MUSTAFA KEMAL'İ TEHDİT EDEN ADAMIN ANALİTİK ZEKASI

 




Soner Yalçın, "Mustafa Kemal'i tehdit eden isim" başlıklı bir yazı kaleme almış..

Demek ki "tehdit edilmek" bir meziyet..

İmdi, istihbarat (gizli servis) alavere daleverelerinin de işin içine bolca girdiği "devletler arası oyun"larda, görüntüye fazla aldanmamak gerekir.

Tehditler olsun, dostluk ve bağlılık mesajları olsun, göstermelik olabilir.

İç politikada bile bu böyledir.

Mesela Samsun'a İngiliz vizesiyle çıkan Atatürk, Padişah'ın sarayını başına yıkmayı kafasına koymuş olduğu halde onu hiçbir zaman tehdit etmedi.

Tehdit etmeyi geçtik, adam yerine koymaması anlamına gelen bir lakaydi bile sergilemedi.

Tam aksine, sürekli "Kulları Mustafa Kemal" imzasıyla telgraf gönderip bağlılık yeminleri etti.

Hatta, Erzurum Kongresi sırasında göndermiş olduğu (içinde beş defa "kulluk" arzedilen) telgrafını TBMM'nin açılışı münasebetiyle yaptığı konuşmada bütün milletvekillerinin önünde okudu. 

Halbuki aynı adam, bu telgrafı gönderdiği sırada sadık bendeleri Mazhar Müfit ve Süreyya Yiğit'e kimseye söylenmemesi kaydıyla saltanata son vereceğini ve cumhuriyet ilan edeceğini söylüyor, kendisinin gelecekteki cumhurbaşkanı olacağı mesajını veriyordu.

*

Eski MİT ajanı Prof. Mahir Kaynak'ı çok çabuk unuttuk.

Analiz meraklılarına sürekli şunu anlatıyordu:

Eylem ve söylemler tek başına birşey ifade etmez.. Önemli olan, onların nasıl bir algıya yol açacağı ve hangi sonuçlara zemin hazırlayacağıdır.

Atatürk'ün Vahideddin'e karşı olan takiyyesinin (hile ve yalanının) durumu da bu.

Adam görünüşte sadakat arzediyor, gerçekte ise kuyu kazıyor.

Aynı şekilde siyaset arenasında yaşanan bazı döğüşler danışıklı döğüştür. Maksat, birilerini aldatıp tufaya getirmektir.

Fiiliyata yansımayan kuru sıkı tehditler tek başına birşey ifade etmezler. 

Bazen böylesi tehditler yalandan "O, bizim adamımız değil, hatta ondan nefret ediyoruz, elimizden gelse çiğ çiğ yiyeceğiz" mesajını vermek için yapılır.

Buna karşılık, gerçekten hedefe konulan isimler, bakarsınız ki, tuzak anlamına gelen ikramlar eşliğinde zehirlenir ya da sırtından hançerlenir.

Tıpkı Atatürk'ün yalandan Padişah'ın "kul"u olması, tek gayesinin saltanat ve hilafet makamının korunması olduğunu söylemesi, bunun için sular seller gibi yemin etmesi gibi.

*

Her neyse, biz Soner Yalçın'ın yazısına dönelim.

Düz mantıkla (safça) bakarsanız son derece naif ve çocuksu bulacağınız, fakat Mahir Kaynak gibi "kritik-analitik" yaklaşırsanız oldukça kurnazca kaleme alınmış olduğunu teslim edeceğiniz yazısında şu ifadeler yer alıyor:

Analitik zeka, kriz karşısında çözüm odaklı düşünmektir.

Analitik düşünme yeteneği, problemlere köklü çözümler getirir. Bu kuşkusuz verilerin sistematik analiziyle mümkündür. Mesela:

Mustafa Kemal, Anadolu'ya ayak basar basmaz moral bozucu haberler almaya başladı:

Örneğin:

İngiliz Yarbay Rawlinson bizzat Mustafa Kemal'i tehdit etti:

-“Erzurum'da kongre toplamanıza izin veremeyiz.”

Örneğin:

Fransız Jandarma Müfettişi Binbaşı Brunot Sivas Valisi Reşit Paşa'yı tehdit etti:

“Kongre Sivas'ta toplanırsa şehri beş gün içinde işgal ederiz.”

Sinirler gergindi…

Moraller bozuktu…

Milli Mücadele doğmadan boğulacak mıydı?

Mustafa Kemal, İngiliz Rawlinson'un tehdidinden bir gün sonra:

10 Temmuz 1919. Saat, 16.00. Erzurum Müstahkem Mevki Kumandanlığı binası.

Mustafa Kemal arkası pencereye dönük sekiz kişilik masanın baş tarafına oturdu. Bir yanında Erzurumlu Hoca Raif (Dinç) Efendi diğer yanında Kazım Karabekir vardı. Soğukkanlıydı.

Masanın üstünde Avrupa haritası bulunuyordu.

Erzurumlu “Dursunbeyoğlu” ailesinden maarifçi Cevat Bey, toplantıda neler olduğunu “Milli Mücadelede Erzurum” kitabında yazdı:

AVRUPA ÇÖZÜMLEMESİ

-“Mustafa Kemal Paşa masaüstündeki haritanın başında bize dünyanın o günkü askeri ve siyasi durumunu en ince noktalarına kadar anlattı. Sonra da Türkiye'nin o günkü durumuna geçerek Anadolu'da milli direnişin başarıya ulaşacağı düşüncesi üzerinde ısrarla durdu.

-“Paşa bu açıklamasında iki noktaya dayanıyordu: Birincisi, Türk milletinin bağımsız yaşamak konusundaki azmi. İkincisi de büyük bir savaştan henüz çıkmış bulunan o zamanki galip devletlerin ikinci bir dünya savaşına giremeyecekleri düşüncesi idi. Bu düşüncesini iki önemli noktaya dayandırıyordu:

-“Birincisi, bu milletlerin savaştan yorgun düştükleri ve başlarındaki hükümetlerinde ‘milli irade' dışında hareket edemeyecekleri idi. Bu duruma örnek olarak bir ay kadar önce (Bolşevik Devrimi önlemek için savaşan) Vrangel ve Denikin ordularına yardım etmek üzere Kırım'a çıkarılmış olan büyükçe Fransız askeri birliğinin tek kurşun bile atmadan gemilerine dönmüş olduklarını ve Meriç'in batısında Bulgar milli kuvvetlerinin Yunan birliklerini çekilmeye mecbur bırakmaları karşısında, müttefiklerin yardımda bulunmamalarını delil gösterdi.

-“İkinci nokta galip devletlerin ‘ganimet paylaşmasında' anlaşmazlığa düşmüş olmaları idi.

-“Paşa, dört saat süren oturumda sorulan çeşitli suallere inandırıcı cevaplar verdi ve oturumu iki cümleyle kapadı:

-“Görüyorsunuz ki, bu şartlar altında karşımızda yalnızca Yunan kuvvetleri kalacaktır. Eğer, Türk milletini tek bir direniş cephesi halinde birleştirebilir ve ordumuzu kısa zamanda düzene koyabilirsek çok geçmeden Yunan ordusunu denize döker, memleketi istiladan kurtarır, tam bağımsızlığa kavuştururuz.”

*

Atatürk'ün anlattıklarının gerçekte hiçbir orijinalitesi yok.

Mevcut durumla ilgili analizin patenti aslında Kâzım Karabekir'e ait.

Karabekir'in Atatürk'ten tam bir ay önce İstanbul'dan Anadolu'ya geçmesinin nedeni de bu.

Kafasındaki plan, Anadolu'da bir direniş örgütlemekti.

Hatıratında aktardığı gibi, söz konusu analizini ayrıntılı biçimde Mustafa Kemal'e de anlatmıştı, ve o, aynı fikirde olmadığını söylemişti.

Sonra nasıl olduysa birden bire hidayete erdi, ve yaveri olduğu, kendisine çok güvenen (ne de olsa "kul'u) Vahideddin tarafından görevlendirildi.

Adamın Vahideddin gibi İngilizler'le de diyaloğu iyiydi. Nutuk'unda itiraf ettiği gibi, İngiliz Gizli Servisi'nin İstanbul şefi Frew'la "bir-iki" defa gizli/mahrem görüşme yapmış bulunuyordu.

*

Vahideddin (İstanbul Hükümeti), Atatürk'e olağanüstü yetkiler vermiş durumdaydı. 

Görevinin adı müfettişlikti, gerçekteyse Anadolu genel valiliği anlamına geliyordu.

Çünkü, Van'dan Ankara'ya kadar bütün vatan sathında hem askerî hem de mülkî/idarî makamlara emir verme, görevden alıp atama yapma yetkisine sahipti.

İstediği valiyi görevden alabilir, yerine yenisini atayabilirdi.

Mesela, Refet Bele'yi hemen Samsun valisi atamıştı.

Verilen bu yetkilere karşılık ondan beklenen hemen Yunan'a karşı gerekli önlemleri almasıydı.

Halbuki Atatürk'ün kafasındaki plan başkaydı. Kongreler yapıp ardından yeni bir meclis (İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'ın yerini alacak bir TBMM) oluşturmak, sonra da, "Ben yetkimi Osmanlı Devleti'nden ve Padişah'ın altına imza attığı belgeden değil, milletten, milletin meclisinden alıyorum" diyebilmek istiyordu.

Bu yeni meclisin ilk işi de, "Hıyanet-i Vataniye Kanunu" diye bir kanun çıkarıp, kendisinin otoritesine iman etmeyenlerin (Osmanlı Devleti'ne bağlı kalanların) idam edileceğini duyurmak olmuştu.

Asıl dert Yunan'la mücadele değildi.. Zaten o arada İngilizler Yunan'ı Milne Hattı ile durdurmuşlardı. Atatürk rahat rahat kongrelerini yapabilir, meclisini toplayabilir, Padişah'ın kuyusunu kazabilirdi.

Ama Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin rahat durmayacağı, daha baştan, "Kendi kendine kongrecilik oynamayı bırak, sana verdiğimiz yetkiler neyine yetmiyor, haydi cepheye" diyecekleri kesindi.

Bu durumda Atatürk, hain konumuna düşecekti.

Fakat İngilizler, Atatürk'ün değil, Vahideddin'in hain konumuna düşmesi için gereken adımları attılar.

Vahideddin'e ve İstanbul Hükümeti'ne, "Mustafa Kemal'i geri çağırın" diye baskı yaptılar.

Böylece, Mustafa Kemal, İngiliz'in korkup tırstığı kahraman haline geldi. Padişah ve İstanbul Hükümeti ise İngiliz işbirlikçisi..

Rawlinson hergelesinin Mustafa Kemal'i tehdit etmesinde şaşılacak bir yan yok. (Mutlaka başkalarının yanında tehdit etmiştir, ancak gerçek "hedef"ler örtülü biçimde tehdit edilir.)

*

Daha önce bu konuları ayrıntılı biçimde yazmıştık. 

Aslında söylenecek çok şey var, fakat lafı uzatmak istemiyoruz.

Son sözü Abraham Lincoln'a bırakalım:

"Bütün insanları bir zaman kandırabilirsiniz, bazı insanları daima kandırabilirsiniz, fakat herkesi her zaman kandıramazsınız."

"You can fool all the people some of the time, and some of the people all the time, but you cannot fool all the people all the time."


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...