Prof. Mahmut Erol Kılıç’ın TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “İbnü’l-Arabî, Muhyiddin” maddesinde, “İslâm Düşünce
Tarihine Dair Görüşleri” başlığı altında yayınlanan
laflarını aktarmaya devam ediyoruz:
“… İbnü’l-Arabî hakikat ilmi
yolunda olan müslüman düşünürleri de iki gruba ayırır. Birinci grup filozoflar
ve onlara tâbi olanlardır; bunlar sadece akılları ve fikirleriyle
hareket ettikleri için yollarını şaşırmışlardır. İkinci grup ise resuller, nebîler
ve evliyanın seçkinleri, yani Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, Bâyezîd-i
Bistâmî, Ferkad es-Sebahî, Cüneyd-i Bağdâdî, Hasan-ı Basrî gibi muhakkik
sûfîlerdir (Kitâbü’l-İsfâr, s. 9).
“Müslüman filozoflara yönelik bu değerlendirmelerden sonra
İbnü’l-Arabî kelâmcıları tahlil eder. Bâkıllânî, Ebû İshak el-İsferâyînî,
İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, Ebû Hâmid el-Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî gibi
kelâmcıların oluşturduğu bu grubun kendisinin de benimsediği bazı görüşleri
bulunduğunu, ancak fikirlerinin çoğuna katılmadığını söyler.”
Görüldüğü
gibi, “hakikat ilmi” (Artık ne demekse?) yolunda olan “müslüman”
düşünürleri iki gruba ayırıyormuş.
Bu gruplardan biri, nebîler (peygamberler) ile onların safında olan "evliyanın seçkinleri".. (Demek ki "düz evliya" olmak yetmiyor, illa "seçkin" olacaksınız.)
İkinci grup
ise, filozoflar ile onların peşine takılanlar.. Bunlar hem
“peygamberler"in izinde gitmiyorlar, hem de “müslüman”lar, nasıl oluyorsa..
Sonra da,
üçüncü bir gruptan bahsediliyor: Kelamcılar..
Lafın
gelişinden anlaşılan şu: Kelamcıların “hakikat ilmi” ile bir ilgisi yok..
Onlar da,
peygamberlerin safında yer almayan “hakikatsiz” adamlar.
*
Soytarı,
evliya dediği kimselerden salt sufîleri anlıyor..
Gerçekte,
evliyadan olmak için sufî (mutasavvıf) olmak şart değildir..
Bunun için
şart, Allah’a tevekkül eden ihlaslı bir kul olmak, şirkin açığından ve
gizlisinden (riyadan) uzak durmaktır. (Feridüddin Attar, sufî olmadıkları halde
mezhep imamlarını Tezkiretü’l-Evliya’sına almıştır.)
Ayrıca, sufî (şeyh, baba, dede vs.) olmak ile velî olmak da ayrı şeylerdir..
Her sufî
(tasavvuf yolunda olan) velî olacak diye birşey yoktur.
Kimin velî
olduğunu ancak Allahu Teala bilir, ve ancak O bildirirse kesin biçimde bilinir.
*
Mesela, Allahu Teala bildirdiği için, Hudeybiye’de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e biat edenlerden Allahu Teala’nın razı olduğunu biliyoruz. Biatü'r-rıdvan denilmesi bundan..
Yine, Bedir
Savaşı’na katılan ashab-ı kiram için de hadîs var.
Fakat, sonradan yaşayan sufîler için böyle bir (isim verilerek yapılmış) bildirim yok.
Dolayısıyla,
sonradan yaşamış olan hiç kimse için “Şu sufî, kesin velîdir” diyemeyiz.
Bu tür ifadelerden sakınılması gerektiğini gösteren hadîsler var..
En fazla (Riyazü's-Salihîn'de de yer alan sahih bir hadîste geçen ifadeye benzer şekilde), “Ben onun Allah’ın evliyasından olduğunu zannediyorum,
fakat hiç kimseyi Allah’a karşı temize çıkaramam” denilebilir.
*
Bâkıllânî, Ebû İshak el-İsferâyînî, İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî,
Ebû Hâmid el-Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî gibi Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerine gelince..
Bunların
Kelamcı oldukları doğru da, salt Kelamcı değiller..
TDV İslâm Ansiklopedisi Bâkıllânî için “Ünlü Eş‘arî kelâmcısı ve Mâlikî fakihi”, Ebû İshak el-İsferâyînî ile
Cüveynî için “Eş‘arî kelâmcısı ve Şâfiî fakihi”, Gazzalî
için “Eş‘arî kelâmcısı, Şâfiî fakihi, mutasavvıf, filozoflara yönelttiği
eleştirilerle tanınan İslâm düşünürü” ve Razî için de “Kelâm, felsefe,
tefsir ve usûl-i fıkıh alanlarına dair çalışmalarıyla tanınan Eş‘arî âlimi”
nitelemesini yapıyor.
Hiçbiri salt Kelamcı değil, hepsi de çok yönlü büyük alimler.
İmdi, kendisini “hatemü’l-evliya” ve “altın kerpiç” ilan eden Endülüs
soytarısı, bu alimlerin fikirlerinin çoğuna katılmıyormuş.
Çoğuna..
Mesela İmam Gazzalî’yi alalım.. Fikirlerinin çoğuna katılmıyorsa,
mesela İhya’nın ne kadarına katılıyor, ne kadarına katılmıyor
olabilir?
*
İhya, her birinde “kitap”
başlığını taşıyan on bölüm bulunan dört büyük ciltten oluşuyor.
Bu soytarı, Gazzalî’nin görüşlerinin çoğuna katılmıyorsa,
İhya’da yazılanların yarıdan fazlasını (iki cildi aşkın kısmını,
belki üç cilt tutan ifadeleri) kabul etmiyor, reddediyor, yanlış ilan
ediyor demektir.
Böyle birşey olabilir mi?!
Sen eğer İhya’da yazılanların yarıdan fazlasını kabul
etmiyorsan, İslamî ilimlere savaş açıyorsun, ilmi yerle bir edip yerine cehaleti ve sapıklığı oturtmak istiyorsun demektir.
Çoğunu reddetmek diye birşey olabilir mi?! Mesela Matüridîler ile Eş’arîler’i alalım.. Bunların,
birbirlerinin kitaplarında yazılı olanların çoğuna katılmamaları söz konusu
mudur?!
Aralarında yüzde 95 nisbetinde görüş birliği vardır.. Üç beş meselede
ihtilaf ederler.
Hatta Matüridîler ile Selefîler bile, birbirlerinin görüşlerinin en az yüzde
95’ini kabul ederler.. Mesela iki grubun da Tahavî Akaidi’ni
temel kaynak olarak aldıkları görülür.
*
İmdi, alimler arasında bazı konularda ihtilaf yaşanması tabiîdir.. Çünkü
bazı meseleler içtihadı gerektirir ve ister istemez ortaya farklı
içtihatlar çıkar.
Dolayısıyla, hiç kimse İmam Gazzalî’nin veya bir başka alimin her
görüşünü kabul etmek zorunda değildir.. Mesela, hiçbir müslümana, “Sen itikad
alanında İmam Matüridî’nin her sözünü kabul edeceksin” diyemezsiniz.
Muhatabınız size, “İmam Matüridî’nin hiçbir sözünden haberim yok, ben Eş’arî
mezhebindenim.. İmam Eş’arî’nin görüşleri kafama yattı, onunkinden farklı
fikirlere sahipse katılmayı düşünmem” diyebilir.
Hatta insan, kendi görüşlerinin bile tamamını bir zaman sonra kabul etmeyebilir.
Fikir değiştirebilir.
İçtihatta hata olabilir, dolayısıyla her alimin (içtihat niteliği
taşıyan) görüşlerinin hatalı olması ihtimali vardır.. O yüzden, bir alimin bazı
görüşlerini (usule uygun) başka bir içtihada dayanarak reddeden bir kimse
suçlanamaz. (İçtihat konusu olmayan kesin hususlarda Kur’an ve
Sünnet’ten sapan kişinin değerlendirmeleri “içtihat” yaftası altında meşru ve
makul gösterilemez. Böylesi ya kâfir ya da bid’atçidir.)
*
Bundan dolayı, herhangi bir alimin Bâkıllânî, Ebû İshak el-İsferâyînî, el-Cüveynî, el-Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî gibi ulemanın bazı (evet, bazı) içtihatlarına muhalefet etmesi tabiî karşılanır.
Fakat, bir
kimse, ilmî yeterlilikleri konusunda fikir birliği bulunan bu büyük alimlerin görüşlerinin
“çoğuna” karşı çıkıyorsa, o kimsenin ya zır cahil, ya aykırılık yaparak dikkat
çekmek isteyen hasta ruhlu bir dangalak, ya da su katılmamış bir sapık olduğu
anlaşılır.
İbn Arabî
soytarısı zır cahil değil, fakat son iki özelliği kendisinde mükemmelen taşıyor.. Bunun sapıklığı sıradan bir sapıklık değil, "kusursuz sapıklık".
İlerde çıkacak olan Mesih Deccal'in avanesi durumundaki İngiliz keferesinin yaklaşık 50 yıldır büyük bir aşk ve şevkle pohpohladığı bu Endülüslü küçük deccalin durumu, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in ahir zaman
peygamberi olduğunu bilmeleri ve anlamalarına rağmen inkârda bulunan yahudi ve
hristiyan din bilginlerinin durumuna benziyor.
Endülüslü soytarı, kendisini
büyük göstermek için gerçek büyük alimleri aşağılamaya çalışan bir usta kalpazan..
*
İbn Arabî
denen dangalak soytarının zırvalarına tevil yetiştirmek için kendilerini
paralayan ahmaklara gelelim..
Bu soytarı,
Himalayalar büyüklüğündeki alimlerin görüşlerinin çoğuna katılmadığını
övünerek söyleme densizliği yapmaktan kaçınmıyor da, siz niye, “İbn Arabî’nin çoğu
fikirlerini kabul etsek de, az sayıdaki bazı fikirlerini yanlış buluyoruz”
diyemiyorsunuz?
Niye bu
soytarının zırvalarına (hatalı olması imkânı bulunmayan) Kur’an ayeti
muamelesi yapıyorsunuz?
Niye bu Endülüs
“din yolu haramisi ve haydudu”nun aptalca, rezil ve kepaze hezeyanlarına, sanki
bir peygamberin vahiy ürünü (yanlış olması ihtimalinden söz edilemeyecek) sözleriymiş
gibi birer kulp takmaya çalışıyorsunuz?
*
İmdi,
Peygamber Efendimiz sallalllahu aleyhi ve sellem bile, “fasığın haberi”yle
ilgili ayet-i kerimenin gösterdiği gibi, yanlış haber ile yanıltılabilmiştir. İbn
Arabî sapığını büyük velî zannedenlerin bir kısmının durumu budur.
Bir kısmı ise, alimse bile, (Necip Fazıl’ın İbn Teymiyye için kullandığı tabirle), “ilmi aklından fazla” ahmak durumundadırlar.
Endülüslü
soytarıya olan hüsnüzanlarının, Gazzalî gibi alimlere yönelik suizan olduğunun
farkında değiller.
Bunlar, ya
Gazzalî gibi alimlerin fikirlerinin çoğunu yanlış kabul etmek, ya da İbn Arabî
soytarısının büyük alimlere nefsanî saiklerle dil uzatan, hak olan fikirlerini bile reddeden bir
sapık, densiz ve dangalak bir enaniyet kumkuması, büyüklük heveslisi bir dengesiz palavracı olduğunu ikrar etmek durumundadırlar.
Tevil kabul
etmeyen akla ziyan zırvaların sahibi bir dengesiz soytarı sapık için yüzlerce büyük alimi
şaibe ve töhmet altında bırakan adamlara ne demek gerekir bilmiyorum.