İNGİLİZ İŞBİRLİKÇİSİ ZAMPARA DİKTATÖR ATATÜRK'ÜN HERKESTEN GİZLEDİĞİ KİRLİ VE KARANLIK SIRLARI

 


UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 76


Bir önceki bölümde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün, Filistin’de konuşlanmış olan 7. Ordu’ya komutan olarak iki defa atanmış olduğunu söylemiştik.

İlki 1917 yılı ortasında yaşanıyor. Selanikli ordunun başında iki ay bile durmadan Ekim ayı başında istifa edip İstanbul’a dönüyor.

İki – iki buçuk ay sonra veliaht (altı-yedi ay sonrasının padişahı) Vahideddin’in 20 günlük Almanya seyahatine katılıyor, onunla dostluk kurmaya çalışıyor.

Dört ay sonra, 25 Mayıs 1918’de (Samsun’a çıkışından bir yıl önce) böbrek rahatsızlığını bahane ederek tekrar Avrupa’ya gidiyor.. Viyana ve Karlsbad’a..

*

Selanikli’nin “manevî kızları”ndan (Neyse ki “manevî karılık” diye bir icat çıkarmamış) Afet İnan’ın Selanikli’nin Karlsbad macerasıyla ilgili bir kitabının bulunduğuna dikkat çekmiştik: M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1983.

Yeri gelmişken burada bir hususu belirtmekte fayda var: Selanikli’yle ilgili asılsız efsanelerden birini çok kitap okumuşluğu oluşturuyor.. Kitap satın alıp biriktirmek, bazılarına şöyle bir göz atıp bazı sayfalarına not düştükten sonra gösterişle raflara dizmekle çok okumak ayrı şeylerdir. 

Afet İnan’ın Selanikli’nin hatıra defterlerinden aktardığı satırlar, onun (televizyon, radyo, sosyal medya, sinema, internet vs. gibi oyalayıcı şeylerin bulunmadığı, okumaya ayrılacak zamanın bol olduğu bir zamanda) pek fazla şey okumamış olduğunu gösteriyor.

Mesela şunu yazmış:

[Atatürk] 19 Kasım 1916 günkü yazısında, sıhhatinin iyi olduğunu ve ordu mensuplarının aylık meselesini ve askeri durumu kaydettikten sonra okuduğu kitap için şöyle yazıyor: ''Alphonse Daudet'nin ''Sapho-Moeurs Parisiennes'' namında canım sıkıldıkça okuduğum romanı bitirdim.''

Kitap, günümüz Türk okurlarının Sapho diye bildiği roman.. Konusu internet sitelerinde şöyle özetleniyor:

“Tutku dolu bir aşk öyküsünün konu edildiği Sapho, yazarın model Marie Rieu ile yaşadığı uzun ve fırtınalı ilişkiden izler taşır.”

Tam Selanikli zamparaya göre bir roman.. Bundan çok şey öğrenmiş olmalı..

*

Afet İnan, kitabının baş tarafına, (kendi ifadesine göre,) Selanikli’nin 1881'den 1918'e kadarki meslek ve fikir hayatı ile bir derleme koymuş bulunuyor. Kaynağının Selanikli’nin hatıra defterleri ile diğer el yazısı defterleri olduğunu belirtiyor.

Yazdıkları arasında şunlar da var:

[Atatürk] 21 Kasım 1916'daki (8 Teşrin-i Sâni 1332) yazısında da şöyle yazıyor: …

“Bazı askeri meseleler (Terbiye-i Ruhiye ve Usul-i Muaşeret-i askeriye) [Ruh terbiyesi ve askerî görgü ve davranış usulü] hakkında bir eser yazayım. Bunun için Fransızca bildiğim bir eser var. Onu da evvela okuyayım ve buna ait esaslı soruları bütün subaylara vazife olarak vereyim. Önemli noktalar hakkında bazı büyük kumandanların fikirlerini de isteyeyim.'' …

2 Aralık 1916 Cuma günü notlarında ise şu kitabı okuduğunu kaydediyor: Tarih-i İslamın birinci zeyli ''Allah'ı inkâr mümkün müdür?''

10 Aralık 1916'da yeni okuduğu bir kitaptan bahsediyor: Namık Kemal'in Siyasi Makaleleri''İkinci kitabın sonunda idim, bitirdim''. ...Kemal Bey'in Tarih-i Osmani'sine başladım.

Nasrettin Hoca’nın çokça çalı çırpı dikip kenarından geçen koyunların çalılara dolanan yünlerini toplayarak eğirmesi, ip yapıp satması, ve böylece borcunu ödemesi tasarısını andıran bir kitap projesi.. 

Tek bir kitaba, hem de okumadığı bir kitaba dayanarak kitap yazmayı, ve de sağdan soldan topladığı fikir kırıntılarına dayanmayı düşünüyor.. 

Adamın entelektüel çapı buradan anlaşılabilir.

Vatandaşın fikirlerinde hiçbir derinlik ve özgünlük yok.. Ya genel geçer basmakalıp klişe doğruları tekrarlamış ya da boş şeyler söylemiş.. Meşhur tabirle, “Söylediklerinden doğru olanlar özgün değil, özgün olanlar da doğru değil”..

Büyük bir fikir adamı gibi görünmesinin nedeni ise, bazılarının onu (devlet gücünü arkalarına alarak) putperestçe yüceltmelerinden, aklı eren birçoklarının da onu tenkit etmenin insanın başına iş açabileceğini düşünerek susmasından ileri geliyor.

*

Yukarıda yaptığımız alıntılar, Afet İnan’ın kitabının ikinci bölümünde yer alıyor. Bölüm başlığı şöyle: “Mustafa Kemal Atatürk’ün (1915-1916-1918) Hatıra Defterleri”.

Birinci bölüm, yukarıda geçtiği gibi, Selanikli ile ilgili olarak yaptığı derlemeden oluşuyor.

Sonra bir "ara başlık" geliyor:  “Mustafa Kemal Atatürk’ün Altı Deftere Yazdıkları”. Burası, Afet İnan'ın değerlendirmelerini içeriyor.

Bunun ardından gelen üçüncü bölümün başlığı ise şöyle: Mustafa Kemal Atatürk'ün Karlsbad'da "Geçen Günlerim" Başlığı Altındaki Yazıları.

Afet İnan'ın "Mustafa Kemal Atatürk’ün Altı Deftere Yazdıkları” ara başlığı altında kaleme almış olduğu değerlendirmelerin ilk paragrafları şöyle:

General Mustafa Kemal Atatürk'ün ve Karlsbad ve Viyana'da ''Geçen Günlerim'' başlığı altında 30 Haziran 1918 Pazar gününden 28 Temmuz Pazar gününe kadar altı deftere yazdığı anılarının sonu şöyle bitiyor:

''Karlsbad'da geçen günlerimin anılarını bütünüyle ve olduğu gibi bu defterlere geçiremedim. Bunun iki nedeni var, birincisi yeterince yazı yazmak için vaktim olmadı. İkincisi her düşündüğümü, her yaptığımı, yani bütün fikirlerimi ve hayatımla ilgili sırları bu defterlere nasıl emanet edebilirdim? Hatta bu yazdıklarımı bile bir gün, ihtimal pek yakın bir günde yok etmeyecek miyim? Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki, anılarımı toplayan bir derlemem yoktur.''

Hayatı "hep öyle" geçti, hep öyle..

"Şimdiye kadar" ve şimdiden sonra..

Bu satırlar, Selanikli’nin ikiyüzlü bir sahtekâr, karanlık ve kirli ilişkiler içinde olan bir dolandırıcı, olduğundan farklı görünen takiyyeci bir yalancı olduğunu inkâr edilemez biçimde ispatlıyor.

Sonradan memleketin başına geçip ali kıran baş kesen haline geldiği için bu yazdıklarını yok etmeye gerek duymamış.

Bozuk bir saat bile günde iki defa doğruyu söylüyor.. Selanikli’nin bütün hayatı boyunca söylediği en doğru sözler, kendisiyle ilgili bu itirafı.

Allah söyletmiş..

*

Bu yazdıklarına dayanarak, üçüncü kişi olarak (hakikate sadakat, gerçeğe bağlılık adına) şu tespitleri yapmak zorundayız:

Selanikli sahtekâr, geçen günlerinin anılarını “bütünüyle” ve “olduğu gibi” anlatmamış, ya eksik anlatmış, ya da “olmadığı gibi” kurgulayarak, yalan söyleyip kılıfına uydurarak başka şekilde anlatmıştır.

Meşhur Nutuk’unun durumu da budur.

"Her düşündüğünü", asıl niyetlerini ve "her yaptığını" söylememiş.. Duruma göre kimi zaman düşündüklerinin tam tersini söylemiş, yaptıklarının birçoğunu gizlemiş, milletten saklamış.. Gizli saklı yapmış.. 

Mesela, Samsun'a çıkmadan önce İstanbul'da geçirdiği altı ayın ilk ikisinde "İngiliz gizli servisinin / istihbarat teşkilatının Türkiye şefi" Robert Frew ile yalnız olarak başbaşa yaptığı gizli toplantılarda pişirdikleri zehirli aşlar konusunda hiçbir şey söylememiş durumda.

Evet, İngilizler’le olan (ajanlık boyutundaki) işbirlikçilik dalaveresini kendisi asla açıklamamış, ve Kemalistler dışında herkesin anladığı ve bildiği bu kirli sırrını açığa vurma görevi, ölümünden 35 sene sonra, 1973 yılında (Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı, Selanikli’nin sağ kolu ve başbakanı, Lozan baş murahhası) Orgeneral İsmet İnönü’ye düşmüştür:

"İstiklâl mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur."

(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)

Selanikli hayatıyla ilgili derin sırları ne yazmış, ne de söylemiştir..

Derler ki, "İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur"..

Selanikli 37'sinde neydiyse 47'sinde de, 57'sinde de oydu.

Hep öyle yalancı, düzenbaz, hilekâr, takiyyeci, münafık ve riyakârdı.. Anlatılamaz sırların sahibiydi.

*

O sırların bazılarını (çok azını) Kâzım Karabekir ile Rıza Nur yazmaya kalkışmış, fakat ikisi de yazdıklarının yayınlandığını yaşarken görememişlerdir.

Bunlardan biri Selanikli’nin şerrinden korktuğu için memleketi terk etmiş, gönüllü sürgüne gitmiş bulunuyor. 

Diğeri de zampara diktatör ölünceye kadar hafiye (ajan) ve sivil polis takibi altında bir tür hapis hayatı yaşayıp çile çekmek zorunda kalmış.

*

Unuttuğumuz ya da (alışmışlıktan dolayı) hissedemediğimiz, farkedemediğimiz can alıcı nokta şu:

Bu ülkeden sürgün edilen, ve bu memlekette hapis hayatı yaşayan, sadece bu iki zat değildi.. 

Asıl sürgün edilen ve hapis hayatı yaşayan, "gerçek"ti, "hakikat"in kendisiydi.

"Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek,

"Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?"


İNGİLİZ PİYONU ZAMPARA ATATÜRK'ÜN, İŞVERENİ İNGİLİZ İSTİHBARATI (GİZLİ SERVİSİ) ŞEFİ ROBERT FREW İLE MACERALARI

  Mehmet Hasan Bulut’un “ İngiliz Derviş: Yeni Türkiye’nin Doğuşu ve Aubrey Herbert ” adlı kitabı (4. b., İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncıl...