Tasavvufla aldanmak ve aldatmak
04:0024/09/2024,
Salı
Ömer
Lekesiz, Yeni Şafak
Aldanan,
kendi içindeki kötü niyet ve fiilleri, onları iyi olgular üzerinden dışta
yeniden sûretlendirerek iyi gösteren; aldatan ise bu suretle başkalarını
kendi iyiliği hakkında şartlandırandır.
Buradaki
sûretlendirme, sûret kelimesinin anlam zenginliğinden imkân devşiriyor gibidir.
Zira insan bir hâli tanımladığı, tasvir ettiği, övdüğü ya da yerdiği
kelimelere, cümlelere bile kendi arzuladığı suretleri giydirme
kabiliyetine sahiptir. Daha açık bir terimle söyleyecek olursak,
insan sûret-enzîg: kılık değiştirici, iki yüzlü bir mizaca sahiptir.
Bu
duruma İmam Gazzâlî’nin (rahimehullah) İhyâ’sının 30. kitabında
âlimlerle, ibadet ehlinden sonra, 3. grupta 9 fırka halinde
incelediği tasavvuf ehlini de aldanışa dâhil etmesi üzerinden
açıklık getirmek istiyoruz.
Tasavvuf
ehlinin aldanışını özellikle şunun için seçtik:
Günümüzde
sanat ve edebiyat ehlinden birçok entelektüelin, hâl bilgisi olarak
tasavvufun sunduğu engin bilgiye yaslanarak, ondan şeriata paralel
ama haramsız [haram tanımayan, herşeyi mübah gören] bir yol icat etmeye, salt sevgi mezhebini genişletmeye,
amellerdeki bozukluğu meşrulaştırmaya, heretik yönelişleri sevimlileştirmeye
yöneldiklerine bizzat şahit oluyoruz. Gazzâlî’nin tasavvuf ehli nitelemesine
bunları da dahil ederek onun şu açıklamalarına başvurduk:
Gazzâlî,
“en çok aldanış hâlinde” olmakla nitelediği mutasavvıfların ilk grubunda,
“Kılık kıyafetleri, dış görünüşleri, konuşmaları, usulleri, törenleri ve
kullandıkları kavramlarla; keza semâ ve ayinleri, abdest ve namazları,
seccadeler üzerindeki başı eğik tarzda oturuşları ve bunlara benzer daha başka
hâl ve hareketlerindeki dış görünüşleriyle gerçek sûfilere” özenerek, onlarla
kendileri arasındaki kurdukları benzerliklerle, şeklî uyumla sûfî olduklarını
zannedip aldananları;
İkinci
grupta, yukarıdakilerden biraz daha fazla bir aldanışa tabi olarak, yine şeklen
ama bu kez daha nitelikli, daha özel giysiler içinde sûfî sayılacaklarına
inanarak aldananları;
Üçüncü
grupta, “Güya marifet [marifetulllah] bilgisine ve Hakkı müşahede makamına ulaştıklarını,
şehadet gözüyle nice makamları ve halleri görüp oraları aştıklarını iddia”
ederek, geçmişteki sûfîlerin “bazı taşkın sözler(in)den birtakım cümleler”
kesip koparıp, onları tekrarlamak suretiyle “Gerçekte… bildikleri altı boş
isimler ve kelimeler”in içini doldurmaya çalışmakla aldananları;
Dördüncü
grupta, “Yasak nedir bilmezler; şeriat kurallarını dürüp büker, hükümleri
tanımaz, helal ile haramı bir sayarlar.” kaydıyla 3 fırka üzerinden Allah’ın
amele muhtaç olmadığı mülahazıyla hareket edip, zevk düşkünlüğüyle, güya kalp
yetkinliği ve temizliğiyle avunarak aldananları;
Beşinci
grupta, helal-haram ayrımını ortadan kaldırarak, kalbi geliştirmeye ilahî aşkı,
şer’î kanaat ve tevekkülü istismar ederek aldananları;
Altıncı
grupta, saf helale ulaşma maksadıyla, rızık, giyinme ve barınmadan kaçınarak
aldananları;
Yedinci
grupta, “…güzel ahlak, tevazu ve fedakârlık iddiasında” bulunup, “Sûfîlere
hizmet faaliyetlerine girişerek (bu amaçla) bir topluluk oluşturup, güya
sûfîlere yardım işlerini” yüklenerek, “Kendilerini başkalarına adamış
görüntüsü” altında başkalarını kendilerine bağlamakla, “topluluğa hizmet ve
bağlılık olduğu görüntüsünü vererek haram veya şüpheli mal” toplayıp, bunlara
başkalarına harcamakla “böylece kendilerine bağlananların sayısını çoğaltıp,
hizmet adı altında şöhretlerini” yaymakla aldananları;
Sekizinci
grupta, nefisle mücadeleyi aşırı şekilde abartmak suretiyle aldananları;
Dokuzuncu
grupta ise, “…marifet yolunda biraz mesafe alıp, Allah’a yakınlıkta bir noktaya
kadar gelince Allah’a ulaştıklarını sanıp, çok büyük büyük bir yanılgıyla orada
duruvererek aldananları… zikreder. (Geniş bilgi için bkz.: İhyâ – Muhtasar
İhyâu Ulûmi’d-Dîn Tercümesi, trc.: Mustafa Çağrıcı, Diyanet İşleri Başkanlığı,
İzmir 2020, 3. Cilt, s.: 606-613; İhyâu Ulûmi’d-Dîn, trc.: Ahmet Serdaroğlu,
Bedir, 3. Cilt, s.: 861-867)
Bunlardan
açıkça görüleceği üzere, günümüzde tasavvuftan ve mutasavvıflardan bahsetmekle
iyi bir iş yaptığını zannetmek de yukarıdaki aldanışlara dahildir. Zira
tasavvufun hâl ilmi olarak tanımlanmasında, bu bilgiyi sıradan bir bilgiyle
karıştırmak başlı başına bir aldanma sebebi olduğu gibi, yukarıda zikrettiğimiz
üzere tasavvufu nefsî özgürlüklerin alanı olarak görüp, onu dini tahrip
etmek gibi genel, şan şöhret kazanmak, daha çok okunmak ve izlenmek gibi özel
yönlerde kullanmak da büyük bir aldanmadır.
Bunların
hepsinin birer sûretlendirme olduğunu hatırlatıp ve mümkündür ki, kendimizin de
bu tarz bir sûretlendirmeye baş vurabilme ihtimalini gözeterek şu sonucu
paylaşabiliriz:
Tasavvuftan
bahsederken bir defa değil üç defa düşünmek ilgili herkesin
görevidir.