UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38
Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke
döneminde 13 Kasım 1918 – 16 Mayıs 1919 tarihleri arasında İstanbul’da
geçirdiği altı aylık sürede çevirdiği dolapları konu edinmiştik.
Meseleyi bizzat kendi itirafları çerçevesinde
tartışmıştık.
Şimdi bir de konu üzerinde yapılmış akademik çalışmaları ve
özel araştırmaları gözden geçirmeyi deneyelim.
Bunlardan biri, Mehmet
Fatih Cebeci’nin (daha önce atıfta bulunmuş olduğumuz) Mütareke
Döneminde Mustafa Kemal’in İstanbul’daki Faaliyetleri ve Anadolu’da
Görevlendirilmesi başlıklı yüksek lisans tezi (Isparta: Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013).
Cebeci şunu söylüyor:
“Yıldırım Orduları Gurup Komutanlığı lağvedilip bölgedeki
görevi sonlandırılan Mustafa Kemal 10-11
Kasım 1918’de Adana’dan ayrıldı. Adana’dan İstanbul’a giderken Mustafa Kemal’in bindiği trene Konya civarında
Çumra istasyonunda Avni Paşa da dahil oldu. Avni Paşa İstanbul’a giderken Mustafa
Kemal’in sergilemiş olduğu tavır ile ilgili
izlenimlerini şu şekilde aktarır: “Mustafa Kemal Paşa adeta Harbiye Nazırı [Savunma Bakanı] sıfatıyla İstanbul’a geliyor idi. [İstanbul’a yaklaşıp] Maltepe’ye vardığımızda satın
alınan bir gazeteden İzzet Paşa Kabinesinin düştüğünü ve Tevfik Paşa
kabinesiyle Harbiye Nezareti’ne Abdullah Paşa’nın tayinini okuduğu
zaman, pek çok sıkıldığını saklayamadı.”
(s. 32-33.)
Evet, veliahtlığı döneminde Berlin’e yaptığı seyahatte
Vahideddin’e refakat eden ve bu arada onu “kafaya alan” Selanikli, onun padişah
olmasının ardından “padişah yaverliği” görevine getirilmiş durumda.
Savaş sırasında cepheden Padişah’a telgraf çekip
“İngilizler’le behemahal barış” aklı verebiliyor.
Ayrıca “Beni savunma bakanı yapın, falan ve
filanlar da bakan olsunlar, hükümette koltuk kapsınlar” diyebiliyor.
Gerçekten de Vahideddin, bunun dediği gibi İngilizler’le
barış yapma kararı alıyor, ve bu doğrultuda Mondros Mütarekesi (ateşkesi)
yapılıyor.
Geriye kalmış sadece Selanikli’nin harbiye nazırı
olması..
Bundan da emin.. Avni Paşa’nın anlattığı gibi, müstakbel
savunma bakanı havalarında trenle İstanbul’a doğru geliyor.
Fakat bir sürprizle karşılaşıyor.. Hükümeti kurma görevi
tecrübeli bir hariciyeci (dışişleri bakanlığı kökenli diplomat) olan Tevfik
Paşa’ya verilmiştir.
Ve Tevfik Paşa, Selanikli’yi adamdan sayan biri değil.
*
Ancak, hükümeti kurma görevini Tevfik Paşa üstlenmiş ve
kabinesini de kurmuş ise de, hükümet henüz güvenoyu almış değildir.
O yüzden Selanikli ilk entrika, dolap ve dümen
atraksiyonunu gerçekleştirir.
Tevfik Paşa hükümetinin güvenoyu almaması için canını
dişine takar.
İstanbul’a geldiği tarih, 13 Kasım 1918’dir.. Aynı
gün İngiliz donanması da (mütareke gereği) Çanakkale’yi geçip İstanbul’a demir
atmıştır.
İngiliz subayları Pera Palas’ı ikâmetgâh
yaparlar.. Selanikli de, anasının Beşiktaş-Akaratler’deki evi dururken gelip
Pera Palas’a postu serer.
İngilizler’e yakın olması gerekmektedir.. Nitekim, ertesi
gün (14 Kasım) İngiliz gazeteci Ward Price’a İngiliz yetkililerle
görüşmesi için aracı olmasını rica eder.
15 Kasım’da ise Padişah’la görüşür.. İstanbul’a geleli dün
bir, bugün iki, ve Padişah’la (“selamsız sabahsız çat kapı” denilebilecek
şekilde) hemen görüşebiliyor. (Şu samimiyete bakın.. Dolmabahçe Sarayı’nda
çalıştığım sıradaydı, bir gün Milli Saraylar Başkan Yardımcısı, Milli Saraylar
Başkanı’nı bir ziyaret etmemin iyi olacağını söylemişti. Demek ki aralarında
böyle bir konu geçmiş diyerek Başkan’ın sekreteryasını arayıp randevu talep
etmiştim.. Başkan’ın makamı ile benim odamın arası 200 metreyi ya bulur ya
bulmaz.. Bir ay sonra aradılar, Başkan’ın beni beklediğini söylediler.. Bir ay
sonra..)
*
Selanikli’nin İstanbul’a varışından iki gün sonra Padişah
Vahideddin’le yaptığı bu görüşmeyle ilgili olarak Cebeci şunları söylüyor:
“Tevfik Paşa hükümetinin güven
oylamasına az bir süre kalmıştı. Hızlı davranmak gerekliydi. Mustafa Kemal
padişahtan randevu aldı ve görüşme 15 Kasım 1918’de gerçekleşti. Bu görüşme
ertesi gün [Fethi Okyar’ ait olan, Selanikli’nin de ortak olduğu] Minber
Gazetesinde ‘Mustafa Kemal Paşa dün
uzun müddet Huzur-u Hümayun’da [Padişah’ın yanında] kalarak iltifat-ı şahaneye
mazhar olmuştur’ şeklinde bildirildi fakat ayrıntılar verilmedi.
“Yalnız bu görüşmede konuyla
ilgili tam bir belirginliğin oluşmadığını güven oylaması öncesinde Tevfik
Paşa’nın nazırlarından (bakanlarından) birisinin Fethi Bey’e (Fethi
Okyar’a) ‘Aranızdaki [arkadaşlarınızdan] Mustafa Kemal Paşa’nın böyle
bir teşebbüsün [hükümetin güvenoyu almasını engelleme girişiminin] içinde
olmasına ihtimal vermediğini Zatı Şahane, Tevfik Paşa’ya
söylemiş’ şeklindeki ifadesi Mustafa Kemal’in bu görüşmede arzulanan
konuşmayı yapıp yapmadığı konusunda tam da bir kafa karışıklığı yaratmaktaydı. Diğer
taraftan Sabahattin Selek bu görüşmeyi ‘Bu,
sadece bağlılık ifade eden bir ziyarettir’ şeklinde
ifade etmiştir.” (s. 38-39.)
Buradan anlaşılıyor ki, Selanikli’nin hükümetin güvenoyu
almasını engellemek için yaptığı kulis faaliyetlerini bir şekilde öğrenen
Tevfik Paşa, onu Padişah’a şikayet etmiş.
Vahideddin de, yaveri Selanikli’ye güvendiği ve sempati
duyduğu için onu savunmuş.
Burada iki ihtimal var..
Birinci ihtimal, Selanikli’nin kendi entrika ve
dalaverelerinin sonuç vereceğini düşünerek konuyu Vahideddin’e hiç açmamış
olması..
İkinci ihtimal ise, Selanikli’nin Padişah’a “Haşmetmeab
(ekselans, majeste), yeni hükümeti de önceki gibi yine İzzet Paşa kursa daha
iyi olmaz mı?” diye telkinde bulunmuş, Vahideddin’in de “Paşa, bunu ne
sen söylemiş ol, ne de ben duymuş olayım.. Bu saatten sonra böyle bir adım
atmak devlet adabına aykırıdır, sözü ayağa düşürmemek gerekir” gibi birşey
demiş olmasıdır.
Birinci ihtimalin doğru olduğu anlaşılıyor.. Çünkü
Vahideddin, Tevfik Paşa’ya yalan söyleyip kendisini Selanikli’nin hatırı için
küçük düşürmek istemez.
Kemalistlere göre de hain Vahideddin aslan asker
Selanikli’yi böyle kendi itibarına zarar verecek şekilde savunacak biri
değildir. Tam aksine kendisi gibi hain olan Tevfik Paşa ile (Filistin’de
cepheden en hızlı firar etme rekorunu kırmış olan defolu kahraman)
Selanikli’nin önünü kesmek için hain planlar yapıyor olması gerekiyor.. Yine
Kemalistlere göre, Selanikli “hain Vahideddin”den bu konuda yardım isteyecek
adam değildir.
Konunun uzmanı kabul edilen yazarlardan Sabahattin
Selek de “Bu, sadece bağlılık ifade eden bir
ziyarettir” demiş, birinci ihtimali benimsemiş.. Yani Selanikli Padişah’ın
huzuruna sadece “yağ çekmek” için gitmiş.. (Daha doğrusu geleceğe yatırım
için..)
Selanikli’nin yağ çekmiş olduğunu Minber’deki
haber de doğruluyor:
“Mustafa Kemal Paşa dün uzun
müddet Huzur-u Hümayun’da [Padişah’ın yanında] kalarak iltifat-ı şahaneye
mazhar olmuştur.”
Yağ çekmiş ve iltifata nail olmuş.
*
Yazıya başlarken, İstanbul’a harbiye nazırı (savunma
bakanı) olma umuduyla gelmekte olan Selanikli’nin Maltepe istasyonunda aldığı
gazetede okuduğu haber ile yaşadığı hayalkırıklığını (Avni Paşa’nın
dilinden) aktarmıştık.
Selanikli ikinci hayalkırıklığını Meclis-i Mebusan’da
(milletvekilleri meclisi’nde) yaşadı.
Rauf Orbay,
hatıratında şunu söylüyor:
“… Mustafa Kemal Paşa, Ali
Fethi (Okyar) ve İsmail Canbolat Beylerle ben, [yeni hükümet
henüz güvenoyu almamış olduğu için hâlâ hükümetin başında olan] Ahmet İzzet
Paşa’nın [sadrazamlık] konağında verdiğimiz karara uyarak, tam bir ümitle,
tanıdığımız mebuslara (milletvekillerine) ve onlar vasıtasıyla diğerlerine de Tevfik
Paşa Kabinesine (hükümetine) itimat reyi (güvenoyu) verdirmemek için geceli
gündüzlü çalışmalara koyulmuştuk.” (Cebeci, a.g.e.,
s. 34, dn. 92.)
Görüldüğü gibi Selanikli’nin “ihtilal komitesi” iş
başında..
Fakat sonuç hüsran.. Selanikli duygularını şu şekilde
dile getirmiş:
“Ne yalan söyleyeyim biraz
mütahayyir (hayrette, şaşkın) kaldım. Benim teklifimi kabul etiklerini söyleyen
mebus (milletvekili) adedi, istisgar olunacak (küçümsenecek) gibi değildi;
bahusus bunlar arasında sözlerinin ve mevkilerinin çok nafiz (etkili) olduğu
zannını verenler de vardı.” (Cebeci, a.g.e., s. 35, dn. 94.)
Oylamaya 124 mebus (milletvekili) katılmış, bunlardan 91’i hükümete güvenoyu
vermiş, 26‟sı ret oyu kullanmış, yedi kişi de çekimser kalmıştır. (Bkz. Sibel Yazıcı, Osmanlı Meclis-i Mebusanı ve
Faaliyetleri, doktora tezi, Afyonkarahisar: Afyon Kocatepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Mayıs 2018, s. 367.)
Hükümetin güvenoyu aldığı ve Selanikli’nin ikinci kez
hayak kırıklığı yaşadığı tarih 19 Kasım 1918’dir.. İlk hayalkırıklığından altı
gün sonra..
Üçüncü hayalkırıklığı ise üç gün sonra gelecektir.
*
Meclis-i Mebusan’ın kendisine “kazık” attığını düşünen
Selanikli bu defa umudunu (yağ çekip kafaya almış olduğu) Padişah Vahideddin’e
bağlar:
“Tevfik Paşa Hükümetinin güven
oylaması Mustafa Kemal ve arkadaşlarının istediği şekilde sonuçlanmayınca Paşa,
meclisi terk edip evine gitti. Saraya telefon ederek başyaver Naci
Bey’den Padişah’la kendisini görüştürmesi talebinde bulundu. Bu talep
cevap buldu ve padişahla ikinci görüşme 22 Kasım 1918’de [Cuma günü] selamlık
resminden sonra gerçekleşti. Görüşme normalden uzun süre gerçekleşmişti.
[Selanikli’nin naklettiği] Konuşmalardan bu görüşmenin çok resmi havada
olmadığı anlaşılmakta yalnız Mustafa Kemal kendisi açısından görüşmeyi tatmin
edici bulmamıştı.” (Cebeci, s. 39.)
İmdi, Selanikli’nin Padişah’la görüşmek istediği tarih,
19 Kasım 1918 Salı..
Fakat, dört gün önce, 15 Kasım’da Padişah’ı zaten ziyaret etmiş, uzun uzun konuşmuşlar.
Dolayısıyla, Padişah açısından, ona yeni bir randevu vermek
için mantıklı ve makul bir neden yok.
Yine de, Selanikli’yi kırmak istemiyor, üç gün sonraya
randevu veriyor.
Fakat Selanikli (önceki bölümlerde Falih Rıfkı’dan
yaptığımız alıntıların ortaya koyduğu gibi) buna bozuluyor..
Adam özel ilgiden şımarmış.. Padişah’ın iyi niyetini
sûistimal ediyor.
Onun beklentisi, o gün ya da ertesi gün görüşmeleri..
Durum kendisi açısından acil..
Fakat Vahideddin, “Lan daha dört gün önce görüşmüştük,
ne randevusuymuş, ne görüşmesiymiş!” demiyor, üç gün sonraya randevu
veriyor..
Dikkat buyurun, bir ay sonraya değil..
*
Bu görüşmelerle ilgili bilgimiz Selanikli’nin
açıklamalarına dayanıyor.
Onun ihanetine uğrayıp tacı ve tahtından olduğu gibi
vatanını da terk etmek zorunda kalan Vahideddin hayata küstüğü ve
hatıralarını bile yazmadığı, hesabı ahirete bıraktığı için, bu görüşmenin
içeriğini tam olarak bilmiyoruz.
Selanikli, mutadı vechile bu görüşmeyle ilgili olarak da
yalan destanı yazmış durumda..
Konuyla ilgili iki ayrı anlatımı var.. Birincisini
nakleden Falih Rıfkı..
Önceki bölümlerde aktarmıştık, fakat tekrar nakletmek
faydadan hali olmaz:
“Meclis'ten çıkınca, Almanya seyahatindeki tanışıklığa
güvenerek, saraya telefon etti, Vahdettin'in
kendisini kabul etmesini rica etti. Maksadı padişahla
açık konuşmak, tedbir diye düşündüğünü açık söylemekti. Bu ricasını
bildirecek zat, hocası Naci Bey'di (Mebus General Naci Eldeniz). Kendisine
maksadını ima bile etti [Selanikli’nin ifadesiyle]:
“- Naci Bey'in o gün veya ertesi gün için bir mülakat
(randevu) almaya elinden geldiği kadar çalıştığında şüphe yoktu. Fakat kafasındaki kararını gizliyen Vahdettin,
saflıktan gelerek, önümüzdeki cuma selamlığına gelmekliğimi ve benimle
orada konuşacağını tebliğ etti. Cumaya birkaç gün vardı. Beklemekten
başka ne yapabilirdim? Cuma günü selamlığa gittim ve dışarda
bekleyenlerce hayli tefsire (yoruma) uğrayan mülakatta (görüşmede)
bulundum.
“Konuşma uzun sürdü.
Ancak konuştuklarımız çok kısa idi. Ben sözüme başlangıç
ararken, padişah beni önledi, dedi ki:
" ‘- Bilirim ki
ordunun zabitleri ve kumandanları sizi severler. Bana teminat verebilir misiniz
ki onlardan bana bir fenalık gelmeyecektir.’
“Böyle bir sualin
sebebi ne olduğunu hemen kavrayamadım.
" ‘- Orduya ait
bazı malumat mı var, efendim?’ diye sordum. Gözlerini kapadı, ne evet, ne hayır
dedi, yalnız sualini bir daha tekrar etti.
" ‘- Gerçi,
dedim, ben İstanbul'a geleli birkaç gün var. Buradaki vaziyeti tamamıyla
bilmiyorum. Yalnız ordu kumandan ve zabitlerinde zat-ı şahanenize karşı bir
cereyan olması için sebep görmüyorum.’
“Anlaşılmaz bir
tavırla ilave etti:
" ‘- Yalnız
bugünden bahsetmiyorum, bugünden ve yarından...’
“Bu son cümle beni
şüpheye düşürdü. Demek yarın padişah öyle bir hareket yapabilir ki ordunun
vatanını seven kumanda ve zabit (subay) heyeti bundan müteessir olabilir.
Padişahın verilmiş bir kararı olmalı idi. Biz ise bu kararın ne olduğunu
bilmeyen veya anlamak istemeyen kimselerle konuşuyorduk.
“Zat-ı şahane
gözlerini açarken ayağa kalktı, şu sözlerle mülakata son verdi:
" ‘- Siz akıllı
bir kumandansınız. Tecrübesiz arkadaşlarınızı tenvir edeceğinizden
(aydınlatacağınızdan) eminim."
(Falih Rıfkı Atay, “M. Kemal’in Mütareke Defteri ve 19
Mayıs, haz. Nurer Uğurlu, İstanbul: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve
Yayıncılık, Mayıs 1999, s. 125-126.)
*
Görüldüğü gibi Selanikli saçmalıyor.. “Konuşma uzun sürdü.
Ancak konuştuklarımız çok kısa idi” diyor.
“Film uzundu, görüntü
kısaydı” der gibi konuşmuş.
Konuşma uzun sürdü
ise, konuşulanlar da uzundur..
Ne yani, Mesut
Yılmaz gibi bir cümleyi iki dakikada söyleyip sonra 10 dakika durup
nefeslendiniz, Padişah (vakti bol ya, senin uzun süredir görmediği, hasretinden
prangalar eskittiği) gül cemalinin seyrine daldı, uzun uzun birbirinizin yüzüne
baktınız, sonra da Abdullah Gül gibi derinden gelen esrarengiz havalarda
bir sesle yeniden kelimeleri saymaya başladınız, öyle mi?!
Padişah’la niçin
görüşmek istemişmiş?.. Şunun için: “Maksadı padişahla açık konuşmak,
tedbir diye düşündüğünü açık söylemekti.”
Ancak, aslında Selanikli’nin tedbir diye düşündüğü
herhangi birşey yok.
Olsaydı, bunları Falih Rıfkı gibi isimlere
anlatır, onlar da ballandıra ballandıra naklederlerdi.
Tek derdi vardı: Kendisinin (yarıştığı Enver Paşa
gibi) harbiye nazırı olması..
*
Selanikli çok akıllı,
biz de ahmağız ya, masal anlatıyor.. Ona göre, “kararını gizliyen Vahdettin,
saflıktan geliyor”, üç gün sonraya, Cuma gününe randevu vermesinin nedeni
bu..
Sivri zekâ, Padişah’ın
sana ne borcu var?!.. Tahta senin referansınla mı oturdu?!
Ortada saklanacak bir
karar yok ki gizlesin.. Herşey alenî..
Hükümeti Tevfik
Paşa’nın kurmasını istemiş, o da kurmuş.. Karar istiyorsan al sana karar.
Ha, senin vatanın
selameti için söyleyeceğin başka birşeyler vardıysa, bunları dört gün önceki
görüşmende anlatabilirdin.. Niye anlatmadın artiz?
Ayrıca, ha o gün
görüşmüşsün, ha üç gün sonra, ne farkı var?!.. Sanki padişaha kelle
yetiştiriyor.. Bu neyin acelesi?
*
Evet, Selanikli
aptalca konuşuyor, saçmalıyor, fakat böyle aptalca konuşabilmesinin nedeni, bu
milletin aptal olduğunu, kendisini sorgulayamayacağını, sözlerini mantık
süzgecinden geçiremeyeceğini düşünüyor olması.
Ancak, Vahideddin’e
atfattiği “gizli karar” konusu önemli..
Evet, Vahideddin gelecekte
bir “gizli karar” alacak, İngilizler’in Doğu Karadeniz’deki karışıklıkların
yatıştırılması için bir yetkilinin görevlendirilmesi talebini aklınca fırsata
çevirerek Selanikli’yi “vatanı kurtarmak” üzere müfettişlik etiketi altında
Anadolu genel valiliği yetkileriyle Samsun’a gönderecektir.
Doğal olarak, bu
kararın devlet sırrı olarak gizlenmesi, İngilizler’den ve İngiliz
ajanlarından saklanması gerekiyordu.
Ancak, Vahideddin tam
da vatanı kurtarmak için görevlendirdiği kişinin (İngiliz gizli servisinin
İstanbul şefi Frew ile bağlantılı bir) İngiliz ajanı olduğunun farkında
değildi.
Daha doğrusu,
Selanikli’nin İngilizler’le olan temaslarının “Osmanlı lehine casusluk”
gibi bir mahiyet taşıdığını, devletine hizmet için İngilizler’in, İtalyanlar’ın
ve sairenin ağızlarını aradığını zannediyordu.
(Böyle bir ağız arama
huyu olduğu yalanını Kara Kemal’le yaptığı darbe planları için Rauf
Orbay’a da söylemiş durumdaydı.. İhaneti ortaya çıkıp sıkıştığı zaman
bahane hazır: “Ben ağızlarını arıyordum, bilgi topluyordum.”)
Sonradan Vahideddin’in
bu gizli kararındaki (şartlar gereği başvurulması gereken) gizliliği de istismar
ettiler, herşey kendiliğinden olmuş, Selanikli’yi Vahideddin göndermemiş
gibi deccalane yalanlar söylediler.
*
Selanikli’nin Tevfik
Paşa yerine hükümet kurmasını istediği, bunun için uğraştığı İzzet Paşa
(Mareşal Ahmet İzzet Paşa) hatıratında şöyle diyor:
“M. Kemal Paşa, istediği kadar Padişah’ın özel memuru olarak bu
işe başlamış olduğunu inkara savaşsın. Benim bu hususta kanaatim sağlamdır. Çünkü kendisine verilen yetki,
şimdiye kadar hiçbir faniye nasip olmamış bir genişlikteydi. Kendi teftiş
dairesindeki askeri kıt’alardan başka komşu kolordulara ve bütün Anadolu
vilayetlerine emri geçerli olacak, memurları istediği gibi görevinden alacak
veya tayin edecektir.
Benim bildiğim Babıali (Başbakanlık) bu
gibi işlerde, özellikle askerlerin yöneticileri hükmü altına alması meselesinde
çok kıskançtır. Hele gurur ve kıskançlığı delilik derecesinde
olan (Damat) Ferit Paşa’nın Sadaret (sadrazamlık/başbakanlık) makamında
(bile) olmayan yetkileri başkasına bahşetmek istemesi, doğal olmayan bir
durumdur.
Bu tarihlerde eski politikasının ilkelerini değiştirerek
güya halka hoş görünmek ve güven vermek için, Tevfik Paşa’yla benim
kabinelerimizin (bakanlar kurullarımızın) seçtiği ve tayin ettirdiği on iki
nezaretsiz (bakanlıksız) bakanın katılmasıyla oluşturulan kabinenin içinde ben
de vardım. Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişliğe tayinini içine alan ve
yetkilerini belirleyen belge görüşülüp tasdik olunmak üzere Vükela
Meclisi’ne (Bakanlar Kurulu’na) verildiği tarihten bir hafta on gün önce
Paşa fermanını, yetki mektubunu taşıyarak hareket etmiş bulunuyordu.
Bu haller açıkça gösterir ki bu memuriyet resmî hükümetin değil, Padişah‘ın
düşüncesinin ürünü ve tedbirinin eseridir. Babıali ve Harbiye Nezareti (Savunma
Bakanlığı) Saray’dan aldıkları işaretle bunu uygulamaya koymuşlardır.
Fakat bu gerçeğin gizlenmesi, M.
Kemal Paşa’ca olduğu kadar, sinsi Padişah’ca da gerekliydi. (Mustafa Kemal)
Paşa, büründüğü esrarlı kisveye, gelecek için beslediği emeller ve hayallere uymaması
yönünden (yüzünden) Saray’a bağlılığını gizlemek, memur ve mensubu olduğu hükümdara karşı işlediği iğfal (aldatma),
sözünden cayma, küfran-ı nimet gibi basitlikleri halkın gözünden saklamak, hiç olmazsa hafifletmek istiyor,
Padişah da ne şekilde olursa olsun, bir kimse tarafından aldatılmış olmayı (aldatıldığını itiraf etmeyi) kibrine
yediremiyor, bir yandan da yabancılarca el altından [onlara] oyun yapmak
istediğinin anlaşılmasından korkuyordu.”
(Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, C. 2,
İstanbul: Nehir Y., 1993, s. 214.)
Evet, Selanikli, memuru ve
mensubu olduğu hükümdara (devlete) karşı iğfal (aldatma), sözünden cayma,
küfran-ı nimet gibi basitlikler sergilemiş durumda.
Fakat mesele sadece
bunlardan ibaret değil.. İşin bir de İngilizler’le kotarılan ihanet
boyutu var.
Onu da bir başka paşa,
İsmet İnönü söylüyor:
"İstiklal
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
Konuya bir sonraki
yazıda devam edelim inşaallah.