İLAHİYATÇILAR PANAYIRININ PUTPERESTLİĞE MEYİLLİ CESUR CAHİL VE AHMAKLARI

 




ANKARA SÜNNETSİZLER EKOLÜNÜN YEDİĞİ NANELERE YAKINDAN BAKIŞ - 15


Türkiye'nin modernist-tarihselci ilahiyatçılar mafyası bıçkınlarının birkaç karakteristik özelliği var.

Birincisi, entel, aydın ve çağdaş görünme tutkusu olarak kendisini gösteren bir kişiliksizlik sorunuyla malul olmaları.

İkincisi, bu kişiliksizlikleriyle bağlantılı olan niyet bozukluğu arızası.

Üçüncüsü, kendilerini, bagajlarındaki niyet bozukluğu ve kişiliksizlik yüzünden, rezil kepaze olma dışında bir sonun beklemediğini anlayamayacak kadar idraki kıt ve ahmak olmaları.

Dördüncüsü, içi boş parlak sloganlardan öteye gitmeyen "ezber"lerini ilim zannetmeleri ve cahilliklerinin farkına varamamaları.

*

Cahil ve ahmak oldukları için, bunların lafları genelde birbirini çürüten (tutarsız) budalalıklardan ibaret..

Tutarsızlık alâmet-i farikaları durumunda..

Ancak bu tutarsızlığın onlara sağladığı bazı avantajlar da var: Bukalemun gibi her ortama uyum sağlayabiliyor, sıkıştıklarında "binbir surat" esnekliğiyle görünüm değiştirip "farklı telden çalarak" insanları aldatabiliyorlar.

*

Tutarlılığı "iç tutarlılık" ve "dış tutarlılık" olarak iki ayrı başlık altında ele almak mümkündür.

İç tutarlılıktan, savunulan görüşlerin birbirini çürüten tezler durumunda olmamasını anlıyoruz.

Dış tutarlılık ise, fikirlerin dış dünyadaki olay ve olguları olduğu gibi yansıtması, vakıaya (gerçekliğe, realiteye) aykırı olmamasıdır.

*

Ne demek istediğimizi, Yeni Şafak gazetesi yazarı Prof. Yasin Aktay'ın "Tarihten, malul hafızamızda kalan" başlığını taşıyan bugünkü (31 Temmuz 2023 tarihli) yazısını temel alarak açmaya çalışalım.

Aktay şöyle diyor:

Tarih her an yeniden yazılır, yeniden kurulur. Tarih çok nadiren geçmişte olanların bizimle alakası olmaksızın olduğu gibi bugüne taşınması meselesidir. Her zaman bizimle “alakalı/ilgili” bir bilgiyi bugüne getiririz. Bizimle alakası ise, bizim çıkarımızla, bugünkü olaylardaki duruşumuzla, aldığımız pozisyonlarla, çatışmalarımızla ilgilidir. Tarih yazmak o yüzden tarih yapmak kadar önemli, hatta ondan bile daha önemlidir. Bilhassa devlet kuranlar, bu devlete uygun milletler de inşa etmek istediklerinde ilk yaptıkları şey buraya gelişlerini haklı, meşru hatta zorunlu kılacak bir tarih yazmak olmuştur....

Millet olmak için iyi bir tarih yazımı şarttır. Tarih bize geçmişte ne olduğunu anlatmaz, aksine geçmişten aktarılan destansı hikayelerin içerisine bugün yaşayan insanları bir halka olarak, hatta bir aktör olarak yerleştirir.

Tarihyazımı gerçekten çetrefil bir konu. İnsan hafızası gerçeklere o kadar da sadık değil. Nisyan ile maluldür. Nisyan ile malul olmak insan olmanın kaçınılmaz bir boyutu. İnsan ve nisyan aynı etimolojik kökten geliyor. Bu nisyanın ilk kulağa çarpan anlamından daha kötüsü insanın hiç yaşamadığı şeyleri, görmediği, duymadığı şeyleri kendi geçmişi olarak görebilmesi. ... Burada tarihin sadece olabildiğince vulgar bir istismarının olduğu söylenebilir. Ancak sorunun bu kadar basit olmadığını da biliyoruz. Çok büyük bildiğimiz tarihçilerin en temel konularda yazmaktan, hatırlamaktan, hatırlatmaktan çekiniyor olmaları da var mesela. ...

Esasen hiçbir hafıza duygularından, çıkarlarından, kalbinden bağımsız bir kayıt tutmuyor ve bu kayıtlar görüntüyü/algıyı, dolayısıyla bu algılara dayalı bilgileri aktarır. ...

Tarihin dünden ziyade bugün ve yarınlarla ilgili bir saha olması aslında tarih bilgisinin gözardı edilen en temel tabiatındandır. Çoğu insanın tarih algısı geçmişin en net biçimde aydınlatılması gibi naif bir beklentiye dayanır. Oysa tarihe bizi yönelten güncel ilgi kaçınılmaz olarak tarihin sadece belli bir noktasına götürür ve orası geçmişe ait her şey değildir, olamaz. ...

Doğrusu bu durum geçmişte yaşanmış olaylar hakkında vakanüvislerin bize aktarmış oldukları bilgilere uygulandığında tarih hakkındaki haberlerin ne kadar güvenilir olabileceği hakkında çok karamsar bir tablo çıkarır karşımıza. Buradan tarih bu haliyle işin gerçeğini bulmamızın çok zor olduğu bir alan olarak belirir. Bugünkü olaylar hakkında bile herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir şahitlik ortaya koymanın zorluğu ortadayken geçmişe herhangi bir olayın en nesnel şeklini ortaya çıkarmak üzere nasıl gidilebilir? Bu insan varoluşu itibariyle çok mümkün görünmüyor. O yüzden tarih bilgisi başlıbaşına aslında fazla güvenilir bir bilgi değildir. ...

*

Evet, Aktay, "Tarih bilgisi başlıbaşına aslında fazla güvenilir bir bilgi değildir" diyor.

İmdi, modernist-tarihselci budalalar kumpanyası üyelerinin, Yasin Aktay'ın Batılı yazarlara atıfta bulunarak (Nietzsche, Ernest Gellner, Eric Hobsbawm, Eugen Weber) kaleme aldığı bu yazısını, (Batılılar karşısında sergiledikleri sarsılmaz aşağılık duygusunun bir tezahürü olarak) alkışlamak için yarışacaklarından şüphem yok.

Tutarlılık diye bir dertleri de bulunmadığı için (Hem zekâları buna yetmez, hem de böylesi bir ahlâkî yükü taşımak onlara göre değildir), Aktay'ın yazdıklarının, sansar Goldziher çıfıtı ile tilki Schacht kaltabanının izinde sürdürdükleri "metin tenkidi" soytarılığını dinamitleyip havaya uçurduğunu anlayamayacaklardır.

"Tarihsel veriler"in durumu Aktay'ın anlattığı gibiyse (Ki bir ölçüde böyle), "metin tenkidi" safsatasının bizzat kendisi tenkid bombardımanının altında paramparça olup gider.

"Hangi tarih, kimin tarihi?" sorularının karşısında ezilip salça olur.

(İnsanların çoğunun, durum gerektirdiği zaman kolayca yalan söyleyebilmeleri, yalan söylemekten kaçınmayı ilke edinmiş insanların hiç bulunmaması anlamına gelmez. Tarihî rivayetlerin durumu da budur, yalan yanlış şeyler anlatanlar çoğunluktadır, fakat, sayıları az da olsa, hep doğruları söyleyenler de bulunur.

Bu, devletlerin ve rejimlerin hareket tarzıyla da ilgilidir. Mesela Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem söz konusu olduğunda, onunla ilgili bütün gerçeklerin olduğu gibi söylenmesi esas durumundayken, birçok devlette ve toplumda liderlerin "olduğundan farklı" görünmesi ve gösterilmesi genel kuraldır. Onların hayatının tüm çıplaklığıyla bilinmemesi için "koruma kanunları" bile çıkarılır.)

*

Ancak, Ankara Ölü Goldziher Dölü Ekolü'nün defolu zır cahil, geri zekâlı, fakat burnu havada ve şımarık tufeylîleri, bu noktada "Haspaya yakışıyor" makamından "Tarih böyle söylüyor abi" diyerek "Tarih"i (insanların zihinlerinden bağımsız, kendi başına varlığı olan) bir yanılmaz bilge birey gibi ortaya süreceklerdir. (Şakir Kocabaş'ın ruhu şad olsun.)

Aslında "Tarih böyle söylüyor" derken ortaya koyabildikleri (kaynağı olan) herhangi bir "tarihsel veri" de yok. 

Sadece kendilerinin tarihe dair "tahmin"leri ve "ezber"leri var.

Fakat, bu tarihselci-modernist Ankaralı "çıtkırıldım yobaz, kibar softalar"a göre, "metodda mezhep imamları" Goldziher çıfıtı ile Schacht kaltabanının "tarih"e dair söyledikleri, Kur'an ayetlerinden daha sağlam birer delildir.

*

Kur'an ayetlerinden daha sağlamdır, çünkü Kur'an ayetleri "tarihsel"dir, sadece indiği döneme (indiği topluma, coğrafyaya ve zamana) hitap eder, buna karşılık Goldziher çıfıtı ile Schacht kaltabanı , evrensel geçerliliği olan çağlar üstü ebedî hakikatleri dile getirmişlerdir.

Ayrıca Kur'an ayetleri, (Ankara Ekolü zibidilerinin yedek imamları Fazlur Rahman münafığının söylediği gibi) "ahlâkî ideal"den taviz vererek "tarihsel şartlara göre" konuşmuş olan Allah'ın sözleridir, Goldziher çıfıtı ile Schacht kaltabanı ise "ahlâk"tan taviz vermiş olabilemez.

Dolayısıyla, Goldziher çıfıtı ile Schacht kaltabanının Allah'ın Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'in hadîsleri için (ortaya hiçbir tarihsel veri getirmeden) "Tarih bize gösteriyor ki, İslam âlimlerinin sadece uydurma dedikleri hadîsler değil, sahih dedikleri hadîsler de uydurmadır" demiş olmaları, tek başına yeterli delildir.

En sağlam, daha sağlamı mümkün olamayacak derecede sağlam delil.

Çünkü bunu diyen, sözleri tarihsel (tarihte kalmış) olan ve ahlâkî idealden taviz veren Allah değil, yüce çıfıt (Hubel'den bile yüce) Goldziher ile eşsiz kaltaban (Lât'tan bile saygıdeğer) Schacht..

*

Ankara Defolu Putperestliğe Saygı Ekolü'nün soytarılıkları bahsine devam edeceğiz inşaallah.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...