SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN İNGİLİZLER’LE DANIŞIKLI DÖVÜŞÜ

 



UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 50

 

Bu yazısı dizisi boyunca yazdıklarımızın tamamı, Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi komutanı, Selanikli Mustafa Atatürk’ün başbakanı ve sağ kolu İsmet İnönü’nün, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümünde söylediği bir cümlesinin şerhinden ibaret:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur." 

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

Bir önceki bölümde, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon ile Türkiye topraklarındaki kullanışlı aparatı Selanikli Mustafa Kemal (sonradan Atatürk soyadını alacaktır) arasındaki “örtülü” işbirliğinin çalışma düzeneği üzerinde durmuş, Selanikli’nin takiyye ve yalanlarıyla milleti nasıl aldattığına dikkat çekmiştik.

*

İngilizler ile Selanikli’nin anlaşması, Selanikli’nin 13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelişinden sonraki iki buçuk ay içinde gerçekleşti. (13 Kasım aynı zamanda İngilizler’in ve müttefiklerinin İstanbul’a donanmalarıyla çıkarma yaptıkları gün.)

Selanikli, İngiliz Gizli Servisi’nin (istihbarat teşkilatının) İstanbul şefi Robert Frew ile (başbaşa, yalnız) defaetle görüştü, sonunda, Lord Curzon’un planları çerçevesinde bir mutabakata vardılar.

Sonraki süreç, İngilizler’in, Selanikli’nin önünün açılmasını sağlayacak şekilde Osmanlı devlet erkanını manipüle etmesi şeklinde gelişti.

Sultan Vahideddin, aklınca, (bir takiyye virtüözü olan) güvendiği yaveri Selanikli ile İngilizler’e oyun oynamaya kalkıştı.. Halbuki, İngilizler “oyun içinde oyun” kurmuş, Selanikli ile Sultan’ı ve onun şahsında Osmanlı Devleti’ni oyuna getirmeyi kararlaştırmışlardı.

İşte, İsmet İnönü’nün sözünü ettiği “karar” buydu.

*

Bu karar çerçevesinde Selanikli, sözde uslanmaz ve tavizsiz İngiliz düşmanı rolünü oynarken, İngilizler de Vahideddin’i “İngiliz işbirlikçisi” gibi görünecek şekilde davranmaya zorladılar.

19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan Selanikli’nin öncelikli hedefi, Kâzım Karabekir’i kafaya almaktı.. Bunun için onun vatanseverlik damarını kullandı:

“23 Haziran’da ise Mustafa Kemal, Kazım Karabekir’e gönderdiği telgrafta, Babıali’nin (Osmanlı Bakanlar Kurulu’nun) İngiliz esaretine boyun eğme eğiliminde olduğunu vurgulayarak kendisinin, Anadolu insanı ile birlikte milli bir kıyamdan yana olduğunu belirtiyordu.”

(Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol, İstanbul: Beyan Y., 1989, s. 44.)

Böylece, kendisini “vatanı kurtarmak” için olağanüstü yetkilerle gönderen Hükümet’e iftira atıyor, gerçeğe aykırı şekilde devlet erkanını gammazlıyor, ispiyonluyordu.

Oysa Hükümet ona, Van’dan Ankara’ya kadar bütün bölgede hem askerî makamlara hem de valiler ve kaymakamlar gibi mülkî amirlere emir verme, onları görevden alıp değiştirme yetkisini vermişti.

Niçin?

Vatanı savunsun, vatan savunmasını örgütlesin diye.

Bunun ise derdi başkaydı.. Toplantılar, kongreler filan derken bir meclis kurmak, sonra da bir hükümet teşkil edip Osmanlı Devleti topraklarını gasbetmek istiyordu.

Rahattı, geleceğe güvenle bakıyordu, çünkü İngilizler, İsmet İnönü’nün sözünü ettiği “karar” çerçevesinde ona güvence vermişlerdi.

Yunan yönünden de kafa konforu yerindeydi, çünkü İngilizler “Milne Hattı” ile Yunan ordusunu İzmir dağlarında açan çiçekleri seyretmeye ve ot yolmaya mecbur etmişti.

İşler tıkırındaydı.

*

Nitekim, Milne Hattı’na ismini vermiş olan General Milne, 26 Aralık 1919’da basına, ipe un serme anlamına gelen şu açıklamayı yapmış bulunuyordu:

“Mustafa Kemal hareketinin bastırılması şüphesiz pek çok istenir. Fakat çok büyük bir kuvvet gerekmektedir. İğneleme politikası büsbütün ahlaksızlık olur.” (Dilipak, s. 54.)

İngilizler çok ahlaklı adamlardı, centilmendiler.

Dilipak, bu açıklamayla ilgili olarak şu yorumu yapıyor:

“İngiliz Yüksek Komiseri’nin ‘çok büyük kuvvet’ten kastı anlaşılmamaktadır. Çünkü henüz düzenli kuvvetler oluşmamıştır ve elde yeterli silah ve mühimmat yoktur. Ülkenin birçok yeri fiili işgal altındadır. Bağımsız direniş güçleri ise henüz milli güçlere [M. Kemal hareketine bağlı ve] borçlu değildir. … Başından beri İngilizler Mustafa Kemal’le doğrudan doğruya çatışma içine girmemeye büyük özen göstermişlerdir. Kurtuluş Savaşı boyunca da bu durum böyle devam etmiştir. Henüz altı ay önce bölgeye gelen bir subayın bu kadar kısa sürede İngilizleri çaresizliğe mahkum etmesi alışılmamış bir olaydır.” (A.g.e., s. 54.)

İngilizler ile Selanikli “danışıklı dövüş” sergiliyor, Mustafa Atatürk’ü dolaylı olarak destekleyen İngilizler ona karış parmaklarını bile oynatmazken Padişah Vahideddin’e ve Osmanlı Hükümeti’ne Selanikli’yi durdurması için baskı yapıyor, böylece onları, “vatanı kurtarmak için çırpınan bir kahraman”la uğraşan İngiliz işbirlikçileri konumuna düşürüyorlardı.

Buna karşılık Selanikli, tribünlere oynuyor, İngilizler’in İstanbul’daki baskı ve zulümlerine görünüşte sert tepki veriyor, böylece Anadolu’da millet nezdinde puan topluyordu:

“20 Ocak 1920’de [Milne’nin raporundan 10 gün sonra] Fransız Yüksek Komiseri De France, itilaf devletlerinin (İngiltere, Fransa, İtalya) müşterek (ortak) notasını Babıali’ye (Osmanlı Hükümti’ne) vererek Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Cemal Paşa ile Erkanı Harbiye (Genelkurmay) Umumi Reisi Cevat Paşa’nın 48 saat içinde görevden alınmasını istiyordu. İtilaf devletleri böylece … aceze bir Babıali bırakıyorlardı geriye. İstanbul’un acze düşmesi Ankara’yı güçlendirecekti: Bu gelişmeler karşısında Ankara’nın tepkisi sert oldu ve bu tavrı ile Mustafa Kemal Anadolu’da büyük takdir topladı.” (A.g.e., s. 56.)

İngilizler topu Selanikli’nin ayağına göndererek mükemmel bir pas vermişler ve o da artistik bir hareketle gölünü atmış, şovunu yapmıştı.

Bu dönme dolap, paslar ve goller birbirini izleyecek, Selanikli Anadolu’daki “hakimiyetini perçinleyecektir”:

“28 Ocak 1920’de [Milne’nin raporundan 18 gün sonra] bu kez gizli olarak Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı (Milletvekilleri Meclisi) bir kez daha toplandı ve Misak-ı Milli’yi kaleme aldı. …

“… toplandığı günün akabinde, İngilizler İstanbul Milletvekili Reşat Hikmet beyi tutukladılar. Bu olaya karşı Ankara sert bir tepki gösterdi. Mustafa Kemal 31 Ocak’ta Müdafa-i Hukuk Cemiyeti örgütüne gönderdiği mesajda İngilizler tarafından tutuklanan Reşat Hikmet beyin yapılan girişimler sonucu serbet bırakıldığını bildiriyordu. Bu olayla Ankara, İstanul’a karşı, İngilizler’e temsilcileri nezdinde girişimde bulunarak önemli bir başarı kazanıyordu. İstanbul ise, kendi milletvekilinin hak ve hukukunu korumaktan bile aciz bir konumda idi.” (A.g.e., s. 57.)

İngiliz, İsmet İnönü’nün sözünü ettiği “karar”a sadıktı ve tezgâhı çok iyi kurmuştu.

*

İngilizler, Selanikli’nin maçın kaderini belirleyen gölü atmasını sağlayacak pası ise 16 Mart 1920’de verdiler.

Bu tarih, bir dönüm noktasıydı:

“16 Mart 1920, bir gün önce 150 Türk aydınının tutuklanmasının ardından, İngiltere, Fransa ve İtalya yüksek komiserlikleri bir bildiri yayınlayarak İstanbul’un askerî işgal altına alındığını bildirdiler. … İstanbul, İtilaf kuvvetleri tarafından işgal edildi. [İstanbul’a donanmalarıyla ilk geliş tarihleri 13 Kasım 1918.. 16 ay sonra ise olayı askerî işgale çeviriyorlar.] Artık İstanbul fiilen işgal altındadır.” (A.g.e., s. 59-60.)

İşte bu, Selanikli’nin tam da beklediği müjde, pardon kara haberdir.. Hemen “Oh oh, şıkıdım şıkıdım şıkıdım, aman da ne çok üzüldüm, oh oh, şıkıdım şıkıdım şıkıdım” dercesine haberi, sular seller gibi akan timsah gözyaşları eşliğinde Anadolu’ya yayar:

“Mustafa Kemal bu durumu bir telgrafla Anadolu’daki tüm Osmanlı mülki ve askeri erkanına bildirir: ‘Bu sabah, 16 Mart 1920’de İngilizler, İstanbul’da, Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak altı erimizi şehit ve 15 eri yaraladıktan sonra, bu karakolu, bir yandan da Harbiye Nezareti’ni (Savunma Bakanlığı’nı) ve Tophane’yi ve bütün telgrafhaneleri ele geçirerek Başkent’in Anadolu ile bağlarını kesmişlerdir.” (A.g.e., s. 60.)

Evet, İnönü’nün sözünü ettiği “karar”ın çarkları dönmekte, Selanikli’nin başarısı için otoyol inşa edilmektedir.

İngilizler, İstanbul’un Anadolu ile haberleşmesinin önüne geçmek suretiyle, Anadolu’daki bütün Osmanlı memurlarını sadece Ankara’yla temas kurmaya mahkum ediyorlar.

Savunma Bakanlığı’nı işgal etmelerinin nedeni ise, bundan böyle Anadolu’daki bütün subayların “sadece ve yalnız” Selanikli’den emir almasını garanti altına almak istiyor olmaları.

*

Bu çift katlı ekmek kadayıfının üstüne üçüncü bir kat daha ekleniyor, fırsattan istifade Selanikli yine şovunu yapıyor, tribünlerden alkış topluyor:

“Mustafa Kemal işgal konusu ile ilgili olarak yabancı devlet temsilcileri, dışişleri bakanlarına ve millet meclislerine (parlamentolarına) bir protesto notası verdi. Böylece Ankara fiilen İstanbul’un yerini almış oluyordu.” (A.g.e., s. 60.)

Zaten İngilizler herşeyi, Ankara fiilen İstanbul’un yerini alsın diye yapmaktaydılar. Lord Curzon, başkenti Anadolu’daki bir şehir olan yeni bir devlet kurulmasına karar vermiş durumdaydı.

Bu gelişmelerin ardından Selanikli, hemen Osmanlı Devleti’nin defin ve techiz işlemlerini başlattı, tabut siparişi verdi, mezar yerini ayarladı ve cenaze namazı için saf tuttu:

“Mustafa Kemal ayrıca millete bir mesaj yayınladı: ‘Bugün İstanbul’u zorla işgal etmek sureti ile Osmanlı Devleti’nin 700 yıllık hayat ve egemenliğine son verildi. Yani bugün Türk milleti, uygar (medenî) kabiliyetinin yaşama ve bağımsızlık hakkının ve bütün geleceğinin savunmasına davet edildi.” (A.g.e., s. 60.)

Aslında Türk milletinin birşeye davet edildiği yoktu, İngilizler Selanikli’yi kendi devletini kurmaya davet ediyorlardı: “Ahan da senin için Osmanlı’yı felç ettik, sıra sende, Türk milletini uygarlaştır.

*

İngilizler, 11 Nisan 1920’de, Selanikli için inşa etmekte oldukları otobana bir şerit daha eklediler.. Meclis-i Mebusan’ı resmen kapattırdılar.

Mebuslardan (milletvekillerinden) Selanikli’nin emri altına girmeyi kabul etmeyecek ağır toplar tutuklanıp Malta’ya sürgün edildi.

Böylece, 12 gün sonra Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi adı altında toplanacak olan yeni meclise alan açılmış, Selanikli’nin başına geçeceği meclis rakipsiz ve alternatifsiz hale getirilmiş oluyordu.

Bütün bu olaylar yaşanırken Selanikli, İngilizler ile olan bağlantısının anlaşılmaması için danışıklı dövüş mizansenleri de ayarlıyordu. 19 Mart 1920 günü Bandırma’da birkaç İngiliz’in rehin alınması bunlardan biriydi.

Sonraki dönemde İngilizler, Selanikli’yi “perdelemek” için Hintli Mustafa Sagir’i yem olarak kullanacak, onu harcayacaklardı.

Kaz gelecek yerden tavuk yumurtasının değersiz zarı esirgenmezdi.

*

Biraz hızlı gittik, geriye, General Milne’nin açıklamasına dönelim..

Onun mezkur açıklamasını yaptığı sırada (Aralık 1919’da) Selanikli Mustafa Atatürk Anadolu’da henüz Sarı Çizmeli Mustafa Ağa modunda gezip dolaşmaktaydı.

Evet, söz konusu açıklamanın yapıldığı gün Selanikli, Ankara’ya gitmek üzere yoldaydı.

General Milne, bu açıklamasından iki hafta sonra, 10 Ocak 1920’de hazırladığı bir raporunda şunu diyordu:

“Şartları ağır bir barış, Mustafa Kemal’i güçlendirir. Bugünün bir başka önemli yanı Hakimiyet-i Milliye gazetesinin yayına girmesi. Artık dış dünya ve içerideki [Anadolu'daki] cepheler dünyayı bu pencereden seyredecektir ve Mustafa Kemal’in hakimiyetini perçinleyecektir.” (A.g.e., s. 55.)

Evet, İngilizler o dönemde bütün adımlarını, Selanikli Mustafa Atatürk’ün Türkiye’deki hakimiyetinin perçinlenmesini sağlayacak ve onu güçlendirecek şekilde atıyorlardı.

Sevr Antlaşması’nın şartlarının çok ağır ve Osmanlı Devleti açısından kabul edilemez nitelikte olmasının nedeni de buydu.

Maksat anlaşmak değildi, asıl anlaşmayı (Selanikli daha İstanbul’dayken varılmış mutabakat çerçevesinde) Selanikli ile yapmak için işi yokuşa sürmek, çözümsüzlüğe mahkum etmek istiyorlardı.

Böylece, Selanikli ile yapılacak antlaşmayı, bu şartları ağır antlaşma ile mukayese edildiğinde daha makul ve kabul edilebilir göstermek, Türkiye insanının bunu Selanikli’nin bir zaferi gibi algılamasını sağlamak mümkün olabilecekti.

Türkiye halkının sıtmaya seve seve razı olması için ölümden döndüğünü düşünmesi gerekiyordu.

Bunu başardılar.


DÜZELTME VE ÖZÜR

  "Sen Utanmazlığın ve Karaktersizliğin Resmini Yapabilir misin Abidin?" başlıklı yazımız şu satırlarla başlıyordu:  MİT’i (Milli ...