BİR ZAMANLAR ABANT’TA

 









Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman’ın geçmişte Fethullah Gülen’le ve Gülencilerle arası iyiydi.

Onların etkinliklerine katılıyordu.

Mesela 22 Temmuz 2001 tarihli yazısı “4. Abant Platformu” başlığını taşıyor.

Şöyle diyor:

Gittikçe gelenekleşen, oturan ve kurumsallaşmaya doğru gelişen Abant Platformu''nun 4.''sü de bu Temmuz ayında yapıldı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı''nın başka birkaç sivil toplum kuruluşunun da desteği ile tertiplediği toplantının bu seneki konusu "Çoğulculuk ve Toplumsal Uzlaşma" idi.

Vakıf yalnızca organizasyon ve finansman işini üstleniyor, danışma kurulunun tavsiyeleri istikametinde katılacaklar listesi hazırlanıyor, katılacaklar seçilirken konu ile ilişki, tartışma kültürü, kişinin toplumdaki yeri ve konumu gözönüne alınıyor. Mümkün olduğu kadar farklı görüşleri savunanların biraraya getirilmesine çalışılıyor. Toplantının amacı farklı kimlik ve kişiliklerin yaşadığı, bu farklılık içinde bir birlik ve beraberliğin vâkıa olarak gerçekleştiği ülkemizde "birlik ve beraberliği sağlam bir teorik zemine oturtmak"tır. Bu zeminin "hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik, laik bir sistem" olduğu öngörülmektedir. Bundan önceki toplantılarda "din-devlet, akıl-vahiy ilişkileri, hukukun üstünlüğü ve demokrasi konuları görüşüldü. Görüşler ve tartışmalar kitaplaştırıldı, ya ittifakla veya çoğunluğun reyi ile ortaya çıkan sonuçlar da bildiriler halinde kamunun bilgisine sunuldu.

Sonra yıllar geçti, köprülerin altından çok sular aktı.

15 Temmuz darbe teşebbüsünden iki gün sonra Karaman, “Yanlış bilgi ve batıl inancın acı sonuçları” başlığı altında şunları yazdı:

Dini düşünce ve hayatın temeli doğru yoldan giderek doğru bilgiye ulaşmaktır. Bilgi yanlış olunca inanç da yanlış olur, inanç davranışın güçlü bir saiki olduğu için kaçınılmaz olarak yanlış inancın (bid’at ve hurafeleri sahih din sanmanın) acı ve zararlı sonucu yanlış davranışlar olacaktır.

Ehl-i sünnet kaynaklarına bakıldığında şu bilgi ve inanç konularında ittifak edildiği görülecektir:

Müslümanların yöneticisini Allah ve Resulü (s.a.) tayin etmemiştir, niteliklere işaret edilmiş, bu işaretler ulema tarafından maddeleştirilmiştir. Bu nitelikleri her mümin taşıyabilir, gerekli eğitim ve emekle liyakat kazanmış olanları müminler serbest iradeleriyle seçerler. İlk halifenin dediği gibi “O Allah’a ve Resulü’ne itaat ettiği sürece seçip yeminle bağlananlar da (bey’at edenler de) ona itaat ederler. O haktan ve hukuktan saparsa, niteliklerini kaybederse yetkiyi elinden alır, layık olana verirler.”
Hiçbir beşer Allah ile konuşamaz, herkese açık ve üzerinde birleşilmiş İslam bilgisi ve inancına aykırı bir bilgi ve inanç ileri süren ve bunu kendine mahsus bir yoldan giderek Allah’tan aldığını söyleyen kimse yoldan çıkmıştır; yanlışın derecesine göre kâfir, fâsık, sapkın, hatalı olur.  

Evet, “Yanlışının derecesine göre kâfir vs. olur” diyor.

Bunu yazan kişi, ikide bir “Ehl-i kıble tekfir edilmez. Ehl-i Sünnet tekfir etmez” diyen kişi.

Demek ki ehl-i kıble de yanlışının derecesine göre kâfir olabiliyormuş.

Ancak, bunu anlaması ya da hafızasının yerine gelmesi için Hayrettin efendinin kafasına bir darbe alması gerekiyormuş.

Ya da Karaman efendi Ehl-i Sünnet’ten değil.

*

Her neyse, yazısına dönelim, ifadelerinin devamı şöyle:

"İslam’ın ilk asrından beri alimler, yoldan çıkmış yöneticiyi değiştirme konusunu tartışmışlardır. Özet olarak vardıkları sonuç şudur: İslam’dan çıkmış yönetici mutlaka değiştirilmelidir."

Yöneticinin İslam’dan çıkmış olduğunu söylemek, onu tekfir etmektir.

Karaman sözlerini şöyle sürdürüyor:

Müslüman olmakla beraber zulme ve günaha sapmış yönetici ise önce uyarılır, ıslahına çalışılır, yola girmezse o da değiştirilir; ancak bu değiştirme vazifesinin şartı “fitneye mahal vermeden” olabilmesidir.

Peki fitne nedir?

Bu bağlamda fitne iç savaştır, Müslümanların birbirini öldürmesidir, ülkede can ve mal güvenliğinin yok olmasıdır; böyle bir ihtimal varsa sabredilir ve uygun zaman beklenir.

İki gündür yaşadığımız olaya bu kuralları uygulayalım:

Bu hareketin amacı iktidarı, İslam’dan sapmışların elinden alıp layık olanlara vermek değildir. Türkiye’nin mevcut şartlarında böyle bir amaçtan söz edilemez.

Hareketi yapanlar bir kişinin Allah ile konuştuğuna, asla hata yapmayacağına ve günah işlemeyeceğine inanıyorlar. Halbuki herkesin tanıdığı bu kişi bazı ruh ve beden arızaları içinde yaşayan bir beşerdir; hem yanılması hem de günah işlemesi mümkündür, vakidir.

Birçok karizmatik lider gibi o da yalnızca kendi düşünce ve tercihini açıklamak, telkin etmek ve itaat istemek için danışmalar (sözde istişareler) yapar. Keskin ve kesin inançlılar ondan aldıkları emirleri canları pahasına yerine getirirler; çünkü sapkın inançlarına göre ölüm mutluluktur, cennet garantilenmiştir, yaşarsa kahraman, ölürse cennetlik olacaklardır.

Müslümanların tarihinde yaşanan pek çok acı olayın, ümmete ve devlete büyük zararlar veren hareketlerin arkasında bu yanlış bilgi ve sapkın inançlar vardır, haddini bilmeyen, peygamberliğe hatta daha daha ötesine soyunan hainler ve meczuplar vardır.

Müslümanların olanlardan ibret alarak ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeleri ve buna sımsıkı sarılmaları çekilen acıların kazanç hanesine yazılacak bedeli olacaktır.

*

Görüldüğü gibi dinen sapkın diyor, hain diyor, meczup diyor, ruhen arızalı diyor, istişareleri sözde diyor.

Diyor da diyor.

Fakat, “Bu adamın bu hale gelmesinde benim de, mevcut iktidarın da, deriniyle yüzeyseliyle bu devletin de çok büyük vebali var” demiyor.

“Bu devlet, Şeriatçı bilinen Milli Görüşçülere karşı devletçi ideolojiyi savunan, Faşizmin dindar kılıflı versiyonunu öne çıkaran, devlet-i ebed müddet hurafesi ile Allahu Teala’nın beka sıfatını devlete veren, devleti putlaştıran bu adamı destekledi” demiyor.

“Bu devlet, laikliği özümseyeceği hesabıyla, Siyasal İslam ya da İslamcı diye bilinen kesime karşı sözde Ilımlı İslam’ı temsil eden bu adamı ve benzerlerini destekledi, kendi ayağına kurşun sıktı” demiyor.

“Bu adam, İslam’ı sahih biçimiyle ve olduğu gibi savunanları Batı ve ABD öyle istediği için terörist olarak nitelendirdi, gayrimüslimlerle, onların güdümüne girecek şekilde işbirliği yaptı” demiyor.

“Bu adam İslam birliği yerine Yahudi ve Hristiyanlarla diyalog hurafesi çerçevesinde gayrimüslimlerin güdümüne girmenin propagandasını yaptı” demiyor.

"Bu adamın dün söyledikleriyle bugün söyledikleri arasında, Akpartilileri hırsızlıkla suçlama dışında bir fark yok" demiyor. 

"Bu adam CIA'in emri altına girmek yerine MİT'in emri altında olsaydı ya da kontrolü altında kalsaydı, onun bütün bu lanetlenen söylemlerine bu laik (siyasal dinsiz; cami, kilise, havra ve putgede arasında ibadetsiz; kıblesiz) devlet destek vermeye tam gaz devam edecekti" demiyor.

"Bu adamın bu kadar insanı peşine takıp Batıcı hale getirebilmesi bu 'kıblesiz, Kıble ehli olmayan, taşları bağlayıp haşhaşları serbest yapan rejim'in suçu" demiyor.

"Asıl suçluyu bulmak istiyorsak elimize bir ayna alalım" demiyor.

"Fethullah'ı kutbu'l-aktab yapıp eleştirilemez ilan etmekle Atatürk'ü peygamber gibi 'aleyhinde konuşulması caiz olmayan adam' yapmak (Atatürk'ü bir tür kıble haline getirmek) arasında İslam açısından hiçbir fark yoktur" demiyor.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...