CEMAATLERDEKİ ALDANMA, ALDATMA VE İSTİSMARIN DİNAMİĞİ: ERDEMSİZ ERDEMLİLİK TİYATROSU

 



 

FETÖ DARBE DİLİN BİLÜR DEDİLER, BİR FETÖ VAR FETÖ’DEN İÇERÜ” başlıklı yazıda, Fethullah Gülen’in nasıl aldatılmış ve oyuna getirilmiş olduğunu, (Anadolu Ajansı’nın yazılarına atıfta bulunduğu) gazeteci Ahmet Dönmez’in anlatımıyla görmüştük.

Dönmez’e göre, Fethullah aldatıldığını farkettiğinde bunu ilan etme açık sözlülüğünü sergileseydi, 15 Temmuz yaşanmayabilir, en azından FETÖ’ye bu ölçüde bir fatura çıkarılamayabilirdi.

Peki neden Fethullah aldatılmışlığı sineye çekti, sustu?

Dönmez, kendince cevaplar veriyor, ve bu arada, insandaki marazî “tutarlılık” ve “erdem” yanılgısına da dikkat çekiyor.

Şunları diyor:

Psikolojide, “Foot in the Door”, yani “Kapıya Ayak Koyma (KAK) Tekniği ” adı verilen bir ikna yöntemi vardır. İlk olarak 1966 yılında Stanford Üniversitesi’nden sosyal bilimciler Jonathan Freedman ve Scott Froser tarafından geliştirilen, daha sonra Prof. Arthur L. Beaman tarafından resmen tanımlanan bu teknik, aynı zamanda bir manipülasyon yöntemidir.

Temel mantığı şudur; büyük bir iyilik isteyeceğiniz bir insandan, önce kabul edeceği küçük bir şey istersiniz. Böylece, kapanmakta olan kapının ağzına ayağınızı koymuş ve kapanmasını engellemiş olursunuz. Ayrıca daha büyük taleplerin artık o kapıdan içeri girmesini sağlarsınız. İlk isteği kabul eden muhatap, kendi kendiyle çelişmemek için veya tutarlılığını muhafaza edebilmek için bu ikinci ve daha büyük talebi de yerine getirmek zorunda hisseder kendini. Aksi takdirde ilk verdiği kararın da yanlış olduğunu düşünecektir, ki çoğu insan böyle bir iç çatışma yaşamak yerine kendi kendiyle tutarlı olmak gibi bir ‘erdeme’ sarılacaktır. 

*

İşte bu sözde erdem, gerçek erdemin, dürüstlük, şeffaflık ve açık sözlülüğün en büyük düşmanıdır.

Böylece insan, “iç çatışma” yaşamamak için “gerçek”le çatışma içine girer. Gerçekleri kabullenmez.

Girilen yanlış yolda tutarlılık adına yürümeye devam eder.

Fakat tek neden bunlar değildir.. Yanlış yolda birtakım yol arkadaşları edinilmiştir ve insanlar bunlardan kopamazlar.. 

Yalnızlık korkusu iradelerini felç eder.

*

İnsanları aldatanlar, ister bireysel dolandırıcı ve sahtekârlar olsunlar, isterse profesyonel örgüt ve kurumlar (istihbarat teşkilatları, çeteler vs.) olsunlar, benzer taktikleri kullanırlar.

İnsanların zaafları ve (maddî-manevî) ihtiyaçları en büyük sermayeleridir.

Övmek gerektiğinde överler, tehdit etmek gerektiğinde tehdit ederler, ima ile veya açıkça vaatlerde bulunup umutları canlı tutarlar.

Bu arada ahlakî erdemleri ve dinî emirleri istismar etmeyi de unutmazlar.

Adam gelip sizi aldatmak için bir sürü yalan söyler, size kumpas kurar, sizi aldatmaya çalışır, aldatır, tuzağa çeker, başınıza çorap örer, iyi niyetinizi istismar edip sizi kullanır, fakat siz onun maskesini düşürecek birkaç söz söylediğinizde mesela hemen, “Bir kimse bir kardeşine bir şey anlatır da o sırada sağa-sola bakınırsa, söylenen o söz artık bir emânettir” şeklindeki hadisi hatırlatır, sizi emanete ihanetle suçlar.

Halbuki karşınızdaki kişinin bütün hayatı ihanettir..

Bütün ömrünü size ve sizin gibilere ihanet etmekle, aldatmakla, istismar edip kullanmakla geçirmiştir.

Bir başka silahları, “Kişinin her duyduğunu anlatması, ona yalan olarak yeter” şeklindeki hadistir.

Kendileri hakkında hiç kimse konuşmamalı, insanları sonuna kadar rahatça aldatabilmeli, kullanabilmelidirler.

*

Fethullah Gülen, MİT’çi İbrahim’in adamı Mehmet Değerli’nin kendisini Hulusi Akar'ın adını kullanarak aldattığını ilan edebilseydi, 15 Temmuz’un faturası kendisine (en azından bugünkü ölçüde) çıkarılamazdı.

Fakat kendisi de baştan beri Değerli’nin yaptığı gibi insanların iyi niyetlerini istismar ederek yol almıştı.

Dürüst davransaydı devlet tarafından sözde "aranıp bulunamıyormuş" gibi gösterilerek efsaneleştirilmez, önü açılmazdı.

Bediüzzaman gibi çileli bir hayat yaşar, talebeleri olsa bile okulları, şirketleri, kurumları, kuruluşları, uluslararası bağlantıları, çiftlikleri, kampları olmazdı. 

Fakat cemaati bugünkü felaketlere de uğramazdı.

Onun basiretini bağlayan, geçmişiydi.. Madem ki bu laik (siyasal dinsiz) devletin derinlikleri kendisini siyasal İslam karşıtı akredite ılımlı İslam (kültürel İslam) olarak destekleyip önünü açmış ve bugünlere getirmişti, o halde geçmişte olduğu gibi yine destekleyebilirdi.

Hükümet başka, devlet başkaydı.. 28 Şubat'ta bu görülmüştü..

*

İnsanın gelecekle ilgili kararlarında şartlanmaların etkisi altında kalmaması, geçmişin acı ve tatlı tecrübelerini bir tarafa bırakıp önyargısız değerlendirme yapabilmesi kolay değil. 


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...