Tağut, Kur’an’da geçen bir
kavram.
Geçmişte “radikal İslamcı” diye adlandırılan kesim, bu kavramı çok
kullanırdı.
Kemalist rejim taraftarları bu
kavramdan nefret ederken, radikal İslamcı olmadığını, hatta İslamcı olmadığını
ileri süren “süslüman müslüman” taife de bu kavramdan özenle uzak durdu.
Belki de, “Niye Kur’an’da bu kavram var
ki?.. Keşke olmasaydı” diye düşünüyor fakat yüksek sesle söyleyemiyorlardı.
Bundan olsa gerek ki, Türkiye’de bazı
sivri zekâlar “Biz İslam’ı tam anlatsak ve insanlar Kur’an’da yazılı olanları tam bilseler çoğu İslam’ı bırakır”
diyebiliyorlar.
Bu tespitleri doğruysa, zaten onlar müslüman
değildir, kendilerini müslüman zanneden gayrimüslimdirler.
Onlara, keyifleri bozulmasın diye “gerçek
İslam”ı anlatmayanlar da bir tür papazdır. Kendilerini hoca gibi gösteren
papaz.
*
İslam’ı “güncelleme”, “hayatla buluşturma”, “toplumsala dahil etme”, “din
kültürünü donukluktan kurtarma” gibi süslü püslü yaldızlı adlar altında
ameliyat edip kolunu kanadını keserek yaşanan karanlık çağa uydurmaya, yani reforme etmeye çalışan düzen-bazların temel
taktiklerinden birisi, İslamî kavramları çarpıtmak, içini boşaltmak ve yeniden
tanımlamaktan ibaret.
Madem ki kaldırıp atmanız mümkün
değil, tek çare onu istismar edilebilir ve kullanılabilir hale getirmek.
İşte “tağut” kavramı için bunu
yapmaya kalkışan isim, karanlık derinliklerin gür seslerinden Soner Yalçın.
"Tağut - Kutsal Aldanışın Soyağacı" adıyla
bir kitap yazdı.
Ali Ateş adlı solcu bir yazar, kitapla ilgili
olarak şu değerlendirmeleri yapmıştı:
… Tağut, kelime anlamı
olarak, ölçüyü aşmak şeklinde ifade
ediliyor. İlahiyatta ise “Allah dışında
başka unsurlara ibadet, putlara inanma” anlamına geliyor.
… kitap belli bir sistemle yazılmış değil. … ancak … her başlıktaki
yazı bilgi dolu. Hatta çok bilgi dolu. Soner Yalçın, bir dizi bilgiyi ardışık
olarak sıralayıp, okuyucuyu önce cahil
hissettirip sonra basit bir sonucu büyük bir analizmiş gibi sunabiliyor. Bu
açıdan Yalçın’ı, bu üslubu dolayısıyla kutlamak lazım. …
Kitap sola mı yazılmış ya da sağa mı? Burası da karışık. Kitap bir
yandan solculara siz İslam’ı bilmiyorsunuz diğer yandan sağcılara da siz de
İslam’ı gerçekten bilmiyorsunuz demeye getiriyor. …
Bu anlamıyla kitap, İslamcıları
eleştiriyor, karşısına alıyor. Bunun yaparken İslam’ı ise savunuyor. İslamcıların inandıklarına tağut diyor.
“Siz, din olarak yanlış değerleri savunuyorsunuz, putlaştırılmış olgulara
inanıyorsunuz, dini bozuyorsunuz” diyerek dinciliğin
yobaz tarafını ortaya koymaya çalışıyor.
Kitap, solcuları da küçümsüyor, onlara akıl veriyor. “Siz, İslam ve
dini, doğrudan sağcılık olarak görüp karşınıza aldınız, İslam’ı anlamayarak,
ülkenin moda deyimle ‘milli-manevi’
değerlerine yabancılaştınız” demeye getiriyor.
İslamcıları eleştirirken, gerici
uygulamalardan örnekler verirken, İslam’ın esasının başka olduğunu
anlatmaya girişiyor.
… Kıvılcımlı’dan, Gölpınarlı’dan,
Ali Şeriati’den, Karmati, Pir Sultan, Bedrettin vs. vs. gibi solcu isim ve
dini politik-toplumsal hareketlerden örnekler vererek, İslamcılık ile solculuk
birleşmeliye getiriyor.
… AKP eliyle kurulan rejimin, laikliği sulandırıp, İslamcılığı artık
rejimin normali haline getirmesi olgusuna, aslında Tağut kitabıyla Yalçın da omuz vermektedir. İslamcı yobazlara, “değişin İslam bu değil” derken, solculara İslam
da solcu aslında diyerek 2. Cumhuriyet rejiminin ideolojisine paralel bir
çizgi izlemektedir.
İlginç… Helalleşme ve normalleşme tartışmalarının yaşandığı bu çağda…
Doğu Perinçek örneğin, 1923 Cumhuriyeti’ni artık referans almıyor, AKP eliyle
kurulan bu rejimi referans almakta, onu sahip çıkmaktadır. Yalçın da benzer bir kulvarda koşuyor gibi."
(https://www.odatv.com/guncel/soldan-soner-yalcina-tagut-elestirisi-120058262)
*
Gibisi fazla, “benzer bir kulvarda koşuyor gibi”
değil, tam da o kulvarda..
“İkinci Cumhuriyet rejimi” tabiri yerinde bir kavramsallaştırma..
Ancak bu rejimin banîsi AK Parti değil.. Yeni rejimin derin banîleri, bu iş
için AK Parti’nin önünü açmış durumdalar.
Daha doğrusu yeni rejim, “eski rejim”in adamları ile onlarla işbirliği içine giren “eski İslamcı” AK Partililerin ortaklığı ya da konsorsiyumu tarafından kurulmuş durumda.
Aralarında, “kazan-kazan” perspektifi (win-win outlook)
üzerine kurulu uzlaşmacı nitelikte interaktif (etkileşimli) bir ilişki
var.
Ateş’in “Kitap sola
mı yazılmış ya da sağa mı?” sorusunun cevabı ise belli: Her ikisine de.. Sağcı
diye isimlendirilen İslamcılara “Bildiğiniz İslam’ı bırakın, bizim ‘düzenin ideolojik saplantılarına uydurulmuş’ İslam yorumumuza
gelin” mesajı veriliyor. Solculara ise, İslam’da sizin de hoşunuza gidecek
şeyler var deniliyor.
Kitabın asıl yapmak
istediği ise, “tağut” kavramını bu “uydurulmuş
düzen-baz İslam”ın bir silahı haline getirmeye çalışarak tahrif etmek ve
sulandırmaktan ibaret.. Kavramın illa da Soner Yalçın’ı kullanan derin odağın
istediği gibi anlaşılması şart değil, her kullanıldığında Yalçın’ın
zırvalarının da akla gelmesi ve böylece sulandırılmış
ve etkisizleştirilmiş olması yeterli.
Ali Rıza Demircan
hocanın “Soner Yalçın ‘Tağut’ isimli eserinde suçladığı kişiler ve kurumlardan
daha şedid bir Tağût’tur. Kurucusu olduğu Odatv’yi de kendisi gibi Tağûtlaştırmıştır” şeklindeki sözleri, durumu çok güzel özetliyor.
Ancak, Yalçın tağut
turplarının büyüğü değil, o, minnacık piyon tağut.. Asıl tağut onu kullanan yedi başlı, 700 kollu ahtapot derin odak.
*
TDV İslâm Ansiklopedisi, muhtemelen derin
düzen-bazların telkini ve ansiklopedideki kullanışlı aparatlarının devreye
girmesi sonucu “Tâğût” maddesini “es”
geçmiş.
Sadece şu tanımı
yapmakla yetinmişler: “Hak
yoldan saptıran, bazılarınca yaratılmışlık üstü konumunda tutulan varlık
anlamında bir Kur’an terimi.”
Oysa kavramın
etimolojisini, sözlük ve terim anlamlarını, bu kavram etrafında yapılmış
tartışmaları aktarmaları gerekirdi.
Tanımdaki “bazılarınca yaratılmışlık üstü konumunda tutulan
varlık” ifadesindeki" bazıları", müşrikler, Allahu Teala’ya ortak koşanlar.
"Yaratılmışlık
üstü konumda tutulma" ise putlaştırmaya,
kutsallaştırmaya ve tanrılaştırmaya karşılık geliyor.
*
Bu
tanrılaştırma ve putlaştırma peygamberler ve velîler (salih zatlar) hakkında
bile yapılabiliyor.
Mesela
Hristiyanlar’ın büyük bir bölümü Hz. İsa
aleyhisselam’ı, ve gulat-ı Şîa (mesela Nusayrîler, bazı Alevîler) Hz. Ali radiyallahu anh’i “tanrı”
yapmış durumdalar.
Tevbe
Suresi’nin 31’inci ayetinde, Hristiyanlar’ın Hz. İsa’nın yanı sıra rahiplerini
de putlaştırdıkları belirtilir (ve aynı şekilde Yahudiler’in de hahamlarını):
“(Yahudiler) hahamlarını, (Hristiyanlar
da) râhiblerini ve Meryemoğlu Mesîh'i Allah'tan başka rabler edindiler. Hâlbuki
ancak tek bir İlâh'a ibâdet etmekle emrolunmuşlardı. O'ndan başka ilâh yoktur!
O, (onların) ortak koşmakta oldukları şeylerden tamamen münezzehtir!”
İslam
ulemasının ve tasavvuf büyüklerinin sözlerine de “Onlar ne söylerse doğrudur,
Kitap ve Sünnet’e aykırı olsa bile onların her sözlerinde bir hikmet vardır”
diyerek tam teslimiyet gösterenler de benzer durumdadır. Ulemanın ve tasavvuf
büyüklerinin hak yolda olanları, ahirette, kendilerine bu şekilde tabi olanlardan berî
olduklarını ilan edecekler.
Maide
Suresi’nin 116 ve 117’inci ayetlerinde şöyle buyuruluyor:
“Yine (hesap gününde) Allah:
‘Ey Meryemoğlu Îsâ! İnsanlara: “Allah'ı bırakıp da beni ve annemi iki ilâh
edinin!” diye sen mi söyledin?’ buyurduğu zaman, (Îsâ) der ki: ‘(Yâ Rabbî!) Sen,
(noksan sıfatlardan) münezzehsin! Benim için hak olmayan bir şeyi söylemem bana
yakışmaz! Eğer onu söylemiş olsaydım, o takdirde (sen) onu muhakkak bilirdin!
(Sen) benim nefsimde olanı bilirsin; fakat (ben) senin zâtında olanı bilmem!
Muhakkak ki görünmeyenleri hakkıyla bilen ancak sensin!’
“’(Ben) onlara: “Benim de
Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibâdet edin!” diye (senin) bana, o
emrettiğinden başka bir şey söylemedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe, onların
üzerinde bir şâhid (bir gözetleyici) idim. Nihâyet beni (aralarından) alınca,
onları hakkıyla gözetleyici olan ancak sen idin! Ve sen, herşeye hakkıyla şâhid
olansın!’”
*
Günümüz Türkiye’sine gelelim.
Selanikli Ali Rıza ile Zübeyde’nin ölüp cesedi
çürüyüp bozulmuş olan içkici ve dans meraklısı oğlu Mustafa Kemal Atatürk de
putlaştırmadan nasibini almış durumda.
Onu kimisi tanrı ilan etmiş kimisi peygamber..
Kimisi Çankaya köşkünü Kâbe yapmış, kimisi
Atatürk Ekber diyerek şiir sanatı adına zırvalar dizmiş.
Selanikli’nin yalakaları “Sultan’la birlikte
Allah’ı da tahtından indirdik” diyerek sapıklık sanatında zirveyi
yakalamışlar.. Yani, “Ulu putumuz Selanikli’yi sadece padişahlık tahtına
oturtmadık, aynı zamanda tanrı yaptık” demişler.
Selanikli’ye kimisi “yarı tanrı, yarı ilah”,
kimisi “tam tanrı” demiş.
Ölü için bir metrekarelik toprak parçası
yeterken tanrıları Selanikli için devasa bir anıt mezar yapanlar burasının
mabet (tapınak) olduğunu ilan etmişler.
Gidişattan İsmet İnönü bile rahatsız olmuş,
Anıtkabir’in aşırılıklara sahne olmasından endişelendiğini dile getirmiş.
Evet, ortada bir tanrılaştırma, putlaştırma
var.. Yani Selanikli'nin, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin “tağut”
tanımında geçtiği şekilde “bazılarınca
yaratılmışlık üstü konumunda tutulan varlık” haline getirilmesi
durumu yaşanmış.
*
Peki,
Selanikli’ye ahirette “Ey Zübeyde oğlu Kemal! Ey 'rakı sever' Mustafa, ey dans meraklısı Mustafa Kemal, insanlara: ‘Allah'ı bırakıp
da beni ilâh edinin!’ diye sen mi söyledin?” şeklinde bir soru
yöneltildiğinde ne cevap verecektir?
Hz.
İsa a .s. gibi şunu diyebilecek midir:
“’Ben onlara: “Benim de
Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a ibâdet edin!” diye Allah'ın emrettiğinden başka bir şey söylemedim.”
Hakkını
yemeyelim, Firavun’un yaptığı gibi
açıkça “Ben tanrıyım” demedi, fakat tanrılaştırılması türünden yalakalıkları
beşuş bir çehreyle kabul etti, “İstemez, yan cebime koyun” formülüyle iç etti.
Bunu
fark eden embesil yalakalar ve tufeylî asalaklar taifesi “Ne kaa ekmek, o kaa
köfte” babından bal kâsesine üşüşen sinekler gibi etrafını çevirdiler.
Ticaret
kârlıydı, ne kadar yağ, o kadar ulufe, ne kadar yalakalık, o kadar makam mevki
formülü yürürlükteydi.
*
Selanikli,
kendisini tanrılaştıran asalak yalakalar taifesine hiç değıilse bir inilti, bir vızıltı, bir
fısıltı, bir mırıltı ile itiraz etse, “Haddinizi bilin lan utanmaz yalakalar, ben
de sizin gibi Allah’ın yiyip için yellenen, tuvalete gidip ıkınıp sıkınan aciz
bir kuluyum, defolun başımdan” deseydi, sorun yoktu, fakat bunu demeyip “Sükut
ikrardan gelir” fehvasınca onları onayladığı, onaylaması da yetmiyormuş gibi
ödüllendirdiği için, TDV İslâm
Ansiklopedisi’nin “tağut”
tanımında geçen “Hak
yoldan saptıran” ifadesinin de hakkını tam vermiş durumda.
Yani
dört dörtlük, kusursuz bir tağut olmayı başarmış.
Peki
bu noktada bize (ve de, eğer “tağutî bir
devlet” olmak istemiyorsa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ve devletlûlarına)
düşen nedir?
Cevabı
ben vermeyeyim.. Allahu Teala’nın mesajını okuyalım:
“… Artık kim tağutu inkâr
edip Allah’a inanırsa, muhakkak kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa
sarılmış olur. Allah, işitendir, bilendir.
“Allah, iman edenlerin
dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostları ise
tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. Onlar cehennemin
yoldaşlarıdır ve orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/256)
“De ki: Allah katında
uğrayacakları ceza itibariyle kötünün kötüsü bir durumda olanları size haber
vereyim mi? Bunlar, kendilerini Allah’ın lânetlediği, gazabına uğrattığı,
kimini maymunlara, kimini domuzlara çevirdiği kimseler ile tağuta tapanlardır.
İşte bulundukları yer ve konum itibariyle en kötü olan ve dosdoğru yoldan en
çok sapanlar onlardır.” (Maide, 5/60)
“Tağuta kulluk etmekten
kaçınıp, gönülden Allah’a yönelenlere müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı
müjdele!” Zümer, 39/17)