ÜLKENDEKİ ŞİİRLERDEN NE HABER VARDIR?




RAINER MARIA RILKE


MUHAMMED’İN ÇAĞRISI

O henüz ulvî gizlenişindeyken,
Ansızın fark edilen: Melek’ti yürüyen,
Vakarla, nida ederek ve nur saçarak:
O dem yalvardı o, bütün talepleri atarak
Bırakılsın için tıpkı mazideki gibi
Yolculuklardan mütehayyir bir tâcir olarak;
Hiç okuyup yazmamıştı önceden, gerçi hem
Bir sözdü ki, bilgin olmak da yetmezdi ona o dem.

Lâkin Melek gösterdi hep, gösterdi âmirâne
Yaprağında yazılı bulunan şeyi ona tek,
Ve vazgeçmedi hiç, oku dedi hiç dinlenmeden.

Okudu o an: Öyle ki, eğildi yere doğru Melek.
Ve bundan geri okuyabilen biriydi artık o
Yapabilendi, itaat edendi hem, ve gerçekleştiren.

(22 Ağustos ve 5 Eylül 1907 arasında, Paris)

(Türkçesi: Seyfi Say)

 

MOHAMMEDS BERUFUNG

Da aber als in sein Versteck der Hohe,
sofort Erkennbare: der Engel, trat,
aufrecht, der lautere und lichterlohe:
da tat er allen Anspruch ab und bat
bleiben zu dürfen der von seinen Reisen
innen verwirrte Kaufmann, der er war;
er hatte nie gelesen - und nun gar
ein solches Wort, zu viel für einen Weisen.

Der Engel aber, herrisch, wies und wies 
ihm, was geschrieben stand auf seinem Blatte, 
und gab nicht nach und wollte wieder: Lies.

Da las er: so, dass sich der Engel bog. 
Und war schon einer, der gelesen hatte 
und konnte und gehorchte und vollzog.

(zwischen dem 22.8. und 5.9.1907, Paris)


“ZAMANIN İMAMI” YOK, “ZAMANIN İMAMSIZLIĞI” VAR

 





Adududdîn el-İcî, meşhur eseri el-Mevâkıf’ta imameti/imamlığı şu şekilde tanımlamaktadır:

“Dinin ayakta tutulması (ikamesi) hususunda ümmetin tamamının (kâffesinin) ona tabi olması vacip olacak şekilde Rasul’e halef olmaktır (halifeliktir).”

(Bkz. Seyyid Şerif Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, C. 3, çev. Ömer Türker, 2. b., İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, s. 666-7.)

Burada sözü edilen tabi olmadan (ittibadan) gaye, “dinin ayakta tutulması”dır, “ikame”sidir, imam seçilen kişinin kişisel saltanatına hizmet değil.

Dini ayakta tutmak, hükümlerini tatbiktir, Şeriat’i uygulamaktır.

*

Yukarıdaki tanımın da gösterdiği gibi imamet ile hilafet aynı şeydir.

Hadîs-i şerîfler hilafet ile imametin aynı şey olduğunu gösterdiği halde Şiîler’in büyük bölümü bu ikisini birbirinden ayırdılar.

Onlara göre Rasululllah sallallahu aleyhi ve sellem’den sonraki imam Hz. Ali’dir.

Zamanın imamı” oydu.

Hz. Ebubekir’e gelince, o, “Müslümanlar’ın imamı” değildi, bir mütegallibeydi.

Hz. Ali’nin imamlığının geçerlilik kazanması (daha doğrusu Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın imametinin inkârı) için “hilafetten farklı bir imamet” icat edilmesi gerekiyordu, bunu yaptılar.

Ehl-i Sünnet itikadı kitaplarında “hilafet ve imamet” bahsine yer verilmesinin nedeni işte budur. Şiîlerin hurafe ve safsatalarıyla zihinlerin bulanmasının engellenmesine çalışılmıştır.

*

İmametle ilgili bütün hadîsler bir bütün halinde ele alındığında meselede anlaşılmayacak bir yön kalmaz.

Böyle olmakla birlikte, günümüzde bazılarının, Ehl-i Sünnet’ten olduklarını iddia ettikleri halde, gerçekte Şia ile aynı inancı paylaştıklarını, onlar gibi “zamanın imamı” (“zamanındaki imam/halife” değil) hurafesine inandıklarını görüyoruz.

Sünnî olma iddiasındaki böylesi cahil tarikatçıların ve tarikatımsı grupların kendi hocalarını ve üstadlarını “zamanın imamı” ilan ettikleri müşahede olunuyor.

Sırf kendileri adına konuşmaları durumunda (onlar açısından hocalarının o zaman için imam/önder durumunda bulunması hasebiyle imam kelimesinin “sözlük anlamı” çerçevesinde) “zamanın imamı” tabirini kullanmaları anlayışla karşılanabilir, fakat başkalarının da kendilerinin hocalarını ya da üstadlarını “zamanın imamı” kabul etmeleri gerektiğine, bunu yapmamalarının sapıtma anlamına geldiğine inandıkları anda (imam kelimesinin sözlük anlamının sınırlarını aşarak) tipik bir Şiî gibi akıl yürütmeye başlamış oluyorlar.

*

Bir hadiste “İnsanlara imam olan çobandır, güttüğünden mesuldür” buyurulmaktadır (Buharî, Ahkâm, 1; Müslim, İmara, 5; Ebu Davud, İmara, 1; Tirmizî, Cihad, 27).

Şeriat'i savunma ve hayata geçirme hususunda sorumluluktan/mesuliyetten muaf, cihat "külfet"inden azade bir "yan gelip yatar" “zamanın imamı” yok.

Erdoğan gibi konuşmak gerekirse "Yok öyle yirmibeş kuruşa simit" ve dahî "Yok öyle yirmibeş kuruşluk imamlık".

Bir başka hadiste, Allahu Teala’nın mahşer gününde Arş’ın gölgesinde gölgelendireceği kişilerin başında “adil imam”ın geldiği belirtilir (Buharî, Zekat, 16; Müslim, Zekat, 91; Tirmizî, Zühd, 53).

Buna karşılık “ Zamanın imamı’, Kıyamet gününde Arş’ın gölgesinde gölgelenir” diye bir hadîs yok.

Demek ki, adil olan imam da var, olmayan da.. Böylece Şia’nın “masum imam” efsanesi de çökmüş olmaktadır.

Yine bir başka hadiste, zalim imamın, Allahu Teala’nın en çok buğzettiği kimseler arasında yer aldığı belirtilir (Nesâî, Zekat, 77).

Demek ki imamlar zalim de olabilir.. Zalimlerden de olabilir.

*

İmam Cüveynî, "Allah'ın, kulların maslahatını gözetmesinin kendisine vacip olması sebebiyle onun insanlara imâm nasb etmesinin de Allah'a vacip olduğu" şeklindeki (Şia’ya özgü) düşüncenin “din ve Allah konusunda cehaletten başka bir şey olmadığını" söylemektedir. (Mehmet Salih Gecit, İslâm Kelâmında Siyâset ve İmâmet Tartışmaları, doktora tezi, Erzurum: A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 3012, s. 395.)

Evet, cehaletin ta kendisidir.

Cüveynî’ye göre, nasıl peygambersiz zamanlar olabiliyorsa, imamsız zamanlar da olabilir. (Abdullah Ünalan, İmâmü’l-Haremeyn Ebu’l-Meâlî el-Cüveynî’nin Gıyasü’l-Ümem fi İltiyasi’z-Zulem Adlı Eserine Göre Bey’at ve İmâmet, yüksek lisans tezi, Ankara: A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994, s. 30.)

Bu zaten, Huzeyfe radiyallahu anh’in rivayet ettiği hadîsin ortaya koyduğu bir gerçek.. Çünkü “Müslümanlar’ın cemaatinin ve imamının bulunmadığı” bir zamanda ne yapması gerektiğini sorduğu zaman ona “bütün fırkaları terk etmesi” söylenmiştir.

Rasulullah s.a.s. ona, “Hayır, Müslümanlar’ın her zaman bir cemaati ya da cemaatleri bulunacak, ve her devirde bir ‘zamanın imamı’ olacaktır” dememiştir.

Evet, Şiîler’in batıl zu’mlarının aksine, her devirde “zamanın peygamberi” olan bir peygamber göndermek Allahu Teala üzerine vacip olmaz (Mesela yaşadığımız şu zamanda hayatta olan bir peygamber yok), nerde kaldı ki her devirde yeni bir imam göndermek vacip olsun. (Daha doğrusu, Allahu Teala üzerine hiçbir devirde peygamber göndermek vacip değildir.)

*

Hz. Peygamber s.a.s., İsrail oğulları zamanında onları peygamberler idare ederdi. Her ne zaman bir peygamber vefât ederse onun yerine başka bir peygamber gelirdi. Hiç şüphesiz benden sonra peygamber yoktur. Ancak halifeler olacaktır. Onlar birden çok olabilirbuyurmuştur. 

Bunun üzerine sahabiler “Yâ Resûlallâh! Halifeler birden çok olursa bize ne emredersiniz?” demişler, Hz. Peygamber de Birinci yaptığınız biate bağlı kalınız, haklarını veriniz. Onlara da Hz. Allah, sizin haklarınızdan soracaktır” diye cevap vermiştir. (Buhârî, Enbiyâ, 50; Müslim, İmâre, 44; İbn Mâce, Cihad, 42; Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, C. 6, çev. Mehmed Sofuoğlu, İstanbul: İrfan Yayımcılık, 1988, s. 13-4.)

Burada “Zamanın imamı her kimse, ona itaat edin” denilmiyor.. “İlk yapılan biate” bağlı kalınması emrediliyor.

Ancak, bu hadîste sözü edilen “imam”lar, Şia’nın (ve şiîleşen tarikatçıların, grupların) zannettiği gibi “naylon zamanın imamları” değil.

Gerçek imamlar..

Gerçek imam (Ehl-i Sünnet itikadı kitaplarında anlatıldığı gibi) şu demek: Şeriat’i uygular, Müslümanlar’ı dış saldırılara karşı korur, cihat eder, ümmetin kendi aralarındaki ihtilaflarda onları yargılayıp hüküm verir.

*

Bu hadîsten şunu da anlıyoruz: 

Müslümanlar’ın cemaatsiz (ve imamsız) zamanları olabileceği gibi, birden fazla (insanlara hükmeden ve Şeriat’i uygulayan) halifelerinin/imamlarının bulunduğu zamanlar da olabilir. (Mesela Emevîlerden sonra Abbasî Devleti ve Endülüs Emevî Devleti şeklinde bölünme yaşandı.)

Böylesi bir durumda bir İslam devletini/imamı (laik / “siyasal dinsiz” devleti değil) bırakıp diğer müslüman imama/halifeye tabi olan kişi “cemaat”i terk etmiş olmaz, fakat (şayet haklı bir gerekçesi yoksa) yaptığı biatini bozduğu ve sözünden döndüğü için günahkâr olur. 

Ancak hiç biat etmemişse ya da biat ettiği imam vefat edip ortada biat kalmamış ve böyle bir tavır sergilemişse o takdirde bir vebalden söz edilemez.

Günümüzün (Şia usulü) “zamanın imamı”cılarına gelince, bunların imamlarının, yaşadıkları ülkelerde “dini ayakta tutmak” için harekete geçmeleri, Müslümanlar’ın başına geçip onlarla birlikte cihat etmeleri, Müslümanlar arasındaki ihtilafları mahkemelerde hükme bağlatmaları gibi bir durum yok.. 

Yaşadıkları dinsiz, laik ya da İslam dışı rejimlerde gayri İslamî kanunların baskısı altında inim inim inliyorlar.. 

“Kendisi muhtac-ı himmet bir dede, nerde kaldı gayriye himmet ede!”

Fakat dilleri uzun.. 

Cihanda kendilerinden başka “imam” bulunmadığını, herkesin (“zamanın imamı” diyerek) kendilerine tabi olması gerektiğini söyletebiliyorlar.

Tam maskaralık.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...