Önceki yazıda Bülend Tokgöz'ün Gençliğimi Şahitliğe Çağırıyorum adlı kitabını konu edinmiş ve hapse girmesine neden olan yasadışı gizli örgütünden söz etmiştik.
Örgüt işini Tokgöz'ün aklına düşüren kişi, teşbihte hata olmaz derler, "eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürme" taktiğini uygulayan "Davuncu Bize Buhran İmiş"..
Tokgöz onu böyle adlandırıyor.
Bunu yapmış ve tereyağından kıl çeker gibi ustaca kenara çekilmiş.. Dağın başında kartopunu yuvarlamış, oluşan çığın seyrine koyulmuş.
Şöyle de diyebiliriz: Yola koyuluyoruz demiş, arabayı hazırlatmış, depoyu benzinle doldurtmuş, kontağı açıp arabayı çalışır hale getirmiş, ve yolculuktan vazgeçmiş.
Tahmin edilebileceği gibi, "Davuncu Bize Buhran İmiş" adlandırması, Niyazî-i Mısrî rh. a.'in "Burhan arardım aslıma, aslım bana burhan imiş" mısraından mülhem..
Buhran, muhtemelen Burhan. Davuncu da, Kavuncu. Ancak, kastedilen kişinin Burhan Kavuncu olduğunu ancak Bülend Tokgöz teyit edebilir.
Biz sadece benzerlik var diyebiliyoruz.
*
Eski ülkücü Buhran Davuncu'nun yaptığı şeye gelince..
Tokgöz'ün yazdıklarına bakıldığında, çoğunlukla İrancılık ve bazen de Kürtçülük anlamına gelen söylemleri İslamcılık adına seslendirmek suretiyle, İslamcı olmaya yatkın ülkücüleri ürkütme işini hakkıyla başarmış olduğu kanaati insanda uyanıyor.
Bu yüzden Tokgöz, onun derin devletin adamı olduğundan şüphelenmiş. Fakat, kızlarından birini bir Şiî ile evlendirmesi ve Sünnî İsmailağa cemaatinden birileri hakkında "köpekler" diye konuşması, şüphelerinin yön değiştirmesine yol açmış. Akla ilk gelen İran ajanlığı ihtimalinin daha makul olduğunu düşünmüş.
Ancak, bunlar, kesin bir kanaate varmak için yeterli doneler değil, başka açıklamaları olabilir. Kızının gönlü bir Şiî'ye düştüğünde ve bunda ısrar ettiğinde bu devirde yapabileceği çok fazla birşey olmaz, istemese bile, daha büyük bir rezalet yaşanmasın diye razı olmuş görünür. Ayrıca, bu piyasada bir Şiî'nin gerçekten Şiî olup olmadığından da her zaman emin olunamaz. (Davuncu'nun İrancılığı ister gerçek ister sahte olsun, olayı "el-Cezâu min cinsi'l-'amel" [Karşılık, işin cinsinden olur] fehvasınca "kaderin adaleti" olarak yorumlamak da belki mümkündür.)
İsmailağacılara olan nefreti de onların Sünnî olmalarından değil, salt sarık cübbe meraklarından ve tarikatçılıklarından kaynaklanıyor olabilir.
*
Bir süre Ankara'da öğrencilik yapmış, ardından Bosna ve Afganistan cephelerinde bulunmuş olan yazar, daha sonra İstanbul Siyasal'da okumaya başlamıştır. Kaldığı yer ise Buhran Davuncu'nun vakfıdır.
Bir gün şöyle bir şey yaşanır. Yazardan dinleyelim:
Bandırma'ya hapishane ziyaretine gidiyorduk.
İkimizin de ilk seferiydi bu. [Hapis yatmakta olan] Nurunettin Şirinşiî'nin [Bu isim de Selam gazetesini çıkaran ve 28 Şubat dönemininde gürültüye neden olan Sincan'daki meşhur Kudüs gecesini düzenleyenlerden Nurettin Şirin'i hatırlatıyor] yüzü suyu hürmetine şöyle bir uğramış olacaktı.
Arabasını sürerken havalı bir güneş gözlüğü taktı, .... Sonra torpidodan bir Marlboro Light paketi çıkardı, ... Hapishane yolunda bu bana çok irkiltici geldi. ... Birazdan yapacağı teklif karşısında ikircikli kalmamın en son sebebi buydu.
- Haci, sana ne zamandır söylemeyi düşündüğüm bir şey vardı. Senin kuşağından tanıdığım tüm gençlik içinde senin kadar güvenilir, kaliteli birine rastlamadım. Seni övmek için söylemiyorum, bir tespit olarak söylüyorum. Zekân, cesaretin, heyecanın, bir önderde olması gereken çok şeye sahipsin, bu kuşağa önderlik edebilirsin. Senden çok umutluyum kardeşim. İlişkimizi daha tanımlı hâle getirelim. Vakfın başına geç. Sen idare et. Platformda bizi sen temsil et. Sana maaş bağlayalım, bir kız bulalım evlendirelim, ev kuralım. Sana bizim sahip çıkmamız lazım, senin vakfa sahip çıkman lazım. Ne dersin? (s. 339-40)
Teklif güzeldir, fakat yazar, hiç düşünmeden geri çevirir. 28 Şubat'ın tanklı toplu günlerinin, yani "zamanın ruhu"na uygun bir cevap verir:
- Allah razı olsun abi. Ben başka şeyler düşünüyorum. Vakıf, Platform, bunlar için adam bulunur ama şu zalimlere hak ettikleri cevabı verecek kimse çıkmayacak mı? Ben bunu yapabileceğimi sanıyorum. Ben ancak bunu yapabileceğimi sanıyorum. Savaşmak istiyorum. Bu zalimlerin kanını dökmeden hayatımı tamamlamak istemiyorum. Birkaç yıl üniversite mücadelesi içinde gözükeceğim ama silahlı mücadele için altyapı oluşturacağım. Yapabilirsem büyük bir iki icraat yapıp bu zalimlerin kurşunlarıyla ölmek istiyorum. Bunları sizinle beraberken yapmayacağım, başınıza dert açmayacağım, fakat dürüstlük adına söylüyorum, niyetim bu. Bir iki yıl bu mücadeleyi erteleyebilirim ama sonunda bir yerden başlayacağım. Teklifiniz için teşekkürler. Silahlı mücadele. Benim tercihim bu. (s. 341)
Davuncu, "Çok yanlış bir tercih" diye cevap verir. (s. 342)
Bir süre sonra yazar, vakıftan ayrılır.
Ve Davuncu, o yanlış tercihi kendisi teklif olarak ona götürür.
Daha önce "Başınıza dert açmayacağım" diyen yazar da, dert isteyen bu adamın teklifini geri çevirmez.
Okuyalım:
Davuncu Bize Buhran İmiş ile çok seyrek görüşüyordum. Bu görüşmelerimizden birinde beni dışarı çıkararak çok hassas bazı şöyleri konuşmak üzere kendisiyle akşam buluşmamı istedi. Arabada çıktık dolaştık, arabada da dinlenme ihtimali sabebiyle mevzunun çevresinde dolaştık, sonra Balat'ta sahile park edip yayan konuşmaya başladık. O güne kadar kendisini hiç bu kadar ciddi, tedbirli ve tedirgin görmemiştim:
- Bir yerden benimle temas kurdular. Neresi olduğunu söylemeyecektim ama nasıl olsa sen anlayacaksın. İran'dan... Bana şu mesajı verdiler. Şayet darbeye karşı silahlı bir direniş başlatmayı düşünürseniz sizi desteklemeye hazırız!.. Para, silah, eğitim! Hiçbir sorunumuz olmayacak. Ben, arkadaşlarla konuşayım size dönerim, dedim. Düşündüğüm kişi sensin. Zaten senin bu yönde hazırlıkların var, kur altyapını, başla. Sen yürüt, biz de içinde olacağız ama pratiğin başında sen ol. Sen çekip çevir. Hedefleri, yapılanmayı zaman içinde konuşur, netleştiririz. Ne diyorsun? Prensipte ne diyorsun? (s. 350)
Yazar yine hiç düşünmeden cevap verir. "Evet" der:
- Burada evet diye bağırmamak için kendimi zor tutuyorum. ... Birkaç ayda eyleme hazır birkaç hücre teşkil edebiliriz. Darbeyi geriletip devrim yapacak değiliz ama Türkiye İslamî hareketine yepyeni bir sayfa ekleyebiliriz. ... İşin içinde sizin de bulunmanızı böyle bir ilişkide sigorta olarak görüyorum. Siz olduğunuz için İran'la ilişkilerimizin de sağlıklı ve güvenilir bir zeminde ilerleyeceğine inanıyorum. Ben lehte oy kullanırım fakat konuyu kardeşlere götürmeliyim. Açık konuşayım kardeşler bu teklifi kabul etmeyecek olurlarsa onlardan ayrılır, kabul edenlerle birlikte gelirim.
- Beni arkadaşlarınla görüştürebilir misin?
- Elbette. Zaten bir kısmını tanıyorsunuz.
- Görüştür, birlikte konuşalım.
- Tamam abi, istediğiniz gün ve saatte biz hazır olacağız.
- Şunu bil Haci, kalleş bir savaş olacak, çok kalleş! (s. 351)
*
Yazar, Davuncu'nun kendisini (Süleyman Soylu'nun tabiriyle) "keklediğinin" farkında değildir, kitabın sonraki sayfalarından anlaşıldığı kadarıyla hiçbir zaman da anlayamamıştır.
Bu da, Davuncu'nun becerisi.. İşin ustasıymış.
İran'ın böyle bir teklifte bulunmuş olması mümkün değildir. Bunun sebebi de İranlılar'ın pîr ü pak, hile ve hudayla işleri olmayan ahiret adamları olmaları değildir, böyle bir teşebbüsün kendilerine hiçbir faydasının olmayacağını bilecek kadar açıkgöz ve kurnaz olmalarıdır.
Yazarın Davuncu ile silah arkadaşlarını "görüştüreceği" mübarek gün gelir.
Okuyalım:
Büyük gün geldi.
Arkadaşımı ve beni Aksaray'da bir sokaktan aldı. Ümraniye'ye, Heyhat Hançerci'nin evine gittiğimizde akşamdı. Oda boydan boya sofraya çevrilmişti, ... Davuncu Bize Buhran İmiş'in karnı tok gibiydi, gözü de toktu. Tutuktu. ... Bir türlü mevzuya girmiyordu. ... Son saate kadar mevzudan kaçtı. Kaçmayı bıraktığında ise şunu dedi, sadece şunu:
- Bizi salça yaparlar! (s. 152)
Davuncu, vazgeçmiştir.
Fakat vazgeçmiş olduğunu taa Ümraniye'ye gitmeden, yazarın arkadaşlarının karşısında kendisini mahcup duruma düşürmeden bildirmesi mümkünken bunu yapmamış, gidip hepsiyle tek tek tanışmıştır.
Aslında bu tutumuyla yazarı, arkadaşlarının önünde salçaya çevirmiştir, ya da belki turşu ya da hoşaf.
O vazgeçmiştir, fakat yazar vazgeçmeyecektir:
Bunun bir çeşit örgüt kurma veya örgüte alma imtihanlarından veya ritüellerinden biri olduğunu bile düşündüm. Korkutarak reaksiyonumuzu ölçmüş olabilirdi. Tam olarak ne dediğini anlamak için peşinden gitmeliydim. Ertesi gün işyerine gittim. Gayetle güzel karşıladı. vereceği habere beni alıştırmak için herhalde, önden bir yemek söyledi. ... Birazdan köfteler kursağımda salça konserveleri gibi sarkacaktı:
- Haci, sana bir şey söyleyeceğim ama bir tek şartla: Soru sormayacaksın!.. Kabul ediyor musun? Rica ederim soru sorma! Ha?
- Abi, söz vermesem olmaz mı?
- Haci, biz arkadaşlarla istişare ettik, şeye karar verdik, bu işe girmemeye karar verdik. (s. 353)
Olayı provokasyon ve manipülasyon kavramlarıyla açıklamaya gönlü elvermeyenler "kelebek etkisi" kavramıyla da idare edebilirler.
Davuncu vazgeçebilirdi, fakat, karla kaplı dağın zirvesinden yuvarladığı kartopu durmayıp yuvarlanacaktı.
Ne de olsa kontağı çevirip motoru çalıştırmıştır, onun açısından artık kenara çekilmemesi için bir neden kalmamıştır.
Yazar, Davuncu'nun aklına düşürdüğü karpuz kabuğuna basıp arkadaşlarıyla birlikte salça olacaktır.
Buhranlı kelebeğin kanat çırparak yaptığı dans, onların hayatında fırtınalara yol açacak, yıllarca kendilerine gelemeyeceklerdir.
*
Yazarın bunları yaşadığı sıralarda, bu satırların yazarı da, bir pazar sabahı, Ümraniye Ahlâk, Çevre ve Kültür Derneği'ne konuşma yapmak için davet edilmişti.
İskenderpaşa Cemaati bağlantılı dernekte kahvaltının ardından yaptığım konuşmayı dinleyenlerden biri, taa Avrupa yakasından, Bayrampaşa'dan sabahın köründe kalkıp gelmiş bulunuyordu. Yanında da sekiz on yaşlarındaki çocuğu vardı.
Hakyol Vakfı'yla temasta olduğunu sonradan öğrenecğim bu şahısla ilk defa karşılaşmıştım, fakat son olmayacaktı. Bir akşam hemşerim Dr. Selahattin Semiz'in evinde de görecektim.
Şahıs, arabasıyla beni evime bırakmayı teklif etmişti.
Kısa yolculuğumuz sırasında, hiç de bir esnaftan beklenmeyecek laflar söylemiş bulunuyordu. Müslümanlar 28 Şubat zulmüne silahla karşı koymalıydılar, kendisi buna hazırdı, silah para vs. de sağlayabilirdi, ben de hazır mıydım?
Kim bilir kaç heyecanlı müslümanı bu şekilde aldatmış, avlamışlardı..
*
O şahsa evet deseydim, eminim ki Davuncu'nun yaptığından daha fazlasını yapar, bana silah da getirir, adam da bulur, para da verirdi.
Getirdiği adamlar, muhtemelen "İslamcı" teröristler (Hizbullahçılar, İbda-C'ciler vs.) olurdu.
Bir şekilde enselenmiş, "İşlediğiniz suçlar en az 15 yıl yatmanızı sağlar, fakat Seyfi Say'ın yanına gidip örgütüne katılır, onun aklı bir karış havada bir terörist olarak hapse girmesini ve rezil olmasını sağlarsanız, bir - bir buçuk yıl hapisle dosyanızı kapatırız" gibisinden bir pazarlıkla ikna edilen teröristler..
Ve, tam da silahlar ile kadro biraraya gelip iş uçuk kaçık planlar yapma aşamasına varınca, Bayrampaşalı esnaf kardeşimiz hiç şüphesiz bana şunu söylerdi:
- Ben bu işte yokum. Bizi salça yaparlar!