En büyük benzerlik, aynı topraklar üzerinde hüküm sürüyor olmaları.
Bunun yol açtığı başka pekçok benzerlik mevcut: Mesela ikisinin de bir Ayasofya gündeminin olması gibi.
Ama benzerlik sadece böylesi konularla sınırlı değil gibi görünüyor.
Yakından bakarsak belki başka benzerlikler de bulabiliriz.
*
Said Ramazan el-Bûti, Peygamber Efendimiz
s.a.s. dönemindeki Bizans için şöyle diyor:
Bizanslılara gelince, onlar
Hristiyanlığa gerçekten inanarak tutunmuş değillerdi. Onu, sadece bölge halklarını sömürmek için bir vesile olarak
kullanıyorlardı.
(Fıkhu’s-Siyre,
çev. A. Nar ve O. Aktepe, İstanbul: Milli Gazete, s. 444)
Halkı gaza getirip
kullanmak, “Şehit olup cennete gideceksiniz” diyerek cepheye
sürmek için Hristiyanlık inancını istismar ediyorlardı..
Din istismarını
devletleştirmişler, kamulaştırmışlar, devletin tekeline vermişlerdi.
Bunu yapmak için de Hristiyanlığı ha babam de babam sürekli güncelliyorlardı.
el-Bûtî’nin ifadesiyle, yaptıkları
şuydu:
Hristiyan inancıyla istedikleri gibi
oynuyor, değişiklik yapıp yeni şeyler ekliyorlardı. Böylece
onun esas ve saf akidesini kendi putperest görüşleriyle karıştırıp, Hak ile batıl içiçe bir garabet oluşturmuşlardı. (A.y.)
*
İslam, işte bu "hak ile batılı barıştırıp buluşturma" güncellemesine dur dedi.
el-Bûtî’den dinleyelim:
İslam ise bütün Resul ve Nebilerin
diliyle tebliği tekrarlanan ve o güne ulaşan değişmez hakikatin dini olarak
artık Allah’ın sultasından ve hakimiyetinden başka tüm otoriteleri yıkıp insanlığı,
aydınlığa çıkarmak için gelmişti. O halde, Allah’ın hüküm ve sultasının dışında
kimsenin, efendilik ve hakimiyet hakkı olamaz, kimse kendinde bir otorite
bulamazdı.
Bütün gerçekleriyle, Hristiyanlıktan
onu tanıdıkları halde, Bizanslılar bu yeni zuhur eden dini, halka tehlike diye gösterme gayretindeydiler. Çünkü
onlar, dinin zalimlerin hükmüne, diktatörlerin otoritesine ve azgın yöneticilerin taşkınlıklarına karşı bir
tehdit oluşturduğunu biliyorlardı. (A.y.)
*
Günümüz Türkiye'sine gelelim..
Türkiye’de irticanın,
gericiliğin, geriye dönüş özleminin tavan yaptığı bir gerçek..
Bizans usulü gericilikle, onun Hristiyanlık için
yaptığının İslam için yapılması isteniyor.
Bu irticaî hareketin, gerici kalkışmanın başını tarihselci soytarılar, din bilgini
geçinen modernist papaz özentileri
çekiyor.
Bunların arasından, (Ömer
Özsoy ve Mustafa Öztürk gibi) Kur’an’ın
“Allah kelamı” olamayacağını söyleyenler bile çıkıyor.
Böyle konuşuyor olmaları doğal, çünkü akıl hocaları yahudi hahamlar ile hristiyan papazlar böyle inanıyor.
Kimileri de (sadece bazı içtihadî
konulardaki) "Ezmânın
tagayyürü ile ahkâmın tagayyürü inkâr olunamaz" kuralını Haricî usulü “hak söz ile batılı kastetme” ameliyesine tabi tutup istismar ederek “güncelleme”den söz ediyorlar.
*
Aslında,
devletluların İslam’ın hükümlerinin değişip değişmemesini, güncellenip güncellenmemesini dert etmemeleri
gerekir.
Çünkü,
laiklik (siyasal dinsizlik) politikasını benimsedikleri ve bu politika
çerçevesinde İslam’a devlet işlerinde söz hakkı tanımadıkları için, İslam’ın
hükümlerinin ne olduğu onlar açısından önem taşımıyor.
Uygulanmadığına, kaale alınmadığına, kitap sayfalarına hapsedildiğine göre, ha öyle olmuş ha böyle, senin için değişen bir şey yok.
Senin için Kur’an, bir konserde seslendirilen şarkı gibi cenazelerde, mezarlıklarda, düğünlerde, nişanlarda, birtakım toplantıların açılışlarında okunacak bir şey..
Devletin
yasaları için referans kaynağı değil.
Dolayısıyla,
içindeki hükümlerin seni ilgilendiren bir yanı yok.
Fakat
yerlerinde rahat durmuyor, “Müslüman olarak inancınızı da bizim laikliğimiz (ülkenin şartları)
doğrultusunda güncelleyeceksiniz, güncellemelisiniz” diyorlar.
*
Mesela
Erdoğan, Mısır ve Tunus’a gidip “Şeriat yerine laiklik (siyasal dinsizlik)”
tavsiyesinde bulunmuştu.
Türkiye'yi kurtarmışlar ya, Mısır ile Tunus kalmış.
Suudi Arabistan'ın el-Arabiya kanalıyla Şubat 2017’de
gerçekleştirdiği mülakatta Erdoğan, "Siz İslam ile laiklik kavramını güzel birleştirebiliyorsunuz. Bu konuda Arap
dünyasına tavsiyeniz nedir?” şeklindeki soruyu şu cevabı vermişti:
Yani ben bu bağ kurmayı niye bu kadar İslam dünyası
geciktirdi onu anlamakta zorlanıyorum.
Biz partimizi kurduğumuz zaman laikliğin tanımını getirdik. … Bir defa kişiler
laik olmaz, devlet laik olur. Laiklikte devlet, her inanç grubuna eşit
mesafededir, her inanç grubunun inancını
yaşamasını teminat altına alır. Bunun İslam'a ters olan bir yanı var mı?
Yok. Ama bunu hala farklı yerlere çekenler var. Bize de tabii geçmiş yıllarda
laikliği, ladinilik diye, dinsizlik diye anlattılar. Ama biz şu anda
partimizdeki tanımına bunu koyduk, dedik ki: Laiklik devletin bütün inanç gruplarına eşit mesafede olmasıdır ve bu
inanç gruplarının inancını güvence altına almasıdır. … Demek ki 'Onlarla
istişare edin' hükmünü çok daha geniş ele almamız lazım, istişarelerimizi
genişletmemiz lazım. Tabii ki düşüncelerimizi de güncellememiz gerekiyor.
Ben
diyorum ki: Biz laikliği, ladinilik olarak görmüyoruz, dinsizlik olarak
görmüyoruz. Kişi laik olamaz, devlet laik olur. Laik devlet de, her inanç grubunu koruma altına alır,
güvence altına alır, hepsine de eşit mesafededir. Yani laik devlette her
inanç grubu inancını rahatlıkla yaşayabileceği gibi, hatta ateistler de ateistliğini yaşayabilir. Bunlara karşı kalkıp da ben
laik bir devletim, dolayısıyla size gereğini yaparım, vururum, asarım, keserim,
böyle bir şey olamaz. ... Çünkü her
inanç grubu özgürce inancını yaşadığı andan itibaren o topluma huzur geliyor.
İnsanlar 'Ben bu ülkede inancımı rahatça yaşayabiliyorum, bize herhangi bir
sıkıntı verilmiyor' diyor. Bu sağlandığı andan itibaren de zaten o toplumun
içerisindeki halkın birbiriyle dayanışması çok daha farklı bir şekilde artıyor,
gelişiyor. Tabii farklı anlayışlar da var: Bir Kara Avrupa'sındaki laiklik
anlayışı var, Anglosakson ülkelerdeki laiklik anlayışı var, bunların hepsi
birbirinden farklı. Ama bizim şu andaki getirdiğimiz, ülkemizdeki kurucusu
olduğum partime ait laiklik anlayışı tüm bunlardan daha da farklı.
*
Erdoğan istiyorsa
laikliği savunabilir. Fakat “Laiklikte İslam’a aykırı bir şey yok” dediği zaman
İslam’ı tahrif etmiş olur.
Kullar (laikleşmiş
“dindar” vatandaşlar; Batılılar ve Batıcılar, Kemalistler) onu alkışlayabilirler,
fakat Allahu Teala’ya bunun hesabını veremez.
Bizden söylemesi..
Allahu Teala şöyle
buyuruyor:
Bütün
dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen
O'dur. Şahit olarak Allah yeter. (Fetih, 48/28)
Allahu
Teala, İslam’ı, bütün dinlerden üstün olsun diye gönderiyor, Erdoğan’ın laik
devlet anlayışına göre ise, devlet nazarında bütün dinler eşit..
Devlet
de hepsine karşı eşit mesafede..
Onun
nazarında Allahu Teala’ya iman ile Şeytan’a ya da öküze tapma inançları eşit
derecede saygın..
Evet,
Erdoğan’ın “Bütün inançlar saygındır” şeklinde lafları da olmuştu.
Ağzından
çıkanı kulağı duyuyor mu, emin değilim.
Dediğimiz
gibi, istiyorsa laikliği savunabilir, fakat bunu İslam’ı tahrif etmeye
yeltenmeden yapmalıdır.
İslam,
onun, üzerinde gönlünce tepinebileceği baba mirası değildir.
*
İslam âlimlerinin laiklik kavramına nasıl baktıkları hususuna gelelim.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hoca, Hak Dini Kur’an Dili
tefsirinde Bakara Suresi hakkında bilgi verirken, laikliğin “bencilliğe ve dinsizliğe doğru olumsuz bir gidiş”
anlamına geldiğini, insanları haktan
uzaklaşmaya, vicdansızlığa ve ihtiraslara sürüklediğini söylemektedir:
… Kur'ân âyetleri ve Peygamber'in
sünnetleri bize özellikle şunu gösterir ki, Müslümanlık dini geneldir. Bütün
insanları içeren ve vahye dayanan dinlerin hepsine hürmetkâr bir dindir. Diğer
dinler ise tâbi bulundukları bayrak altında, din işleri bakımından, kendilerinden
başkalarını yaşatmazlar, vicdanlarının sınırı dar ve kısadır. Bunlar,
kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımamayı dinin gereği bilirler.
Tanırlarsa yalnız politik bir zorlama
ile tanırlar. Yakın zamanlara kadar hristiyan devletlerin içinde kendilerinden
başka bir millet yaşattığı görülmemiş ve bu sebeple bunlar başka dinden olan
kavimlere hakim olamamıştı. Son zamanlarda bu vicdan darlığındaki politik
hastalığı gören Avrupa devletleri Katoliklik ve Protestanlık kavgalarından
doğan bir vicdan hürriyeti davasıyla
Fransız inkılâbından sonra liberallik,
laiklik ve insanlık kelimeleri altında Hıristiyanlık kelimesinden sapmaya
doğru yürümüş ve o zamandan beri diğer milletler üzerinde hükümet kurmaya yol
bulabilmişlerdir. Fakat bu kelimeler olumlu ve merhametli, genel bir hak
vicdanı kurulmasını değil, dinsizliğe ve
bencilliğe doğru olumsuz bir gidişi hedef aldığından, ilme ve sanayiye ait
gelişmelerini gerçeğe bağlayacak yerde, insanlığı haktan uzaklaşmaya, vicdansızlığa
ve ihtiraslara sürüklemiş ve sonucu
da İslâmiyet'in gösterdiği gerçek ve olumlu hürriyet hakları ile insanlığa
temin ettiği ve yaydığı gerçek evrensel hayattan uzaklaşmak ve hayatın
ızdıraplarını artırmaktan ibaret olmuştur.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi ile Zahidül’l-Kevserî
gibi “fikri hür, vicdanı hür” ulema da, laikliğin
küfür olduğu fetvasını vermiş durumdadır.
Hatta
Prof. Hayrettin Karaman’ın bir yazısında şu ifadeler yer alıyordu:
“İslâm hukukunu geçerliliğini
kaldırmak esasına dayanan Lâiklikle, halkın çoğunluğuna istinad eden
Cumhuriyet; büyük çoğunluğu Müslüman olan bir milletin kuracağı devlet
bünyesinde cem’ olamaz (bir araya gelemez, birbirini nakzeder. Zira Lâikliğin
benimsenmesiyle iman birleşmiyor. Bu
hüküm dinde kesindir…”
(“Saîd Nursî ve İslam devleti”, Yeni Şafak, 24 Temmuz 2015)
Erdoğan’a göre ise, İslam, İslam devletini istemiyor,
dinsiz (dini olmayan) devleti istiyor.
Yani İslam, devlet adamlarına, “Devlet işlerinde
İslam’ın hükümlerini uygulamayın!” demiş oluyor. "Allah'ın hükümlerini uygulamayın, çok akıllısınız ya, siz kendiniz hüküm icat edin!" Bunu demiş oluyor.
Yani İslam, İslam devletine karşı.
Allah’ın akıl ve mantık denilen nimeti bir gün bu
topraklara da uğrar mı ki acep?
*
Laikliği “dinler arasında siyasal
tarafsızlık” olarak anlayan ve bu şekilde benimseyip savunanlara ahirette “Sen
hak dinden taraf değildin” denilmez mi?!
İnsanların kafalarını kullandıkları
sıralarda itiraf ettikleri gibi, “Bizim
dinimiz akla, fenne, ilme ve mantığa uygundur”.
Akla uygun..
Fenne uygun..
En hakiki mürşit olan ilme uygun..
Mantığa uygun..
Vicdana da uygun.
Daha ne istiyorsun?
Bir de akla, ilme, fenne, mantığa ve
vicdana aykırı inançlar var.
Hindu’nun ineğe, öküze tapması gibi..
Satanistlerin Şeytan’a tapması gibi..
*
İmdi, aklı, mantığı ve vicdanı olan
insanlar; akla, mantığa ve vicdana riayeti “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilke kabul
eden bir devlet, akla uygunlukla ona aykırılık, ilme riayetle ilim tanımazlık,
mantığa saygı ile mantıksızlık, vicdanlılık ile vicdansızlık arasında tarafsız
kalabilir mi?!
Her iki tarafa da eşit bir konumda
durabilir mi?!
Duruyorsa “akılsızlık, cehalet/ilimsizlik, mantıksızlık ve vicdansızlık devleti”
haline gelmiş olur mu, olmaz mı?.