TARİHSELCİLİK VAMPİRİNİN TABUTU İÇİN BİRKAÇ ÇİVİ

 



Önceki yazılarda, merhum Allame Tehanevî'nin tarihselci papazlık stajerlerinin (papaz yamaklarının, hem de Körner gibilerinin de değil, en kötülerinin) zırvalarının sefaletini gösteren ifadelerine yer vermiştik.

Ancak merhum, tarihselci güncellemecilerin kafalarındaki arızaların cesametinin ve demagojik çarpıtmalar için fırsat kolladıklarının farkında olduğu için şu uyarıyı da yapıyor:

Hiç kimse bu açıklamalarımız sebebiyle Şerîat'ın ve hükümlerinin hikmetler ve sırlardan tecrit edilmiş (yalıtılmış, yoksun) olduğuna ve onlara ümmetin hakîmlerinin (bilgin ve bilgelerinin) muttalî olmadığına inandığımızı sakın zannetmesin.

Asla öyle değil!

Şüphesiz o hükümlerde sırlar ve hikmetler vardır. Ve onların bazılarına hikmet sâhibi kimseler muttalî olmuştur. …

Fakat Şerîat'e tutunmanın bağlı olduğu nokta bu bilgiler değildir.

Şöyle ki, onlar, (hikmet, maksat ve maslahat aranmadan) yerine getirilmesi vâcib olan şeylerdir. Her ne kadar … [amel edilirken] o maslahat ve hikmetlere vukûf bulunmasa da.

Modern hukukta ve devlet düzenlerinde de durum budur.

Tehanevî bu noktaya şöyle işaret ediyor:

İnsanlar tarafından yapılan hükümet kanunlarının hâline bakınız. Halk bu kanunlarla amel etmek için temel sebeb ve illetlerin ortaya çıkmasını [bunların kendileri tarafından anlaşılmasını] gözetlemezler [gözetleyemezler, anlasalar da anlamasalar da uymak zorundadırlar]. …

Mesela trafikteki hız sınırının hikmeti ya da maksadı, kazaların önlenmesidir.

Bununla birlikte bir adam şunu deme hakkına sahip değildir:

“Hız sınırından maksat ne, kazaların önlenmesi.. Ben ise şehirler arası yolda gidiyorum ve yol bomboş, ayrıca ben otomobil rallisi şampiyonuyum.. Bu işin kitabını yazdım. Zar zor ehliyet almış acemi çaylaklar ile benim gibi bir şampiyon sürücü bir midir?! Ben basar giderim.. Benim gibi bir şampiyon sürücünün acemi çaylaklarla bir tutulması, öküz arabası sürer gibi otomobil kullanması sürücülüğün makasıdına (maksatlarına), hikmetine ve ruhuna aykırıdır.. Sonra, at arabası gibi otomobil kullanmam da bu teknolojik icat ve yeniliğin ruhuna aykırıdır. O yüzden ben gaza basar giderim. Ayrıca insanların vakti değerlidir, benim gibi birinin yavaş araba kullanması maslahata aykırı. Üstelik yol da bomboş.. Bana hız yaptığımda ceza yazılması haksızlıktır.”

Modern devletlerde bu tür "güncelleme"lere izin veriliyor mu?!

*

Allahu Teala emirlerinden bazılarının bazı illet, hikmet ve maslahatlarını haber vermiştir.

Tehanevî şöyle diyor:

İllet ve maslahatlardan [ayet ve hadîslerde] zikredilen bazıları vardır ki, bu mahza [salt] bir teberrudur. 

Yani Allahu Teala’nın bir bağışı, mevhibesi ve lütfudur.

Yoksa Allahu Teala zaten hikmetsiz bir emir vermez. Fakat hikmeti açıklamak her zaman gerekmez. 

Bununla birlikte kullar her halükârda itaat etmek zorundadır.

Ve, Allahu Teala’ya gerçekten iman etmiş, O’nun kemal sıfatlarla muttasıf olduğunu bilen, herşeyi hikmetle ve yerli yerince yarattığına inanan bir kimse, O’na itaat için, işin hikmetine vakıf olmayı beklemez.

*

Bu dünya hayatında bile, yönetilenlerin, insan olarak kendilerinden bir farkları ve üstünlükleri bulunmayan (hatta bazen kendilerinden daha değersiz olan) yönetenlerin emir ve kararlarının hikmet, maksat ve maslahatlarını sorgulamalarına her zaman izin verilmez.

Mesela bir komutan, emrindeki askere birşey emrettiğinde onun hikmetini açıklamak zorunda değildir. Bir bağış ve lütuf olarak bazen açıklayabilir.

Bu bile bazen, astları şımartma olarak görülerek tuhaf karşılanır.

Beşerî hukuk sistemlerinin kanunlarında da buna benzer bir durum söz konusudur.

Devletler bir kanun çıkardıkları zaman her maddesi için ayrıca “Bu maddenin hikmeti şudur, şu nedenle yazılmıştır, maksad şudur” diye açıklamada bulunmazlar.

Yahut bir kurum yönetmelik hazırladığında her cümle için bir hikmet ve maslahat göstermez.

(Demokrasilerde nice kanun, “Liderimizin kişisel menfaati bunu gerektiriyor, şu yasa yakını olan işadamlarının ceeplerinin hatırı için çıkarılmalı, filanca yasa gelecek seçimde oy alınabilmesi için gerekli, falanca yasa da muhaliflerimizin çanına ot tıkamak için lazım” denilerek çıkarılır. Gerçek maksatlar bunlar olduğu halde “Millî irade böyle istedi, kamu yararı bunu gerektiriyor, devletin bekası, yerlilik millilik, çağdaşlık, Atatürk’ün ilke ve inkılapları, ilerleme, kalkınma, vatanseverlik, ulusal çıkar, kem küm” türünden, siyasî iktidarın ideolojik eğilimine göre değişen uydurma hikmet, maslahat ve maksatlarla millet uyutulur.)

*

Allame Tehanevî şunu da diyor:

 [Kur’an ve Sünnet’te belirtilmeyen] Hikmet ve maslahatları anlamanın bazısı zanna dayalıdır (kesinliğinden, anlama çabasında isabet edilmiş olunduğundan emin olunamaz), bazısının hikmetine de [asla] muttalî olunamaz. Bunda şaşılacak hiçbir şey yoktur. Görmez misin ki bir evin hizmetkârı, âilenin bazı işlerini ve maslahatlarını bilmez. Üstelik âilenin işlerini yöneten kimse onun gibi bir yaratılan kimsedir [kuldur]. [Hizmetkârın, evin sahibinin verdiği emirlerin hikmet ve maslahatlarını illa da anlaması ve bilmesi gerekmez, birçoğunu anlayabilse bile hepsini anlayamaz.] … Hâlbuki ikisinin (yaratılanla Yaratan’ın arasında) sonsuz bir fark vardır. [Allahu Teala’nın emir ve yasaklarının bütün hikmetlerini anlamaya ve bilmeye kulun kavrayışı yetmez. İnsanlar Einstein'ın izafiyet teorisini bile anlayamıyorlar.]

Bu açıklamamızdan hiç kimse zannetmesin ki, aklın temel sebeplerini kavrayamadığı hükümlerin akla ters düştüğünü söylüyoruz.

Aslâ! 

Akla ters düşmek başka, aklın bir şeyi anlamaması, kavrayamaması ise başka bir şeydir

*

Şeriat’te akla ters düşen birşeyin bulunması mümkün değildir.

Çünkü Şeriat, aklı da yaratan Allahu Teala'nın hükümleridir.

Allahu Teala nasıl vücut organlarımızı (gözümüzü, kulağımızı, ağzımızı, burnumuzu, dişlerimizi, ciğerimizi, midemizi, kalbimizi, beynimizi, sinir sistemimizi, kanımızı, damarlarımızı, iskeletimizi, omurgamızı), daha iyisi olamayacak şekilde en mükemmel biçimde yaratmışsa, toplum için koyduğu kurallar da, daha iyisi olamayacak şekilde mükemmeldir.

Şeriat'in durumu budur.

Akla ters düşen, Şeriat’le de çelişir.

Mesela içki kullanımı böyledir, akıllı insanın değil, nefsanî hazlarına esir düşmüş akılsız (aklını kullanmak istemeyen) kişinin savunabileceği birşeydir.

Hırsızın elinin kesilmesi de (Ki bunun belli şartları vardır, mesela ekmek çaldı diye insanın eli kesilmez) akla aykırı değildir. Bunda toplumun huzur ve selameti vardır, birçok insan değil hırsızları cezalandırmak, hırsızlık yapabilmek için başkalarını öldürebilmekte, bedenini yaralayabilmektedir. Kendilerini hırsız yerine koyarak, hırsıza empati yaparak bir iki hırsızın elinin derdine düşen insanlar, hırsızlık olayları yüzünden ölen ve yaralanan binlerce insanı görmüyorlar. Şeriat uygulandığında bir iki el kesilebilir, fakat onun korkusuyla yüzbinlerin canı ve malı emniyet altında olur.

Türkiye gibi ülkelerde insanlar Şeriat’in hükümlerini (Şeriat’te öngörülen cezaları) önemsemedikleri, laik kafayla düşündükleri halde her gün namus (ya da kıskançlık) cinayetleri işlenmektedir. Namus cinayetlerine bakınız, kaçı dinî hassasiyetlerden dolayı işleniyor?! Hiçbiri dersek yanılmış olmayız.. Bu, son tahlilde insan tekinin psikolojisiyle ilgili bir durum. Namus diye birşeyi umursamayan, evlenmeden birlikte yaşayan insanlar bile ya kıskançlıktan ya da terk edilmiş olmanın etkisiyle kavga ediyorlar, cinayetler yaşanıyor. Bazen de birileri, askıntı olan partnerinden kurtulmak için onu öldürüyor. Yahut tam tersi oluyor, "Bana yar olmuyorsan seni başkasına yar etmem" diyor.

Şeriat uygulandığı için değil, uygulanmadığı (ve kısas yapılmadığı) için, zamanımızda her gün pekçok insan öldürülmekte, linç edilmekte, dövülmekte, işkence görmekte, yaralanmakta, organlarını kaybetmekte ve sakat kalmaktadır.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...