TOPLUMSAL CİNSİYETSİZLİK DEJENERASYON, TEREDDÎ VE TEDENNÎDİR, SAPIK BİR ÜTOPYADIR

 






Toplumsal cinsiyet konusuyla ilgili yazılarımızdan birinde şu noktaya dikkat çekmiştik:

Kâinatta (varoluşta, varlıkta) bir bütünlük bulunduğu halde, biz, onu anlamak için, zihnimizde bilimsel disiplinler çerçevesinde parçalama yoluna gidiyoruz.

Meramımızı ifade için “kavram”lar üretiyor, bu kavramlar ekseninde (zihinsel soyutlama yoluyla) teori ve modeller oluşturuyoruz.

Bu, tümden yararsız değilse de, bir süre sonra, esas olanın kâinatın/gerçekliğin kendisi olduğu unutulabiliyor, anlama çabamızda “araç” rolü üstlenen teori ve modeller, skolastik bir refleksle “amaç” haline gelebiliyor, ve gerçekliğin yerini almaya başlayabiliyor.

Bazen de bu, kasıtlı olarak yapılıyor..

Bu kasıtlılık durumu iki şekilde ortaya çıkıyor.. Birincisi ideolojik saplantı ve önyargıların devreye girmesi durumu..

Mesela evrimcilerin tutumu böyle.. Tezlerini desteklemek için sahtekârlık yaptıkları, sahte deliller ürettikleri biliniyor.

Teorinin gerçekliğin yerini alması (yanlış olduğunun bilinmesine rağmen savunulması) durumu bazen de tabiata/doğaya (Ki insan da tabiatın bir parçası) müdahale için yapılıyor.. Yani söz konusu olan anlama çabası değil, fıtrata müdahale ve ifsat..

Bunun örneği, toplumsal cinsiyet kavramı etrafında üretilen safsata ve hezeyanlar.

*

İnsandaki erkeklik ve kadınlık şeklindeki cinsiyet farklılığı, tabiatta/doğada var olan bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor, fakat birileri, bu “doğal (doğanın ürünü olan) farklılığı” “hayat”ın dışına itmek, “doğa”daki yerinden sürgün etmek için “toplumsal cinsiyet” kavramını kullanıyorlar.

“Tamam, cinsiyet biyolojik olarak var, bunun fizyolojisi de var, fakat toplumda bunun karşılığı olmasın, toplumsal cinsiyetin yerini toplumsal cinsiyetsizlik alsın” diyorlar.

Bunun çaresi yok.. Cinsiyetsizlik meleklere ve cansız nesnelere mahsus.. Cinsiyet olunca da bunun toplumsal bir karşılığı mutlaka olacaktır.

Madem ki insanda biyolojik olarak bir erkeklik ve kadınlık var, bunun toplumsal bir karşılığının olmaması düşünülemez.

“Ama biyoloji başka, toplumsal ilişkiler, toplumsallık başka” diyemezsiniz.. Kâinatta (varlıkta, varoluşta) böyle bir parçalanmışlık, bölünmüşlük yok.. Bütünlük var.

Üstümüzdeki Güneş, insan değil.. Canlı bile değil.. Dolayısıyla biyolojik bir yanı da yok.. Fakat Güneş, yaydığı ışık ve ısıyla “toplumsal”ın (insana ait toplumsallığın) ayrılmaz bir parçası..

Güneş karşısındaki konumuna göre insanların toplumsallığı farklı biçimler alabiliyor.. Ekvator çizgisi üzerindeki toplumsallık ile Eskimolar’ın yaşadığı yerlerdeki toplumsallık aynı değil.

*

İşte, nasıl Güneş canlı bile olmadığı, bilinci/şuuru bile bulunmadığı halde salt varlığıyla/mevcudiyetiyle “toplumsal” alanda bir etkiye sahipse, bizzat toplumsalın bir parçası olan, toplumun kendisi durumunda olan insan da, kendi doğal yapısındaki biyolojik, fizyolojik ve psikolojik özelliklerle “toplumsal”ı etkiler, ona şekil verir.

Ve cinsiyet bunların belki de en başında gelir.

İnsanda kalp, akciğer, karaciğer, beyin, mide, böbrek vs. ne kadar önemli uzuvlar ise, cinsiyetini belirleyen uzuvlar da o kadar önemlidir.

O "cinsiyetçi" uzuvlar bulunmasaydı, insan nesli ve dolayısıyla insan diye birşey de olmazdı.. Bugün insan diye bir canlı türü bulunmazdı.

Hiçbirimiz mevcut olmazdık.

İnsan denen canlının gözleri olmasaydı, nesli (insanlık) yine devam edebilirdi.. Körlerin de çocukları oluyor..

Kulak diye birşey olmasa, bütün insanlar sağır olsalardı, insanlık yine var olmaya devam ederdi.

Bacakları bulunmasa, sürünüyor olsa, yine bir şekilde varlığını sürdürür, üreyip çoğalmaya devam ederdi.

Fakat, cinsiyetsiz insanlık olmaz.. Nesil devam etmez.. Yeni insanlar doğmaz.. Ortada insanlık diye birşey kalmaz..

Toplumun, ve dolayısıyla toplumsallığın temelinde cinsiyet var.

Tabiri caizse toplum cevher, toplumsallık arazdır (Canlının kendisinin cevher, canlılığın araz olması gibi).. Arazın kendi başına bir varlığı bulunmaz, onu ortaya çıkaran cevherdir (Canlı yoksa canlılık diye birşeyden söz edilemez).. Toplumun temelinde cinsiyet yer alıyor olunca, toplumsallığın cinsiyetten bağımsız olması hiç mümkün değildir.

Cinsiyetsiz bir toplumsallık imkânsızdır.

*

Evet toplum (insanlar) demek, cinsiyet demektir.. Cinsiyet bulunduğu için toplum var..

Toplum var olduğu için cinsiyet var olmuş değil, cinsiyet var olduğu için toplum var.

Dolayısıyla, illa da “toplum” ve “cinsiyet” kavramlarını birlikte kullanacaksak, “cinsiyetin toplumsallığı”ndan (cinsiyetin ürettiği tophumsallıktan) söz etmemiz gerekir, “toplumsal cinsiyet”ten (insanların toplum haline gelmelerinden dolayı ortaya çıkan cinsiyet anlayışından) değil.

Velhasıl “toplumsal cinsiyet”e bir kurgu ya da inşa demek, bile bile ak’a kara, karaya ak demek türünden bir sahtekârlık veya “kafası çalışmazlık”tır..

Birilerinin toplumsal cinsiyet diyerek lanetlediği olgu, gerçekliğin ve hayatın ta kendisidir.

Dediğimiz gibi, nasıl Güneş olmasa hayat diye birşey ve dolayısıyla toplum ve toplumsallık da olmayacaktıysa, insandaki (kendisini erkeklik ve kadınlık olarak gösteren) cinsiyet olmasaydı, toplum olmazdı.

Çünkü insan olmazdı.

Cinsiyet, toplumun temeli ve üreticisidir, ve ondan ayrılamaz.. Hatta toplumun ta kendisidir.

Hülasa, toplumsal cinsiyet, toplumun temelidir.. Toplum varlığını onun sayesinde sürdürür.

*

Madem ki insanda cinsiyet var, o cinsiyet toplumu, toplumsal ilişkileri, toplumsallığı ister istemez etkileyecektir.

Nasıl etkilemesin ki, o toplumsallığı bu cinsiyet kuruyor.. O cinsiyet olmasa bu toplum da, toplumsallık da olmayacak.. Nasıl etkilemesin?!

Güneş gökte var olmaya devam etsin, fakat ışığı ve ısısı ile insanları, toplumsal hayatı etkilemesin.. Bu, mümkün müdür?!

Su, varlığını sürdürsün fakat toplumsal yaşamı etkilemesin, insanların sulak yerlere yerleşmelerine, ikamet için nehir ve göl kenarlarını seçmelerine yol açmasın.. Bu olacak şey midir?!

“Toplumsal cinsiyet” yaygarası yapanların dedikleri şu: Tamam, toplumda erkek ve kadın bulunsun.. Hem Malkoçoğlu, Battal Gazi, Köroğlu vs. bulunsun, hem de dansöz Mata Hari’ler.. Fakat Malkoçoğlu ile Mata Hari toplumda “erkek ve kadın” olarak boy göstermesinler.. Pantolonların, eteklerin vs. altında saklanan biyolojik cinsiyetleri onların toplumsal davranışlarına, konumlarına ve ilişkilerine yansımasın… Öyle ki, davranışlarına ve tavırlarına bakarak Malkoçoğlu’nun erkek, Mata Hari’nin de kadın olduğu hükmünü veremeyelim.. Dışarıdan bakan hangisi Battal Gazi, hangisi Mata Hari, seçemesin, ayıramasın.

Bu mudur yani?

*

Bireyin biyolojik ve fizyolojik yapısından bağımsız bir toplumsallığı olamaz.

Eğer böyle birşey olsaydı, insanların biyolojik ve fizyolojik bakımdan kendilerinden farklı olan hayvanlarla da bir toplumsallığının olabileceğini kabul etmek gerekirdi.

Nasıl yaşadığımız dünyada insanın ve hayvanların rolleri salt toplumsal inşa değilse, bunun biyolojik ve fizlolojik bir temeli varsa, kadın ve erkeklerin toplumsal rollerinin de biyolojik-fizyolojik-psikolojik bir karşılığı vardır.

Öküz çift sürecek, inek süt verecek, eşek yük taşıyacak, at, koşulduğu arabayı çekecek, köpek koyun sürüsünü kurttan koruyacak, bağlandığı bahçeye giren yabancılara havlayacaktır; insan da bunlardan faydalanacaktır.

“Hayır, bunlar toplumsal rollerdir, insanlar çift sürsün, öküz ve inekler Hindistan’daki gibi gönlünce gezip dolaşsın, inekler insanlara değil insanlar ineklere hizmet etsin ve saygı göstersin, atlar arabalara binsin, insanlar da bunları çeksinler” diyemezsiniz.

Öküzden savaşta sırtına binilen bir binek olmasını, attan köpek gibi koyunları kurttan koruyan bekçilik rolünü üstlenmesini bekleyemezsiniz.

Erkek ile kadın arasındaki “doğal” rol dağılımı insanlarla hayvanlar arasındaki kadar büyük ve keskin değildir, fakat hiç yok da değildir.

İslam bize gerçekçi olmayı, gerçekliği olduğu gibi kabul etmeyi öğretmiştir..

Ütopyalara, sapık ideolojilere, “toplumsal inşa” değilse de (sapık mahfillerin destekleyip dayattığı) “akademik inşa” durumundaki saçmasapan teorilere kulak asmayacak bir bilgelik İslam’da mevcuttur.

*

Erkek ve kadının biyolojisi, fizyolojisi ve psikolojisi farklı..

Bu, sonradan oluşmuyor, yaratılıştan geliyor.

Aynı anne babanın çocukları oldukları halde genelde kızların erkeklerden daha kısa olduğu görülür.. Evet toplumda bazı kadınlar birçok erkekten daha uzun boyludur, fakat genel ortalamaya bakıldığında erkeklerin kadınlardan daha uzun oldukları müşahede edilir..

Diğer özellikler bakımından da durum budur..

Bazı kadınlar bazı erkeklerden daha cesurdur, fakat genel duruma bakıldığında erkeklerin kadınlardan daha savaşçı olduklarına kimse itiraz edemez.

İşte, toplumsallık ister istemez bu “genel (evrensel) ortalama” etrafında şekillenir.

Mesela şunu diyemiyoruz: “Amerika ve Avustralya kıtaları Asya, Avrupa ve Afrika’dan kopuktu, aralarında bir etkileşim yoktu, buna bağlı olarak kadın ve erkeğin toplumsal rolleri buralarda farklıydı.. Mesela Kızılderili kabileleri arasında bir savaş olduğunda kadınlar cepheye gidiyor, erkekler de çadırlarında oturup cepheden gelecek haberleri bekliyorlardı.”

Cinsiyet (kadın-erkek ayrımı) çerçevesinde şekillenen toplumsallık salt “toplum” öyle istediği için ortaya çıkmış birşey değildir..

Hayat” (insanın doğası) bunu dayatmaktadır.

Cinsiyetsiz toplum ya da toplumsal cinsiyetsizlik bir inşa, bir kurgu olarak üretilmeye çalışılmaktadır fakat “hayat” buna izin vermez.

*

İşin aslına bakılırsa “toplumsal cinsiyet” modern toplumda (lanetlendiği halde) alttan alta farklı bir şekilde yeniden inşa ediliyor.

Mesela, “Arkadaşlar, toplumsal cinsiyet bağlarından kurtulalım, kadınlar ile erkekler arasında fark gözetmeyelim” diyen etkili konumdaki birçok erkek, (sözde toplumsal cinsiyet gözetmediği için) bazı pozisyonlara erkekler yerine kadınları atadığında veya getirdiğinde, bu, gerçekte, “toplumsal cinsiyete itibar etmeme” kamuflajı ile perdelenmiş cinsiyetçi (karşı cinse eğilimden kaynaklanan) bir seçim olabilmektedir.

Etkili ve yetkili konumdaki kadınlar da benzer bir tavır sergileyebilmektedirler.

Evet, etkili ve yetkili konumdaki birçok erkek, “toplumsal cinsiyet”e itibar etmediği için değil, kendi “kişisel cinsiyet”inin hatırı için bazı kadınları bazı yerlerde istihdam ederler.. Aslında o pozisyon için daha ehil ve liyakatli erkekler vardır fakat kadın tercih edilir.. Sırf “ilgi duyulan ya da ilgi çekmeyi başaran” bir kadın olduğu için..

Bazı mesleklerde (cazibeleri gibi nedenlerden dolayı) kadınların istihdam edilmesi de “toplumsal cinsiyet”ten haber verir.

Lafta toplumsal cinsiyete itibar edilmemiş olur, fakat saman altından akan su, kişisel cinsiyettir.. Böylece kişisel cinsiyet kendi toplumsal cinsiyet ağlarını örer.

Daha fazlasını söylemeyelim, anlayana sivrisinek saz..

*

Neyse hadi şunu da söyeyelim: Baykal’ın milletvekili yaptığı sekreterini hatırlıyorsunuz değil mi?

Sizce o bayan o konuma, Türkiye’de “toplumsal cinsiyet” kalıpları kırıldığı, kadınların da milletvekilliği makamını erkekler kadar hak ettikleri için “cinsiyet-bağımsız” olarak mı gelmişti?

Ha, ne dersiniz?

Sanat camiasında, edebiyat muhitlerinde, akademik dünyada, bürokraside vs. hızlı yol almış, önü açılmış birçok kadının bu şişirilmiş “başarı"sının altında işte bu sözde cinsiyetsiz “toplumsal cinsiyet” olgusu yatıyor..

Bunlar, (“karşı cins” tarafından şımartılmalarını sağlayan taravetleri pörsüyüp) önlerindeki kapılar yüzlerine kapanınca, sırtlarını dayadıkları duvarlar yıkılınca, gölgesinde eğlendikleri ağaçlar devrilince, hızla unutulmuş, bir kenara atılmış, yok olup gitmişlerdir.

Bütün başarılı bayanlar için demiyoruz ama birçoğunun durumu budur.


"DERİN" SİYASETİN DİAMOND PİYONU

  Diamand adlı sümsük ve sünepe süprüntü, "Şeriatın haricindeki hiçbir sistemde altı yaşındaki bir kızla evlenemezsin" diyormuş. Ö...