Elhamdulillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ Rasûlinâ ve alâ âlihî ve sahbihî ...
HOCALAR ŞEYHLER TAMAM.. PEKİ YA SİYASETÇİLER?
Yeni Şafak gazetesi yazarı Prof. Hayrettin Karaman, “Beşer şaşar” başlığını taşıyan 22 Ocak 2017 tarihli yazısında şunları söylüyordu:
De ki: “Ben, yalnızca
sizin gibi bir beşerim. Şu var ki bana, ilâhınızın, sadece bir ilâh olduğu
vahyolunuyor. Artık her kim rabbine kavuşmayı bekliyorsa dünya ve âhirete
yararlı iş yapsın ve rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın” (Kehf: 110).
İmam Malik Medîne’de
Peygamber Mescidi’nde ders verirken şöyle diyor: “Şu Ravza’da medfun bulunan
zat dışında kim olursa olsun sözü kabul de edilir red de edilir”.
Âyetlere, açıklayıcı
hadislere ve Ehl-i Sünnet temel kabullerine göre yanılmamak ve günah işlememek
özelliği beşer içinde yalnızca Peygamberimize (s.a.) aittir; o da aslında
ümmetinin her bir ferdi gibi bir beşerdir, bu bakımdan günah işlemesi ve
yanılması mümkündür; ancak Allah Teâlâ onu ümmetine örnek kıldığı ve örneğin
yanılması, günah işlemesi ümmetinin bunları doğru ve meşru bilmesine sebep
olacağı için Peygamberini günah işlemekten korumuş (ma’sûm kılmış), dini
hükümlerde yanılması halinde de bunu derhal düzeltmiş, yanlış olanın din hükmü
olmasını engellemiştir.
Ehl-i Sünnet
müçtehitleri ve mezhep imamları şu konuda ittifak etmişlerdir: Bir müçtehidin
içtihadı diğerinin farklı içtihadını bozmaz ve geçersiz kılmaz. Her müçtehit
isabet de hata da edebilir. İçtihat ehliyeti taşıyan ve usulünce içtihat eden
bir alim içtihadında hata ederse bir sevap, isabet ederse iki kazanır. Allah
katında isabetli olan içtihada göre kulluk eden de, hatalı olan içtihada göre
kulluk eden de meşru yoldadır ve kulluğu bu cihetten makbuldür.
*
Önce, muhtemelen dalgınlıkla yapılmış bir
hataya işaret edelim..
Yazarın, "Âyetlere, açıklayıcı
hadislere ve Ehl-i Sünnet temel kabullerine göre yanılmamak ve günah işlememek
özelliği beşer içinde yalnızca Peygamberimize (s.a.)
aittir" şeklindeki sözü doğru değildir.
Diğer peygamberler de aynı
durumdadır.
İkincisi
burada "yanılmamak" kaydının işin içine katılmaması, sadece
"günah işlememek"ten söz edilmesi gerekirdi.
Çünkü peygamberler de yanılabilirler,
fakat bu yanılgıları günah işleme şeklinde olmaz.
İçtihatlarında hata ettikleri de olur,
fakat onlar peygamber oldukları için hataları o şekilde bırakılmaz, düzeltilir.
Ulemanın ise böyle bir mazhariyeti
yoktur.
*
Evet, farklı içtihatlara saygı
duyulabilmesi için öncelikle onların “ehliyet” sahipleri tarafından “usulünce”,
yani usul-ü fıkıh çerçevesinde ve dini istismar için
değil, hakkı bulma niyetiyle, ihlasla, sırf hakkı bulmak için
yapılması gerekir.
Ehliyet sahibi olmayan ve usule
uymak bir tarafa, onu bozanların görüşleri “meşru içtihat”
değildir.
Karaman’ın yazısına dönelim:
"İçtihatların
farklı olması tefrikaya sebep kılınamaz, bütün müçtehitler ve onlara tabi
olanlar din kardeşleridir, mezhep farkına dayalı dışlama ve ayrımcılık meşru
değildir."
İşte burası, Karaman'ın dikmekte olduğu
elbisenin dikişlerinin patladığı yer.
Ehliyeti olmayan ve usule
uymayanların meydana
getirdikleri mezhepler tabiî ki dışlanırlar ve onların meşru
olmadıkları tabiî ki söylenir.
Karaman’ın bunu da açıkça belirtmesi
gerekirdi. Fakat o başka bir yazısında ("Kucaklamanın sınırı", Yeni
Şafak, 1 Ocak 2017) kendince birtakım “kırmızı
çizgiler” icat ederek, mevcut laik devletin “laikliğe ayarlı” din anlayışı
çerçevesinde zararlı görünenlerin dışlanmasını, hatta devlet
tarafından bunlara karşı önlem alınmasını teklif etmişti.
*
Öte yandan, Karaman’ın, hak-batıl ayrımı
yapmadan bütün mezhepleri eşitleyerek onları “din”den farklı birşeymiş, meşru
değillermiş, adeta din dışı imişler gibi göstermiş olan Erdoğan’ı da açıkça
uyarması beklenirdi.
"Güncelleme" lafı
konusunda da tepki göstermesi, "İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün
uygulayamazsınız" diyen Erdoğan'a, "Sözünü ettiğin hükümler nassla
sabitse dinin tam da kendisidir, yok eğer içtihadî hususları kastediyorsan bil
ki, senin laiklik illetiyle malul ehliyetsiz ve keyfî sözde içtihadın o köklü
içtihatları nakzedemez. Haddini bil!" demesi gerekirdi.
Demesi gerekirdi çünkü sonuçta Erdoğan da
beşer.
Yoksa, yoksa o, beşer değil mi?
*
Karaman’ı dinlemeye devam edelim:
"Bir de gaybı
bilme konusu var; Kur’ân-ı Kerim’in açık ve kesin ifadesine göre insanlar
(beşer) ve cinler gaybı bilemezler. Hiçbir kimse yarın başına ne
geleceğini, neyi kazanıp neyi kaybedeceğini, nerede hayatının son bulacağını
bilemez."
Bu ifadeler de doğru olmakla birlikte
eksik. Allahu Teala bildirirse de mi bilemez?!
Kur’an’ı yine
öncelikle Kur’an tefsir eder. Bazen “mutlak”ını
“takyid”, bazen de “mücmel”ini “beyan” eder. Ayetlerden biliyoruz ki gaybden
bir kısmı, Allahu Teala’nın bildirmesiyle bilinir.
Hz. İsa a.s., insanların
evlerinde neler sakladıklarını, ne yiyip içtiklerini biliyordu:
Ve
İsrâiloğullarına bir peygamber olarak (şöyle diyecek): “Hiç şüphesiz ben, size
Rabbinizden bir delil (bir mu'cize) ile geldim. Doğrusu ben, size çamurdan kuş
şekli gibi birşey yapıp içine üflerim, Allah'ın izniyle (o) hemen bir kuş olur!
Hem Allah'ın izniyle(anadan doğma) körü ve (teni) alacalıyı iyi ederim, ölüleri
de diriltirim! Ve evlerinizde ne yiyorsanız ve ne
biriktiriyorsanız size bildiririm! Eğer mü'min kimseler iseniz,
şüphesiz bunda sizin için elbette bir delil vardır.” (Âl-i İmrân, 3/49)
Hz. Yusuf a.s., rüyasını tabir
ettiği kişilerin başına nelerin geleceğini haber vermiş ve bunun kesinleşmiş
bir hüküm olduğunu belirtmişti.
Örnekler çoğaltılabilir.
*
Karaman’ın yazısına dönelim:
"Falcılara,
büyücülere, cincilere, kâhinlere; hasılı gaipten haber verenlere inananlar Hz.
Peygamber’e inanmamış olurlar."
Peygamberler dışındaki kimselerin gaipten
verdikleri haberleri, bunlar büyücü, cinci, kâhin vs. olunca kesinlikle tasdik
etmemek gerekir.
Salahı, takvası, doğruluğu, dürüstlüğü ve
faziletiyle tanınmış, keramet sahibi diye bilinen kişilerin verdikleri
haberlerin de doğruluklarının kesin bir garantisi yoktur, çünkü “keşf”te hata
olabilir.
İsabetli görünseler bile (Kur'an ve
Sünnet'ten delili bulunmayıp) salt keşfe dayanan bilgilerin tasdik edilmesi
gerekmez. Gerekmemenin de ötesinde mahzurludur, bid'at kapsamına
girerler.
Ehl-i Sünnet itikadınca, ilham ve keşf
“kesin” doğru bilgi kaynağı değildir.
Fakat bazen doğru da çıkabilirler.
Mesela Akşemseddin k.s.’nun Sultan Mehmed’in İstanbul’u
fethedeceğini söylemesi, Ebu Eyyub el-Ensarî’nin kabrinin yerini
keşfetmesi gibi.
*
Karaman’ın yazısı şöyle devam ediyor:
Bu temel bilgileri
niçin hatırlatmaya ihtiyaç duydum?
Ehl-i Sünnete mensup
olmayı başkalarına bırakmayanlar var; bunların bir kısmı şeyhlerinin,
önderlerinin, hoca efendilerinin, üstadlarının gaybı bildiğine, yanılmaz ve
günah işlemez olduğuna inanıyorlar. Evet sorsanız “beşer şaşar, insan
hata da eder günah da işler” diyorlar, ama sıra tabi oldukları kişiye gelince
“Evet o da yanılabilir, günah da işleyebilir; bu sebeple ondan sâdır olan
sözleri ve davranışları Ehl-i Sünnet ilkelerine göre değerlendirmek, uyanı
almak, uymayanı almamak gerekir” demiyorlar, diyemiyorlar ve bunu
yapmıyorlar!
Karaman gibiler bu gerçekleri yazıyorlar,
fakat sıra tabi oldukları Recep Tayyip Erdoğan gibi kişilere
gelince ayarları bozuluyor.
Erdoğan gibilere "beşer üstü"
muamelesi yapıyorlar, her yaptıklarına bir altın yaldızlı "hikmet"
kulpu takıyorlar.
“Evet o da yanılabilir, günah da
işleyebilir; bu sebeple ondan sadır olan sözleri ve davranışları Ehl-i Sünnet
ilkelerine göre değerlendirmek, uyanı almak, uymayanı almamak gerekir” demiyor,
diyemiyorlar.
Böyle yapmadıkları gibi bunu yapanları
suçlamak için bin dereden su getiriyorlar.
Herşey ortada..
*
Karaman şunları da söylüyor:
İslam bilinecek, her
mümin kulluğunun gerektirdiği kadar din bilgisine sahip olacak (bu farzdır),
sonra bu bilgisini hayatına uygulamaya çalışacak; iradesi ve gücü zayıf kaldığı
için bir güzel topluluk (Allah’ın salih bilinen kulları) ile beraber olmak,
Allah’ın salih bilinen bir kulunu örnek almak istiyorsa onların ve onun
“herkesin bildiği, bilmesi gereken sahih İslam bilgisine” uygun olan
davranışlarını örnek alacak, kendi yapamadığını onların nasıl olup da
yapabildiklerini öğrenecek, imanı, iradeyi, Allah ve Resulullah sevgisini
güçlendirecek tecrübe ve yöntemlerinden istifade edecek, ama Ehl-i
Sünnet ilkelerine uymayan, ittifakla İslam dışı olduğu kabul edilmiş bulunan
bir söz, bir davranış kimden gelirse gelsin onu reddedecek, kabul
etmeyecek.
Şurası bir gerçek:
Türkiye’de şeyhlere, hocalara, üstadlara,
dedelere, grup ve topluluk liderlerine itiraz etmek, bizim milletimizin alışkın
olduğu birşey değildir.
Mesela, FETÖ’ye “dünya lideri, İslam
aleminin umudu” Recep Tayyip Erdoğan hazretlerinden önce
itiraz etme bahtsızlığına uğrayan Nurettin Veren, neredeyse verem
olmuştu ve vebalı muamelesi görmüştü.
Ancak partiler de aynı
durumdadır, cemaatler ve tarikatlar gibidir.
Bu ülkede siyasal parti mensupları için de
lideri ve liderin makbul (torpilli) adamlarını sorgulamak mümkün değildir,
aforoza uğrar, hain ilan edilirsiniz.
Eğer o partinin mensubuysanız, parti
ağalarının sözlerini tenkit edemez, “Yanlış konuşuyorsun kardeşim”
diyemezsiniz. Kayıtsız ve şartsız itaat istenir.
Bazıları bunu açıkça söyler, bazıları da "Arife tarif gerekmez" fehvasınca "Anlarsın ya..." babından işaret diliyle ifade ederler.
Yağ çekme, doğru-yanlış demeden her
yapılana bir kulp takma hürriyetiniz ise sınırsızdır.
Devlet kurumları ve (yasal olsun olmasın)
sivil toplum örgütleri de böyledir.
Mesela siz Kürtçü hak
hukuk, özgürlük fedailerinden "Apo'nun da gözünün üstünde kaşı
var" diyene rastlıyor musunuz?
*
Aslında Karaman'dan beklediğimiz Erdoğan
gibi siyasetçilere açıkça ve isim vererek karşı çıkması da değil..
Kullandığı genel ifadelere siyasetçileri
de dahil etmesi..
Mesela yukarıya aldığımız
ifadelerinde "şeyhlerinin, önderlerinin, hoca efendilerinin,
üstadlarının" ifadesi geçiyor, fakat "parti liderleri,
siyasetçiler" yok.
"Önderleri" lafının başına bir
"siyasal" eklese, "siyasal önderler" dese, o da
kabulümüz.
Çünkü mesele sadece hacı hocanın
konumunun abartılması değil..
Mesela.. Hristiyan tutuyor Hz. İsa'nın
konumunu abartıyor, buna karşılık öbür müşrik de Firavun'a tapıyor.
Tamam "Şeyhim ne derse
doğrudur" diyen, yanlış yolda, fakat "Parti liderim ne derse
kayıtsız şartsız itaat ederim, liderim öl desin ölürüm, öldürürüm"
diyenler de var.
Ya da, "Devletim ne isterse
yaparım, öl derse ölürüm, öldür derse öldürürüm, benim için devletin emirleri
tartışılmaz doğrudur" diye düşünenler, böylesi lafları söyleyenler de
var.
Bu ikinci türden abartma "siyasal
güç" de içerdiği ve maneviyatla sınırlı kalmayıp maddî alana uzandığı için
ilkinden daha tehlikeli.
Belki de Karaman gibilerin bu tür
konulara girmemeleri "tehlike" konusunda herkesten uyanık
olmalarından kaynaklanıyor.
*
Durum biraz Mevlana'nın
anlattığı hikâyedeki gibi..
Okuyalım:
Bir
Yahudi, bir Müslüman, bir de Hıristiyan yolda arkadaş oldular.
Bir
mümin, iki sapıkla yoldaş oldu. Aklın şeytan ve nefisle arkadaş olması gibi.
Yol
hali bu bir de bakarsın, bir Maraga’lı ile bir Rey’li arkadaş olur. Beraber
yerler, beraber içerler.
Baykuş,
karga ve doğan, bir kafese düşebilir. Hapiste bir temiz kişiyle bir beynamaz
arkadaş olabilir.
Bir
konaktaki kervansarayda doğu ve batı halkıyla Maveraünnehir’li bir araya gelir.
Aşağılık
ve yüce kişiler, kış ve kar yüzünden bir kervansarayda günlerce beraber
kalırlar. Fakat yol açıldı, mani kalmadı mı hepsi ayrılır, her biri bir yana
gider. ...
Bu üç
yoldaş bir konağa vardılar. Orada bir devletli, kendilerine helva hediye etti.
...
Şehirliler
edep ve zeka ehli olurlar. Toy vermek, yoksul doyurmak da köylülere
verilmiştir. ...
O iki
yabancı, adamakıllı yemek yemişler, imtilaya uğramışlardı. O müslüman ise
oruçluydu.
Akşam
namazı vakti o helva gelince müslüman, pek aç olduğundan yemek istediyse de,
ikisi de "Biz boğazımıza kadar tokuz. Bu yemeği bu gece bırakalım da yarın
yeriz. Bu gece sabredelim, yemeyelim de helvayı yarına saklayalım"
dediler.
Mümin
dedi ki: "Sabrı bırakalım da bu gece yiyelim, yarının sahibi var." Ona
"Sen, böyle hikmet satarak yalnız yemek istiyorsun galiba" dediler.
Dedi
ki: "Dostlar, biz üç kişi değil miyiz? Bana razı değilseniz pay edelim.
Kime ne düşerse dilerse yesin, dilerse saklasın." İkisi birden hayır
dediler, ....
...
Onların kastı o müslüman’ın gam yemesi, o geceyi aç geçirmesiydi.
Tanrı'ya
teslim oldu, boynunu eğdi, "Dostlarım" dedi, "baş üstüne,
dediğiniz gibi olsun".
O
gece yatıp uyudular, sabahleyin kalkıp kendilerini bezediler. Yüzlerini
ağızlarını yıkadılar. Her biri, kendi yolunca virdini okumaya koyuldu.
...
Her üç dost da ibadetlerini bitirdikten sonra dostçasına birbirlerine yüz
çevirdiler.
Biri
dedi ki: "Her birimiz gördüğü rüyayı anlatsın. Kimin rüyası daha güzelse
bu helvayı o yesin, üstün olan alt olanın payını alsın." ...
Bunun üzerine önce yahudi, gördüğünü söyledi, ....
Dedi ki: "Yolda önüme Musa çıktı.
.... Musa’nın ardında Tur dağına gittim. Ben de, Musa da, Tur dağı da nura gark
olduk, görünmez bir hale geldik. ..... Ondan sonra o nurdan bir kapı açıldı. O
nurun içinden bir başka nur göründü. O ikinci nur, çabucak yüceldi. Ben de,
Musa da, Tur dağı da... Üçümüz de o nurun doğmasıyla kaybolduk. ..."
O çıfıt böyle söyleyip duruyordu.
Nice yahudi vardır ki sonu iyi olur. Hiçbir
kâfiri hor görmeyin. Müslüman olarak ölebilir, olur ya. Ömrünün sonundan ne
haberin var ki ondan tamamı ile yüzünü çeviriyorsun.
Ondan sonra hıristiyan söze geldi. Dedi ki: "Rüyada Mesih (İsa) göründü. Onunla dördüncü kat göğe, alemin güneşinin bulunduğu durağa çıktım. Gök kalelerinin şaşılacak şeylerini gördüm. Bu alemdeki alametlere hiç benzemiyorlardı. ..."
Hıristiyan
da, "Hepiniz bilirsiniz ki" dedi, "bu yüce gök, şu eski yeryüzünden yüzlerce defa
geniştir. Nerede gökyüzünü acayip genişlikleri, nerede şu yerin köşeleri,
bucakları?"
Müslüman bunun üzerine dedi ki: "Dostlar, sultanım (Muhammed) Mustafa (s.a.s.) zuhur etti. Bana dedi ki: 'Onların birisi Tur’a gitti, Tanrı Kelîm’ine arkadaş oldu, aşk tavlası oynamaya girişti. Öbürünü de sahipkıran İsa aldı, dördüncü kat göğe çıkardı. Kalk a arada kalmış, zarar görmüş adam! Bari o helva ile yahniyi sen ye. O hünerli, sanatlı kişiler, koştular; devlet ve mevki mektubunu okudular. O iki faziletli er, lütuf ve ihsanlar buldular, meleklere karıştılar. Ey arada kalmış saf ve bön! Kalk, sıçra da helva kâsesinin başına otur!' "
Bu
sözü duyunca Hıristiyan’la Yahudi "A haris (hırslı kişi)" dediler,
"yoksa helvayı yedin mi?"
Müslüman,
“O emrine itaat edilen padişah emredince, ben kimim ki buyruğuna uymayayım? Sen yahudisin, Musa’nın emrinden baş çekebilir misin? Seni iyi ve kötü bir şeye
koşsa emrinden nasıl olur da dışarı çıkabilirsin? Sen de Mesih’e tabisin, hayır
veya şer, herhangi bir işte Mesih’in emrine karşı durabilir misin? E... Artık
ben nasıl olur da peygamberlerin övündüğü Peygamberimin emrinden dışarı çıkabilirim?
Helvayı yedim tabii, şimdi de sarhoşum işte!” dedi.
Bunun
üzerine "Vallahi" dediler, "rüya, senin rüyan. Bu gördüğün rüya,
bizim yüzlerce rüyamızdan üstün. Ey neşeli zat, senin uykun uyanıklık. Rüyanın
eserini uyanıklıkta bile görüyorsun."
(Mesnevî,
C. VI, çev. Veled İzbudak, İstanbul: MEB Yayınları, 1988, s. 189-197.)
*
Evet, asıl mesele "şeyhler, hoca
efendiler, üstadlar" değil, asıl mesele "parti liderleri,
siyasetçiler, siyasal önderler, devletlular, devletçiler, derin
devlet"..
Ve onlara sırtını dayayan hocalar,
üstadlar..
Onların hükmü "maneviyat"
aleminde kalmıyor, maddî aleme de uzanıyor.
Asıl maneviyat onlarınki..
Onların
maneviyatının etkisi maddiyatta da görülüyor.
*
Mesela, bu satırların yazarı,
üniversitede akademisyen olarak görev yaparken, sırtını derini ve yüzeyseliyle
"laik" devlete dayamış "müslümanca düşünme"
işportacısı Rasim Özdenören'in bazı yazılarını tenkit etmiş olduğu
için baskı görmüş durumda.
Bir başka olay:
Sene 2016.. Aylardan Ağustos..
Babam, vefatına neden olan hastalığından
dolayı hastanede olduğu için Sivas'tayım..
İkindi namazını, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi'nden emekli akrabam Murat Abi ile birlikte Yeni Cami’de kılıp, karşısındaki, sırtını Vakıf Subaşı Hanı’na vermiş kafeye
geçiyoruz..
Bu arada yanımıza ciddi bir yüz
ifadesiyle iki sivil polis geliyor, akrabam kimliğini göstermek için cebine
davranıyor.
"Hayır" diyorlar beni
göstererek, "bu arkadaş için geldik. Yeni Şafak gazetesi
yazarı Hayrettin Karaman aleyhinde yazı yazıyormuş."
MİT’İ ANLATAN TEŞKİLAT DİZİSİNDEN ÖĞRENDİKLERİM
Çok şey öğrendim, hangi birini anlatayım. Fakat son bölümdeki (138’inci bölümdeki) bir sahne, 16-17 yıl öncesini hatırlamama yol açtı....
-
Şu Hiranur Vakfı hocasının kızının evliliği meselesi, 28 Şubat 'taki (derin tezgâh) Müslüm-Fadime olayı gibi arsızca köpürtülüyor. ...
-
Erdoğan’la ilgili iki rüyamı yorumsuz olarak aktaracağım. Birincisini, Suriye’deki son gelişmeler başladığı sırada gördüm.. Erdoğan, de...
-
Odatv.com ’da “istihbarî” bilgileri “kulis” diye Hürrem Elmasçı takma adıyla aktaran kişi, son yazısına şu başlığı uygun görmüş: “ Er...