DEVLET İDARESİNDE ABD VE AVRUPA BİRLİĞİ'Nİ ALLAHU TEALA'DAN BÜYÜK BİLMEK

 




Yeni Şafak gazetesinin arkadan kurmalı yazarlarından İsmail Kılıçarslan, 11 Ocak 2025 tarihli yazısında, “İslam dünyasında yaşanan bazı gelişmelerin arkasında Batılılar’ın (Hristiyan ve Yahudiler’in) bulunduğunu” düşünen müslümanlara hakaretler yağdırmış.

İddiasına göre, o gerzek müslümanlar, Amerika da, İsrail de (haşa) Allah’tan büyüktür” diyorlarmış.

Bu Müslüman türü, Müslümanların başardığı herhangi bir şeyi asla tek başlarına başaramayacaklarını düşünen bir ezikler topluluğu” imiş.

Bu arsız ve utanmaz “yandaş”ın lafları böyle.

Birileri hakkında böyle bir iddiada bulunuyorsan, o anlama gelen sözlerini aktararak iddianı delillendirmen, ispat etmen gerekir.

Yazısında bu yok.

*

Yaptığı şey basbayağı ahlâksızlık.

Eleştirdiği kesimlerin sözlerini çarpıtıyor, abartıyor, onların ağzından laf uydurup “Böyle konuşuyorlar” diyor, resmen yalan söylüyor.

İmdi, ey riyakâr geveze, ey utanmaz nesne, sen Allahu Teala’nın büyüklüğünü bu kadar iyi anladıysan, niye programdaşın Aydın Ünal Allahu Teala’nın Kur’an’daki hırsızın elinin kesilmesi hükmünü “faydasız, geçersiz, etkisiz” ilan ettiğinde, ona, “Allah’ın ilmi ve kudreti” hesabına itiraz etmedin?

Sende zerre kadar bir samimiyet kırıntısı ve İslamî hassasiyet olsaydı, bunu yapardın.

Ama yapmazsınız.

Şimdi ben, “Abilerinize, sizi yemleyen otoritelere olan saygınız ve bağlılığınız Allahu Teala’ya olandan daha büyük” dersem, hata etmiş olur muyum?

Sence?

*

Bu şahıs bir de (İslam adına) Türkiye’nin başarılarından söz ediyor.

Kelin ilacı olsa kendi başına sürer.

Sen daha (İslam açısından apaçık şirk olan) “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık” yeminini kaldırmayı bile başaramıyorsun.

Değil kaldırmak, bunu dile getirme cesaretin (hatta belki niyetin) bile yok.

Anayasan, İslam’a göre küfür anayasası (“örtücü” anayasa, gerçeği örten).. (İslam’a göre böyle.. Atatürkçülüğe göre ise, çağdaş ve uygar bir anayasa..)

Türkiye’nin Suriyeli sığınmacı alimlere kucak açmış olması tek başına pek fazla bir anlam ifade etmiyor. Esed’i eleştirdikleri kimi hususlarda aynı tenkitleri Türkiye rejimine de yöneltsinler, bakalım bu ülkede o zaman da rahat edebiliyorlar mı?!

Bu memleketin dışı seni yakar, içi beni!

[Teşkilat diye, MİT’i anlatan bir “devlet dizisi” var.. Son bölümlerden birinde, mafyaya sızmış ve başıbozukluğundan dolayı görevinden uzaklaştırılmış olan bir ajan MİT’e yeniden kabul ediliyor ve “yemin” ediyor.. Kur’an’a, bayrağa ve silaha el basarak..

İslam’a göre yeminde el basma diye birşey olmaz, dil ile yapılır.

Fakat burada asıl sorun bu değil, asıl sorun, bayrağın ve silahın Kur’an’a denk hale getirilmesi..

Allahu Azîmüşşan’ın kitabı karşısında senin bayrağının ve silahının, öldürme aletinin ne kıymeti vardır!..

Bayrağın Kur’an karşısında ne değeri var ki?!..

Dünyadaki her devletin, devletimsinin bir bayrağı var.. Hatta terör örgütlerinin bile bayrağı mevcut.

Tabanca dersen, haydutların ve eşkıyanın elinden düşmüyor.. Hak için kullanıldığı yer bir ise, zulüm ve haksızlığa vasıta edildiği yer bin..

Masonik bir örgüt gibi yasadışı bir suç çetesi olarak kurulan İttihat ve Terakki’nin ihdas ettiği Teşkilat-ı Mahsusa (istihbarat teşkilatı) için çalışanlar, artık kimlere özendilerse, böyle bir yemin icat etmişlerdi.. Öyle anlaşılıyor ki MİT’çiler de “Abilerimizden, atalarımızdan böyle gördük” diyerek bu masonik neşveli ritüel ya da ayini sürdürüyorlar.

Değil tabanca adı verilen cinayet aleti, Kâbe üzerine yemin etsen bile şirk koşmuş olursun. Abdullah ibni Ömer r. a. “Kâbe’ye yemin olsun ki” diyen bir adama şunu demişti: “Allah’tan başkasına yemin edilmez. Çünkü ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse şüphesiz ki o kâfir olur veya müşrik olur.”

Hadîs Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde yer alıyor ve sahih.]

*

Bu tiplerin, Vehhabîlikten söz edildiğinde (Müslümanlar, sanki kendi başlarına, doğru veya yanlış, bir iş yapamaz, birşey düşünemezlermiş gibi) hemen “İngiliz oyunu” kayığına atladıkları görülüyor.

Ortadoğu’daki Kürtler’le ilgili her gelişmeyi de bu paranteze hapsediyorlar.

Kürt’ün hiç aklı yok.. Herşey dış güçlerin oyunu..

Bir Kürt’ün de kendilerine, “Bunlar, İsrail’i ve ABD’yi Allah’tan daha büyük görüyorlar” diyebileceği akıllarına gelmiyor.

İngiliz’in Şerif Hüseyin şerefsiziyle çevirdiği dolapları çok iyi anlatıyorlar, fakat Selanikli Mustafa Atatürk ile olan samimiyetleri bahsine gelince ezberleri bozuluyor.

Bu İsmail şovmeni, bir ara Taliban’ın ABD karşısındaki zaferini de Rusya’ya, Çin’e vs. bağlamaya çalışmıştı, fakat eline tutuşturulan hurafe bombası Afganistan İslam Emirliği’nin Çin karşısındaki şahsiyetli duruşu karşısında kucağında patladı, eli hurdahaş oldu.

Çünkü Taliban, Çinlilerin istedikleri Doğu Türkistanlıları teslim etmeyi reddetti. “Ulusal çıkar” ibahiyeciliği ve menfaat putçuluğu ile hareket etmeyi kabul etmedi. Dünyevî hesap yapmadı.

Türkçü Türkiye’nin Doğu Türkistan politikası bahsine ise hiç girmeyelim..

Afganistan İslam Emirliği, “Allah en büyüktür, hakimiyet kayıtsız şartssız Allah’ındır” diyor, dünya üzerindeki hiçbir devletin kendisini resmen tanımaması pahasına İslam’dan taviz vermekten kaçınıyor.

Sen ise mezarlıkta Kur’an okumayı iyi müslümanlık için yeterli görüyor, anayasanı tam da ABD ve İsrail kafasına göre hazırlıyor, sonra da Taliban’dan daha iyi müslüman kabul edilmeyi bekliyorsun.

Haline kargalar bile gülmüyor, bakıp ağlıyor.

*

Şeytan, insanın düşmanıdır ve hiçbir zaman tatil yapmaz.. Daima iş üstündedir.

Şeytanlaşmış insanlar ve odaklar da aynı durumdadır. Durmazlar.

Uluslararası hile ve entrika işi çağımızda kurumsallaştı, profesyonel hale geldi, mesleğe dönüştü, uzmanlık niteliği kazandı, Leviathan’ı andıran birer “teşkilat” canavarı olarak arz-ı endam etmeye başladı.

Gizli servisler neredeyse dışişleri bakanlıklarının önüne geçmeye başlamış bulunuyor. (İbrahim Kalın’ın Suriye’ye Hakan Fidan’dan önce gitmiş olduğunu hatırlayalım.)

Dolayısıyla, İslam dünyasındaki her gelişmeyi Batılıların oyunu olarak görme anlayışı kadar, yaşanan gelişmelerin tamamını “bağımsız, spontane” gelişme olarak gösterme yaklaşımı da yanlıştır.

İmdi, Allahu Teala Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hakkında şöyle buyuruyor:

Ve eğer biz sana sebat vermemiş olsa idik sen onlara az birşey meyledeyazdındı.” (İsra, 17/74)

Yine, ayette şu da buyuruluyor:

“Senden önce, hiçbir resûl ve hiçbir nebî göndermedik ki, o bir temennîde bulunduğu zaman, şeytan onun temennîsine (ümniyyesine: idealine, davasına) bir ilkâda bulunmuş olmasın! Allah, şeytanın attığını derhâl giderir; sonra Allah âyetlerini sağlamlaştırır. Çünkü Allah, alîmdir (herşeyi bilendir), hakîmdir (her işi hikmetli olandır).” (Hac, 22/52)

Şeytanî gizli servis ve teşkilatların çalışma yöntemleri de böyle..

Her zaman doğrudan cephe almazlar, daha çok, içlerine nüfuz ettikleri yapıların temennî ve dileklerini kendi hesapları doğrultusunda tahrif, tağyir ve tebdil eder, güncellemeye tabi tutarlar.

Bu, hak üzere olma kaygısı taşıyanların durumu.. Bir de şeytanların, tabiri caizse güle oynaya kucağına oturan, onlar gibi çağdaş, "zamanın ruhu" ile barışık ve onların izinde uygar/medenî/şehirli olmaya çalışan, onların ilke ve devrimlerine iman eden tipler var.

Öyle ki, bugün dünya üzerinde, anayasasında iman ve İslam’ın “i”si bile yer almayan (halkı çoğunlukla müslüman) küfür devletleri mevcut.

Bunlara şeytanın fazladan bir ilkada bulunması gerekmiyor, çünkü (“kökten dinci” vezninde) “kökten şeytancı” ya da “kökten tağutçu” durumdalar.

*

Şu sıralarda Nurcular arasında yaşanan bir tartışma var.. Bir tarafta gazeteci Mustafa Kaplan yer alıyor, diğer tarafta ise onun “Paralel Nurculuk” diye adlandırdığı kesim.

Tartışma sırasında yazılıp çizilenlerden öğreniyoruz ki, merhum Bediüzzaman, en yakın talebelerinin, masonların oyuncağı haline gelerek davasının (hareketenin) istismar edilmesine yol açacakları endişesi taşıyormuş.

Gerçekten de bu yaşandı.

Onun vefatından sonra, bazı talebeleri Nurculuk hareketini demokrasi dini ya da mezhebinin payandası haline getirdiler.

Kimisi mason Demirel’in peşine takıldı, kimisi (devletin laikliğine yani siyasal dinsizliğine bakmaksızın) devletçilik bayrağını göndere çekti, kimisi Bediüzzaman’ın cumhuriyet lehine sarfettiği bir iki cümleden hareketle laik (siyasal dinsiz) Türkiye cumhuriyetçisi oldu..

Yürüdükleri yollar farklıydı fakat varış noktaları aynıydı: Mevcut Batı güdümlü laik (siyasal dinsiz) düzene biat.

Böylece Bediüzzaman’ın davası (hareketi),  Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin laik düzeni için “kullanışlı robotlar” üreten bir fabrikaya dönüştü.

Mesela Mehmet Kutlular’ın “İşte Hayatım” adlı otobiyografisi, demokrasiyi savunma adına bir sürü saçmalık içeriyor.. Sanki Kur’an’da “Allah’ın indirdiği ile hükmetme” konulu hiç ayet yok.. Demokrasi ayetleri var.

Manevî körlüğün bu kadarı akla ziyan..

Bediüzzaman’ın davasını işte böyle paçavraya çevirdiler.. Mesele sadece Allahu Teala’nın varlığını kabule müncer hale geldi.. Ki o kadarını masonlar da kabul ediyor, üyelerinin “bir yüce yaratıcının varlığını kabul etmesini” istiyorlar.

(Mustafa Kaplan’ın hocası Molla Mehmet Doğan’ın da bazı yanlış değerlendirmeleri var ne yazık ki.)



BU YAZI, DR., DOÇ. VE PROF. UNVANLI (CEHL-İ MÜREKKEPTEN MUZDARİP) BAZI KATMERLİ CAHİLLER İÇİN: BİLİM, BİLİMSELLİK, DARWIN, NEWTON, YERÇEKİMİ VE EVRİM

Darwin’in teorisi gerçekte “ bilim-kurgu ” mahiyetinde bir çalışma durumunda. Bildiğimiz bilim-kurgu eserlerinden farkı, bunun çalışmasının ...