Elhamdulillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ Rasûlinâ ve alâ âlihî ve sahbihî ...
CİNSİYETİ TOPLUMSAL (TOPLUMUN UYDURMASI, İCADI), ŞERİAT’I DA TARİHSEL (TARİHTE KALMIŞ, ÇAĞDIŞI) GÖSTERMEK
“Toplumsal
cinsiyet” kavramında “toplumsal”a yüklenen anlam ile, modernist İslam
güncellemeciliği tahrifat ve tahribat hareketinin kullandığı “tarihsellik”
kavramı arasında bir paralellik, hatta özdeşlik bulunduğu açık.
Şeriat
hükümlerinin tarihsel olduğunu söyleyenler, o hükümlerin evrensel
(tarih ve coğrafya üstü) olmadığını, belirli bir tarih ve coğrafya
(zaman ve mekân) için geçerli kabul edilmesi gerektiğini ileri sürüyorlar.
Onlara göre,
farklı zaman ve mekânlarda hükümler değişebilir, hatta mutlaka değişmelidir.
Mesela Allahu
Teala’nın Kur’an’daki “hırsızın elinin kesilmesi”
emrini alalım.. Bunlara göre, bu şart değildir, farklı bir ceza da
verilebilir.. Verilmelidir. (Tarihselcilerin pîri Fazlur Rahman İslam
adlı kitabında bunu yazmış durumda.)
*
Tarihsellik safsatasının ardına saklanarak dinde güncelleme
yapmanın küfrün ta kendisi olduğuna şu ayet-i kerîme delildir:
Bu ayet-i kerime, tarihselci yaklaşımın
asıl mucitlerinin Yahudiler olduğunu gösteriyor.
Adamlar Tevrat’ı resmen tarihselci bir
bakış açısıyla yorumlamışlar.. Peygamber Efendimiz s.a.s.’den yaklaşık 2 bin
sene önce nazil olmuş bulunan Tevrat’ın hükmünün farklı zaman
dilimi ve coğrafyalarda motamot uygulanmasının gerekmediğini düşünmüşler.
Din kültürünün dinamik bir süreç olarak
ilerlemesi gerektiği kanaatine varmışlar, onu dondurmanın kendilerini “toplumsal”ın dışına iteceği endişesi kafalarında yer etmeye başlamış.
Tevrat’taki hükümleri tuhaf bir nostalji duygusuyla “olduğu
gibi” uygulamaya çalışmanın işe yaramayacağına kani olmuşlar.
Tevrat eksenli “müze-dil”in devrinin geçtiği, Hz.
Musa dönemi simülasyonlarıyla oyalanmanın gerçeklikle bağını koparmak
anlamına geleceği değerlendirmesini yapmışlar.
“Dinin
güncellenmesi lazım, hangi devirde yaşıyoruz, 2 bin yıl öncesinin hükümleri
bugün uygulanamaz” demeye başlamışlar.
Tevrat karşısında tutuk
ve donuk davranmama, sofistike yollar bulma kararı almışlar.
*
Tek kusurları bunun felsefesini ve edebiyatını yapmamış, kavram geliştirmemiş
ve adını koymamış olmaları.
Yaptıkları şeyin adını koymyı lüzumsuz görmüşler.
Adamlar hâl ehliymiş, kâl (laf) ehli değil. Edebiyat
yapmak yerine yaşıyorlarmış.
Hani bazı çokbilmiş boşboğazlar, “Vaaz etme, nutuk
çekme, hayatınla, yaşayışınla, halinle örnek ol!” diyerek vaaz edip
nutuk çekerler ya; bunlar tarihselcilik konusunda gevezelik etmek, teoriyle
vakit öldürmek yerine işin pratiğiyle meşgul olmuşlar.
Böylece, “güncelleme” yapması için Peygamber Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmişler.
*
Ancak, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem, “Tevrat’taki hükümleri güncelleyemezsiniz” demiş.
Kendisine hüküm vermesi için başvurdukları mesele,
bir zina davası..
Tevrat’a göre, zanilerin recmedilmesi, taşlanarak
öldürülmesi gerekiyor.
Yahudiler de, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve
sellem’den bu konuda kendileri için bir güncelleme yapmasını istiyorlar.
Fakat Allahu Teala meseleye el koymuş:
"İçinde Allah'ın hükmü
bulunan Tevrât yanlarında olduğu hâlde, seni nasıl
hakem yapıyorlar? Sonra da bunun ardından yüz çeviriyorlar. Onlar (Tevrat’a)
iman etmiş kimseler değillerdir.” (Maide, 5/43)
Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hoca, Hak
Dini Kur’an Dili tefsirinde bu ayet için şu açıklamayı yapıyor:
Ebu Hureyre, Berâ b. Âzib, İbnü Abbas ve daha
birçoklarından gelen rivayetlerin özetine göre Tevrat'ta
İsrailoğulları'ndan zina edenlere recm (taşlanmak suretiyle
öldürülme) emredilmişti ve bunu tatbik ediyorlardı. Nihayet bir gün
büyüklerinden birisi zina etmiş, recm için toplanmışlar, fakat ileri gelen
seçkinler ve memleketin saygın kişileri kalkmışlar, [adam Türkiye’nin Deniz
Baykal’ı ya da kasetli MHP’lileri gibi büyük olduğundan emrin
uygulanmasını] yasaklamışlar. Sonra zayıflardan birisi zina etmiş,
bunu recm etmek için toplanmışlar. Bu defa da düşkünler gürûhu
kalkmış, "[Büyük olan] Arkadaşınızı recm etmedikçe bunu da
etmeyin, [edecekseniz] ikisini de recm edin" demişler.
Bunun üzerine, " Mesele zorlaştı,
geliniz bir çaresine bakalım [güncelleme yapalım]"
demişler. Recmi bırakıp tahmime [ziftleyip,
dövüp, yüzüne kara çalıp, ters olarak eşeğe bindirip gezdirme] karar
vermişler ki, yünden örülmüş, zifte bulanmış bir kamçı ile kırk
kamçı vururlar, yüzünü karalarlar, ters yüzüne bir eşeğe
bindirip dolaştırır teşhir ederlermiş. [Red Kit gibi çizgi
romanlarda buna rastlanır.] Peygamberimiz Medine'ye şeref verinceye kadar
böyle yapıyorlarmış.
Berâ b. Âzib (r.a.) den rivayet edildiği üzere bir
gün Resulullah Medine'de böyle bir yahudinin dolaştırıldığına bizzat rastlamış,
âlimlerinden birini çağırmış, "Sizde zina eden
kimsenin cezası böyle midir?" diye sormuş, "Evet" demiş. "Musa'ya Tevrat'ı
indiren Allah için söyle, kitabınızda zina edenin cezasını böyle mi
buluyorsunuz?" deyince, "Böyle yemin vermeseydin
söylemezdim, doğrusu recimdir" demiş ....
Sonra yahudi ileri gelenlerinden Yüsre adında
bir kadın Hayber ileri gelenlerinden bir yahudi ile
zina yapmış, tutmuşlar, Kureyza oğullarından bir takımlarını Resulullah'a
göndermişler, "Sorunuz bakalım zina hakkında ona indirilen hüküm
nedir? Korkarız ki bizi rüsvay eder, şayet celd (değnekle vurma cezası) derse
tutunuz, recim (taşlamayla öldürme cezası) derse sakınınız" demişler.
Gelmişler, sormuşlar. Ebu Hureyre (r.a.)'ın rivayetine
göre: "Şu adam ihsanından (namuslu
yaşamasından) [muhsanlığından] sonra namuslu bir kadın [Burada
galiba sadeleştirmede bir hata var, zina yaptığına göre namuslu değildir,
“muhsan” demek gerekiyordu] ile zina etti, seni hakem yapıyoruz,
hüküm ver" demişler.
Bunun üzerine Peygamberimiz kalkmış yahudilerin
dershanelerine gitmiş, "Ey yahudi toplumu, bana en bilgininizi
çıkarınız" buyurmuş, onlar da Abdullah b. Sûriya'yı
... göstermişlerdir ki, henüz genç ve yaşça diğerlerinden küçük ve tek
gözlü imiş, Resulullah bununla tenha kalmış ve meseleyi açmış, "Ey
İbnü Sûriya Allah'a ve Allah'ın İsrailoğulları'na olan nimetlerine ant vererek
söylüyorum. Namuslu [aslı muhsan olabilir] hayatından sonra zina eden
kimse hakkında Allah'ın Tevrat'ta recm ile hükmettiğini bilmiyor
musun?" buyurmuş, o da: "Allah için evet, ey Kasım'ın babası
(Muhammed)! ..." demiş.
Resulullah da oradan çıkmış, gelip hükmünü vermiş,
zina eden erkek ve zina eden kadının ikisinin de recmini emretmiş. …
*
O gün
için Tevrat’ın nazil olmasının üzerinden
yaklaşık 2 bin sene geçmiş bulunuyordu, bin 400 bile değil.
Ve Allahu
Teala, tarihselci bir bakış açısıyla güncelleme için Peygamber Efendimiz
s.a.s.’e gelen Yahudiler için “İçinde
Allah'ın hükmü bulunan Tevrât yanlarında olduğu hâlde, seni
nasıl hakem yapıyorlar?” buyurdu.
Günümüzün Fazlur Rahman gibi yahudileşmiş
ilahiyatçıları ise, “Gel vatandaş gel, Allah’ın Kur’an’daki
hükümlerini bırak, benim güncellememe gel, ne o öyle el kesme kol kesme!”
diyorlar.
Evet, Peygamber Efendimiz s.a.s., o
güncelleme meraklısı tarihselci Yahudilere Tevrat’taki hükmü
hatırlatmıştır.
*
Cinsiyet meselesini “toplumsal”a
bağlayan “dinimsi sosyoloğumsu” ahir zaman alâmetleri aynı zamanda tarihselci
olma, İslam’ın anlaşılması ve yaşanmasının “dinamik bir süreç”
olduğunu iddia etme durumundalar.
Tarihselci yaklaşımı reddetmeleri
durumunda cinsiyet konusunu “toplumsal” yaftasıyla dinamik (değişebilir, transformasyonel) hale
gtirmeleri mümkün olmaz.
Bu durumda cinsiyet alanında
donukluk zuhur eder, erkek hep erkek, kadın hep kadın kalır.. Erkeğin
kadın, kadının erkek olmasını geçtik, “toplumsallık” bakımından birbirlerine
benzemelerinin bile önü kapanmış olur.
Demek oluyor ki çare, dinî hükümler
alanında dinamizm ve güncelleme getiren tarihselci yaklaşımın
benimsenmesi..
Aksi takdirde dinî emir ve
yasaklarda donukluk zuhur eder.. Bu donukluk, cinsiyetle ilgili
hükümler bağlamında da kendisini gösterir.
Ancak, yukarıya aldığımız ayet
mealinin de gösterdiği gibi, kâfir olmayı göze almadan (dinamizm ve güncelleme
yanlısı) tarihselci olmak mümkün değil.
*
Evet, Kur’an hükümlerinin günümüzde aynen
uygulanamayacağını iddia eden tarihselci soytarılar, sözde donukluğa
karşı dinamizmin, tarihselliğe karşı güncelliğin, yerinde saymaya karşı
ilerlemenin, nostaljiye karşı “an”ın tadını çıkarmanın, simülasyona karşı
gerçekliğin bayraktarlığını yapıyorlar.
Merhum büyük şair Arif Nihat Asya’nın mısralarını hatırlamamak ne
mümkün:
Şu tekbir getiren mağara,
Örümceklerin değil;
Peygamberlerindir, meleklerindir.
Örümcek ne havada,
Ne suda, ne yerdeydi.
Hakkı göremeyen
Gözlerdeydi!
Evet, donukluk Şeriat’te değil, sizin eksik
tahtalı çalışmayan kurumuş kafalarınızda.
Tarihsellik, kısa bir süre yaşadıktan sonra nalları dikecek olan sizin bedenlerinize
özgü.. Geçmişi ve geleceği, olmuş ve olacak herşeyi bilen Allahu Teala’nın (Nasıl
bilmesin ki herşeyi yaratan O), zaman ve mekân üstü hikmetinin eseri olan
emir ve yasaklarına (Şeriat’e) değil.
*
Sanki ortada tek bir İslam yorumu var da, donmuşluk diye
adlandırılabilecek bir görünüm ortaya çıkmış.
Ümmet 73 fırkaya ayrılmış, isteyen istediğini
seçip beğenip alıyor.. Hatta isteyen (Talha Hakan Alp örneğinde olduğu gibi), “Artık
müslüman değilim, deistim” vs. diyor.
Donukluk edebiyatı yapılıyor, fakat ortada varlığını
sürdüren şey, gevşeklik, sululuk, laubalilik, lakaytlık, “usul”süz
müçtehitlik, boşvermişlik, “ben yaptım oldu”culuk, bid’atçilik, “kişiye
özel güncellemecilik”, ve de Adnan Oktar vs. tipi “dinamik İslam”.
Hak mezheplerin yerini “ırksal mezhep”ler (Türk
Müslümanlığı, Avrupa İslamı, Alman İslamı, Fransız İslamı, Çin İslamı vs.)
almış.. Bunlar, hak mezheplere “Arap İslamı” diye savaş açmışlar.
Bazıları da “coğrafî mezhep”ler icat etmişler: Anadolu
İslamı/Müslümanlığı, İstanbul İslamcılığı vs..
Geriye, “fırka-yı naciye”den (kurtulmuş topluluktan)
olmak için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabını örnek almaya,
onların izini takip etmeye çalışan üç beş kişi kalmış, ve bu “donmuşluk”tan
kurtulmuş oynak ve titrek omurgasız güncel kalabalıklar onlara “Bütün
çektiklerimiz sizin donmuşluğunuz yüzünden” diyorlar.
Sanki bu üç beş kişiyi dinliyorlar, onların uyarılarına
kulak veriyorlar da, onlar olmasa bunlar “Kim tutar bizi” kabilinden muhteşem işler
başaracaklar.
Merhum üstad Necip Fazıl, ''Biz hohlaya hohlaya buz dağlarını erittik; şimdi
ortalık çamurdan geçilmiyor''
demişti.
Ortada donmuşluk yok, çamur cıvıklığı ve şekilsizliği var.
*
Şeriat’te donmuşluk yoktur, her zaman her soruya bir cevabı
vardır.
Sen, donmuş kafanla ona sırt çevirdiğinde o, donmuş hale gelmez.
Sen artık layık olmadığın için Şeriat’in bayraktarlığı şerefi
senin elinden alınır, beğenmediğin samimi ve safderun Afgan mücahitlerine verilir.
“… Kendilerinde olanı değiştirmedikçe (nimete nankörlük
yapmadıkça), şüphesiz ki Allah, bir kavme olanı değiştirmez. Fakat Allah, bir
kavme kötülük dilediği zaman, artık onu geri çevirecek kimse yoktur. Onlar için
O'ndan başka (gerçek) bir dost da yoktur.” (Ra’d, 13/11)
YAHUDİLER’İN “ARZ-I MEV’UD”U BİR SAFSATA MIDIR?
Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın bugünkü (3
Haziran 2024 tarihli) yazısının başlığı şöyle: “Geliyorum diyen tehlike: Arz-ı mev’ud safsatası ve
Türkiye’nin parçalanan haritası”.
“Mev’ud”, “vaad edilmiş olan” demek.. Arz-ı mev’ud,
vaad edilmiş yer/diyar/arazi/toprak demek oluyor.
Allahu Teala’nın İsrailoğulları’na (ahit alarak, belirli şartlar koyarak) vaadde bulunmuş olduğu
doğrudur.
Tevrat ve İncil’de yer alan tabirler, kelimeler ve kavramlar
hakkında dikkatli olmamız gerekir.
Bunlardan Kur’an’a ve sahih hadîslere
aykırı olanların Yahudi ve Hristiyanlar’ın tahrifatının eseri olduğu anlaşılır..
Aykırı olmayanları ise, hadîste bildirildiği gibi, ne
tasdik etmeli, ne de yalanlamalı.. Susmalı, “Biz, Allah’ın indirdiği bütün
kitaplarına iman ettik” demeliyiz.
Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu:
“Siz
Ehl-i kitabı (Yahudi ve Hristiyanlar'ı) ne tasdik edin ne de yalanlayın. (Ancak, ayette geçtiği gibi)
şöyle deyin: ‘Biz, bize indirilene de size indirilene de iman ettik.’ (Ankebût,
29/46)"
*
Aynı gazetenin 1 Haziran tarihli sayısında ise İsmail
Kılıçarslan şunu diyordu:
“Bir din olarak Yahudilik ile bir ideoloji olarak
Siyonizm’i Yahudilik ile eşitlemek tam da bu Siyonist köpeklerin ekmeğine
yağ sürmek manasına geliyor.”
Bu, Batılı istihbarat servislerinin, dış politika mahfillerinin
ve onlarla bağlantılı akademisyenlerin ürettiği “din olarak İslam – ideoloji
olarak İslamcılık” ayrımını ters çevirip Yahudiler’e karşı kullanma
kurnazlığı ise de, daha işe yarar ve makul bir yaklaşım gibi görünüyor.
(Yahudiler, küffara şirin görünmek için kendilerini dinci değil dindar ilan eden yerli-milli angut sefiller ile münafıkların aksine, bunu “satın almaz” ve “yemezler”, o ayrı.)
Böylesi yaklaşımlara başvurulduğunda, hiç değilse işin ucu Tevrat’a karşı
küstahlık yapmaya kadar gitmez.
Evet, şu anda Yahudiler’in ellerinde olan Tevrat’ta
yer alan “arz-ı mev’ud” tabiri için safsata demek, kulluk edebine, İslam terbiyesine, ve
İslam’ın (Allah’ın bütün kitaplarını ve bütün peygamberlerini tasdiki emreden)
iman esaslarına sığmaz.
*
Ancak, “tanıdığımız” Yusuf Kaplan’ın kastının bu
olmadığını biliyoruz.. Derdini “maksadını aşar” tarzda ifade etme
dikkatsizliği ve özensizliği sergiliyor.
Günde iki defa zamanı doğru gösteren bozuk bir saat gibi
arasıra doğru laflar da söyleyen şiirsiz şair İsmet Özel’in bir
videosuna rastladım, şöyle diyordu:
“Bir yahudinin dünyanın her
yerinde rahat yaşaması için gerekli şartlara insan hakları deriz. İnsan
hakları bütün insanları ifade eden birşey değildir. İnsan hakları denilen şey
doğrudan doğruya bir tip insanın özellikleri hesaba katılarak tespit
edilmiş birşeydir. Belli bir insanı esas alır, o da yahudidir. Yani insan
hakları, yahudi haklarıdır. Bunun literatürde de yeri vardır. Yani bugün
sapık görüşlere sahip olmamızın sebebi kapitalizmdir. Yani insanların
para mukabili hayatlarını idame ettirmeleri.. Bütün milletleri şekillendiren üç
esas demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ekonomisi.. Bu üç esas
dışında herkes herşey olabilir….”
Özel’in, fikriyat.com’da “Niçin Batı’nın gerisinde kaldık?” başlıklı bir yazısı yayınlanan Mustafa Özcan’ın tam zıddı bir noktada durduğu görülüyor.
*
Her ne kadar gerçeklikte tekdüze ya da tek-örnek bir “yahudi
tipi” yoksa da, içlerinde zümrüdüanka kabilinden tek tük vicdanlılara
rastlanabiliyorsa da, ve de insan hakları sadece yahudi hakları değil aynı
zamanda “satanist hakları, eşçinsel sapık hakları, Budist hakları, müşrik
Hindu hakları, (ve Tükiye için konuşmak gerekirse) Şeriat düşmanı Kemalist
hakları” ise de, Özel’in sözleri, günümüzde “insan hakları” kavramının
niçin bu kadar revaçta olduğu hususuna ışık tutuyor.
İnsan hakları kavramı, insanlıktaki "insanî" ilerleme ve tekâmülü, olgunlaşmayı, gelişmeyi ve medenîleşmeyi değil, bazı "tip insanımsı"lara "sınırsız sapıklaşma ve vahşîleşme özgürlüğü" tanınmasını ifade ediyor.
Evet, insan hakları için yahudi hakları yerine “sapıklık hakları” demek daha doğru olabilir.. Daha kapsayıcı, daha kuşatıcı, vakıaya
daha uygun.
Ve, Özel’in dile getirmeye çalıştığı gibi, demokrasi, insan
hakları ve serbest piyasa ekonomisi, “evrensel değerler” haline
getirilmiş durumda.
Tarihsel kabul edilmiyorlar.
*
Türkiye’nin modernist ilahiyatçı soytarılarına göre Kur’an’ın
hükümleri bile tarihseldir, güncellenmeye muhtaç donmuş hükümlerdir, çağdışıdır, ilerici dinamizmden
yoksundur, evrensel geçerliliğe sahip değildir, fakat demokrasi, insan
hakları ve serbest piyasa ekonomisi evrenseldir.
Evrensel oldukları için ABD, Avrupa ve NATO, bu evrensel
değerleri hakim kılmak için (yanına laik Türkiye'yi de alarak) Afganistan’a özgürce, vahşîce ve sapıkça müdahale edebilir.
"Evrensel" hakkıdır.
Fakat Afgan halkı Şeriat’i kendi ülkesine hakim kılma
hakkına sahip değildir, çünkü o, tarihseldir.
Dolayısıyla müslüman Afgan, birtakım sapıklıklara "evrensel insan hakları" olma imtiyazı tanımak istemediği için özgür vahşetin evrenselliğiyle tanışmayı hak etmektedir.
“Şirksiz iman” evrensel değer olmadığı için Müslüman’ın
İslam’ı dünyaya hakim kılmak için cihat etmesi insanlık dışıdır, fakat “İngiliz-Yahudi
medeniyeti”nin dünyaya bombalarla, füzelerle demokrasi, insan hakları ve
serbest piyasa götürmesi onun doğal (ve de tarihsel olmayan) evrensel hakkıdır.
*
Arz-ı mev’ud konusunu nasıl değerlendirmeliyiz sorusuna bir başka yazıda cevap arayalım inşaallah.
MİT’İ ANLATAN TEŞKİLAT DİZİSİNDEN ÖĞRENDİKLERİM
Çok şey öğrendim, hangi birini anlatayım. Fakat son bölümdeki (138’inci bölümdeki) bir sahne, 16-17 yıl öncesini hatırlamama yol açtı....
-
Şu Hiranur Vakfı hocasının kızının evliliği meselesi, 28 Şubat 'taki (derin tezgâh) Müslüm-Fadime olayı gibi arsızca köpürtülüyor. ...
-
Erdoğan’la ilgili iki rüyamı yorumsuz olarak aktaracağım. Birincisini, Suriye’deki son gelişmeler başladığı sırada gördüm.. Erdoğan, de...
-
Odatv.com ’da “istihbarî” bilgileri “kulis” diye Hürrem Elmasçı takma adıyla aktaran kişi, son yazısına şu başlığı uygun görmüş: “ Er...