TARİKATLAR, ŞEYHTANLAR, ZAMANIN İMAMLARI, VE VAZİFELİ KİŞİLER







Zamanın imamı” konulu bir önceki yazıda, İbn Teymiyye’nin “ilgili hadîsin bu ibareyi içeren versiyonunun” uydurma olduğuna dair yemin etmiş bulunduğunu görmüştük.

İbn Teymiyye, sadece İmam Müslim’in Sahîh’inde geçen “… Her kim de boynunda bey’atı olmayarak ölürse cahiliyet ölümü ile ölür (Ve men mâte ve leyse fî ‘unukihî bey’atün, mâte mîteten câhiliyyeten)” şeklindeki rivayeti kabul ediyor (Bkz. Sahîh-i Muslim ve Tercemesi, C. 6, çev. Mehmed Sofuoğlu, İstanbul: İrfan Yayımcılık, 1988, s. 52-3).

Fakat nasılsa, "Zamanın imamını bilmeden/tanımadan ölen kişi, cahiliye ölümü ile ölür" (Men mâte ve lem yaʻrif imâme zemânihî mâte mîteten câhiliyyeten) şeklindeki (yukarıda geçen hadîse benzeyen fakat sahîh/muteber hadîs kitaplarında yer almayan) bir rivayet (Aliyyü’l-Kârî’nin dikkat çektiği üzere) çok daha meşhur hale gelmiş.. Hatta Taftazanî bile Şerhu’l-Akaid’ine bu rivayeti almış.

İşte bu noktada devreye Şiî kurnazlığı giriyor, mesela olayı Aliyyü’l-Kârî’nin iki rivayet arasında mana birliği görüp görmediği meselesi haline getiriyor, ve böylece tartışmanın zeminini (kesin kaybedecekleri bir noktadan alıp) muhataplarıyla berabere kalacakları bir alana taşıyorlar.

İbn Teymiyye’nin itirazlarını da önce Ehl-i Beyt düşmanlığı yaftasıyla şaibeli hale getiriyor, sonra da onun böyle bir hadîsin bulunmadığı yönünde kesin konuşup yemin etmesini dillerine doluyorlar.. İbn Teymiyye’nin mal bulmuş Mağribî gibi üstüne atlayarak istismar ettikleri tavrı aşırılık içeriyor olabilir, fakat bu, söz konusu rivayetin savunulabilir sağlamlıkta olması anlamına gelmiyor.

Rivayetin kendisini bırakıp meseleyi İbn Teymiyye ve Aliyyü’l-Kârî tartışması haline getirmek, cehalet ve idrak yetersizliğinden kaynaklanmıyorsa eğer, ilmî zihniyet ile bağdaşmayan bir taassub ve kurnazlığın varlığını gösterir.

*

İbn Teymiyye’nin, içinde “zamanının imamı” tabiri geçen rivayetin doğru olamayacağı yönündeki kanaati (Ki sahih kaynaklarda bu rivayet yok, sadece Müslim’de “boynunda biat” ifadesini içeren versiyon mevcut), Huzeyfe r. a.’in rivayet ettiği ve “imamsız ve cemaatsiz” zamanlar olacağını gösteren hadîs çerçevesinde düşünüldüğünde tutarlı ve mantıklı görünmektedir.

Diyelim ki o söz gerçekten Rasulullah s.a.s.’e ait, o takdirde onun, ancak Huzeyfe r. a.’in rivayet ettiği hadîs çerçevesinde yorumlanması, “zamanının imamı” tabirinden hareketle elçabukluğu ve gözbağcılığı ile “Her zamanın mutlaka bir imamı vardır” şeklindeki mesnetsiz bir çıkarıma vasıta yapılmaması gerekir.

Şîa çürük bir zemin üzerine böyle mesnetsiz bir çıkarım binasını kurduğu gibi üstüne bir de tüy dikiyor, “zamanın imamlığı” için Ehl-i Beyt’ten olma kayıt ve şartını getiriyor, zamanın imamlığını onlara tahsis ediyor.

*

Türkiye’deki şiîleşen (ve ilginç bir şekilde aynı zamanda devletçileşen, Türkiyecileşen, Türkçüleşen, laikleşen, hatta Kemalistleşen ya da boz kurtçulaşan) tarikatçılara ve tarikatımsı gruplara gelince..

Onlar da “zamanın imamı” ilan ettikleri kişiyi Ehl-i Beyt’ten göstermek için onu seyyid veya şerif (Hz. Fatıma’nın soyundan) yapıyor veya böylesi bir özelliği varsa onu dillerine pelesenk ediyorlar..

Tıpkı Nurcular’dan bazılarının merhum Bediüzzaman’ı Mehdî yapmak için onu seyyid ilan etmeleri gibi.

Turpun büyüğü ise (derin devletin “manen don-kilot” Don Kişot’u) Haydar Baş belasının heybesinde.. İngiliz şeyhtanı Lord Curzon'un medeniyet tarikatının Ankara'daki postnişini Selanikli Mustafa Atatürk’ü seyyid ve kutub ilan edip kendisini rezil kepaze etmiş durumda.

*

Meselenin daha iyi anlaşılması için Huzeyfe radiyallahu anh’in rivayet ettiği hadîsi de (Prof. İbrahim Canan'ın çevirisiyle) aktaralım:

İnsanlar, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e hep hayırdan sorarlardı. Ben ise, bana da ulaşır korkusuyla hep şerden sorardım. Bir defasında dedim ki:

-- "Ey Allah'ın Resulü, biz bir cahiliyet ve kötülük devrinde yaşadık. Allah bizi bu hayırla, İslam'la müşerref kıldı. Bu hayırdan sonra tekrar herhangi bir şer var mı?"

-- "Evet var" dedi.

Tekrar sordum:

-- "Bu şerden sonra tekrar hayır gelecek mi?"

-- "Evet” dedi, “gelecek. Ancak, bu hayır bulanık [duhan/duman ile] olacak (yani önceki şerrin kalplerde bıraktığı kin, husumet ve itimadsızlık gibi fenalıklar belli bir ölçüde devam edecek.)"

Tekrar sordum:

-- "Bu bulanıklık da ne?" Dedi ki:

-- "(Önceki şerle ortaya çıkan) bir zümre (varlığını devam ettirecek. Bunlar) benim sünnetimden, benim getirdiğim hidayetten ayrılacaklar, başka bir sünnete [ilke ve inkılaplara, yasalara], başka bir itikada [ideolojiye] tabi olacaklar. Sen bunların bazılarını (veya bazı davranışlarını güzel bulur) tasvip edersin, bazılarını (veya bazı davranışlarını kötü bulur) reddedersin."

Ben tekrar sordum:

-- "Pekala, bu hayırdan sonra da şer var mı?" Cevaben:

-- "Evet,” dedi ve devam etti:

-- "Bunlardan sonra cehennem kapısında durup (bid'ata, küfre) çağıranlar (yani emîrler, reisler, gizli açık teşkilatlar, militanlar, hatipler, yazarlar vs.) var. Çağrılarına uyanları oraya (cehenneme) atarlar."

Tekrar dedim ki:

-- "Ey Allah'ın Resulü, bu çağırıcıların vasıflarını bana bildir (de onları tanıyayım ve çıktıkları zaman uymayayım)."

Dedi ki: 

-- "Onlar bizim bedenimizdendir, soydaşlarımızdır, dindaşımızdır, milletimizin efradındandır."

Tekrar dedim ki:

-- "Onlar bana ulaşacak olsa ne yapmamı emredersin?" Cevaben:

-- "Müslümanların cemaatlerinden ve imamlarından ayrılma" dedi.

Ben tekrar sordum:

-- "Onların cemaatleri ve bir imamları yoksa (ne yapayım?)"

Dedi ki:

-- "O zaman mevcut fırkaların hepsini terk et! Hatta bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette bile olsan, ölüm sana gelinceye kadar o vaziyette kal" buyurdular.

 [Buharî, Fiten 11, Menakıb 25; Müslim, İmaret 51, (1847); Ebu Davud, Fiten 1, (4244, 4245, 4246, 4247); İbrahim Canan, Hadis Külliyatı Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, İstanbul: Akçağ Y., 2014.]

Huzeyfe r.a.’in rivayet ettiği bu sahîh hadîs şu gerçeği açık bir şekilde ortaya koyuyor: Zamanın imamı olarak nitelendirilebilecek kişi, bütün bir ümmetin başındaki halifeden başkası olamaz. 

Fakat halifesiz ve dolayısıyla cemaatsiz (devletsiz) zamanlar da olacaktır. Yani “zamanın imamı” diye peşinden gidilecek hiç kimsenin bulunmadığı zamanlar gelecektir.

Günümüzde durum budur.. 

“Zamanın imamı” mevcut olsaydı, Gazze meselesi böyle ortada sahipsiz kalmazdı.

Ha, naylon “zamanın imamı” bol.. Onlardan istediğiniz kadar bulabilirsiniz.

(Aklımda kaldığı kadarıyla aktarayım, Mevlana’ya bir beldeden birileri geliyor, kendilerini irşad edecek bir şeyh görevlendirmesini istiyorlar. Mevlana da dönüp Hüsamettin Çelebi’ye şöyle diyor: “Kolay olanı istediler, şayet mürid/derviş isteselerdi ya sen gitmek zorunda kalırdın ya da ben.")

*

Bazıları da bir “zamanın vazifeli kişisi” lafı tutturmuş tekerleme kabilinden tekrarlayıp duruyorlar.

Dünyaya gelen herkes vazifelidir.. Vazifeler de bellidir, farzlar, vacipler..

Mesela emr-i bi’l-marûf nehy-i ani’l-münker (iyilikle emredip kötülükten nehyetme), özellikle eli ve dili güçlü (siyasî veya ilmî otorite durumundaki) kişilerin vazifesidir.

Ancak kimi (derdi makam mevki, şöhret, para pul, alkış, artistlik olmayan) samimi kişilere “Bölük dur, Kandıralı sen de dur!” babından bazen “özel talimat” gelebilir.

Mesela adam ilim sahibidir, büyük hocalar tarafından eğitilmiş, yıllarca medresede dirsek çürütmüştür, zekâsı da parlaktır, fakat gayreti ya da cesareti noksandır, motivasyonu bulunmuyordur; ona mesela rüyada emir verilir, gayrete gelmesi sağlanır.. Bu, onun başkalarına karşı “Ben vazifeli kişiyim” diye afra tafra sergilemesini sağlayacak bir meziyet veya üstünlük alâmeti değildir.. Belki, kusurdur.

Böylesi durumlarda rüya (ya da keramet) dopingi söz konusu olmaksızın harekete geçenler (ihlaslı ve istikamet üzere olmak şartıyla) zahiren daha düşük makamda gibi görünürler, fakat gerçekte onlar daha üstün olabilirler.. Mesela ashab bu durumdadır.. Onlardan çok fazla keramet zuhur etmemiştir. Onların yakîninin kuvveti onları bundan müstağnî hale getirmiştir.

Ayrıca, böylesi “vazife”lilikler, vazifeyi veren makama karşı söz konusu olur..

Yani bir başkasının böyle bir kişiyi “özel vazifeli” olarak tavsif etmesi gerekmez, hatta bu, haddini bilmemesi anlamına gelir.. Onu “özel vazifeli” olarak görmek zorunda da değildir.. Zaten esas olan Şeriat'in yüklediği genel ve ortak sorumluluktur, özel vazife vs. değil.

Ancak, diyelim ki böylesi “özel vazifeli kişi”ye vazife veren makam (Mesela Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem rüyada) sana da “O vazifelidir, ona yardım et, ondan istifade et” diyerek talimat verdi, işte o zaman senin için de böylesi bir özel sorumluluktan söz etmek mümkün olur.

Ancak bu sadece senin kendi şahsî sorumluluğundur, rüyandan hareketle başkalarını da aynı şekilde davranmakla sorumlu görürsen, yani kendi rüyanı başkaları için şer'î delil katına çıkararak onu edille-i şer'iyyenin beşincisi haline getirme hadsizliği sergilersen, büyük cahillik etmiş olursun.

*

Bu tür zamansız “zamanın imamı” palavraları Müslümanlar’ın fırkalaşıp parçalanmasına yol açar, ve gerçekten de Şiîliğin tarihte böylesi bir rolü olmuştur; Fatımîler ve Safevîler’de olduğu gibi.

Müslümanlar'ın seçip biat ederek üzerinde ittifak ettikleri bir halifenin (zamanın imamının) bulunduğu bir zamanda ona biat etmekten kaçınan ve boynunda biat bulunmayan kişi, cahiliye ölümünden haber veren hadîsin muhatabıdır.

Fakat mesela iki ayrı halifenin bulunduğu bir dönemde durum değişir.

Onun için, geçmişte ashabtan Abdullah ibni Ömer r.a. gibi isimler, birkaç halifenin birden bulunduğu zamanlarda, herkesin bir imam üzerinde ittifak ettikleri güne kadar hiç kimseye biat etmeyip beklemeyi tercih etmişlerdir.

Yine, Hz. Ali’nin oğlu Muhammed rh. a., Abdülmelik bin Mervan ile Abdullah bin Zübeyr r. a.’in iki ayrı halife olarak hüküm sürdükleri sırada ikisine de biat etmemiş, ikincisinin öldürülmesinden sonra Abdülmelik bin Mervan’a biat etmiştir.

O, Hz. Ali’nin oğlu olduğu ve Emevîler’in Hz. Ali’ye karşı tutumu bilindiği halde, o gün için “zamanın imamı” sayılan Abdülmelik bin Mervan’a biat etmeyi gerekli görmüştür. Ehl-i Beyt'ten bir zamanın imamından söz etmemiştir. (Mehdî meselesi ayrıdır, ilgili rivayetler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.)

 

SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...