İSLAMCILIK (SİYASAL İSLAM), İSLAM'IN KENDİSİDİR

 



Siyasal İslam'ı (İslamcılığı) öldürmeye çalışan iç ve dış tetikçi katiller sürüsünden söz ediyorduk.

Onlardan birinin Prof. Bassam Tibi olduğunu söylemiştik.

2012 yılında yayınladığı Islamism and Islam adlı kitabı üzerinde durmuş, kitabın tanıtımını yapan Vekovic'ten alıntılar yapmıştık. 

En son Vekovic'in şu cümlesini aktarmıştık: "Ya da başka bir deyişle, İslamcılık İslam'ın belirli/özel (specific) bir yorumudur, fakat İslam değildir." (s. 440)

Peki İslam nedir?

Buna verilecek her cevap, İslam'ın bir yorumu olacağı için, "İslam değildir" diye kenara atılacak birşey olma durumunda..

Dolayısıyla "İslam nedir?" sorusunun cevap kümesi, "boş küme" haline geliyor.

İşte, Batılılar'ın akademisyen görünümlü satılmış ajan uşaklarının Müslümanlar'ı getirmek istedikleri nokta bu: Aslında ortada İslam diye birşey yok. 

Hepsi, İslam'ın, İslam olmayan yorumundan ibaret. 

İslam, mevcut olmayan, anlatılamayacak, tebliğ edilemeyecek birşey.

*

Evet, İslamcılık (İslam) düşmanlarının zırvalarının özeti bundan ibaret.

Ülkemizdeki İslamcılık üzerine ahkâm kesen boş kafalıların (Ki birçoğu Batılı istihbarat teşkilatlarının yerli acentalarının adamıdırlar) laflarına bakınız, Bassam Tibi gibi satılmış ajanların yerli-milli kopyası olmaktan öteye gitmediklerini görürsünüz. 

Tumturaklı cümleler kurarlar, sahtekârlıkları ve kötü niyetleri ortaya çıkmasın diye lafı uzatır, döndürür dolaştırır, it oynamış yonca tarlası gibi karmakarışık ifadeler kullanırlar, fakat ana fikir şundan ibarettir: "İslamcılık İslam'ın yorumlarından bir yorumdur, fakat İslam değildir."

Böyle bir mantık(sızlık) ile, doğru yorum ile yanlış yorum arasındaki farkı ortadan kaldırmak isterler.

Bir şeyin yorumu, o şeyin kendisi değilse, yorumlardan hangisine yanlış ya da doğru diyebilirsiniz ki?!

Mesela, mahkemede kanun maddesini yorumlayarak hüküm veren bir hakimi alalım.. Her yorum, yorum olması bakımından eşit midir, bu yorumların doğru ve yanlış olanları yok mudur?!

"Usûl"e uygun olan ve olmayan yorumlar ayrımı yapılmayacak mıdır?

Usûle uygunluk ve usulsüzlük diye birşeyden söz edemeyecek miyiz?

*

İmdi, bazı kanun maddeleri vardır, ifade açık ve nettir, yorum gerektirmez.

Mesela, Anayasa'nın 2. maddesinde Türkiye devletinin başkentinin Ankara olduğu belirtilir. Bunun yorum gerektiren bir yanı yoktur. Bu noktada Anayasa'yı ya kabul edersiniz, ya da reddedersiniz. Yorumlayamazsınız.

Bunun Mecelle'deki ifadesi şöyledir: "Mevrid-i nassta ictihada mesağ yoktur."

İslam'ın bazı hükümleri böyledir. Bu tür hükümler söylendiğinde, "Bu, yorumdur, sadece seni bağlar" denilemez. Herkesi bağlar.

İşte, İslamcılar'ın (Siyasal İslam taraftarlarının) savunduğu pekçok ilke bu durumdadır. Reddedenler Siyasal İslam'ı ya da İslamcılığı değil, İslam'ı reddediyorlar.

Fakat bunu açıkça ve mertçe söylemek yerine münafıklık yapıyorlar.

(Siyasal İslam'dan kastımız, İslam'ın siyasal nitelikteki ilke ve kurallarıdır, falanca laik/dinsiz devletin laik/dinsiz yasalarına göre siyaset yapma ve söylem geliştirme durumunda olan aciz ve zavallı hareketler değildir.)

*

Ancak, her kanun hükmü, başkentin Ankara olması gibi açık ve net olmaz.

Yorum gerekebilir.

Mesela mevcut Anayasa'nın 13'üncü maddesi böyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

Burada yorum, temel hak ve hürriyetlerden başlar.. 

Temel hak ve hürriyetlerin neler olduğu konusunda yorum farklılığı ortaya çıkabilir.

Bunların özlerinin ne olduğu da ayrı bir sorundur. 

Ayrıca, Anayasa'nın sözü ve ruhu meselesinde ruhtan ne anlamak gerektiği de tam anlamıyla yorum meselesidir. Sözü anladık, fakat ruh nedir?

Ayrıca, "ölçülülük ilkesi"nden neyi anlayacağız, bu da yoruma bağlıdır.

Evet, bütün bunlarda yorum devreye girer. 

*

Ancak, bu noktada bazı yorumlar doğru, tutarlı ve isabetli, bazıları da yanlış olacaktır.

Doğru olanlar, öncelikle Anayasa'nın sözüne (lafzına) uygun olacak, mantıkî tutarsızlık taşımayacak, hukuk bilginlerinin ve deneyimli hukukçuların önemli bir bölümünün onayını alacaktır.

Buna karşılık, bazı yorumların saçmalık olduğu söylenebilecektir.

Ayrıca, yorum sahiplerinin liyakat ve ehliyeti de sorgulanacaktır.

Böylesi bir madde hakkında Kırşehir'in Kaman ilçesindeki ilkokulu sekiz yılda torpille bitirmiş okuma özürlü bir bakkal yorum yaptığında, lafları mantıklı bile olsa, ona, "Sen önce adını doğru yazmayı öğren lütfen, ondan sonra gel!" denilecektir.

Böyle bir konuda ahkâm kesen kişinin hukukçu olması istenecektir.

Hek hukukçuya da söz hakkı tanınmayacaktır. Anayasa hukukçusu unvanı aranacaktır.

*

İşte, İslam'ın bazı hükümlerine ilişkin yorumların durumu da budur.

Mesela namazın beş vakit olduğu konusunda ihtilaf bulunmamaktadır. Yorum namına kimse farklı bir iddia ile ortaya çıkamaz. Bu yol, kapalıdır.

Ya da mesela öğle namazının farzının dört rekat olduğu konusunda ihtilafa rastlanmaz.

Fakat, büluğ yaşının kaç olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bunun da nedeni, konu ile ilgili farklı hadîslerin mevcut olmasıdır.

Bunlar hakkrında müctehitler (uzman hukukçular) uzun uzadıya tartışmışlar ve bazı sonuçlara varmışlardır.

Bunlardan usule uygun olanlar yerleşik mezheplerin ictihatları olarak kabul görmüştür.

Usulsüz olanlar ise, usulsüzlüğü icat edenle birlikte başlamış ve bitmiştir. Ya da ulema tarafından "sapık mezhep" olarak mahkum edilmiştir.

*

İmdi, Basbam Tibi gibi İslam hukukçusu olmayan, Batı'nın seküler sosyal bilimleri adına konuşan satılmış ajanların "İslamcılık, İslam'ın yorumlarından bir yorumdur" herzesinin, İslam açısından hiçbir kıymeti bulanmamaktadır.

Böylesi ajanların yerli gölgelerinin ya da versiyonlarının onlardan çalınıp çırpılmış laflarının da zerre kadar kıymeti yoktur.

İslamcılık olarak savunulan birçok husus, yorum gerektirmeyen, ya kabul ya da reddedilecek hususlardır.

Bu noktada İslamcı olmadığını söyleyen aslında müslüman olmadığını ilan etmiş olmaktadır.

Yani kâfir olduğunu açığa vurmaktadır. Aynı zamanda müslüman olduğunu da söylüyorsa, münafıktır.

En iyi ihtimalle, Kamanlı bakkal örneğimizde olduğu gibi aptal bir zır cahildir. Haddini bilip susması gereken bir soytarıdır.

*

Ne yazık ki ülkemizde küfrün işbirlikçisi münafıkların da, aptal soytarıların da sayısı fazlalaşmış bulunmaktadır.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...