MUSTAFA KEMAL, NASIL ATATÜRK OLDU?

 

PADİŞAH VAHİDEDDİN İLE KÂZIM KARABEKİR'İN SIRTINDAN..





ATATÜRK'ÜN KARAKTERİ (HALİDE EDİB ADIVAR'IN ŞAHİTLİĞİNE GÖRE) -3


Dr. Seyfi Say


Evet, Halide Edib'e göre, Atatürk'ü Anadolu'ya Padişah Vahideddin göndermişti.

Ona göre, 19 Nisan 1919 tarihinde Trabzon'a ulaşan Kâzım Karabekir'in (Artık kaç günde Erzurum'a ulaştıysa?) doğudaki, düşmana karşı halkı silahlandırma şeklinde kendisini gösteren "kuvvetli hareket"i Padişah’ı korkutmuştu: 

... Mustafa Kemal Paşa’yı, Kâzım Karabekir Paşa’nın bu tehlikeli isteğini önlemek için oraya [Anadolu'ya] göndermişti. 

(Halide Edip Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı I, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi, 1998, s. 21.)

Bilindiği gibi, Atatürk'ün Samsun'a varış tarihi, Kâzım Karabekir'in Trabzon'a varışından tam bir ay (30 gün) sonrası.. 

Ancak, Padişah iradesiyle (emriyle) resmî görevlendiriliş tarihi, 30 Nisan..

Yani, Karabekir'in Trabzon'a varışından (Erzurum'a değil) sadece 11 gün sonra.

Bu yazı dizisinin ilk bölümünde de dile getirdiğimiz gibi, Padişah'ı, Karabekir'in icraatı değil, İstanbul'da başta Mustafa Kemal olmak üzere tanıdığı komutanlara söylediği, "İAnadolu'da, doğuda gerekirse yeni bir hükümet, yeni bir devlet kuralım, sonra da batıyı, bu tarafı kurtaralım" şeklindeki sözleri rahatsız etmiş olabilir.

Ve Padişah'ın bunu, sadık bende rolü oynayan ve sık görüştüğü yaveri Mustafa Kemal Atatürk'ten duymuş olması ihtimali çok yüksek.

Halide Edib'in aktardığı gibi, Padişah, Atatürk'ten, komutanların kendisi hakkındaki düşüncelerini sormakta, onu muhbir gibi kullanmaktadır. (A.g.e., s. 20.)

*

Türkiye'nin Atatürkçüleri/Kemalistleri, akıl edebiyatını kimseye bırakmamakla birlikte akıllarını kullanmayan, kullanamayan bir topluluk durumunda..

Bir taraftan Falih Rıfkı ve Halide Edib gibi isimlerin kitaplarını basarlar, okunmasını tavsiye ederler, diğer taraftan, onlar açıkça "Atatürk'ü Anadolu'ya Vahideddin gönderdi" diye yazdıkları halde, "Hayır, göndermedi" derler.

Falih Rıfkı, şunu söylemektedir:

“Geçenlerde bana, Birinci Dünya Harbinden tanıdığım bir ahbap geldi. O vakitler, İttihat ve Terakki sürgünlerindendi [Malta'ya sürülenlerdendi]. [Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle başlayan] Mütareke [ateşkes] devrinin Saray ve Hürriyet ve İtilaf [Partisi hükümeti] tarafını yakından ve içinden görmüş olanlardandır.

Bana anlattığına göre Vahideddin, Mustafa Kemal’in gerçekten memlekette faydalı şeyler yapabileceğine inanarak onu Ordu Müfettişliğine yollamıştır.

Padişah [henüz] veliaht iken, Almanya’ya Mustafa Kemal ile birlikte gitmişti. Bu seyahat sırasında Mustafa Kemal Almanya’nın durumu ve gelecek hadiseler üzerine ne söylemişse, sonradan olduğu gibi çıkmıştı. Vahideddin’in kendisine güvenmesinin sebebi bu idi. [Sevmediği İttihatçı liderler] Enver ve arkadaşlarının aleyhinde olduğunu da biliyordu.”

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 143-4.)

*

Halide Edib de, kitabında bunu ikinci kez şöyle ifade etmektedir:

Mustafa Kemal Paşa, İzmir’in işgalinden bir gün sonra, yani Mayıs’ın 16. günü Anadolu’ya hareket etti. Bu tarih, Millî Mücadele’de bir dönüm noktasıdır. Padişah ve Damat Ferit, onu Doğu’yu yatıştırmak için göndermişti.

(Adıvar, s. 20.)

Rivayetlerdeki farklılık şurada, Falih Rıfkı'nın anlatımına göre, Vahideddin, Atatürk'ün "memlekette faydalı şeyler yapabileceğine" inanıyor.

Halide Edib'e göre ise, zararlı şeyler yapsın diye gönderiyor.

Ancak, bizzat Atatürk'ün kendisi, Falih Rıfkı'ya tam aksi yönde şeyler söylemiş durumda:

Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdettin’le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi’ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu. Birbirine paralel hatlar üzerine düşman zırhlıları! Bordalarındaki toplar sanki Yıldız Sarayına doğrulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek kafi idi. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:

-Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir (elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti:) tarihe geçmiştir.”

O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla dinliyordum:

-Bunları unutun, dedi, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa paşa, devleti kurtarabilirsin!

(Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul: Sena Matbaası, 1980, s. 173)

*

Vahideddin, bunları, Trabzon'a hareketinden önce kendisine teşekkür ve veda ziyareti yapan Kâzım Karabekir'e de söyleyebilir, "Paşa paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunları unut, asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir" diyebilirdi.

Çünkü, Kâzım Karabekir kendisine metanet tavsiye ediyor, ümit veriyor, "Devleti kurtarabiliriz" diyordu.

"Evet, devleti kurtarabilirsin!! Paşa paşa, sana güveniyorum" diye karşılık verebilirdi.

Dememiş, "Cuma selamlığıdır, fazla konuşmayalım" diyerek başından savmış:

11 Nisan cuma günü Padişaha arz-ı veda için selamlığa gittim ve huzura kabul olundum.

Beni Şarktaki dokuzuncu ordu kıtaatından müteşekkil olan [oluşan] onbeşinci kolordu kumandanlığına tayin buyurduklarından dolayı teşekkür ettim, ve İstanbulda kolordu kumandanlıklarından gelmiş genç kumandanların Anadoluya kıtaatın başına geçirilmesi için istical buyurmalarını [acele etmelerini], aksi halde telafisi gayri mümkün [giderilmesi imkansız] felaketlerle karşılaşacağımızı hatırlattım ve itilaf devletlerinin ordularımızın silahlarını toplamağa başladıklarını ve bunun neticesinin korkunç olacağını izah ettim. 

Sultan Vahdettin iltifat ve dua etti. Büyük bir korku içinde kıvranıyordu. Sözlerim iyi tesir etti fakat uzun görüşmeden endişe ile: 

- (Fazla görüşmek münasip değil cuma selamlığıdır. Fakat fikrinizi takdir ediyorum) dediler, arz-ı veda ile metanet tavsiye ettim. 

(Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimizin Esasları, İstanbul: Sinan Matbaası ve Neşriyat Evi, 1933-1951, s. 41.)

*

Padişah Vahideddin, Karabekir'i başından savıyor.

Sonra ne yapıyor?

Halide Edib'e göre, "kuvvetli hareketinden korktuğu" Kâzım Karabekir'i engellesin ve doğuyu yatıştırsın diye hemen arkasından olağanüstü yetkilerle (Ki bu yetkiler çerçevesinde Karabekir de onun emri altına girmiş oluyor) Atatürk'ü Anadolu'ya gönderiyor. 

Atatürk ne yapıyor?

Halide Edib'e göre, ikili oynuyor, takiyye yapıyor, yalan söyleyerek Padişah'ı aldatıyor:

Padişah ve Damat Ferit, onu Doğu’yu yatıştırmak için göndermişti. Görünüşte hükûmetin emrini kabul etmiş gibi davranırken, gizliden gizliye Ali Fuad Paşa (Ankara’da On İkinci Ordu Kumandanı), Kâzım Karabekir Paşa (Erzurum’da Dokuzuncu Ordu Kumandanı) ve Rauf Bey ile anlaşmıştı.

(Adıvar, s. 20.)

Görünüşte Padişah'ın ve hükümetin emrini kabul etmiş gibi davranmış.. 

Halide Edib öyle söylüyor.

"Evet efendim, başüstüne efendim, nasıl emir buyuruyorsanız efendim, kulunuz her emrinizi ifaya hazırım" filan demiş..

Bir taraftan da arkadan dolap çevirmiş. Gizliden gizliye başka şeyler yapmış.

Bu gizli saklıları arasında, İngiliz İstihbaratı'nın (gizli servisinin) İstanbul şefi Rahip Robert Frew'la başbaşa yaptığı mahrem görüşmeler de var.

*

Ancak, Anadolu'ya gider gitmez foyası (kısmen) meydana çıkıyor. 

Vatan savunması değil, yeni bir hükümet kurmak için kolları sıvıyor. (Foyası kısmen meydana çıkıyor, çünkü, Erzurum Kongresi sırasında bile, gelecekte Türkiye'de tesettürü/örtünmeyi kaldıracağını, millete zorla şapka giydireceğini sadece yakın arkadaşlarına söylüyor. Gizlice.. Aralarında kalma kaydıyla.. Bunları yapabilmek için yeni bir hükümete ve devlete ihtiyaç var. İngiliz İstihbaratı'nın İstanbul şefi ile ne tür gizli şeyler konuştuğunu ise görünüşe göre ancak ahirette Mahkeme-i Kübra'da öğreneceğiz.)

Bunun üzerine Vahideddin, Mustafa Kemal'i görevden alıyor, üzerindeki müfettiş etiketli Anadolu genel valiliği anlamına gelen yetkileri Karabekir'e veriyor.

*

Fakat Karabekir'in karakteri Ali Rıza ile Zübeyde'nin oğlu Selanikli Mustafa'nınki gibi değil.

Bu görevlendirmeyi kabul etmiyor. Mustafa Kemal'e "Emrindeyim" diyor.

Ve Mustafa Kemal, doğudaki tek önemli güç olan Karabekir'in ordusuna güvenerek resmî görevlerinden istifa ediyor. 

Körün istediği bir göz, Allah vermiş iki göz.. Böylece, ilerde, "Beni millet lider yaptı" deme imkânına da kolayca kavuşmuş oluyor. 

*

Halide Edib'in yazdıklarına bakılırsa, yaptığı şey, İngilizler'i de memnun edecektir:

Kolonel H. Symythe, saat on biri geçe geldi. ... 

İngiltere [İstanbul'da düzenlediğimiz] bu millî hissiyatı, yani mitingleri çok beğeniyormuş. Bundan başka da, İngiltere'nin milleti temsil eden [meclise/parlamentoya dayanan] bir hükümeti mutlakiyete [padişahlığa] tercih edeceğini de ekledi. ...

«Aynı zamanda Sultanahmet'teki gibi bir miting daha yaparak padişahı seçime ve Meclis'i açmaya zorlamak istiyormuşsunuz.»

Bu sefer ben şaşırdım. Gerçi böyle bir fikir aramızda konuşuluyorduysa da, bunu kongrenin toplantısında söylememiştik. Böyle bir karar alırsak, bunu İngilizlere söyleyecektik ama, onlar bunu nereden haber almışlardı? Yüzümdeki şaşkınlığı anlamış olacak ki, zafer kazanmış bir gülümsemeyle:

«Buna devam ediniz. Büyük bir miting yapınız. Meclis'in iadesine karar verirseniz, İngiltere de sizi tutar ve halkın temsilcileriyle anlaşmayı padişahla anlaşmaya tercih eder

(A.g.e., s. 43-5.)

Nasıl bir anlaşma olacaktır bu?

Hangi konularda anlaşacaklardır?

*

Atatürk, daha sonraki süreçte, kendisini Anadolu'ya gönderen Vahideddin'e de, orada konumunu sağlama almasına imkân veren Kâzım Karabekir'e de şükran duygularını fazlasıyla sunacaktır. 

Özet kabilinden yazdığımız bu son ifadeleri, bir sonraki yazıda inşaallah, Halide Edib'in şahitliği çerçevesinde detaylandıralım.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...