FETÖ DARBE DİLİN BİLÜR DEDİLER, BİR FETÖ VAR FETÖ’DEN İÇERÜ

 










Hafızası zayıf bir millet olduğumuz için, 15 Temmuz darbe girişiminin ardında bilmediğimiz şeyler var mı sorusunu artık unutmuş bulunuyoruz.

Ancak, devletin resmî haber kanalı, yani Anadolu Ajansı, geçen ayın 15’inde, 15 Temmuz 2023 günü, bu konuda ülke sathındaki bütün kulaklara kar suyu kaçırdı.

Haber, “15 Temmuz hain darbe girişiminin 7. Yılında FETÖ içindeki parçalanma iyice netleşti” başlığını taşıyordu.

Haber şöyle:

Terör örgütünün elebaşı Gülen'in 25 yıllık talebesi ve Herkül.org sitesinin yöneticisi Osman Şimşek, örgütün en üst kademesinde etkin olduklarını iddia ettiği grubun üyesi, aynı zamanda Gülen'in "kara kutusu" olarak bilinen Cevdet Türkyolu ile arasında geçenleri, FETÖ'nün medya yapılanmasında olduğu için, İçişleri Bakanlığının iadesi istenenler listesinde bulunan Asım Yıldırım'ın YouTube kanalında anlattı.

İlahiyat mezunu olan ve örgüt tabanına yönelik yapılan dini içerikli sohbetlerin internette yayına hazır hale getirilmesindeki sorumluluğundan dolayı Gülen'e en yakın isimler arasında yer alan Şimşek, darbe girişiminin 7. yılının arifesinde, Yıldırım'ın "Konuşmak Zamanı" adlı programında, Türkyolu ile arasında yaşanan kavganın gerçek olduğunu açıkladı.

Aslen Tokat'ın Almus ilçesinden olduğunu ve ortaokul üçüncü sınıftan itibaren Gülen ve ekibiyle irtibatta olduğunu belirten Şimşek, örgütün siyasallaşması, 15 Temmuz Darbe Girişimi'ndeki rolü, makam, mevki, para hırsı yüzünden yaşanan gruplar arası ayrışmalar gibi birçok konuda itiraflarda bulunurken, "örgüt içinde bir yapının Gülen’i yanlış bilgilendirildiğinin", inanılanın aksine, "Gülen'in fikirlerinin yönlendirilebilir" olduğunun altını çizdi.

Şimşek, 2010’lu yıllardan başlayarak, "devlete dokunan insanlarda bir başkalaşma, farklılaşmanın baş gösterdiğini, bu tarz hatalı, kusurlu insanların kenara çekilmesi gerektiğini" ifade etti.

Şimşek, örgütün çizgisindeki sapmaya işaret etti

Terör örgütünün internetteki dini içeriklerinin organizasyonundan sorumlu Şimşek, Gülen'in, konuşmalarında aslında örgüt üyelerine hitaben söylediği bazı sözlerin, örgüt içinde bir grup tarafından, hükümet liderlerine söylenmiş gibi lanse edildiğine, bu konuda söz konusu sitede, Gülen’in bir videosunun altına yazdığı bir uyarı yazısının ise örgütün üst düzey isimlerince silinmesi hadisesine atıfta bulundu.

Şimşek, Yıldırım'ın, "Çok fazla mı siyasallaşmıştık?" sorusuna, "Buna hayır diyemeyeceğim. Çizginin korunabildiğini söyleyemem." diyerek, örgütün çizgisindeki sapmaya ve Türkiye’deki siyaseti ele geçirme hırsına işaret etti.

1999'dan beri ABD’de Pennsylvania'daki FETÖ kampında ikamet eden ve Türkyolu ile yaşadığı kavgadan sonra Teksas'a taşınmak durumunda kalan Osman Şimşek, ısrarla röportaj isteyen diğer FETÖ firarisi gazeteci Ahmet Dönmez'in isteğini kabul etmediğini, ancak kendisine, "Adımın geçtiği hadiseler doğruysa sesim çıkmaz. Ama yalansa sizi tekzip ederim. Bu kadar basit." dediğini aktardı.

Şimşek, "Az bir tenkit ifade eden şeyler olduğunda, sizi Pakraduni yapabilir, hain ilan edebilirler. Siz tek başınasınız. Ama onların Facebook, WhatsApp grupları var, Zoom toplantıları var." sözlerinin ardından, Dönmez’in söz konusu olay hakkında yazdıklarının "doğru olduğunu" da dile getirdi.

İsveç'teki evinden günlük Youtube yayınları yapan ve Osman Şimşek’in röportajını analiz eden Ahmet Dönmez de son yayınında, hakkında yazdığı yazıların veya yaptığı konuşmaların hiçbirini tekzip etmeyerek, Şimşek'in kendisini onaylamış olduğunu vurguladı.

Dönmez, Cevdet Türkyolu, Mustafa Özcan ve Adil Öksüz'ün başını çektiği grup tarafından sahiplenildiğini belirttiği Mehmet Değerli'nin, Gülen’in çok eski arkadaşı ve Bank Asya’nın kurucularından Cahit Değerli’nin oğlu olduğu ve bu yüzden FETÖ elebaşının, onun getirdiği haberlere güvendiği bilgisine yer verdi.

Ahmet Dönmez'in yayınları ve bu yayınlardaki iddialarının doğruluğunu onaylayan Osman Şimşek'in ifşaları sonucu, örgüt tabanının kendisine, "Mehdi" ve kutupların kutbu anlamında "Kutb-ul Aktab" gibi olağanüstü yakıştırmalar yaptığı Gülen'in "her şeyi bilemeyeceği, fikirlerinin yönlendirilebileceği" en yüksek seviyeden bir örgüt üyesince ispat ve itiraf edilmiş oldu.

Böylece, örgüt içinde, "Gülen'in Hz. Muhammed ile her gece görüştüğü, işlerini Hz. Cebrail ile istişare ettiği, yanılmaz ve yanıltılamaz olduğu" gibi mesnetsiz iddialar da çökmüş oldu.

Gülen'in darbe karşıtlığı söylemi "çelişkili"

FETÖ'nün iç çatışmaları ve 15 Temmuz Darbe Girişimi'nde aldıkları role dair uzun yazı dizileri yazan ve YouTube konuşmaları hazırlayan firari Ahmet Dönmez, Gülen'in darbeye karşı olduğunu söylemesine rağmen, "yaptıklarının, söyledikleriyle çeliştiğine" vurgu yaptı.

Şimşek'in konuşması üzerine, 15 Ağustos 2021’de yayımladığı kendi yazısına atıfta bulunan Dönmez, Gülen’in 7 Haziran 2015'teki genel seçimlerden bir iki gün öncesinde bile "7 Haziran olur ama bu seçimler olmaz." dediğinin "net bilgi" olduğunu, bunu, bizzat Gülen’in ağzından duyanlardan dinlediğini ifade etti.

Dönmez, 7 Haziran seçimlerinden sonra "cemaatin yeniden dizayn edildiğini, içinde dönüşümler olduğunu" belirttiği yazısında, Mehmet Değerli’nin 7 Ocak 2015’te kampa yerleştiğini, Nisan 2015'ten itibaren de "seçim olmayacak" türünden mesajları yaydığını, o süreçte cemaatin vitrinindeki isimlerin de aynı yönde yazılar yazdığını, bu bilgiyi de Gülen’e dayandırdıklarını belirtmişti.

Ayrıca Dönmez, 7 Haziran öncesi, örgüt içinde her 10 günde bir "darbe olacak" dedikodularının yayıldığı, Gülen’in Değerli’den aldığı bu bilgilerin, Mustafa Özcan ve Adil Öksüz tarafından, "Efendim bizdeki bilgiler de öyle" denilerek teyit edildiği ve FETÖ elebaşının bu yolla darbeye ikna edildiği bilgilerini paylaşmıştı.

Dönmez ayrıca, darbe için önce 20 Nisan tarihinin verildiğini, sonra bu takvimin 27 Nisan, 9, 19 ve 29 Mayıs olarak güncellendiğini ifade etmiş ve Gülen’in, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminin devrilmesini arzu ettiğini, ancak örgütten bunun bilinmemesini istediğini kaydetmişti.

(https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/15-temmuz-hain-darbe-girisiminin-7-yilinda-feto-icindeki-parcalanma-iyice-netlesti/2946450)

*

Osman Şimşek ile Ahmet Dönmez’in varlığından yeni haberdar oldum..

Dönmez, iki yıl önce çok önemli şeyler yazmış.. Alper Görmüş gibi gazeteciler konu edinmişler.

Evet, Dönmez, meselenin FETÖ cephesini “Cemaat, içeriden adım adım 15 Temmuz’a nasıl sürüklendi?” başlığını taşıyan bir yazı dizisi ile ayrıntılı bir şekilde anlatmış..

Barış Terkoğlu’nun  ‘Erdoğan’ı öldüreceğiz’ mektubu” başlığını taşıyan 17 Temmuz 2023 tarihli yazısında da ona atıf var:

Bir zamanlar Fethullah Gülen denilince akla Osman Şimşek gelirdi. Daha orta ikinci sınıfta Fethullahçıların halkalarına katılmış Şimşek, Gülen ABD’ye gittikten kısa süre sonra Pensilvanya’nın yolunu tuttu. Yıllarca, yazılarını hazırladı, videolarını kamuoyuna duyurdu, mektuplarını yazdı, özel işlerini yaptı. Kısacası Gülen adına duyduğumuz, bildiğimiz ne varsa Osman Şimşek’in elinden çıkmıştı.

İşte o Osman Şimşek, birkaç yıl önce Gülen’in çiftliğinden ayrıldı. Ayrıldı demeyeyim, kovuldu. Son dönemde FETÖ’nün tepesindeki isimleri sorgulayan eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez kovulma hikâyesini yazmıştı. …

İşte o Şimşek, ilk kez, Samanyolu TV’nin ekran yüzlerinden Asım Yıldırım’a konuştu. …

AKAR’A ‘BABA’ DİYORLARDI

Ancak...

Ben en çok 15 Temmuz tanıklığını merak ettim.

Baştan söyleyeyim. Osman Şimşek, 15 Temmuz’un hazırlanışında FETÖ imamlarının bulunduğunu, Gülen’e de bilgi verdiklerini söylüyor. Örgütün çoğunluğunun darbeden haberinin olmadığını anlatıyor:

“Bize birileri bir şeyler yapacaklar, siz de sessiz kalın. Bu duyguyu iyice aşıladılar. Maalesef 1.5-2 sene, birileri geldiler gittiler. Hocaefendiye, şunlar şunu yapacaklar, bunlar bunu yapacaklar dediler.”

Osman Şimşek, Akar’ın da darbeye katılacağı bilgisinin Gülen’e verildiğini söylüyor. FETÖ yönetiminin Akar’ı, bir zamanlar Said Nursi’nin asker öğrencisi olan Hulusi Yahyagil’e benzettiğini aktarıyor:

“Birileri kalktılar, sanki ikinci Hulusi gibi anlattılar her yerde. (…) (İnanmayanlara) O geldiğinde seni Genelkurmay’ın bahçesine gömecek dediler. Baba diyorlardı ona.”

‘KÜLLİYEDE ÖLDÜRECEĞİZ’

Pensilvanya’nın, darbeden çok önce darbeye hazırlandığı, Akar’ın da işin içinde olacağına inandığı hatta Mehmet Değerli denilen kişi aracılığıyla Akar’ın ağzından yazılmış gibi Gülen’e mektup taşındığı, Gülen’e onun üniformasıymış gibi üniforma getirildiği anlaşılıyor:

“Baba dedikleri adam, Hulusi sani (ikinci) yerine koydukları adam (Akar’ı kastediyor), 15 Temmuz’dan 1.5 sene önce hocaefendiye mektup gönderdi. (…) O zat diyordu ki hocam siz şöyle güçlüsünüz, böyle güçlüsünüz, ülke için şöyle önemlisiniz, bizim önümüzde durmayın biz bir şey yapacağız. Bir gün hocam canlı yayında seyredeceksin, tiranı külliyenin merdivenlerinden yuvarlaya yuvarlaya öldüreceğiz.”

Osman Şimşek’e sorarsanız, Gülen şiddete karşı olduğunu söyleyerek buna karşı çıktı.

“Hocaefendi yönlendirilmez diyoruz, hayır efendim yönlendirilir” diyerek Gülen’in darbe konusunda ikna edildiğini söyleyen Şimşek, Gülen’i uyardığında, FETÖ’nün tepesindeki isimler tarafından “Sen mi iyi biliyorsun, hocaefendi mi iyi biliyor?” diyerek suçlandığını söyledi. Şimşek, “Maalesef bu insanlar halen kampta” diyerek Gülen’in halen aynı ekiple çalıştığını söyledi.

‘MEKTUP TEYİT EDİLDİ’

Osman Şimşek, FETÖ’yü yöneten “âli heyet” tarafından hain ilan edilerek kapıya konmuş. Yıllarca, Gülen için çalışan isim, önce bir hastanede sonra bir üniversitede işe girmiş.

“Keşke 15 Temmuz öncesinde daha cesur olsaydım, bunun üzüntüsünü yaşıyorum, dünyanın her yerindeki arkadaşlarımdan özür diliyorum” diyerek FETÖ yönetiminin yaptıklarına itiraz etmemesinin pişmanlığını açıklıyor.

Yayından sonra Ahmet Dönmez açıkladı. Osman Şimşek’e mektup olayını sormuş. Aldığı yanıtı açıkladı:

“O mektup Mehmet Değerli ve ekibi aracılığıyla gelmiş ama o günün şartlarında teyit edilmiş, ondan (Akar’dan) olduğuna inanılmıştı.”

Ömrünü FETÖ ve lideri Gülen için harcayan Osman Şimşek’in itirafları üç şeyi gösteriyor: Bir, binlerce delile rağmen sürekli inkâr edilen 15 Temmuz, artık Gülen’in en yakınındakiler tarafından bile kabul ediliyor“Gülen yanlış yönlendirildi” gibi kılıflar aransa da durum bu. İki, FETÖ’nün tepesindeki ayrışma artık gizlenemez boyutta. Üç, örgütün tabanı “Tepedekiler tarafından kandırıldık” hissi yaşıyor.

Umalım ki Osman Şimşek’in ifşaları, Gülen’in peşinden giderek hayatını mahveden herkese ibret olsun. Bundan sonra da kimse aklını hiçbir şeyhe emanet etmesin.

*

Osman Şimşek’in söylediklerinin hiçbiri yeni değil.. İki yıl önce Ahmet Dönmez Cemaat, içeriden adım adım 15 Temmuz’a nasıl sürüklendi?” başlığını taşıyan bir yazı dizisi ile ayrıntılı bir şekilde anlatmış.

Fakat şimdi Osman Şimşek’in sözlerini haberleştiren ve bu arada Ahmet Dönmez’i de yâd eden Anadolu Ajansı, iki yıl önce onun 15 Temmuz konulu ifşaatları hakkında iki satırlık da olsa bir haber yapmamış.

Oysa turpun büyüğü Osman’ın değil Ahmet’in heybesinde..

*

Anadolu Ajansı, yukarıda aktardığımız haberinden 12 gün sonra, yani 27 Temmuz günü konuyla ilgili bir haber daha yaptı.

“ABD'deki FETÖ üyelerinin itirafları, örgütte elebaşı Gülen'in iadesi endişesine yol açtı” başlığını taşıyan haberde Ahmet Dönmez tekrar hatırlatılıyordu:

Osman Şimşek, söz konusu açıklamalarıyla FETÖ'cü Ahmet Dönmez'in daha önce sosyal medya mecralarında dile getirdiği iddiaları da doğrulamış oldu.

Örgüt tabanının kendisine "Mehdi" ve kutupların kutbu anlamında "Kutb-ul Aktab" gibi yakıştırmalar yaptığı Gülen'in "her şeyi bilemeyeceği, fikirlerinin başkaları tarafından yönlendirilebileceği" Şimşek'in açıklamasıyla, en yüksek seviyeden bir örgüt üyesinin ağzından dile getirilmiş oldu.

(https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abddeki-feto-uyelerinin-itiraflari-orgutte-elebasi-gulenin-iadesi-endisesine-yol-acti/2955753)

*

Ancak, bunlar Anadolu Ajansı’nın Osman Şimşek’le ilgili ilk haberleri değil..

İki yıl önce onu yine haber yapmışlar ve bu arada Ahmet Dönmez’e de atıfta bulunmuşlar.

FETÖ'nün tepe yapılanmasında yolsuzluk çatlağı” başlığını taşıyan 16 Mart 2021 tarihli haberde şunlar söyleniyor:

Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) elebaşı Fetullah Gülen'in yıllardır yanından ayırmadığı "sır küpü" Cevdet Türkyolu'nun, Gülen'in sosyal medya sorumluluğunu üstlenen "mollası" Osman Şimşek'i, bir mektup yüzünden darbetmesi ve Şimşek'in 14 Mart'ta Twitter'da konuyla ilgili 3 sayfalık bir açıklama yayımlayarak olayı doğrulaması örgüt tabanını ikiye böldü.

Türkyolu ile Şimşek arasındaki krizi kısa süre önce gündeme taşıyan isim eski Zaman gazetesi çalışanı firari Ahmet Dönmez oldu. …

Mektup krizine ilişkin bir video da paylaşan Dönmez, …

(https://www.aa.com.tr/tr/15-temmuz-darbe-girisimi/fetonun-tepe-yapilanmasinda-yolsuzluk-catlagi/2177391)

*

Anadolu Ajansı, Osman Şimşek’i sekiz gün önce (14 Ağustos’ta) tekrar konu edindi.

“GÖRÜŞ - FETÖ içerisindeki ‘bölünme’ ve ‘liderlik’ kavgası” başlığını taşıyan yazı şu ifadelerle başlıyor:

Nedim Şener, Fetullahçı Terör Örgütü'nün içerisindeki FETÖ elebaşının sağlığının kötüleşmesiyle ortaya çıkan bölünmeyi, liderlik kavgasını ve bölünmeyle örgüt içinde oluşan 5 farklı grubu AA Analiz için kaleme aldı.”

Nedim Şener’in sözünü ettiği beş grubu, Ahmet Dönmez’in Cemaat, içeriden adım adım 15 Temmuz’a nasıl sürüklendi?” başlıklı yazı dizisini okumadan anlamak mümkün değil.

Şener, ayrıca bir de bir zehirleme olayından, ve şüpheli bir ölümden söz ediyor.

Doğrusu, çok ilgimi çekti, çok..

Şener’in ifadeleri şöyle:

Osman Şimşek, önemli bir konuyu açıklayarak Alabama’da bir okulda öğretmenliğe başladı. FETÖ elebaşının çevresindekiler tarafından yönlendirildiğini ve buna darbe girişiminin de dahil olduğunu açıkladı. Böylece darbe girişiminin içinde FETÖ yapılanmasının bulunduğunu itiraf etmiş oldu. Bu durum, FETÖ içinde “Türkiye’ye iade edilme ile sonuçlanacak bir açıklama” olarak yorumlandı. Pensilvanya’da çiftlikte daha önce zehirlenen, örgüt elebaşı Gülen'in veliahdı olarak görülen Mehmet Ali Şengül’ün 2021 yılında Almanya’da şüpheli biçimde ölümü, Gülen'in de iade edilebileceği endişesiyle ve kendisinin de öldürülebileceği korkusuyla tam bir panik yaşamasına sebep oldu. O yüzden resmi girişimlere başladı ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) dışında bir ülkede kalan ömrünü tamamlama kararı aldığı bilgisi mevcut.

(https://www.aa.com.tr/tr/analiz/gorus-feto-icerisindeki-bolunme-ve-liderlik-kavgasi/2967224)

*

Evet, Anadolu Ajansı’nın yukarıda aktardığımız haberlerinden biri şu ifadeyle bitiyordu:

Örgüt tabanının kendisine "Mehdi" ve kutupların kutbu anlamında "Kutb-ul Aktab" gibi yakıştırmalar yaptığı Gülen'in "her şeyi bilemeyeceği, fikirlerinin başkaları tarafından yönlendirilebileceği" Şimşek'in açıklamasıyla, en yüksek seviyeden bir örgüt üyesinin ağzından dile getirilmiş oldu.

Ajans, Fethullah’ın fikirlerinin başkaları tarafından nasıl yönlendirildiği meselesine girmiyor, sadece Osman Şimşek’in şahitliğini aktarmakla yetiniyor.

Fakat, nasıl yönlendirildiği meselesi Ahmet Dönmez’in Cemaat, içeriden adım adım 15 Temmuz’a nasıl sürüklendi?” başlığını taşıyan yazı dizisinde açıklığa kavuşturulmuş.

*

Dönmez, şöyle diyor:

Stockholm Center for Freedom (SCF) olarak 2017 yılında geniş kapsamlı bir 15 Temmuz raporu hazırlamıştık. 

Darbe girişiminin 1. Yıl dönümünde İngilizce ve Türkçe olarak bastığımız bu rapor için, suçlamaların hedefindeki Gülen Hareketi lideri Fethullah Gülen’le de yazılı bir röportaj yapmıştık.

Gülen’in cevapları içerisinde son derece ilgi çekici bir bölüm vardı.

Şöyle diyordu: “Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın uzun zamandır bir darbe hazırlığı içinde olduğunu, buna matuf ciddi çalışmalar yaptığını duyuyordum. Uzun yıllardır tanıdığım bir esnaf arkadaşımın iş adamı olan oğlu buraya geldiğinde bana, İbrahim diye bir işadamı arkadaşından bahsetti. Dediğine göre bu İbrahim isimli şahıs Hulusi Akar’la ilişkileri çok iyi olan, ona ‘baba’ diyecek kadar yakın olan birisiymiş. İşte o İbrahim bizim buradaki arkadaşına Hulusi Akar’ın ilk günden beri darbe niyeti olduğunu ve bunu mutlaka gerçekleştireceğini söylüyordu. Bu söylentilerin tesirinde kalıp o gece gerçekten emir komuta içinde bir darbe yapıldığını sanan bazıları da o teşebbüse iştirak etmiş olabilir.”

(https://www.ahmetdonmez.net/gulenin-isaret-ettigi-o-ibrahim-kim/)

Dönmez, “Gülen’in ‘Uzun yıllardır tanıdığım bir esnaf arkadaşım’ dediği kişi Cahit Değerli” diyor. Gülen’in “Onun işadamı olan oğlu” dediği kişi ise Mehmet Değerli imiş.

Onun arkadaşı olduğu söylenen ‘İbrahim’ ise İbrahim Bilgehan Taşdelen. Dönmez, “Onu yakından tanıyan bir eski dostu, MİT elemanı olduğunu iddia ediyor” diyor.

Sahada görev yapan birçok MİT’çinin kendisini işadamı olarak kamufle ettiği bilinen bir şey.. Bu, onlara hareket serbestisi sağlıyor, istedikleri zaman istedikleri yerde boy gösterebiliyorlar. Ayrıca su gibi para harcadıklarında kaynağını kimse sorgulayamıyor. Görev icabı birilerini “yemledikleri” zaman da kişisel cömertlik sergilemiş oluyorlar.

*

Evet, Fethullah’ın “dolmuşa” bindirilip “gaz”a getirilmesi operasyonunun kilit figürleri bu iki kişi: İbrahim Taşdelen ve Mehmet Değerli..

Ahmet Dönmez’in yazı dizisinden çıkan sonuç bu..

İşin ucu MİT’e dayanıyor.

Dönmez’in anlattığına göre, bu İbrahim Taşdelen, Akparti ile askerler arasında, bir emekli korgeneral vasıtasıyla bir “iletişim hattı” ya da “bağlantı” kurmuştu.

Korgeneral’in adı Altay Tokat.. Dönmez’in yazısında “Aslında Tokat’ın hayali MİT Müsteşarı olmak” diye bir cümle de var.. 

İnsanın hayalleri geçmişinden beslenir.

*

Fethullah’ın esnaf arkadaşının oğlu Mehmet Değerli, ilginç bir kişilik.. Bir MİT’çi tarafından rahatça kullanılmasını sağlayacak bütün zaafları şahsında cem etmeyi başarmış üstün bir yetenek.

Dönmez, onun hakkında şunları yazıyor:

Hatta bunun çok ötesinde, bu ikilinin özel uçakla defalarca Paris’e gidip geldiği, bu uçuşların bazılarında asker kişilerin de olduğu ve birlikte sıra dışı eğlence alemlerine katıldıkları yönünde sansasyonel iddialar da dolaşıyor.

Keza Çevikel’in Değerli’yi St. Petersburg‘a, Moskova‘ya, Minsk‘e ve Paris‘e seks partilerine götürdüğü söylentileri de mevcut.

Kaynaklarım, bilginin yüzde yüz doğru olduğunu söylüyor. 

“Boşboğaz birisidir ve ulu orta hava atmaya bayılır,” denen Mehmet Değerli’nin, bunu bizzat kendisinin anlattığı yönünde de tanıklıklar var.

(https://www.ahmetdonmez.net/oraya-birini-gonderiyorum-mutlaka-hocamizla-gorusturun-cok-onemli-bilgileri-var/)

*

Mehmet Değerli’nin meziyetleri ve maharetleri bunlarla sınırlı değil..

Dönmez, şunları yazıyor:

Tanıyanlarla konuştum, hakkında anlatılanları dinledim, karşı argümanlara kulak verdim ve nihayet kendisi ile de uzun görüşmeler yaptım.

Her şeyden önce şunu söylemek isterim: Eğer hakkında bu kadar şey bilmiyor olsaydım, söylediklerine ben de inanabilirdim.

Sebebi, onu çok iyi tanıyan birinin şu sözlerinde gizli: “Siz, gerçekleri bile Mehmet Değerli’nin yalanları söylediği rahatlıkta söyleyemezsiniz.”

Huyunu-suyunu bilen herkesin söylediği ilk şey bu: “Allah bir dediği dışında hiçbir şeye inanma!”

(https://www.ahmetdonmez.net/kod-adi-votka-mehmet/)

*

Bu Mehmet’in Akparti çevreleriyle de bağlantısı mevcut..

Dönmez şunları yazıyor:

Mehmet Değerli, Cahit Değerli’nin iki oğlundan biri.

Diğeri, AKP’nin ünlü müteahhitlerinden ve 5’li çete içinde yer alan Kalyoncu’ların damadı Cüneyd Değerli. Kayınpederi Hasan Kalyoncu, 2008 yılında vefat ettiğinde Kalyon Holding’in yönetim kurulu başkanıydı. Daha sonra yerini Orhan Cemal Kalyoncu devraldı.

Kalyoncular, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a en yakın ailelerden biri. AKP döneminde sayısız kamu ihalesi alan Holding, 2013 yılındaki meşhur Sabah-ATV satışında da Erdoğan’ın talimatı ile ‘havuz’a girmişti. Ömer Faruk Kalyoncu’nun kurduğu Zirve Holding‘havuz’ sayesinde Sabah-ATV’nin sahibi olmuştu. Daha doğrusu Erdoğan ailesi, Kalyoncular üzerinden Turkuvaz Medya’yı ele geçirmişti.

Mehmet’in bir başka özelliği, babasından dolayı çocukluğunun The Cemaat’in içinde geçmiş olması..

Dönmez şunları söylüyor:

İlkokulu bitirince Cemaat’in en eski müesseselerinden Çamlıca Kuran Kursu’nda kalıyor.

Buranın ilk talebelerinden. 

O zamanki müdürleri kim dersiniz? Mustafa Özcan.

Daha sonra ‘Akademi’ olarak da isimlendirilecek olan bu müessese, 1979 yılında açılmıştı. Değerli, 1981 yılında, 11 yaşında iken burada talebelik yaptı.

1 yıl sonra Fatih Çarşamba’da ilk Fatih Koleji açılınca Cahit Değerli onu kurstan alıp yatılı olarak buraya yazdırdı.

Daha sonra Cemaat’in dar çevresinden kendisini kurtarıyor, yeni ilişkiler kuruyor, “sosyalleşiyor”.

Hayatı renkleniyor.

Dönmez’den dinleyelim:

Rahat yaşamayı seven, baba parası yiyen, öğlen saat 1-2’lere kadar uyuyup sonrasında babasının çeklerini takip eden hovarda bir gençti.

Hızlı yaşıyordu.

İyi arabalara biniyor, iyi saatler takıyor, marka giyiyor, varlık içerisinde yüzüyordu. (…)

Alkol kullanıyor, barlardan çıkmıyor, alemlere bayılıyordu.

Favori içkisi, votka ile vişne karışımıydı.

Yıllar sonra ona ‘Votka Mehmet’ denecekti.

Ayrıca en büyük keyiflerinden biri de puro içmekti.

Günde 3 paketi bulan sigaralarını ise söylemeye bile gerek yok.

En büyük hobilerinden biri pahalı saat koleksiyonuydu. Bilhassa Bvlgari ve Rolex saatlere tutkundu.

Bir de pahalı araba merakı vardı. (…)

Aslında hoş sohbet, eğlenceli ve matrak bir insan olduğu için bütün kusurlarına rağmen ilişkileri sürüyordu.

Arkadaşları da genellikle zengin aile çocuklarıydı.

Erken sayılabilecek yaşlarda evlendi.

Ne var ki zamanla arkadaşları arasında kötü bir şöhrete sahip oldu.

Yakın arkadaşlarının sevgililerine, nişanlılarına sarkıntılık ettiği ortaya çıktı. 

Zaten onunla ilgili en fazla kullanılan sıfatlardan birincisi ‘yalancılık’sa, ikincisi ‘kadın düşkünlüğü’, üçüncüsü de vehamet derecesindeki para zaafı

Ki bu zaafları keşfedildiği için zaten Yalçın Çevikel onu yurtdışı seks partilerine götürecekti.

Mehmet Değerli’nin ‘boşboğaz’ ve ‘hava atmayı seven’ biri olduğu da tanıyan herkesin söylediği ortak noktalar arasında.

Bu yüzden yattığı şarkıcı, manken veya ekran yıldızlarını isim vererek ballandıra ballandıra anlattığını işitmeyen yok gibi… (…)

Bugüne kadar Değerli’yi tanıyıp da ‘yalancı’ demeyen tek bir kişi bile görmedim.

Buna mukabil yakından tanıyıp da “Gelmiş geçmiş en büyük yalancıdır, düzenbazdır” diyen çok kişi oldu.

Renklendirilmiş ‘Kırk Yalan Memiş’…

Banker Maho’nun Cemaat görmüşü…

Bir örnek vereyim: Kardeşi Cüneyd Değerli’nin kayınpederi Hasan Kalyoncu’lara sık takılıyor. Orada AKP’nin önde gelen bir çok ismi ile tanışıyor.

Edibe Sözen’le dostluk kuruyor sözgelimi…

AKP kurucularından ve eski başbakan yardımcılarından Nazım Ekren’le de tanışıyor.

Fakat bunu kötüye kullanıp kendine ’Nazım Ekren’in danışmanı’ şeklinde kartvizit bastırıyor. Bu daha sonra Ekren’in kulağına gidiyor ve dönemin Başbakan Yardımcısı, Değerli’yi arayıp ağzına geleni söylüyor.

Yalancılık demişken, sadece etrafına değil tabii… 

“Allah’ı bile kandırdığını sanır,” diyor bazıları ve ekliyor: “Hayatta abdest alıp namaz kılmaz. Abdest alıyormuş gibi yapar, sahtekâr, yalandan namaz kılar. Kamp’ta bile böyle abdestsiz abdestsiz namaz kılmışlığı çoktur.” 

…, tanıyan herkesin üzerinde ittifak ettiği bir diğer husus, para zaafı. 

Bir yakını, “Dini imanı paradır,” diyor. 

Rahatına ve konforuna aşırı düşkünlüğü nedeniyle hep kolay ve büyük paralar peşinde koşmuş.

*

Bu Mehmet Değerli sonra birden akıllanıp tevbe ediyor, soluğu hocaefendisi Fethullah’ın yanında alıyor.

Seks partilerinden dinî sohbetlere yatay geçiş yapıyor.. Alışılmadık bir hızla..

Tam da 2015 yılının başında..

Yani Türkiye’de işbilir kıvrak tipler Hükümet-Cemaat kavgasında kaybeden tarafın Fethullah olduğunu anlayıp yavaş yavaş dümeni Akparti limanına doğru kırarken bu şahıs yönünü Pensilvanya’ya çeviriyor.

Ahmet Dönmez’in ifadeleri şöyle:

2014 bitip yeni bir yıl başlarken Mehmet Değerli için de yeni bir dönem başlıyordu.

Bu kez uçak onu Okyanus Ötesi’ne taşıyordu.

7 Ocak 2015…

Değerli, bu tarihte Fethullah Gülen’in ikamet ettiği Kamp’a giriş yaptı.

İlk kez gelmiyordu tabii ki…

Cahit Değerli’nin oğluydu; Gülen, onun çocukluğunu bilirdi ama bu seferki gelişi farklıydı. 

“Çok önemli bilgilere sahibim,” diyordu. 

Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar’la düzenli olarak görüştüğünü ve ondan bazı mesajlar getirdiğini söylüyordu.

Referansı Adil Öksüz’dü. (…)

İşte o Adil ÖksüzKamp’tan birilerine ulaşmış ve “Size Mehmet Değerli’yi gönderiyorum. Onu mutlaka Hocamızla görüştürün. Çok önemli bilgiler var elinde, önemli vazifeler icra edecek,” demişti.

(https://www.ahmetdonmez.net/oraya-birini-gonderiyorum-mutlaka-hocamizla-gorusturun-cok-onemli-bilgileri-var/)

*

Fakat, Değerli’nin tek referansı Adil Öksüz de değildi. Dönmez şunları söylüyor:

Onun haricinde, Öksüz’ün eniştesi ve ‘başmolla’ hüviyetinde olan Cemal Türk‘ün de Değerli’yi uzun süredir tanıdığı ve kendisine ihtimam gösterdiği anlatılıyor.

İddialara göre Mustafa Özcan da Cevdet Türkyolu da ‘Sezai’ müstear isimli İsmail Kokuroğlu da referans olmuştu. Bu ekibe yakın başkaları da oldu.

Size şöyle bir örnek vereyim; Kokuroğlu’nun yakın arkadaşlarından ve Gülen’in eski mollalarından Süleyman Sargın, 15 Temmuz’dan sonraları bile Mehmet Değerli’ye toz kondurmuyor, onun Cemaat içinden büyük bir iftiraya maruz kaldığını anlatıyordu.

Dönmez, Fethullah’ın “Değerli’nin babası Cahit Bey’e duyduğu kadim muhabbet ve itimat”ı da hatırlatıyor.

Ve sözlerini şöyle sürdürüyor:

Değerli’nin Hulusi Akar’dan ona getirdiği ilk mesaj, AKP’nin Cemaat’e yakın kurum ve şahısların mallarına çökeceği bilgisiydi.

Hulusi Paşa, AKP’yi kastederek, “Bunların niyeti kötü, gözleri mülklerinizde. Şahıslar üzerine olan mal ve mülklerinizi hemen satın,” demişti.

Daha doğrusu Mehmet Değerli böyle söylüyordu.

Bu, o sırada Cemaat içinde tartışmalara yol açtı. Bazıları buradan birilerinin rant elde etmeye çalıştığını, Cemaatin gayri menkullerini ucuza kapatmak isteyen birilerinin Değerli’yi konuşturduğunu düşündü.

Tartışmanın çıkış noktası ise şuydu: Bu mesajlar gerçekten de Hulusi Akar’dan mı gelmekteydi?

İşte en büyük soru da buydu zaten.

Halen cevabı verilememiş büyük bir muamma…

Mehmet Değerli, Kamp’tan ayrılacağı 21 Haziran 2016 tarihine kadarki bir buçuk yıl boyunca Akar’dan sayısız mesaj ve mektup taşıyacak; bunlara dayanarak önemli kararlar alınacak ama gönderenin gerçekten Hulusi Akar olup olmadığı hep tartışma konusu olacaktır.

Bugün bile…

Tartışma derken, Gülen nezdinde değil tabii.

Çünkü Gülen, muhatabının gerçekten de Hulusi Akar olduğuna inanmıştı. Veya inandırılmıştı.

*

Dönmez’in ifadelerini okumaya devam edelim:

Mehmet Değerli ve çevresi Hulusi Akar için ‘Kâhtani’ bile diyordu. Risale-i Nur’larda geçen Hulusi-i Sâni’nin o olduğunu söylüyorlardı. 

“Hocam, Hulusi Paşa emirlerinizi bekliyor,” diyorlardı.

Kod adı ‘Halis’ti Paşa’nın.

Mehmet Değerli’nin, Kamp’ta açık açık “Bu işin sahibi Halis olacak” diye konuştuğu rivayetleri çok yaygın.

Gülen’e de “Hocam size selam ve hürmetlerini iletiyor. ‘Merak etmeyin, ben size zarar verdirmeyeceğim’ diyor. ‘Yıllardır ben Hocamın vaazlarını dinliyorum’ diyor, sizin vaazlarınızı dinleyince ağlıyor,” gibi sözlerle yaklaşıyor.

İknanın inşası böyle böyle devam ediyor.

Mesela bir başka çarpıcı iddiaya göre Gülen’e, Hulusi Akar’ın üniforması diyerek bir üniforma da getirmişti Mehmet Değerli.

Böylece ‘Halis Abi’“bağlılığının nişanesi olarak bu sembolik armağanın kabulünü rica etmişti Hocaefendi’den”.

Peki bu doğru muydu?

Böyle bir üniformanın varlığı net.

Fakat gerçekten Akar’dan gelip gelmediği veya Akar’ın üniforması olup olmadığı muamma.

*

Mehmet Değerli, madalyonun bir yüzü..

Diğer yüzde ise, MİT’çi olduğu söylenen işadamı İbrahim Taşdelen var..

Taşdelen, Mehmet’i hem “bilgi”, hem “para” bakımından destekleyen kişi.

Taşdelen, hovarda yaşamı yüzünden maddi sorunlar yaşayan Değerli’nin cebinin para görmesini sağlayan kişi.

Bu nasıl olmuştu?

Dönmez’in anlatımına göre şöyle:

Para bahsinde, Değerli’nin Amerika’ya getirdiği seyahat çeklerini de (traveler’s cheque) zikretmemiz lazım.

Aldığım bilgilere göre yanında milyonlarca dolarlık seyahat çekleri vardı.

Bunlar, Bank Asya kredileri ve şirket satışlarından dolayı İbrahim Yalçın Çevikel’den alacağı komisyonlara karşılık gelen çeklerdi. 

Kendi anlatımlarına göre Yalçın Çevikel, kendisine söz verdiği komisyonları ödemeye yanaşmıyordu. 

Fakat 2015 yazından sonra dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi devreye girmişti. 

Değerli, Mendi ile çok sıkı bir ilişkisinin olduğunu anlatıyordu. Orgeneral Mendi, Yalçın Çevikel’le görüşmüş ve bu çekleri imzalatmıştı.

Yine kaynağı Mehmet Değerli olan bir başka anlatıma göre, olay şöyle gelişmişti:

Çekler, Amerika’ya gelmesinin ardından kendisine gönderilmişti. 

Tam olarak ne zaman? 

Hulusi Akar’ın genelkurmay başkanı, Galip Mendi’nin de jandarma genel komutanı olduğu 2015 YAŞ’ından sonra.

Değerli, çok yakın ilişki içinde olduğu İşadamı İbrahim Taşdelen’e Yalçın Çevikel’i şikayet etmiş, o da durumu Hulusi Akar’a iletmiş, Akar da Galip Mendi’ye bu sorunu çözmesi emri vermişti.

Bunun üzerine devreye giren Mendi, Jandarma İstihbarat’tan iki askeri Çevikel’e göndermiş, zorla bu çekleri aldırmış ve ABD’deki Değerli’ye ulaştırmıştı.

Bu çeklerin büyük kısmı, Yalçın Çevikel’in Fransa’daki şirketine aitti. Şirketin hesaplarının olduğu bir Fransız bankasından alınmış keşide çekleriydi (cashier check)

Biraz daha uçuk iddiaya göre, Galip Mendi’nin görevlendirdiği iki istihbaratçı, Yalçın Çevikel’le birlikte Paris’e gitmiş ve o banka üzerinden çekleri zorla aldırıp Değerli’ye göndertmişti.

Bu noktada önemli bir iddiayı daha konuşmak gerekir.

Bazı bilgilere göre Değerli’nin elindeki bu çeklerin toplamı, 70-80 milyon doları buluyordu. Bunun içinden kendisine ait miktar, 7-8 milyon dolar civarındaydı. 

Peki geri kalan kimindi?

İşte önemli iddia burada yatıyor.

Bunun, Değerli ile birlikte hareket eden bazı askerler ve istihbaratçıların çöktüğü paralar olduğu ileri sürülüyor.

Değerli üzerinden Amerika’ya taşıdıkları bu paralarla New York’tan, Manhattan’dan pahalı konutlar satın alacaklardı. Söz konusu emlak işlerini de onlar adına Mehmet Değerli takip edecekti.

Değerli’nin kendisinin de Central Park manzaralı lüks rezidanslardan birinden daire alma planları vardı. 

Konuşulanlara göre Değerli, bu çeklerden kendisine ait olan kısımla bazı harcamalar yaptı. 2 milyon dolara New Jersey Cliffside Parkta bir daire aldığı iddiası, adeta teyidli bir bilgi olarak bana kadar ulaştı. (…)

Bu arada Mehmet Değerli’nin 2016’da Manhattan manzaralı çok güzel bir yerde yaşadığını, o dönem iyi paralar harcadığını, … ilave etmek lazım.

(https://www.ahmetdonmez.net/mehmet-degerli-bunlari-ne-karsiliginda-yapti/)

*

2015 yılının Ocak ayında Pensilvanya’ya gidip hocaefendisinin dizinin dibinde oturmaya başlayan Mehmet Değerli sadece Fethullah’a değil diğer FETÖ’cülere de nurlu ve mesut bir geleceği müjdeliyordu.

Dönmez’den dinleyelim:

Hulusi Akar darbe yapacak, Türkiye’nin başına geçecek, kendisi de yardımcısı olacaktı.

Kimi zaman MİT Müsteşarı olacağını söylüyor kimi zaman da ekonomi veya ticaretten sorumlu devlet başkanı yardımcısı…

Buna benzer patolojik sayıklamalarını dinleyen çok insan var. 

Yine çokça paylaşılan bazı bilgilere göre Mehmet Değerli, eline kâğıt kalem alıp listeler hazırlıyor, ileriye dönük planlamalar yapıyordu.

Bir çeşit ‘yapılacaklar listesi’ gibi, eylem planı üzerinde çalışıyordu.

Darbe sonrası yeniden yapılanma ‘Hulusinasyon’larıydı bunlar…

Bazıları şunlardı:

“Cemaat’teki imamlar, Hulusi Akar’ın belirledikleri ile değiştirilecek, 

Cumhurbaşkanı tutuklanacak, 

Erdoğan’ın bütün pislikleri ortaya dökülecek, 

Hulusi Akar bütün dünyaya Erdoğan’ın hırsızlık belgelerini dağıtacak, 

Başkan Hulusi Akar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı resmî uçağı ile New York’a gelecek ve Fethullah Gülen’i alıp aynı uçakla Türkiye’ye kahraman olarak götürecek…” 

*

Evet, Mehmet Değerli, FETÖ içinde bir darbe Hulusi’nasyonu (halüsinasyonu) oluşturmuş bulunuyordu.

Dönmez şunları söylüyor:

Hatırlayalım, Mehmet Değerli ne zaman Kamp’a yerleşmişti: 7 Ocak 2015.

İlk haftalarda darbeden veya darbe olasılığından hiç bahsetmiyor.

Sadece Hulusi Akar’ın Fethullah Gülen’e olan hürmet ve muhabbetini aktarıyor. 

Paşa’nın, “Hocam merak etmesin, diğer bütün kurumlardan tasfiyeler olsa bile ben burada olduğum müddetçe Silahlı Kuvvetler’de size zarar verilmesine müsaade etmeyeceğim,” şeklindeki cümlelerini iletiyor.

‘Netameli’ mesajlar daha sonra başlıyor.

Özellikle 2015 Nisan’dan itibaren…

Ve bilhassa 7 Haziran seçimleri öncesinde yoğunlaşıyor.  

(https://www.ahmetdonmez.net/cemaat-15-temmuz-oncesi-nasil-dizayn-edildi-1/)

*

İnsan umut ettiği sürece yaşardı, ve Fethullah’ın, yaşamak istiyorsa eğer, umuda ihtiyacı vardı.

Bazı şeylerin hayali bile güzeldi, insanı mutlu etmeye yetiyordu.

Mehmet Değerli, Pensilvanya’daki moralman çökmüş insanlara ilaç gibi gelmişti.

Biz yine Dönmez’e kulak verelim:

O süreçte darbe tarihleri de verilmeye başlanmıştı. Öyle ki, seçimler yaklaştıkça neredeyse 10 günde bir ‘darbe olacak’ yaygarası dolaşıyordu. 

Mehmet Değerli’den aldığı bu bilgiler, Mustafa Özcan ve Adil Öksüz takımı tarafından “Efendim, bizdeki bilgiler de öyle,” diye teyid edilince Gülen’in şüpheleri azalmıştı.

Böylece onda da bir beklenti oluşturulmuştu.

“Bir şeyler olacak,” deniyordu.

Önce 20 Nisan tarihi verildi… 

Sonra ‘beklenen’ tarih, sırasıyla 27 Nisan, 9 Mayıs, 19 Mayıs ve 29 Mayıs olarak güncellendi.

Ama ‘bir şeyler’ olmadı.

Yine de Değerli beklentiyi sıcak tutmayı başarıyordu.

Gülen’e gelen bilgiler, “Kesinlikle bu seçimler olmayacak,” yönündeydi.

*

Ancak, 7 Haziran 2015 tarihinde seçimler yapılmış, darbe falan da olmamıştı..

Neden?

Nedeni, Cemaat’te güvenilmez adamların bulunuyor olmasıydı..

Darbe yapacak olan Hulusi Akar, önce, Cemaat’teki güvenilmez adamların tasfiye edilmiş, arkasının sağlama alınmış olduğunu görmek istiyordu.

Mehmet Değerli’nin Hulusinasyonunun illüzyona dönüşmüş hali buydu.

En önce tasfiye edilen kişiler, Fethullah’ın sağ ve sol kolu olarak bilinen kişiler olur.

Dönmez şunları yazıyor:

Aynı süreçte Abdullah Aymaz ve M. Ali Şengül için de “Havuza düştüler. Operasyon hazırlığı var. Türkiye’ye girip çıkmaları sakıncalı. Her an başlarına bir iş gelebilir,” istihbaratı getirilir.

Alternatif olarak, “Öyleyse bu toplantıları yurtdışında yapalım. Türkiye’deki arkadaşlar yurtdışına çıksınlar,” teklifi getirilince de “Çıkarken havaalanında gözaltına alınacaklar,” denir.

(https://www.ahmetdonmez.net/cemaat-15-temmuz-oncesi-nasil-dizayn-edildi-2/)

Fakat tasfiye bunlarla sınırlı kalmıyor.

Okumaya devam edelim:

(2015) Ekim sonu veya Kasım başlarında -tam tarihini tespit edemedim- Mehmet DeğerliFethullah Gülen’e bir mektup getiriyor. Hulusi Akar’dan geldiğini söylüyor, ki bu ilk mektup değildir.

Genelkurmay Başkanı Akar, 19 kişinin adını vermiştir ve devlet kayıtlarından, istihbarat bilgilerinden yola çıkarak bu isimlerin hain, güvenilmez olduğunu tespit etmiştir. Daha doğrusu mektupta öyle yazmaktadır.

Bu mektup elimde olmadığı için maalesef size satır satır aktaramıyorum. 

Fakat ulaştığım bilgilere göre bire bir olmasa da ana fikri böyle. 

Değerli, Hulusi Akar’ın darbe yapacağını ama Cemaat’e güvenmek zorunda olduğunu, bunun için de Cemaat’in kendi içini temizlemesi gerektiğini söylediğini aktarıyor.

Bu 19 kişi içinden görevde olanların görevi bırakması ve hepsinin acilen yurtdışına çıkması isteniyor. Aksi takdirde tutuklanacaklardır.

Peki tasfiye edilenler arasında kimler vardı?

Kimler gitti, kimler geldi?

Konumuz açısından önem arzedenleri paylaşacağım.

En önemlisi şu; 17-25 Aralık’tan sonra A. S.’nin yerine “Kara Kuvvetleri İmamı” olan Ümit müstear isimli A. Ş. K., 19’lar arasında adı geçenlerdendi ve derhal görevden el çektirildi. Yerine de 2 yıl önce “Hava Kuvvetleri”ni Kemal Batmaz’a bırakmış olan Adil Öksüz geldi. Yani Adil Öksüz, “Kara Kuvvetleri İmamı” oldu.

“EFENDİM, TALEBENİZ SİZİ MAHCUP ETMEYECEKTİR”

İddiaya göre Fethullah GülenAdil Öksüz’e yeni görevini tebliğ ettiğinde Kamp’ta yanlarında bulunan Mustafa Özcan“Efendim, talebeniz sizi mahcup etmeyecektir,” diyor. Yani Öksüz’e referans oluyor. Karardan duyduğu memnuniyeti de izhar etmiş oluyor, ki diziyi baştan beri takip edenler için bu hiç de şaşırtıcı değildir.

Böylece daha da güçlenmiş olarak “mahrem hizmetlere” dönüş yapan Öksüz, hem kıdemi hem de pozisyonu itibariyle fiilen “TSK imamı” gibi hareket edecekti. Çünkü tıpkı TSK teamüllerinde olduğu gibi Cemaat’te de “Kara Kuvvetleri” en önemli kuvvetti.

Zaten halihazırda 2 yıldır “Hava Kuvvetleri”ni Kemal Batmaz üzerinden o yönetiyordu. Batmaz, çok uzun yıllardır Öksüz’le tanışıyor, ona büyük saygı duyuyordu. Tanıyan herkesin ifade ettiği, aslında Batmaz’ın son derece etkisiz bir insan olduğu ve Öksüz’ün güdümünde hareket ettiği yönünde. 

Kemal BatmazMustafa Özcan döneminde Kaynak Holding’e girmiş ve orada yöneticilik yapmış bir isim.

19’lar mektubunda kuvvet komutanlıklarının imamları değişirken bir tek Kemal Batmaz’a dokunulmamış olması önemli.

Hulusi Akar’dan geldiği iddia edilen mektupla yapılan bir diğer önemli değişiklik, “Deniz Kuvvetleri”nde oldu. 

Müstear adı Şamil olan mahrem imamın yerine Hakan Çiçek geldi. Çiçek, aynı zamanda Mustafa Özcan ve Adil Öksüz’e yakınlığı ile bilinen Sezai müstear isimli İsmail Kokuroğlu’nun ortağıydı. Uzun yıllardır da mahrem birimlerde görev yapıyordu.

“Şamil” ise Öksüz ve ekibinden rahatsız olan, onlarla çalışamayacak biriydi. Hakan Çiçek’in atanmasıyla zincirin eksik halkası tamamlanmış oldu.

Böylece 15 Temmuz gecesi Akıncı Üssü’nde bulunan kadro şekillenmiş oluyor. Yani Adil Öksüz, Kemal Batmaz, Hakan Çiçek ve Nurettin Oruç’tan oluşan 4’lü tepe yönetimi, Mehmet Değerli’nin getirdiği bu mektup neticesinde bir araya gelmiş oluyor.

Burada altı çizilmesi gereken husus, her ne kadar 4 kişi görünse de aslında yukarıda tek kişilik bir yönetimin olduğudur. ‘One man show’ yani…

O tek kişi de Adil Öksüz. Diğerlerinin hepsi onun ağzının içine bakan, inisiyatif alamayacak, itiraz etmeyecek, sorgulamayacak ve sadece denileni yapacak muti insanlar. (…)

Fakat bunlara ilave olarak dönemin “MİT İmamı” Doktor Selman müstear isimli C. Ö.’nün görevden alınmasını da eklemek gerekir. C.Ö. giderken yerine Ahmet müstear adlı B.B. geldi. (…)

Altı çizilmesi gereken bir diğer değişiklik Emniyet İstihbarat’taydı. Daha önceden bu vazifeyi deruhte eden Baki müstear isimli F. E.’nin yerine Kadir müstear isimli (Bir diğer müstear adı Cemal) T. A. geldi. (…)

Öte yandan, Ağustos ayında lağvedilmiş olan yeniden yapılanmanın en önemli katılımcılarından “Milli Eğitim İmamı” Said Kaya da görevden alınan 19 kişi arasındaydı. 

Buna bir kaç isim daha ekleyeceğim. (…)

Örneğin “Eski Kara Kuvvetleri İmamı” Hacı Murat müstear isimli A. S., “Eski Emniyet İmamı” Bahadır müstear isimli Ç. Ö. ve “Eski Dış Medya İmamı” Macit müstear isimli N. C. bunlar arasındaydı. (…)

Böylece o … kişiler de tasfiye edilmiş oluyordu.

(https://www.ahmetdonmez.net/cemaat-15-temmuz-oncesi-nasil-dizayn-edildi-3/)

*

Bu değişiklik ve tasfiyeler önemliydi.. Çünkü Cemaat’in “hafızası yok ediliyor”du.

Dönmez’den dinleyelim:

Görevden alınan bütün bu isimlerin en geç 1 hafta içerisinde Türkiye’yi terketmeleri istenmişti.

Tasfiyeler bunlarla sınırlı olmadı. Yeni göreve gelenlerin bazıları, aşağıya doğru bütün ara elemanları görevden aldı ve tabiri caizse genel bir temizlik yapıldı. Onların da bir bir yurtdışına çıkması istendi.

Özellikle Kara, Deniz ve Havaya bakan sivil yapılanmanın tamamı değişti. 

Bir anlamda mıntıka temizliği yapılırken aynı zamanda hafıza da yok edilmiş oldu.

Örneğin Adil Öksüz’ün, Kara Kuvvetleri’nde ‘Hacı Murat’ın ve ‘Ümit’in’ adamları diyerek 50 civarında sivil elemanı görevden uzaklaştırdığı belirtiliyor. (…)

Böylece, Mehmet Değerli’den ve Adil Öksüz’ün domine edeceği yeni mahrem birimlerden akacak bilgileri düzeltecek ya da teyid edecek en önemli bağ kesilmiş oluyordu.

Bu ‘temizlik’ süreci tamamlandığında bütün mahrem birimler, alanda tecrübesi olmayan, bilgisiz ve en önemli özelliği itaat olan yeni kadrolardan oluşuyordu.

Artık tek bir kişi vardı, o da Adil Öksüz’dü.

Bu (tasfiye) olayının tek önemi, bir takım isimlerin uzaklaştırılıp yerlerine yeni yöneticilerin getirilmesi değil.

Belki ondan daha önemlisi şuydu: Bu kişiler ve onlarla bağlantılı elemanların tamamı, ‘hain’ veya ‘sakıncalı’ etiketini yemişti.

Düşünsenize; Türkiye’yi ve Cemaat’i kurtaracak, kimilerince ‘Hulusi-i sâni’, kimilerine göre ‘Kâhtani’ olarak kabul edilen Genelkurmay Başkanıdevlete ait kendi istihbarat kaynaklarından bu kişilerin güvenilmez olduğunu tespit etmişti.

Cemaat tipi yapılarda bu çok büyük bir itham, altında kalkılması çok zor bir zandır.

Önemle altını çizmek gerekir ki, görevden alınanlardan sadece Türkiye’yi terketmeleri istenmedi. Aynı zamanda Kamp’a gelmemeleri noktasında da uyarıldılar. 

İşin Türkçesi şuydu: Halis (Hulusi Akar) sizi burada istemiyor!

“Bunlarla görüşmeyin, bunlar hain, hükümete içeriden bilgi satıyorlar,” diye söylentiler bile çıkarıldığı anlatılıyor.

“Bu arkadaşlarda bir sıkıntı olmasaydı Hocaefendi onları topluca görevden almazdı,” diye bir söylem üretiliyor.

*

Bu tasfiye olayında kilit rol, İbrahim Taşdelen’in adamı Mehmet Değerli’nin.

Dönmez’den dinleyelim:

İddialara göre Mehmet Değerli’nin getirdiği mesajda, Hulusi Akar“Hocam benim size olan hayranlığım ve sevgim malumdur. Fakat bunun önüne geçildiğini görüyorum. Hizmet içinde bazı isimler var, ben bugün yarın elimdeki güçle Türkiye’yi Tayyip belasından kurtardıktan sonra bu içerideki hainleri öldüreceğim. Ya bunları bir an evvel alın, elime ayağıma dolanıyorlar ya da ben bu işi yaptıktan sonra bunları temizleyeceğim,” anlamına gelen şeyler söylemektedir.

Gülen mektubu okuduğunda hıçkıra hıçkıra ağlar. 

Ama yine de orada yazılanları yerine getirmekten geri durmaz.

Çünkü o sırada tek bir şeye fokuslanmıştır.

Bir kör aşığın başka bir şeyi gözü görmemesi gibi Gülen’in de o sırada tek kitlendiği konu, düşülen bu vartadan Hulusi Akar eliyle kurtulmaktı. (…)

Tasfiye edilen insanların bu şekilde uzaklaşması ile beraber Gülen’in etrafı da boşalmıştı.

Bilgi kanalı da teke inmişti. Artık Adil Öksüz ve Mehmet Değerli ne getirirse ona inanacaktı.

Onları düzeltecek veya yanlışlarını ortaya koyacak kimse kalmamıştı.

Ne Türkiye’de ne de Gülen’in etrafında…

Cemaat’in mutfağı artık teslim alınmıştı.

Kraliçe arı üzerinden bütün kovan ele geçirilmişti.

*

Hulusi Akar ile Mehmet Değerli arasında yaşandığı iddia edilen mektup trafiği, istihbarat teşkilatlarına özgü güvenlik tedbirleri ile halelenmiş bulunuyordu.

Dönmez’in sözleri şöyle:

İşte bu süreçte çeşitli mektuplar ve mesajlar kullanıldı.

Mehmet Değerli’nin anlatımına göre trafik şöyle işliyordu: Hulusi Akar özel kurye ile mektubu yakın dostu İşadamı İbrahim Taşdelen’e (Taşdelen’in kim olduğu için ‘Gülen’in işaret ettiği o ‘İbrahim’ kim?’ başlıklı yazıma bakabilirsiniz) gönderiyordu. O da adeta diplomatik kurye gibi bu mektubu uçağa veriyor ve özel bir protokole tabi olan paket, Amerika’da özel yetkili bir şahıs tarafından alınıp Mehmet Değerli’ye teslim ediliyordu.

Bununla da sınırlı değil tabii. 

Mektup, özel güvenlikli bir kutunun içinde geliyordu. Arkadan da kutunun nasıl açılacağına dair talimatlar ulaştırılıyordu. Eğer oradaki talimatlara uygun açılmazsa mektup kendi kendini imha edecekti. 

Baya baya “Görevimiz Tehlike” filminin içindeyiz yani.

Peki mektup kendi kendini nasıl imha edecekti?

Kutunun içinde spesifik bir boya vardı. Eğer kutu talimatlara uygun açılmazsa boya dökülüyor ve bütün mektubu boyayıp okunmaz hale getiriyordu. Hatta kâğıt formunu bile kaybediyor, geride hiçbir iz bırakmıyordu. 

Bu talimatlar bir tek Mehmet Değerli’ye geldiği için mektupları sadece o açabiliyordu.

Bütün bunlar Değerli’nin Kamp’taki anlatımları.

Bir de telefon meselesi var…

Aynı anda birkaç telefonla gezen ve kendine ‘kozmik’ bir görüntü veren Değerli, “Hulusi Paşa bana özel telefon gönderdi. Bu dinlenemeyen bir telefon. Kimse dinleyemiyor. Paşa ile bu güvenli hat üzerinden konuşuyoruz,” diyordu. 

Bazen de uydu üzerinden görüştüklerini söylüyordu. 

Kamp’ta bazıları onu ciddiye almıyor, söylediklerine gülüyor ve bunu da yüksek sesle söylüyordu. Bundan dolayı onlarla sık sık karşı karşıya geliyordu Değerli.

Zamanla bunu bir hesaplaşmaya da çeviriyor.

Mesela ’uydu’ üzerinden de tasfiyelere soyunuyor.

Gülen’e, “Hocam, Paşa uydu üzerinden burayı takip ediyor. Odaları dinleyebiliyor. Tespit ettiği hainler var. Sizin ve Paşa’nın aleyhine konuşuyorlar,” diyor. 

Delil olarak da ses kayıtlarını önüne koyuyor.

Bunların ortak özelliği şudur; Mehmet Değerli’nin varlığını sorgulayan, yalan söylediğini iddia eden, güvenilmez olduğunu ve Gülen’i aldattığını söyleyen insanların konuşmalarıdır. 

Neredeki konuşmaları? Kamp’ın içinde, kendi odalarında yaptıkları konuşmalar…

Bazılarını da hiç Gülen’e taşımadan bizzat muhataplarının önüne koyuyor. 

Bunu Mehmet Değerli’nin kendisi de doğruladı. Yaptığımız görüşmelerin birinde kendisine bunu sordum. Teyid etti. 

“Kimin ses kaydıydı bu?” diye sordum, Murat Ceylan’ın (Eski Kara Kuvvetleri İmamı O. C. Ç.) adını verdi. Ceylan’ın Gülen’i sert bir şekilde eleştirdiğini ve ona hakaretler ettiğini öne sürdü. Kendisinin de bu kaydı Gülen’e dinlettiğini bildirdi. Ancak bunun Hulusi Akar’dan geldiğini söylediğini reddetti. “Kampı Amerikan istihbaratı dinliyor. Hulusi Akar’ın dinlediği doğru değil,” karşılığını verdi. 

“Ama bunu etrafa siz bu şekilde söylemişsiniz,” dediğimde de inkâr etti. 

“Öyleyse bu kayıt size nereden geldi?” şeklindeki soruma karşılık, “O bende kalsın, onu söyleyemem,” demekle yetindi. 

(https://www.ahmetdonmez.net/cemaat-15-temmuz-oncesi-nasil-dizayn-edildi-4/)

*

Dönmez, sözlerini şöyle sürdürüyor:

Hulusi Akar’ın ‘uydu üzerinden dinlediği’ söylenen kişiler Murat Ceylan’la sınırlı değil.

İddialara göre Değerli, Barbaros Kocakurt ve gerçek adını öğrenemediğim Osman müstear isimli ‘Bürokrasi İmamı’nın da önlerine ses kayıtlarını koymuştu. Onlara da kaydın Akar tarafından alındığını söylemişti.

Çünkü bu iki isim de kapalı kapılar ardında Değerli’yi yalancılıkla suçlayanlar arasındaydı.

Ulaştığım bilgilere göre Mehmet Değerli bir gün Osman müstear isimli ‘Bürokrasi İmamı’nın karşısına çıkıyor ve “Aleyhime konuşuyormuşsun,” diyor. O da itiraz edince ses kaydını dinletiyor. Burada Osman müstear isimli Cemaat yetkilisi, tam da bu ‘uydu’ meselesi ile dalga geçmektedir. “Mehmet bizi kandırdığını sanıyor. O giderken biz geliyorduk. Yanında beş tane telefonla geziyor, güya tedbir yapıyor. Salak herif, o telefonlarla 10 dakika yan yana gez, hepsi bir eşitlenir zaten. Bunu bile bilmiyor, güya bizi kandıracak,” anlamına gelecek şeyler söylemektedir.

Kendi konuşmalarını dinleyince ‘Bürokrasi İmamı’ şoke olur.

Mehmet Değerli ise “Siz böyle konuşuyorsunuz ama benim sizin yaptığınız her şeyden haberim var. Uydudan takip ediliyorsunuz,” der. (…)

Değerli, Gülen’in kendisine de, “Paşa burayı yedi/yirmidört dinliyor. Elinde bütün kayıtlar var. Bazı konuşmaları dinleyince çılgına dönmüş. ‘Bu hainleri hala yanında mı tutuyor? ‘Bunlar Hizmet’i batırdılar. Şimdi de bizim aleyhimize çalışıyorlar. Bunlar bizim yapacağımız işlere köstek oluyor. Hepsini aldıracağım, tutuklatacağım’ diyor,” şeklinde aktarımlar yapıyordu.

Kayıtları da Akar’ın bilhassa gönderdiğini ve kendisine dinletmesini istediğini söylüyordu.

Bu öyle bir aparat haline gelmişti ki, Gülen’in ev değişikliğinde dahi kullanıldığı belirtiliyor.

Gülen, daha önce Kamp’ın içindeki eski binada kalıyordu. Yakın kurmayları buranın güvenlik riski taşıdığını düşünüyor ve ondan yeni binaya taşınmasını istiyordu. Ancak kabul ettiremiyorlardı. 

İddialara göre Cevdet TürkyoluMehmet Değerli’ye, “Hulusi Akar’ın dediğini söylersen ikna edersin,” diyor. Değerli denileni yapıyor ve Gülen ondan sonra şimdiki ikâmet ettiği yere taşınıyor.

*

Doğal olarak Mehmet Değerli’nin tek başına Fethullah’ı etkilemesi mümkün değil..

Kendi kendisinin reklamını yaparak da bir yere varması beklenemez..

İşte burada belirli kişiler tarafından onun hesabına yapılan organize bir PR çalışması devreye giriyor.

Dönmez’den dinleyelim:

Diğer taraftan Gülen’in nasıl inandırıldığı ile ilgili en yaygın görüş, Değerli’nin güvenilir insanlar aracılığı ile ‘credible’ hale getirildiği.

Bir ekibin Gülen nezdinde sürekli lobi yaptığı, Mehmet Değerli’yi itibarlı hale getirecek şekilde onu sürekli besledikleri ve ona taktikler verdikleri yönünde bilgiler dolaşıyor.

Daha önce Değerli’nin Adil Öksüz, Cemal Türk ve Cevdet Türkyolu ile ilişkilerinden bahsetmiştim.

Onun dışında ‘Sezai’ müstear adlı İ. K. ve bazı mollalarla yakınlıkları da dikkat çekici.

Edindiğim bilgilere göre Değerli, Kamp’a sık sık lüks spor arabalarla geliyordu. Soranlara, “İshak Abi (İ.K.’nın bir diğer müstear adı) kiraladı,” diyordu. 

İ.K. neredeyse haftada bir Kamp’a gelip Değerli’nin misafirhanesinde gece yarılarına kadar, bazen sabahlara kadar kalıyordu. Bu buluşmalara bazen başka kişilerin de katıldığı söyleniyor.

Mesela Adil Öksüz-İ. K. ikilisine yakın oldukları öne sürülen Molla G. Y. ve Molla A. B.’nin de müdavimler arasında olduğunu öğrendim.

Zaten bu iki mollanın Mehmet Değerli’yi neredeyse hiç boş bırakmadığı ve sürekli onunla ilgilendikleri anlatılıyor.

Mollalık müessesesi ve Mustafa Özcan’ın mollalarla ilişkisini, dizinin 10. Bölümünde anlatmıştım.

Bu adı geçen mollaların, o süreçte Mehmet Değerli ile İ.K. arasında bir çeşit özel görev yüklendikleri anlaşılıyor.

*

Mehmet Değerli’nin operasyonları bunlarla da sınırlı kalmıyor.

Ahmet Dönmez sonrasını şöyle anlatıyor:

15 Temmuz öncesi Gülen Cemaati’nin dizaynı tam gaz sürerken geriye son bir hamle kalmıştı. Bir çeşit altın vuruş…

Mahrem birimlerde istenen değişiklikler sağlandıktan sonra sıra tepe yönetime gelmişti.

Mehmet Değerli’nin getirdiği mektuplarla Abdullah Aymaz’dan, Mustafa Yeşil’e, Naci Tosun’dan Barbaros Kocakurt’a kadar önde gelen hemen bütün isimlerin ’sızma’ olduğuna dair bir operasyona kalkışıldı.

Fethullah Gülen’e bu yönde bilgi notları sunuldu.

Daha doğrusu, devlet arşivlerinden yola çıkarak bu isimlerin hepsinin ‘Pakraduni’ veya ‘Sabetaycı’ olduğu yazıyordu. 

Bir takım soy ve kütük taramaları neticesinde bu ‘bilgilere’ ulaşılmıştı.

Bu geniş çaplı araştırmayı yapan ve ‘gerçeği’ ortaya çıkaran da dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’dı.

“Bu ‘kökü dışarıda’ zararlı hücreleri söküp atmadan da harekete geçilemezdi.”

Topyekün bir temizlik yapılması gerekiyordu.“ (…)

İlk tasfiye taleplerini yerine getiren Fethullah Gülen, son ve büyük dalgada en yumuşak karnından yakalanır.

Çünkü en hassas olduğu iki damarına birden basılmıştır.

Bunlardan bir tanesi Cemaat’e sızma olabileceği ve içeriden parçalanacağı korkusu; diğeri de Pakradunilik-Sabetaycılık meselesidir.

Gülen’in bu iki noktada takıntı derecesinde hassas olduğu ifade ediliyor. (…)

Kabul edileceği gibi, Türkiye kamuoyunda pek bilinmeyen ‘Pakradunilik’ meselesini kitlelere mal eden ve kaygıları uyaran asıl isim Fethullah Gülen olmuştu. 

2015 yılındaki bir sohbetinde, Bütün terör örgütlerinin Allah belasını versin!.. Pakradun Terör Örgütü’nün Allah belasını versin!.. …” ifadelerini kullanmıştı.

Bilindiği üzere ‘Pakraduniler’, Türkiye’de ‘dönme’ diye tabir edilen gruplardan bir tanesi. İlk olarak Yahudilikten Ermeni Ortodoksluğa geçtikleri, daha sonra da ikinci kere dönerek ‘Müslüman’ oldukları anlatılan bir hanedanlık. (…)

Bu konuyu en fazla gündemde tutan oluşum da Gülen Cemaati. 

Bir ara Fethullah Gülen’in neredeyse her sohbetinde bundan bahsettiği anımsanacaktır. (…)

Cemaat içerisine sızdırıldığı ve ileride yapıyı kontrol edeceklerinin öne sürüldüğü tepe kadrolar söz konusu olduğunda, Fethullah Gülen’in buna kayıtsız kalma ihtimali sıfır.

Hele bu iddiaları destekleyen belgeler de varsa… (…)

‘Âli heyet’ ve mahrem birim yöneticilerinin aralarında bulunduğu yüzlerce isim, bu şekilde ‘dönme’ olarak Gülen’e sunulmuştu.

Yaygın kanaate göre bu çalışmanın arkasındaki asıl isim, Mithat müstear isimli Özcan Aytuluner idi. (…)

Peki kim bu Mithat? Bugüne kadar adı hiç bilinmese de bu sayılan isimler arasında en önemlilerden biri. Asıl bir ‘hayalet imam’ varsa o da bu. … iddialara göre ‘Mithat‘, Cemaat’i bir çok şaibeye bulaştırdığı gibi ilgilendiği memurları ve sivil mühendisleri de suçlarına alet etti. Gülen’i yalan yanlış bilgilendirdi. Sahte belgeler üretti.”

Özcan Aytuluner’in adı, dizinin eski bölümlerinde “Mustafa Özcan’ın bütün adamları” arasında geçiyordu. Adil Öksüz ve Sezai müstear isimli İsmail Kokuroğlu’na yakınlığını anlatmıştım. Aynı kümenin elemanları arasındaydılar. (…)

Aytuluner, aynı zamanda nüfus, tapu ve mezarlık kayıtlarını tutan kişiydi.

Yöneticisi olduğu bilişim biriminin elindeki istihbarat havuzunda, devletin nüfus arşivi olan MERNİS kayıtları da bulunuyordu. 

Aytuluner, bu soy kütüklerini takip ederek Gülen’i sürekli bilgilendiriyordu.

Zaten Gülen’in ‘Pakraduni’ hassasiyetini depreştiren de Aytuluner’in taşıdığı bu bilgilerdi.

17-25 Aralık sonrası dijital olarak basılan ve sosyal medyada sıkça paylaşılan ‘Kim Kimdir?’ isimli e-kitap da Aytuluner’in eseriydi. Bu arşivden yola çıkarak yazılmıştı. Kitap, AKP’nin önde gelen birçok isminin aslında ‘Pakraduni’ olduğunu gösteren nüfus kayıtlarından oluşuyordu. (…)

İşte bu Mithat’ın o süreçte Mehmet Değerli ile birlikte çalıştığı ve Gülen’i manipüle ettiği öne sürülüyor. (…)

Gülen’e sundukları bu son listelere göre Cemaat’in neredeyse bütün omurgası, ‘dönme’ idi. Kimi Sabetaycı, kimi de Pakraduni

Peki bu bilgiler doğru muydu?

Bugün neredeyse Cemaat içerisinde kimse yok ki “Hayır, Hocaefendi’ye sunulan o belgeler sahteydi” demesin…

Bir zamanlar Özcan Aytuluner‘e yakın olanlar ve onunla birlikte hareket edenler dahi belgelerin fabrikasyon olduğunu söylüyor. (…)

Aytuluner‘i yakından tanıyan ve tıpkı onun gibi, hedef alınan bütün o üst düzey isimlerin ‘hain’ olduğunu düşünen eski bir mahrem imam dahi onun için, “Asıl dikkat edilmesi gereken adam bu Mithat. Çok karanlık ve çok tehlikeli biri. Onu çözersen 15 Temmuz’u da çözersin,” diyor. 

Mehmet Değerli de bir konuşmamızda, benzer ifadeler kullandı.

 (https://www.ahmetdonmez.net/cemaat-15-temmuz-oncesi-nasil-dizayn-edildi-5/)

*

Mehmet Değerli’nin Mithat kod adlı Özcan Aytuluner’den getirdiği Sabetaycı ve Pakraduni listesi, onun sonunu getiriyor.

Dönmez’den dinleyelim:

Gülen bu yol arkadaşlarını elbette uzun yıllardır tanıyor, onlara güveniyordu. Ancak Mithat müstear adını kullanan ve uzun yıllardır devlet içinden resmî bilgiler getiren mahrem imam, Mehmet Değerli ile bu belgeleri sununca, Gülen’in kafasının karıştığı anlaşılıyor. (…)

Benim ulaştığım bilgilere göre Fethullah GülenBarbaros Kocakurt’a, “Senin soyunda Pakradunilik olduğunu gösteren belgeler getirdi arkadaşlar. Nedir bu? Aslı nedir bu işin?” diye soruyor. 

Bunun üzerine karşı harekete geçen Kocakurt“Benim de bu adam hakkında anlatacaklarım var,” diye araya giriyor. Mehmet Değerli’nin bir yalancı olduğunu ve kendisinin bunu tespit ettiğini söylüyor.

Neyi tespit etmişti? 

Veya nasıl ortaya çıkarmıştı bu sahtekârlığı?

Değerli’nin kaldığı evdeki bir halı sayesinde… Normalde Hulusi Akar’da olması gereken, ona hediye edilecek diye alınan ve takdim edildi diye bildirilen pahalı bir halı… 

Tabii bu Değerli’nin üstünün çizilmesine tek sebep değil; bardağı taşıran son damla… (…)

Dediğim gibi, ‘halı olayı’ Değerli için yolun sonuydu ama o noktaya gelinceye kadar aslında birçok kez yakayı ele vermişti.

Onun yalancı olduğunu düşünen, hatta bunu belgeleyen ve Fethullah Gülen’e gidip şikâyet edenler de olmuştu. 

Bazılarının ilk andan itibaren ona güvenmediği ama gerçek yüzünü ortaya koymanın ayları bulduğu söyleniyor. 

Mesela dönemin ‘ABD İmamı’ Mehmet Yaşa, Barbaros Kocakurt, Osman müstear isimli ‘Bürokrasi İmamı’Bahadır müstear isimli eski ‘Emniyet İmamı’ ve Osman Şimşek’in aralarında bulunduğu bazı kritik isimlerin çeşitli vesilelerle Mehmet Değerli’nin yalanlarını Gülen’e aktardıkları belirtiliyor.

… Mehmet Değerli’nin bu isimleri nasıl hedef aldığını yazmıştım. “Hulusi Akar burayı uydudan dinliyor, sizin konuşmalarınızı tespit etmiş” diyerek önlerine ses kayıtlarını koyuyordu. (…)

Bu kişiler kendisini şikâyet ettikçe onlar hakkında bazı kozmik bilgiler Mehmet Değerli’ye ulaştırılıyordu. O da bu bilgileri Fethullah Gülen’e götürüyor ve onları yıpratmaya çalışıyordu.

İlginçtir, Gülen de sonuna kadar Mehmet Değerli’den yana tercih yaptı.

O ya da bu sebeple, onu şikâyete gelenlerden ziyade Değerli’nin tarafını tuttu.

Bunda, “Hocam Mehmet belki hovarda olabilir ama size ve Hizmetimize sadakatinde en ufak bir şüphe yok. Söyledikleri doğru,” diyerek arkasında duranların da rolü büyüktü.

Ulaştığım bilgilere göre Değerli hakkında en çok araştırma yapan kişi, Gülen’in en yakın talebelerinden Osman Şimşek’ti.

Birincisi, Akar’ın gönderdiği ilk mektup vesilesi ile oluyor. 

Mehmet Değerli bu ilk mektubu, Hulusi Paşa’nın Kara Kuvvetleri Komutanlığı döneminde getiriyor.

Tam ne zaman?

2015 Ocak ayında Akar’ın Washington’da “NATO’ya sağladığı sıradışı katkılar nedeniyle” liyakat lejyonu madalyası (Legion of Merit) almasının hemen ertesi günü. Akar daha Washington’dayken… (…)

Peki el yazısı ile yazılmış bu mektupta ne vardı?

Buna dair farklı farklı anlatılar var. Ancak hepsinin ortak noktası şurası; Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akar, Gülen’e bir teklifte bulunuyordu. Artık bıçağın kemiğe dayandığını ve Türkiye’yi bu beladan kurtaracağını yazan Paşa, adeta Gülen’e ‘Var mısınız, yok musunuz?’ diye soruyordu.

Görüldüğü üzere Hulusi Paşa net bir şekilde ‘darbeyi’ çağrıştıran bir üslup kullanmıştı. Buna şüphe yoktu. 

Mektupta, Gülen’e yönelik öyle ifadeler kullanılmıştı ki, Hulusi Akar adeta yılların ‘halis muhlis’ şakirdi gibiydi. (…)

Kara Kuvvetleri KomutanıHizmet Hareketi liderinden acil bir cevap beklemektedir. 

İşte bu noktada, çok hayret edilecek bir şeyle karşılaşıyoruz…

Mehmet Değerli“Hocam cevabınızı antetli kâğıda yazmalıyız” diye ısrarcı oluyor. Mektubun altına imza atılması noktasında da çok bastırıyor. (…)

Gülen de bunu kabul ediyor.

Fakat orada birileri araya girerek “Efendim, lütfen antet de kullanmayın, imza da atmayın. Cevap yazdık, yeterli. Aksi takdirde Halis Bey’in (Hulusi Akar) ilk mektubu üzerinden sizi ve Hizmetimizi mahkum ederler. Bu insanlar güvenilir değil. Bunların ne yapacakları ve bu mektubu nerede kullanacakları belli olmaz. Eğer tasvip edilemeyecek şeyler yaparlarsa, bu mektubu dünyaya izah edemeyiz,” der.

Öğrendiğim kadarıyla bu itirazı yapan kişi Osman Şimşek’ti.

Şimşek, cevap mektubunu önce bilgisayardan çıktı olarak alıyor. Sonra Gülen’in parmak izi geçmesin diye kâğıdı karşıdan göstererek kendisine okutuyor.

Bu tavır Gülen’in de hoşuna gidiyor. 

Fakat bu kez Mehmet Değerli ve ekibi Şimşek’i hedefe oturtuyor.

Hulusi Akar’ın ‘hain’ olarak gördüğü kişilerin listesine onu da yazıyorlar. (…)

Tabii hepinizin aklına, “Gülen’in mektubunda ne vardı?” sorusu gelmiştir. (…)

Benim tahminim, Gülen’in Orgeneral Akar’a son derece nazik bir üslupla ve üstü kapalı olarak ‘Yanındayız’ mesajı verdiği yönünde. 

En azından karşısında olmayacaklarını ima ettiğine şüphem yok.

2015 yaz aylarında, 7 Haziran seçimlerinden sonra, Mehmet Değerli yeni bir mesajla gelir. 

Artık Genelkurmay Başkanı olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılan AkarFethullah Gülen’e şu mesajı iletmiştir: “Bu haramîlere ‘artık yeter’ diyeceğim. Bu işin sonunda ölmek de var. Olsun, birilerinin bu kahramanlığı yapması gerekiyor. Hayatta en değerli varlıklarım eşim ve kızım. Ben ölürsem onlara kötülük yapsınlar istemiyorum. Onları emanet edebileceğim tek kişi var, o da siz değerli Hocamdır. Onları size emanet ediyorum!”

Kelimeler birebir bu şekilde olmasa da ana fikir itibariyle çerçeve bu…

Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi şurası: Tam da Mehmet Değerli hakkında şüpheler oluşmaya başlamışken bu mesaj gelir. (…)

İşte bu soru işaretleri başlayınca Mehmet DeğerliHulusi Akar’dan böyle bir mesaj getiriyordu.

Zaten ne zaman bir yalanı ortaya çıksa, daha büyük bir hikâye ile geliyordu.

Bu sayede Kamp’ta tam 1 buçuk yıl boyunca idare edebilecekti.

Mehmet Değerli, bu mesajdan kısa bir süre sonra Orgeneral Akar’ın eşi ve kızını New York’a gönderdiğini iletiyor Gülen’e. 

Söylediğine göre Genelkurmay Başkanı’nın ailesi kendisine emanet edilmiştir. Ev tutmadan eşyalara, yeme içmeden günlük ihtiyaçlara kadar bütün masrafları kendisi karşılayacaktır. (…)

Fakat iddialara göre Osman ŞimşekDeğerli’nin yalan söylediğini düşünerek internetten bir araştırma yapar. 

Komutan’ın o günlerde eşi ile birlikte bir kokteyle katıldığı haberini bulur. Dolayısı ile eşi ve kızını New York’a göndermiş olması imkânsızdır. 

Bu haberi Gülen’e götürür ve Değerli’nin yalanını ortaya koyar.

Son derece garip olan kısmı şu ki, Fethullah Gülen, her şeye rağmen Mehmet Değerli ile iş tutmaya devam eder.

Çünkü Değerli, ağzı çok iyi laf yapan, yepyeni ve çok daha büyük haberlerle hemen bir öncekini unutturan ilginç bir karakterdi.

Öyle bir şey söylüyordu ki, Hulusi Akar’la gerçekten görüştüğüne ikna ediyordu.

“Hocam Halis Bey sizi görmeyi çok arzu ediyor. Özel, güvenilir bir sistemi var. Teknik takibe karşı güvenli. Kimsenin haberi olmaz. Evet deyin sizi anında görüştüreyim,” diye tekliflerde bulunuyordu. (…)

Ancak bu görüşme hiç olmadı. Tedbir açısından bu tür konuşmaları mahzurlu bulan Fethullah Gülen de istekli davranmadı, Değerli de bu konuda direkt bir adım atmadı.

Bunun yerine Gülen’in yanıbaşına oturuyor, Hulusi Akar olduğunu söylediği bir numaraya mesajlar atıyor, cevaplarını da anında okuyordu. Anlık mesajlaşma oluyordu yani…

Gülen de bu durumdan memnundu.

Ama demek ki bu oyunu oynayan başka birileri daha vardı.

Muhatap ister Akar olsun isterse başkası; Mehmet Değerli’nin yazıştığı kişi de tezgâhın içindeydi.

Yine bir gün Gülen, salonda bazı dostları ile oturmaktadır… 

Mehmet Değerli içeri girer ve kendisine hitaben, “Söyledim efendim” der. 

Çevresindekiler konuyu anlamadığı için Gülen onlara döner ve şöyle bir izahat yapar: “O arkadaş (Hulusi Akar) Doğu’ya gitmiş, helikopteri kendi kullanıyormuş. Çok endişe ettim. Oralar bu dönemde çok tehlikeli. Kendisine dikkat etsin, ona dua ediyoruz dedim. Mehmet Bey onu kastediyor.” 

Çok önemli bir vazife yaptığının bilincinde olan Değerli, bir süre sonra yine ağır adımlarla dışarı çıkar. Bir müddet sonra tekrar içeri girip Hulusi Paşa’dan bir mesaj aktarır. Yani dışarıda Genelkurmay Başkanı ile telefon görüşmesi yapmıştır. O havayı verir.

“Efendim, ‘Hocam müsterih olsunlar, dikkat ediyoruz, duaları da bizimle olunca bir şey olmaz inşallah’ dediler. Bir de resimli mesaj gönderdiler,” der. Gülen’in yanına gelip telefondan bir fotoğraf gösterir. Ardından da salonu terkeder.

Fethullah Gülen duygulu ama mütebessim bir şekilde, fotoğrafta gördüğü Hulusi Akar’ı tarif eder yanındakilere. Sağ elini yumruk yapıp baş parmağını kaldırarak, “Merak edilecek bir şey yok, her şey yolunda” anlamında bir hareket yapar ve “Böyle yapmış resimde,” der.

Ancak iddialara göre bu fotoğraf internette vardı ve eski tarihliydi. 

Konuyu araştıran Osman Şimşek, fotoğrafı internetten bulur ve Gülen’e gösterir. 

Oysa Mehmet DeğerliAkar’ın o fotoğrafı o gün helikopter içinden Gülen’e özel çekip attığını söylemiştir.

Kastedilen ziyaret, Hulusi Akar’ın Hakan Fidan’la birlikte gerçekleştirdiği Nisan 2016 tarihli Kilis ziyaretiydi. 

Zaten Mehmet DeğerliPaşa’nın Fidan’ı Kilis’e götürmesinin nedeninin, ona haddini bildirmek olduğunu söylemişti. Bir anlamda Cemaat’e yaptıklarından dolayı MİT Müsteşarı’nın kulağını çekecekti.

Ancak bu seyahatin 2015 Aralık’taki Şırnak ziyareti olduğunu söyleyenler de var.

Bir de Kilis ziyareti diyerek aylar önceki bu Şırnak yolculuğunun fotoğrafını Gülen’e özelmiş gibi sunduğu yönünde de bir anlatım söz konusu. 

İşte Barbaros Kocakurt“Pakraduni” iddialarına karşılık “Benim de bu arkadaşa dair söyleyeceklerim var,” dediği o anın öncesinde yaşananlar bunlardı.

Onun için Kocakurt’un ifşa edeceği gerçek, bardağı taşıran son damla olacaktı.

“Bu adam bir yalancı Hocam,” der Barbaros Kocakurt ve anlatmaya başlar.

Kamp’ta Fas’tan gelmiş olan pahalı ve otantik bir halı vardır. DeğerliHulusi Akar’a hediye etmek üzere bu halıyı ister. Gülen de talebi onaylar. Değerli daha sonra bu halıyı Hulusi Akar’a gönderdiğini iletir.

Fakat bir gün Barbaros Kocakurt’un eşi, Değerli’nin eşini ziyaretinde evde bu halıyı görür.

Kocakurt da bunu Gülen’e anlatır. (…)

Bu olayın ispatlanmasından sonra bile Gülen‘Game Over’ diyemez.

Değerli’yi koruyanlar, “Hocam Mehmet hovardadır ama size kesinlikle ihanet etmez,” diye garantiler verirler. (…)

Osman Şimşek de bunun üzerine kendisine giderek, “Hocam madem doğru söylüyor; daha önce tedbirden dolayı görüntülü görüştürmüyorum diyordu. Artık bu geçerliliğini yitirdi. Tedbir bahane değil artık. Hocam söyleyin ona, ya bu gece sizi görüştürür ya da yalancılığı sabit olur,” teklifinde bulunur.

Gülen de kendisine, “Git, benim böyle dediğimi söyle kendisine,” der. 

Osman Şimşek, mesajı iletince Mehmet Değerli köpürür. “Sen ne karışıyorsun? Sen kendi işine bak!” diye bağırır. Aralarında gerilim yaşanır.

Sonra apar topar Gülen’in yanına giden Değerli“Tamam, sizi mesajla haberleştireceğim,” der. Tekrar odaya giriş yapan Osman Şimşek, “Hayır, mesajla olmayacak artık. Görüntülü arayacaksın. Birbirlerini görecekler,” diye ısrar eder.

Bunun üzerine sinirli bir şekilde odayı terkeden Mehmet Değerli, bir daha da Kamp’a uğramaz.

Bu onun son günü olmuştur.

Yalnız Cemaat kaynakları, “Mehmet Değerli’yi Hocamız kovdu, kendisi gitmedi,” diyor. Yaygın anlatım bu şekilde.

Aylardan Mayıs’tır. 2016 Mayıs

15 Temmuz’a çok az bir zaman kalmıştır.

GülenDeğerli gittikten sonra adını ‘yalancı’ koyar.

Ondan her bahsedişinde ‘Yalancı’ diye bahseder.

Hatta bir gün Mehmet Yaşa’ya, “Ona sorar mısın, bana niye yalan söylemiş? Ben ona ne yapmıştım ki? Niye beni kandırdı?” der. 

(https://www.ahmetdonmez.net/mehmet-degerli-kamptan-nasil-kovuldu/)

*

Mehmet Değerli kamptan/çiftlikten kovulmuştuysa da, Adil Öksüz ve ekibi yerinde duruyordu.

Ve Öksüz, 15 Temmuz’un arefesinde Pensilvanya’ya gidip Fethullah ile görüşmüştü.

Dönmez’den dinleyelim:

15 Temmuz’un en kilit olaylarından biri bu sonuçta. Adil Öksüz-Kemal Batmaz ikilisinin 11-13 Temmuz 2016 tarihli ABD seyahatleri…

Darbe yargılamalarındaki iddialara göre bu iki mahrem imam, son kez Fethullah Gülen’in yanına giderek planları onaylattı. Ondan son talimatları alarak yurda döndüler ve düğmeye bastılar.

Örneğin, Ankara Çayyolu‘ndaki villada darbe toplantılarına katıldığını söyleyen gizli tanık ‘Şapka’, yani dönemin Foça Jandarma Komando Eğitim Komutanlığı Kurmay Başkan Vekili Albay Hakan Bıyık, toplantılara katılan Adil Öksüz‘ün, “Arkadaşlar ben Cumartesi veya Pazar İstanbul’da olacağım. Oradan yurt dışına uçağım. Bir aksilik olmazsa Salı günü büyüğümüzle (Fethullah Gülen) görüşüp Çarşamba veya Perşembe döneceğim,” dediğini iddia ediyor. (…)

Öksüz de Batmaz da Kamp’ı ziyaret etmiş ve Gülen’le görüşmüşlerdi.

Peki ne konuştular?

Tamamen özel bir görüşme olduğu için içeriğe ulaşmak kolay değil.

Ama en nihayet elimde bir bilgi mevcut. Teyide muhtaç tabii ama yine de şu ana kadar ulaştığım en elle tutulur (mantıklı anlamında değil) bilgi bu.

O da Gülen’in, “Hulusi Akar, ordunun komutanı. Yapacaksa o bir şey yapacak. Eğer emir komuta zinciri içinde bir hareketse arkadaşlar destek versinler. Aksi takdirde onları da öldürürler. Yok bir hizibin hareketi ise arkadaşlar kesinlikle karışmasınlar, uzak dursunlar,” dediği yönünde. (…)

… Cemaat’le ilişkilendirilmeyecek, TSK’nın kendi hiyerarşisi içerisinde, Genelkurmay Başkanı’nın liderlik ettiği bir müdahaleye itirazı yoktu.

Onun için son 1 buçuk yıl, Gülen’in Hulusi Akar’ın emir-komuta içinde bir darbe yapacağına inandırılmasıyla geçti. (…)

Hatta artık sonlara doğru sabrının tükendiği, verilen tarihlerin bir bir boşa çıkması karşısında hayal kırıklığına uğradığı ve “Hani yapacak diyordunuz, neden yapmıyor?” anlamına gelecek şekilde bir inkisar yaşadığı iddia ediliyor.

(https://www.ahmetdonmez.net/gulen-11-temmuzda-pensilvanyada-adil-oksuze-ne-soyledi/)

*

Dönmez şunları da söylüyor:

Bu madalyonun bir yüzü.

Diğer yüzünde ne var?

Çok açık: MİT’in bütün her şeyden haberdar olduğu ve Saray idaresinin ona göre gerekli hazırlıkları yaptığı gerçeği. (…)

Darbeden haberdar olunduğu ve ona göre hazırlıkların yapıldığı net.

Meselâ planın büyük oranda iki noktaya yaslandığını iddia etmiştim.

Bunlardan bir tanesi, ’emir-komuta’ görüntüsü verilerek TSK‘nın bir bütün halinde planı uygulamasını sağlamaktı.

Bu, MİT‘in bazı komutanları bir bir televizyon canlı yayınlarına çıkarması ile baştan çöktü.

İkincisi de planın AKP iktidarı ve tabanının korkacağı düşüncesi üzerine kurulmuş olmasıydı.

Başarılı bir kitle organizasyonuyla bu da baştan çökertildi. (…)

Yani birbirine karşıt iki düşman plan aynı anda sahnelendi.

Yaşanan hercümercin de kafa karışıklığının da nedeni o.

Yapbozumuz, birbirinin üstüne binmiş üç boyutlu resimden oluştuğu için, hepimizin beyninde, “Görseli yükleyemedim. Desteklenmeyen Öğe!” uyarısı yanıyor.

İki taraflı çalışan onlarca insan sahadaydı. Kimin ne olduğu anlaşılamadı.

Daha büyük, daha kuşatıcı ve daha rasyonel planı yapanlar kazandı.

Küçük bir dişli çarkının üzerine daha büyük bir dişli bindi ve boşlukları doldurdu.

Daha saat gece 01.00’de 3 bin hakim-savcının görevden alınması ve sabah herkesten önce onların tutuklanmasının nedeni de oydu.

Çünkü darbe planına göre öncelikle siyasiler tutuklanacak ve kısa sürede yargılamalara başlanacaktı.

Bu, MİT’in önceden haber alıp hazırlık yaptığını gösteren onlarca örnekten sadece bir tanesiydi. (…)

Henüz çözemediğim nokta; MİT’in Cemaat içindeki elemanları vasıtasıyla mı planın bu şekilde yapılmasını sağladığı, yoksa gerçekten Cemaat içinden bir grubun hazırladığı planı, içerideki elemanları vasıtasıyla haber alıp da mı karşı hazırlıkları yaptığı…

Ne diyordu Erol MütercimlerCemaat’in devlete sızdığı yalan; asıl devlet Cemaat’e sızmıştır.

(https://www.ahmetdonmez.net/gulen-11-temmuzda-pensilvanyada-adil-oksuze-ne-soyledi/)

*

Dönmez, olayın sonrasını da şöyle anlatıyor:

Gülen, 5 yıldır suskun.

“Hepsi benim yüzümden,” diye kendisini suçladığı ve çok büyük bir vicdan azabı yaşadığı anlatılıyor.

Öte yandan bu işte sorumluluğu olan hiç kimse de hesap vermiş değil.

Mesela Mehmet Değerli ile irtibatlı hiç kimse Kamp’tan uzaklaştırılmadı. Hatta bazıları halen onunla görüşmeye devam ediyor.

Tıpkı Adil Öksüz’le irtibatını devam ettirenler gibi…

(https://www.ahmetdonmez.net/15-temmuz-ve-bazi-olumcul-gercekler/)

Dönmez şunları da söylüyor:

Nasıl ki eski Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallıdönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar için, “Bir emirle darbeyi başlamadan bitirebilirdi,” diyorsa; nasıl ki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın önceden haber aldığı darbeyi istese önleyebileceği belirtiliyorsa; Gülen de 15 Temmuz öncesi yapacağı bir açıklama veya bir müdahale ile olayları başlamadan bitirebilirdi. 

Neden Gülen de bitirebilirdi?

Çünkü her iki ihtimalde de bunu yapabilme imkânına sahipti.

Bir: Eğer bu bir tuzaksa, Cemaat’i hedef alan ve ancak onların katılımı ile hedefe ulaşacak bir plandı, öyle değil mi?

En azından Gülen kendi cemaatini dışarıda tutabilir ve oynanan oyunu boşa çıkarabilirdi.

Hiç değilse askeri hareketliliğin ilk başladığı anlarda bile bir canlı bağlantı ile operasyonu deşifre edebilirdi.

Tayyip Erdoğan’ın daha sonra ‘FaceTime’ ile yaptığını, kendisi en başta ve tam tersi yönden uygulayabilir, belki yüzbinlerce insanı kurtarabilirdi.

Nasıl ki Hulusi Akar için, “Askerlikte prensiptir; komutan, birliğinin yaptığı ve yapmadığı her şeyden sorumludur,” deniyorsa; “Bundan dolayı, darbeci değilse bile altındaki askerlerin yaptıklarından sorumlu tutulması gerekirdi,” diye eleştiriliyorsa Gülen’in de bu açıdan sorgulanması kaçınılmaz.

İki: Yok eğer bu Cemaat’e yakın kişilerin bir kalkışmasıysa, zaten doğrudan durdurabilme kudretine sahipti.

Ama her iki ihtimalde de harekete geçmedi.

(https://www.ahmetdonmez.net/hocaefendi-fethullah-gulene-yenildi-hepimiz-yenik-sayildik/)

*

Devletin resmî haber kanalı Anadolu Ajansı’nın Osman Şimşek haberleri vesilesiyle gündeme getirdiği gazeteci Ahmet Dönmez’in konuyla ilgili yazı dizisinin özeti bu..

Yukarıda Dönmez’in şu sözünü aktarmıştık: “Ne diyordu Erol MütercimlerCemaat’in devlete sızdığı yalan; asıl devlet Cemaat’e sızmıştır.”

Türkiye’de devletin sızmadığı bir parti pırtı, cemaat-tarikat yok.

Burada mesele, FETÖ’ye sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin (MİT’in) değil, aynı zamanda CIA’in de sızmış olması.

Fethullah, ABD’nin kanatlarının gölgesi altında.. ABD’yi arkasına almış olmanın özgüveniyle “hükümet”e kafa tutabiliyor.

İşte FETÖ’nün “paralel devlet”liğinin esasını bu nokta oluşturuyor.. ABD ile (küresel bir organizasyon olarak) bir devletmiş gibi doğrudan ilişki kumuş olması.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mantığı, Vali Nevzat Tandoğan’ın merhum Osman Yüksel Serdengeçti’ye söylediği şu cümlelerde gizlidir:

“Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek.”

ABD’nin ve CIA’in emrine girilecekse bunu yapacak olan da devlettir.

ABD’nin emri altına girer Kore’ye asker gönderir.. Hatta Afganistan’a işgalci hristiyan güçlerin safında gider.  Vatanının işgale uğramasını hazmedemeyen, kurtuluş savaşı veren müslüman Afganlı, teröristtir.

ABD ve CIA ile iş tutulacaksa onu da TSK ve MİT (devlet içindeki devlet) yapar, 28 Şubat’ta olduğu gibi “yasal (meşru) hükümet”e kan kusturur.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...