O henüz ulvî gizlenişindeyken,
Ansızın fark edilen: Melek’ti yürüyen,
Vakarla, nida ederek ve nur saçarak:
O dem yalvardı o, bütün talepleri atarak
Bırakılsın için tıpkı mazideki gibi
Yolculuklardan mütehayyir bir tâcir olarak;
Hiç okuyup yazmamıştı önceden, gerçi hem
Bir sözdü ki, bilgin olmak da yetmezdi ona o dem.
Lâkin Melek gösterdi hep, gösterdi âmirâne
Yaprağında yazılı bulunan şeyi ona tek,
Ve vazgeçmedi hiç, oku dedi hiç dinlenmeden.
Okudu o an: Öyle ki, eğildi yere doğru Melek.
Ve bundan geri okuyabilen biriydi artık o
Yapabilendi, itaat edendi hem, ve gerçekleştiren.
(22 Ağustos ve 5 Eylül 1907 arasında, Paris)
(Türkçesi: Seyfi Say)
MOHAMMEDS BERUFUNG
Da aber als in sein Versteck der Hohe,
sofort Erkennbare: der Engel, trat,
aufrecht, der lautere und lichterlohe:
da tat er allen Anspruch ab und bat
bleiben zu dürfen der von seinen Reisen
innen verwirrte Kaufmann, der er war;
er hatte nie gelesen - und nun gar
ein solches Wort, zu viel für einen Weisen.
Der Engel aber, herrisch, wies und wies
ihm, was geschrieben stand auf seinem Blatte,
und gab nicht nach und wollte wieder: Lies.
Da las er: so, dass sich der Engel bog.
Und war schon einer, der gelesen hatte
und konnte und gehorchte und vollzog.
Adududdîn
el-İcî, meşhur eseri el-Mevâkıf’ta imameti/imamlığı şu
şekilde tanımlamaktadır:
“Dinin ayakta tutulması (ikamesi)
hususunda ümmetin tamamının (kâffesinin) ona tabi olması vacip olacak şekilde Rasul’e
halef olmaktır (halifeliktir).”
(Bkz. Seyyid Şerif Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf,
C. 3, çev. Ömer Türker, 2. b., İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı Yayınları, s. 666-7.)
Burada
sözü edilen tabi olmadan (ittibadan) gaye, “dinin ayakta tutulması”dır, “ikame”sidir,
imam seçilen kişinin kişisel saltanatına hizmet değil.
Dini
ayakta tutmak, hükümlerini tatbiktir, Şeriat’i uygulamaktır.
*
Yukarıdaki
tanımın da gösterdiği gibi imamet ile hilafet aynı şeydir.
Hadîs-i
şerîfler hilafet ile imametinaynı şey olduğunu gösterdiği
halde Şiîler’in büyük bölümü bu ikisini birbirinden ayırdılar.
Onlara
göre Rasululllah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonraki imam Hz.
Ali’dir.
“Zamanın
imamı” oydu.
Hz.
Ebubekir’e gelince, o, “Müslümanlar’ın imamı” değildi, bir mütegallibeydi.
Hz.
Ali’nin imamlığının geçerlilik kazanması (daha doğrusu Hz. Ebubekir, Hz.
Ömer ve Hz. Osman’ın imametinin inkârı) için “hilafetten farklı bir
imamet” icat edilmesi gerekiyordu, bunu yaptılar.
Ehl-i
Sünnet itikadı kitaplarında “hilafet ve imamet” bahsine yer verilmesinin
nedeni işte budur. Şiîlerin hurafe ve safsatalarıyla zihinlerin bulanmasının
engellenmesine çalışılmıştır.
*
İmametle
ilgili bütün hadîsler bir bütün halinde ele alındığında meselede anlaşılmayacak
bir yön kalmaz.
Böyle
olmakla birlikte, günümüzde bazılarının, Ehl-i Sünnet’ten olduklarını iddia
ettikleri halde, gerçekte Şia ile aynı inancı paylaştıklarını, onlar
gibi “zamanın imamı” (“zamanındaki imam/halife” değil) hurafesine
inandıklarını görüyoruz.
Sünnî
olma iddiasındaki böylesi cahil tarikatçıların ve tarikatımsı grupların
kendi hocalarını ve üstadlarını “zamanın imamı” ilan ettikleri müşahede
olunuyor.
Sırf
kendileri adına konuşmaları durumunda (onlar açısından hocalarının o zaman için
imam/önder durumunda bulunması hasebiyle imam kelimesinin “sözlük anlamı”
çerçevesinde) “zamanın imamı” tabirini kullanmaları anlayışla karşılanabilir,
fakat başkalarının da kendilerinin hocalarını ya da üstadlarını “zamanın
imamı” kabul etmeleri gerektiğine, bunu yapmamalarının sapıtma
anlamına geldiğine inandıkları anda (imam kelimesinin sözlük anlamının
sınırlarını aşarak) tipik bir Şiî gibi akıl yürütmeye başlamış oluyorlar.
*
Bir
hadiste “İnsanlara imam olan çobandır, güttüğünden mesuldür”
buyurulmaktadır (Buharî, Ahkâm, 1; Müslim, İmara, 5; Ebu Davud, İmara, 1;
Tirmizî, Cihad, 27).
Şeriat'i savunma ve hayata geçirme hususunda sorumluluktan/mesuliyetten muaf, cihat "külfet"inden azade bir "yan gelip yatar" “zamanın imamı” yok.
Erdoğan gibi konuşmak gerekirse "Yok öyle yirmibeş kuruşa simit" ve dahî "Yok öyle yirmibeş kuruşluk imamlık".
Bir
başka hadiste, Allahu Teala’nın mahşer gününde Arş’ın gölgesinde gölgelendireceği
kişilerin başında “adil imam”ın geldiği belirtilir (Buharî, Zekat, 16;
Müslim, Zekat, 91; Tirmizî, Zühd, 53).
Buna
karşılık “ ‘Zamanın imamı’, Kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde
gölgelenir” diye bir hadîs yok.
Demek
ki, adil olan imam da var, olmayan da.. Böylece Şia’nın “masum imam”
efsanesi de çökmüş olmaktadır.
Yine
bir başka hadiste, zalim imamın, Allahu Teala’nın en çok buğzettiği
kimseler arasında yer aldığı belirtilir (Nesâî, Zekat, 77).
Demek
ki imamlar zalim de olabilir.. Zalimlerden de olabilir.
*
İmam Cüveynî, "Allah'ın,
kulların maslahatını gözetmesinin kendisine vacip olması sebebiyle onun
insanlara imâm nasb etmesinin de Allah'a vacip olduğu" şeklindeki
(Şia’ya özgü) düşüncenin “din ve Allah konusunda cehaletten
başka bir şey olmadığını" söylemektedir. (Mehmet Salih Gecit, İslâm
Kelâmında Siyâset ve İmâmet Tartışmaları, doktora tezi, Erzurum: A. Ü.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 3012, s. 395.)
Evet, cehaletin ta
kendisidir.
Cüveynî’ye göre,
nasıl peygambersiz zamanlar olabiliyorsa, imamsız zamanlar da olabilir. (Abdullah
Ünalan, İmâmü’l-Haremeyn Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî’nin Gıyasü’l-Ümem fi
İltiyasi’z-Zulem Adlı Eserine Göre Bey’at ve İmâmet, yüksek lisans
tezi, Ankara: A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994, s. 30.)
Bu zaten, Huzeyfe
radiyallahu anh’in rivayet ettiği hadîsin ortaya koyduğu bir gerçek.. Çünkü “Müslümanlar’ın
cemaatinin ve imamının bulunmadığı” bir zamanda ne yapması gerektiğini
sorduğu zaman ona “bütün fırkaları terk etmesi” söylenmiştir.
Rasulullah s.a.s.
ona, “Hayır, Müslümanlar’ın her zaman bir cemaati ya da cemaatleri bulunacak,
ve her devirde bir ‘zamanın imamı’ olacaktır” dememiştir.
Evet, Şiîler’in
batıl zu’mlarının aksine, her devirde “zamanın peygamberi” olan bir peygamber
göndermek Allahu Teala üzerine vacip olmaz (Mesela yaşadığımız şu zamanda hayatta
olan bir peygamber yok), nerde kaldı ki her devirde yeni bir imam göndermek vacip
olsun. (Daha doğrusu, Allahu Teala üzerine hiçbir devirde peygamber göndermek
vacip değildir.)
*
Hz. Peygamber s.a.s.,
“İsrail oğulları zamanında onları peygamberler idare ederdi. Her ne
zaman bir peygamber vefât ederse onun yerine başka bir peygamber gelirdi. Hiç
şüphesiz benden sonra peygamber yoktur. Ancak halifeler olacaktır.
Onlar birden çok olabilir” buyurmuştur.
Bunun üzerine sahabiler “Yâ
Resûlallâh! Halifeler birden çok olursa bize ne emredersiniz?” demişler,
Hz. Peygamber de “Birinci yaptığınız biate bağlı kalınız, haklarını
veriniz. Onlara da Hz. Allah, sizin haklarınızdan soracaktır” diye cevap vermiştir.
(Buhârî, Enbiyâ, 50; Müslim, İmâre, 44; İbn Mâce, Cihad, 42;
Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, C. 6, çev. Mehmed Sofuoğlu, İstanbul:
İrfan Yayımcılık, 1988, s. 13-4.)
Burada “Zamanın
imamı her kimse, ona itaat edin” denilmiyor.. “İlk yapılan biate” bağlı
kalınması emrediliyor.
Ancak, bu hadîste
sözü edilen “imam”lar, Şia’nın (ve şiîleşen tarikatçıların, grupların)
zannettiği gibi “naylon zamanın imamları” değil.
Gerçek imamlar..
Gerçek
imam (Ehl-i Sünnet itikadı kitaplarında
anlatıldığı gibi) şu demek: Şeriat’i uygular, Müslümanlar’ı dış
saldırılara karşı korur, cihat eder, ümmetin kendi aralarındaki ihtilaflarda onları yargılayıp hüküm verir.
*
Bu hadîsten şunu
da anlıyoruz:
Müslümanlar’ın cemaatsiz (ve imamsız) zamanları
olabileceği gibi, birden fazla(insanlara hükmeden ve Şeriat’i
uygulayan) halifelerinin/imamlarının bulunduğu zamanlar da olabilir.
(Mesela Emevîlerden sonra Abbasî Devleti ve Endülüs Emevî Devleti
şeklinde bölünme yaşandı.)
Böylesi bir
durumda bir İslam devletini/imamı (laik / “siyasal dinsiz” devleti değil)
bırakıp diğer müslüman imama/halifeye tabi olan kişi “cemaat”i terk etmiş
olmaz, fakat (şayet haklı bir gerekçesi yoksa) yaptığı biatini bozduğu ve
sözünden döndüğü için günahkâr olur.
Ancak hiç biat etmemişse ya da biat ettiği
imam vefat edip ortada biat kalmamış ve böyle bir tavır sergilemişse o
takdirde bir vebalden söz edilemez.
Günümüzün (Şia
usulü) “zamanın imamı”cılarına gelince, bunların imamlarının,
yaşadıkları ülkelerde “dini ayakta tutmak” için harekete geçmeleri,
Müslümanlar’ın başına geçip onlarla birlikte cihat etmeleri, Müslümanlar
arasındaki ihtilafları mahkemelerde hükme bağlatmaları gibi bir durum
yok..
Yaşadıkları dinsiz, laik ya da İslam dışı rejimlerde gayri İslamî
kanunların baskısı altında inim inim inliyorlar..
“Kendisi muhtac-ı himmet
bir dede, nerde kaldı gayriye himmet ede!”
Fakat dilleri
uzun..
Cihanda kendilerinden başka “imam” bulunmadığını, herkesin (“zamanın
imamı” diyerek) kendilerine tabi olması gerektiğini söyletebiliyorlar.