ETEYTENÎ



CEMAATLERDEKİ DEVEKUŞU GİZLİLİĞİ

 




Dr. Nurullah Çakmaktaş “Dini Radikalizmin Ana Akım İslamcılara Yönelttiği Tenkitler” başlıklı makalesinde, Makdîsî’nin “ana akımcı”lar tarafından kendisi gibilere yöneltilen eleştirilere verdiği bazı cevapları aktarıyor:

Özellikle el-Makdîsî’nin benimsediği “davette alenilik” metoduna karşı ciddi eleştirilerin geldiği anlaşılmaktadır. Kitabında bu eleştirileri zikreden el-Makdîsî, bu eleştirilere cevaplar vermeye çalışmıştır. Bu eleştirilerden biri, el-Makdîsî ve onun yolunda gidenlerin davet yönteminde benimsedikleri aleniliğin, İslami hareket müntesiplerini ve onların planlarını deşifre etmesine, davetin ve onun meyvelerinin yok olmasına sebebiyet verme ihtimalini taşımasıdır. Nitekim bu kimseler İslam peygamberinin de gizlilik prensibini benimsediğini iddia etmiştir. El-Makdîsî bu eleştirilere itiraz etmiş ve peygamberin gizlilik prensibini tağutları, onların sistemlerini ve batıl ilahlarını eleştirme noktasında uygulamamış, daha çok savaş hazırlığında ve planlama yaparken bu prensibe bağlı kaldığını ifade etmiştir. O, davet ve tebliğde, hakikati söylemede gizli davranmayıp açıkça doğru olanı ilan etmiş ve “sizin dininiz size, benim dinim de bana” diyebilmiştir. Ona göre bu yöntem benimsenmediği sürece bazı kimselerin üzerine titrediği davetin semereleri hiçbir zaman olgunlaşmayacaktır. Hatta günümüzde gençlerin İslam konusunda cahil kalmalarının yegâne nedeni, söz konusu bu ulemanın hakikati açıkça söyleyememiş olmalarıdır. Âlim takiyye yaptığı takdirde hakikatin zuhur etmesi mümkün değildir (El-Makdîsî, 1984, 31-32).

Son cümle Ahmed bin Hanbel rh. a.’in sözünü hatırlatıyor: Cahil cehaleti dolayısıyla sustuğunda, alim de korkudan susarsa, Allah'ın hücceti ne zaman ortaya çıkar?” 

Türkiye gibi ülkelerde sorun biraz farklı: Cahiller susmuyor, kimse de onlara susun demiyor.

Hakkı ve hakikati söyleyenlere ise bazen “fitne çıkarma” suçlaması yöneltiliyor, yöneltildi.

Bazen “Her doğru her yerde söylenmez” deniliyor.

Bazen de “Bu konulara girmeyelim, irfan, güzel ahlâk, tasavvuf, ilahî aşk filan gibi konulardan bahsedelim” diye konuşuluyor.

Kimi zaman da düzenin derin adamları, piyonlar vasıtasıyla akla ziyan tartışma konuları icat ediyorlar.

Mesela ilahiyatçı geçinen sahtekârlara şu türden şeyler söyletiyorlar: “Aslında kabir azabı yok, Hz. Peygamber’in tek mucizesi Kur’an’dır; Hz. Adem aslında topraktan yaratılmadı, beşer denilen maymunsu taifenin çocuğuydu; kıyamet alâmetleri ve Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesi, Mehdî’nin çıkması diye birşey yok; hadîslere itibar etmek gerekmez vs. vs..”

Bu tür ilahiyatçı sahtekârların mesela tağutu inkârdan, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler”in durumundan vs. bahsettiğini hiç gördünüz mü?
*

Ana akımcı geçinenlerin şu laflarına bir bakın!.. Davette alenilik İslamî hareket müntesiplerini ve onların planlarını deşifre edermiş..

Neyin planıysa?

Gayeniz tebliğ vazifesini yerine getirip vebalden kurtulmaksa, bunun alenilikten başka yolu yok..

Şayet asıl maksadınız (nihai aşamada) kendi (kişisel veya grupsal) ikbal ve istikbalinize hizmet değil de memlekette Şeriat’in hakim olması ve Allah’ın indirdiği ile hükmedilmesiyse, bunu Allahu Teala, sadece gücü yetenlere farz kılmıştır.

Buna gücünüzün yetmediği zaman üzerinizdeki farz, sadece tebliğden, ve bu tür hakikatleri duyurmaktan, mevcut iktidar sahiplerini (şayet müslüman olduklarını söylüyorlarsa) “Allah’ın indirdiği ile hükmetmek zorundasınız, bunu, (inkâr suretiyle, kendi iradenizle anayasanıza yazarak) yapmadığınızda küfre düşersiniz, bunun böyle olması gerektiğini ikrar edip de farklı hareket ederseniz o zaman da fasık ve facir beş para etmez adamlarsınızdır” diyerek uyarmaktan ibarettir.

Şayet iktidar sahipleri açıkça müslüman olmadıklarını söylüyorlarsa o zaman da, nasıl onlar küfürlerini izhar ediyor ve saklamıyorlarsa sizin de müslümanlığınızı saklamamanız, onlara İslam’ı anlatmanız gerekir.

*

Onlara gizlilik adına “Şeriatsiz bir İslam”ı tebliğ ettiğinizde onları gerçek İslam’a davet etmiş olmazsınız. Bu, onları “aldatmak, kandırmaya çalışmak” anlamına gelir.

Aynı zamanda bu, İslam’a da ihanettir.

Sen hakikati olduğu gibi söyler vebalden kurtulursun, kabul eden eder, etmeyen etmez.

Davetçiye düşen sorumluluk daveti tam ve eksiksiz yapmasıdır, hidayet de, zafer de Allahu Teala’dandır, dilerse verir, dilemezse vermez. Asıl mükâfat ve ceza da bu dünyada değil ahirettedir.

Fakat gerçeği olduğu gibi söylemediğinde muhatabının “Bana hakikat tam anlatılmadı” diye mazeret beyan etme hakkı bakidir.

*

Evet, gelecekteki muhayyel iktidar için tebliğ ve davette alenîlikten kaçınma diye birşey yoktur. 

Bu kimin veya neyin iktidarı?.. İslam’ın iktidarıysa, bu, İslam açık ve net bir şekilde insanlara anlatılmadan gerçekleşemez.

Senin iktidarınsa ve İslam’ın iktidarı önem taşımıyorsa, o zaman güttüğün gayenin, İslam’a hizmet değil, İslam’ı kendine hizmet ettirmek olduğu anlaşılır. (İşte Fethullah’ın “hizmet hareketi”nin içyüzü buydu.)

Bütün anlattığınız (ahlâk, irfan vs. edebiyatı ve gösterişçiliğinden ibaret) “Şeriatsiz İslam” ise, bu tebliğ ettiğiniz irfan ve ahlâk gösterişçiliğini insanlar benimsediklerinde, artık sözde irşad ettiğiniz bu kimseler için, İslam namına gerçekleştirilecek başka bir hedef kalmaz.

Laik (siyasal dinsiz) rejimlerinden bir şikâyetleri olmaz.

Alenîlikten kaçınan “ana akım”cı beyzadeler, hayalini kurdukları gelecek için şimdiki vazifelerini yapmıyorlar.

Bugünkü vazifeni yapmıyorsan yarın bilfarz iktidar olduğunda da Allahu Teala’nın indirdikleriyle hükmetmezsin, sözde İslamî hareketin (yani hareketçi şahısların, zümrelerin) “dünyevî kazanımlar”ı zarar görmesin diye küfrün kanunlarını uygularsın.

Sonra da dersin ki: "Ben size zaten bundan başkasını söylemedim ki!.. Ben size başka birşey mi vaad etmiştim?!"

*

Davetin meyveleri”ne gelince..

Davetin meyveleri ancak insanların İslam’ı öğrenmesi, benimsemesi ve yaşamaya çalışması olabilir.

Ancak, bu “alenilikten kaçıp gizliliğin dehlizlerine sığınan” ana akımcıların bundan kastının “sözde davetçilerin devşirip yemeye başladıkları” dünyevî meyveler olduğu anlaşılıyor.

*

Gerçekte ortada gizlenebilen birşey de yoktur.

Devletler, sizin gizlediğinizi zannettiğiniz şeyleri zaten bilirler.

Yasal sınırlar içinde hareket eden grupları görünür kurumları vasıtasıyla takip edip denetlerler. Diyelim ki okul, hastane vs. açtınız, şirket kurdunuz, ilgili kurumlar bunları takip eder, kontrol altında tutar.

Şayet sizin başka arayışlar içine girmenizden şüphelenirlerse veya böyle bir potansiyeliniz varsa, “gizli” kurumları da (gizli servisleri, istihbarat teşkilatları) devreye girer.

İçinize adam yerleştirirler. Bu, üç günlük, beş günlük de olmaz.. Bütün ömrünü sizin aranızda geçirecek kişiler ayarlarlar.

(Türkiye’de devlet, son dönemde öğrenci yurtlarının sayısını çoğaltarak gerek solcuların gerekse muhafazakâr kesimlerin eleman devşirebildikleri özel yurtların ve öğrenci evlerinin önünü kapatmaya çalıştı. Ancak, cemaatler bu şekilde eleman kazandıklarını düşünürken bir taraftan da gizli servislerin kendi içlerinde yuvalanmalarının önünü açıyordu, yani devletin eli armut toplamıyordu. Lisede ayarlanan öğrenciler bu cemaat yurt ve evlerine yerleştiriliyor, zamanla o cemaatin önde gelen adamları haline gelebiliyorlardı. Bu şekilde bir cemaate yerleştirilen öğrenci beş-on sene zarfında o cemaatin yapısına da, söylemlerine de, davranış kalıplarına da hâkim hale gelir. Mesela geçen yıl medyada, Konya’da bir MİT’çinin liseli bir kızı okul yönetiminin bilgisi dâhilinde bu şekilde bir cemaatin içine girmek üzere ayarladığı, fakat sonra “görev gereği” filan diyerek onunla gayrimeşru beraberlik yaşadığı haberi yer aldı. Olay kızın ve ailesinin şikâyeti üzerine ortaya çıkmıştı. Adamın kendisini MİT’çi gibi gösterdiği yazıldı, fakat gerçek MİT’çi için de böyle bir durumda olayın kapatılması için aynı şey söylenir. [https://www.ntv.com.tr/turkiye/mite-alacagiz-diyerek-lise-ogrencisine-istismarda-diger-okulun-muduru-de-tutuklandi,DcNLnEY4lkqDP-n6kc37UA] Bu tür ayarlamaların münferit bir olay olduğu düşünülmemelidir, genel uygulamadır. Evet, daha liseden hedef gruplar için öğrenciler seçilir. Cemaat hocalarının ders halkalarında da durum aynıdır. Hocanın dersine sürekli devam edecek kişiler ayarlanır, bir süre sonra bu görevliler hocanın sağ kolu ve vekili, cemaatin yeni hocası, “abi”si vs haline getirilirler. Nurcularda bu durum yaygın, fakat sadece onlara ait bir özellik değil.. Cemaatlerin şantaj, tehdit, rüşvet vs. ile satın alınıp kullanılan yetişmiş adamlarını hiç saymıyoruz.)

*

Evet, birtakım grupların devletlerden gizli olarak birtakım planlar yapmaları ve faaliyette bulunmaları mümkün değildir.

Dolayısıyla, devekuşu cinsi “ana akımcı”ların bu davette gizlilik söylemi gerçekte bir aldanma, aldatma ve sahtekârlıktan başka birşey değildir.

Devletten sakladıkları, saklayabildikleri birşey yok, fakat sözde, devletten saklama uğruna halktan da bazı şeyleri saklıyorlar. Saklamış oluyorlar.

Aslında, bu devekuşu tarzı gizlilikle kendi “davet”lerini (mesajlarını) kendi elleriyle güdükleştiriyor ve öldürüyorlar.

Devletin, onların mesajını/davetini engellemek, akamete uğratmak için fazladan birşey yapmasına gerek kalmıyor.. Kendileri zaten “davet”lerinin içine ediyor, hakkından geliyorlar.

Ortada davet diye birşey kalmıyor.. 

Ancak, bu gizlilik dalaveresi, söz konusu sözde davetçilerin şahsiyetlerinin ölmesine, kaypak, dönek, omurgasız, fırıldak, sözüne güvenilmez, dirençsiz ve sebatsız, davalarını satmaya hazır takiyyeciler haline gelmesine yol açıyor.

Böylece bu gizlilik masalı ham davetin güdükleşip ölmesine, hem de kendisini davetçi zanneden budalaların şahsiyetinin yaz güneşinin altındaki buz kalıbı gibi erimesine, buharlaşıp kaybolmasına yol açıyor.

*

İşte devletlerin bu tür sözde gizli plan sahibi spastik davetçilere ve organizasyonlara göz yummalarının, müsaade etmelerinin nedeni budur.

Böylece, sözde davetçilere kendi davalarını kendi elleriyle boğduruyorlar. Adamların şahsiyetlerinin ölmesi de yanında eşantiyon.. Çift katlı ekmek kadayıfı.. Yeme de yanında yat.

Dolayısıyla bu davette gizlilik aklını zaten onlara verenlerin devletlerin istihbarat servislerinin ajanları olduğunu düşünmek için yeterince neden var.

Devletler, söz konusu bedensel ve zihinsel engelli grupların kendi aralarında gizlilik efsanesini büyük bir huşu içinde anlatıp dinlemelerini keyifle izliyorlar.

*

Ancak devletler, bu gizlilik masalı gerçekten gizli bir boyuta vardığında tutumlarını değiştirirler.

İşte FETÖ’nün (Fethullahçı Takiyye Örgütü) başına gelen felaketin nedeni buydu..

Fethullah Gülen’in ABD’ye (Pensilvanya’ya) gittiği 1999 yılına kadar Türkiye Devleti açısından FETÖ’nün gizliliğinin zerrece önemi yoktu.

Fethullah 2013 yılında Erdoğan’ın Arena’da Türkçe Olimpiyatları sırasında yaptığı “hasretin bitmesi” çağrısına cevap verseydi (veya CIA'den izin çıkıp de verebilseydi), yine bu gizliliğin bir önemi olmayacaktı. (Bu davetten önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan da Fethullah’ı Türkiye’ye dönmeye ikna etmeye çalışmışlardı.)

Bir devletin topraklarında yaşayacaksın ve kendini devletten gizleyeceksin.. Gizli plan ve faaliyetlerin olacak..

Buna ancak devekuşu zekâsına sahip olanlar inanır.

Fakat birtakım cemaat liderleri, peşlerine takılan insanları bu şekilde aldatabiliyor, onların zekâ bakımından devekuşu kategorisine giriyor oluşundan sonuna kadar yararlanıyorlar.

*

Dolayısıyla bu gizlilik esaslı “ana akım”cı davetçilik aslında bir tiyatrodan, sahne oyunculuğundan başka birşey değil.

Gizledikleri birşeyler varmış zannetmeleri ve insanları buna inandırmaya çalışmaları hem kendilerini hem de insanları aldatmaya çalışmaları anlamına geliyor.

Aynı zamanda davetleri de davetten başka herşey denilebilecek bir şekle dönüşüyor.

Zamanla zaten bu gizlilik söylemini de unutuyor, “gizlediklerini” söyledikleri hakikatlerin inkârcısı haline geliyorlar.

Yani mevcut rejimlere uyum sağlıyor, onların dümen suyuna giriyorlar.

İçeride faaliyet gösterdikleri zaman “yerli ve milli” gayri İslamî düzenlerin, dışarıda faaliyet gösterdikleri zaman da FETÖ gibi yabancı istihbarat servislerinin oyuncağı haline geliyorlar.

İnandıklarını yaşamayan ve söylemeyenlerin zamanla yaşadıklarına ve söylediklerine inanmaya başlamalarında şaşılacak birşey yok.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...