(İlk yayın tarihi: 2 Haziran 2013, https://tebyin.wordpress.com/2013/06/02/yeni-bir-islam-anlayisi-furyasi/)
KAZADAKİ SİS: ESAD COŞAN ŞEHİT OLDUYSA, SUİKASTİ KİM YAPTI?
Dr. Seyfi Say
Bu sayfalarda yer alan Mehmet Çevik imzalı yazıları ilgiyle okumuş bulunuyorum.
Bence de, konunun açıklığa kavuşturulması için (gerek kamuoyunu bilgilendirmek ve spekülasyonlara son vermek amacıyla bildiklerini anlatıp yazma, gerekse savcılıklar nezdinde suç duyurusunda bulunma şeklinde) herkesin üzerine düşeni yapmasında yarar vardır.
Hatta bunun bir sorumluluk, Esad Coşan hocanın manevî hatırasına ve ruhaniyetine karşı bir borç, artık kurtulunması gereken ağır bir vebal olduğu bile söylenebilir.
*
Ortada bir cinayet, bir zulüm, bir haksızlık yoksa şayet, konunun soruşturulması herkesin zihnen rahatlamasını, gönlünün yatışmasını, “Birşeylerin üstü kapatılmaya mı çalışıldı, çalışılıyor?” şeklindeki kuşkuların son bulmasını sağlar.
Buna karşılık, iddialarda şu veya bu şekilde bir gerçeklik payı varsa, haksızlık karşısında susanların ya da haksızlığa göz yumanların dilsiz şeytan kabul edilmeleri gerektiği, onların bu durumdan kurtulmak için ellerinden geleni yapmak zorunda oldukları unutulmamalıdır.
Hz. Ali’nin söylediği gibi, “Haksızlık karşısında eğilmeyiniz. Çünkü hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz”.
Cinayet işleyenlere ya da cinayet işlemiş olmaları ihtimali bulunan kişilere dolaylı ifadelerle “dalkavukluk” yapmak anlamına gelecek ifadeler kullanmak, hiç olmayacak yerde Allah’ın rahmetinden bahsetmek, şeref yoksunluğundan başka birşey olamaz.
Hikmet, yerli yerince konuşmak ve iş yapmaktır.
*
Ortada bir cinayet varsa şayet, faillere ve onlara yardım ve yataklık yapanlara şu âyeti hatırlatmak gerekir:
“Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)
Hiç kuşkusuz herkes eceliyle ölür. Ancak ecel, cinayeti cinayet olmaktan çıkarmaz.
Kader, günah için mazeret teşkil etmez.
Kur’an‘da kısas âyetinin yer alması sebepsiz değildir (İslâm hukukuna göre, öldürülenin velîsi kısas talep etmek yerine diyeti kabul edebilir, fakat tuzak kurarak öldürme durumunda sadece kısas seçeneği geçerlidir).
Hz. Peygamber s.a.s., Hudeybiye’deyken Mekke’ye elçi gönderdiği Hz. Osman’ın (yanlış olarak) ölüm haberi gelince, onun kanı için Mekkeliler’le savaşmak üzere ağaç altında biat almıştı (biatü’r-rıdvan).
“Ne yapalım, Osman’ın eceli gelmiş.. Allah’ın rahmeti Mekkeli müşrikleri de kapsayacak şekilde geniştir” dememişti.
Hele, “Mümin fedakârdır, sadaka verir, icabında canını verir. Osman da böyle bir fedakârlık yapmıştır, canını vermiştir. Mesele de kapanmıştır. İşi kurcalamayalım, biz keyfimize bakalım. Yiyip içip yan yatalım” asla dememiştir..
Demez..
Hikmetle konuşmuş ve hikmetle hareket etmiştir.
O yüzden, ashab-ı kiramla birlikte, Hz. Osman’a yapıldığı sanılan alçaklık yüzünden canını ortaya koyma kararı almıştır.
*
Esad Coşan’ın ölümü meselesine gelince..
Bunun “canını vermek”le bir ilgisi bulunmuyor.
Herkesin, şerefsizce ya da alçakça susmak, dilsiz şeytanlık yapmak olarak yorumlanabilecek tutumlardan uzak durması, bildiğini “hukuk çerçevesinde”, yasal yolları kullanarak adam gibi anlatması ve imkânları ölçüsünde bilgisinin gereğini yerine getirmesi gerekiyor.
Evet, bu meselede “can verme” söz konusu değil; yapılması gereken şey basit ve sıradan.
“Mümin fedakârdır, sadaka verir, icabında canını ortaya koyar” diye birilerinden laf nakledip riyakâr cömertlik ve kahramanlık edebiyatı paralamayı, insanların gözünü boyayarak onları gaflete düşürüp saflardan korkakça firar etme planları yapmayı gerektiren bir durum yok.
Hayır, hiç kimse sizden canınızı vermenizi, servetinizi yoksullara dağıtmanızı istemiyor. Sadece, Esad Coşan hocanın ölümü konusunda elinizdeki imkânları kullanarak söylenmesi gerekenleri söyleyin, yalnız bir sözünüze bakan avukatlar ordusuyla atılması gereken adımları atın!
Can verme ve malını feda etme riyakâr edebiyatı ve boş laflarıyla insanları aldatıp “uyutmayın”!