ağzına bile alamazsın, fakat Hasan Kaçan'ın filminde (Sürgün İnek) olduğu gibi kazara bir inek (gerçek inek) bir Atatürk büstüne zarar verse yandı gülüm keten helva (Filmde, olmuş bir olay anlatılıyor)..

*

İnsanların durumu bu.. 

Evet, Allahu Teala şöyle buyuruyor:

"Şiddetle arzulasan da insanların çoğu iman edici değillerdir." (Yusuf, 12/103)

".. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler...." (Araf, 7/146)

Bu deist ve ateist olan çıtkırıldımlar, kendileri gibi deist ve ateistlerin canavarlıklarını görüp durdukları halde niye deizmden ve ateizmden vazgeçmiyorlar peki?

*

Evet, Yusaf Kaplan'ın dile getirdiği görüş yeni değil.. Senelerdir duyuyoruz..

Kimisi şeyh, kimisi ilahiyat prof.u, kimisi meşhur yazar, kimisi sarık şalvar yerinde ekran soytarısı, yıllardır aynı hikâyeyi anlatıyorlar.

Müslümanlar (dindarlar) iyi örnek olursaymış bütün dünya müslüman olurmuşmuş..

O kadar kolay olsaydı Lut a. s. yaşadığı toplumun yola gelmesini sağlardı.. Ondan iyi "örnek adam"ı nerden bulacaksın?!.. Ama karısı bile iman etmedi.

"Kasa, masa, nisa" meselelerinde Hz. İsa a. s.'dan daha iyisini bul da getir bakalım.. Böyleyken "dindar" yahudiler onu "devlet"e şikâyet ettiler, yargılandı..

Ve mahkeme, devletin adaleti, anlı şanlı Roma hukuku, Hz. İsa’yı suçlu buldu..

O günün "kutsal devlet"i, Hz. İsa'nın din istismarcısı olduğuna hükmetti.

Mahkeme, Hz. İsa'nın "yasalara göre" çarmıha gerilip öldürülmesi kararını verdi. Böylece toplum, bu "kamu düzeni için çok tehlikeli" şahıstan kurtarılmış oluyordu.

Ateisti, deisti, putçusu, Sezarcısı, “örnek insan” Hz. İsa'ya bakıp yola gelmediler, onu öldürmeye karar verdiler.

Bu işler böyledir.. Gerçeklerle edebiyat, hayal dünyası ile hayat dünyası farklı..

Sanki sen iyi örnek olsan bu ateist ve deist angutlar hemen tevbe edecek!.. 

Mesela şu LGBT taifesine nasıl iyi örnek olacaksınız, onları nasıl ikna edeceksiniz, bir anlatın bakalım.

*

İmdi, "İyi örnek olacağız, millet yola gelecek" edebiyatı yapanlar için iki şey söylenebilir: 

Birincisi, Kur'an'dan habersizler. 

İkincisi, yaşadıkları dünyadan habersizler..

Gerçeklikle bağlarını koparmışlar.. Gerçekçilik notları sıfır.

Fakat idealist de değiller, konformistler.. Ateizm ve deizmin yükselen trend olduğunu görünce onu “masum ve suçsuz” ilan etmek için derhal sıraya giriyorlar.

Bununla birlikte, böylesi söylemlerin “derin” mahfillerde pişirilip fast food olarak servis ediliyor olması ihtimali de gözardı edilemez.


E-KİTAP: AJANIN DİN MÜHENDİSLİĞİ - LAİKLİKLE VAFTİZ EDİLMİŞ MÜSLÜMANLIK

 

https://www.academia.edu/107421446/Ajan%C4%B1n_Din_M%C3%BChendisli%C4%9Fi_Laiklikle_Vaftiz_Edilmi%C5%9F_M%C3%BCsl%C3%BCmanl%C4%B1k_Seyfi_Say


AJANIN DİN MÜHENDİSLİĞİ

LAİKLİKLE VAFTİZ EDİLMİŞ MÜSLÜMANLIK



Dr. Seyfi SAY

 

İÇİNDEKİLER

 

ÖNSÖZ 4

CİHADİST (CİHATÇI) ŞEVKET 6

DEVLET, DERİNİ VE YÜZEYSELİYLE AYNI ŞEYDİR 8

KARAPENÇE, CASUSLUK VE MEHMET ŞEVKET EYGİ’NİN KARAKTERİ 16

SAPIK AJAN 24

AJANIN TAKKESİ DÜŞTÜ, KELİ GÖRÜNDÜ 29

NATO, CIA, GLADIO, ÖRTÜLÜ OPERASYON, KONTRGERİLLA VE MEHMET ŞEVKET 34

NÜFUZ (TESİR/ETKİ) AJANI OLARAK MEHMET ŞEVKET 35

İSLAM’IN ÖNÜNDEKİ ENGELLERDEN BİRİ 37

YAMAN ÇELİŞKİ 42

TEKKE OYUN HAVALARI VE TASAVVUFÎ DÜĞÜN MÛSIKÎSİ 52

MEHMET ŞEVKET’İN MÜRŞİDİ KIBRISLI NAZIM 54

HRİSTİYANÎ MÜSLÜMANLIK (!) 58

RÜYADA ŞEYHTAN GÖRMENİN TABİRİ 66

İSLAMÎ (!) ŞARLATANLIĞIN DUAYENİ 69

İCAZETSİZ İCAZET FETİŞİSTİ 72

KİBAR KİBİR “BENDENİZ” ŞEVKET VE CEM KARACA 77

KİBAR BENDELERİ VE SANEM ALTAN 82

AYNA AYNA, ÖĞÜT VER ONA! 88

“BENDENİZ” SOSLU AZGIN KİBİR: “SEN BANA NASİHAT ETME!” 91

NE YAPACAĞINI ŞAŞIRMIŞ 94

EHLÎ SÜNNETÇİLİK YAPAR, KUR’AN’I KENDİ REYİYLE TEFSİR EDER  99

MEHMED ŞEVKET EYGİ, EHL-İ SÜNNET İTİKADI VE İBN ARABÎ 103

İHANETİN YEDİ SÜLALESİ 108

EYGİ’NİN İBİŞÇE RÜYASI 113

 *

ÖNSÖZ

 

Galatasaray Lisesi ve Ankara Siyasal mezunu Mehmet Şevket Eygi ilginç bir kişilikti.. Bir gazeteci-yazar olarak özellikle 1960’lar ve 70’lerin başında dindar kesimi etkiledi. Bir “kanaat önderi” gibi peşinden sürükledi.

Çıkardığı gazeteler kapandıktan sonra kendisine söz hakkı tanıyan hemen her yerde görünmeye başladı. 1980’lerde Haldun Simavi’nin 39 gün süren bir sağcı gazete macerası içinde yer aldığı gibi 1990’lı yıllarda da Aydın Doğan’ın Rahmi Turan tarafından yönetilen Son Çağrı gazetesinde yazdı. Yine 1980’lerde bir ara Zaman gazetesini de yönetti.

Fakat asıl mekânı 1991’den vefat ettiği 2019’a kadar kalem oynattığı Milli Gazete oldu.

Şehirlilikten, mimariden, görgüden, nezaketten, eski İstanbul adabından, musikiden, sanattan, bitkilerden, çaylardan, Osmanlıca’dan, edebden, velhasıl her bir şeyden söz ediyordu fakat anlaşıldığı kadarıyla edebiyatla pek ilgilenmiyordu.

İyi olan taraf şuydu ki, edebiyatçılara edebiyat öğretmeye kalkışmıyordu.. Fakat aynı olgunluğu dinî ilimler alanında göstermedi.. Bilmediği konularda çalakalem ahkâm kesti.. Yazılarına bakıldığında İslamî ilimlerin usulünün “u”sundan bile habersiz olduğu anlaşılmaktaydı. Kur’an ve hadîs kültürü yok denecek seviyedeydi.. Daha doğrusu takvim yaprağı düzeyinde bir kültürü vardı, tümden boş değildi. Fakat Japon çay seremonisi ve İngiliz Eton Koleji’ndeki takıntılı gelenekler gibi mevzular hakkında engin ve derin bilgiye sahipti.

Kuşkusuz medya sektöründe böylesi tuhaf insanlara da ihtiyaç var.. Mehmet Şevket de saygı ve şükranla anılmayı hak edebilirdi, şayet İslamcılık, hilafet, Ehl-i Sünnet ve itikadî mezhepler gibi konularda akla ziyan şeyler yazmamış olsaydı.

Hatalarını ve saplantılarını cahilliğine, “medenî-şehirli” taasssub ve inatçılığına, “bendeniz” enaniyet ve kibrine, görgüsüz “görgücü”lüğüne bağlıyorduk, fakat İçişleri eski Bakanı Faruk Sükan ile Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin’in onunla ilgili açıklamaları, işin bir de “özel görev” boyutu olduğunun düşünülmesine yol açtı.

Anlaşılıyordu ki, bununki bilinçli bir sakarlıktı.

*

Bu çalışmamızda yer alan yazıların hemen tamamı Şevket Eygi’nin sağlığında yayınlanmış bulunuyor. Ancak gözden geçirip küçük rötuşlar yapmış bulunuyoruz.

Mesele salt Eygi’in “özel görev”i olsaydı, bunları geçmişte bırakmak, tekrar dönüp bakmamak daha uygun olabilirdi. Fakat, yazılarıyla 100 binlerce insanı etkilemiş durumda. O nedenle, yazdığı saçmalıklara projeksiyon tutulmasını bugün de hak etmektedir.

Ayrıca, o vefat etmişse de, misyonunu sürdürenler var, ve Mehmet Şevket’in şahsında onlara cevap vermek gerekmektedir.

Çünkü onu kullanan odakların elindeki tek aparat Mehmet Şevket değildi.

 

SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...