YAHUDİLER’İN “ARZ-I MEV’UD”U BİR SAFSATA MIDIR?






Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın bugünkü (3 Haziran 2024 tarihli) yazısının başlığı şöyle: “Geliyorum diyen tehlike: Arz-ı mev’ud safsatası ve Türkiye’nin parçalanan haritası”.

“Mev’ud”, “vaad edilmiş olan” demek.. Arz-ı mev’ud, vaad edilmiş yer/diyar/arazi/toprak demek oluyor.

Allahu Teala’nın İsrailoğulları’na (ahit alarak, belirli şartlar koyarak) vaadde bulunmuş olduğu doğrudur.

Tevrat ve İncil’de yer alan tabirler, kelimeler ve kavramlar hakkında dikkatli olmamız gerekir.

Bunlardan Kur’an’a ve sahih hadîslere aykırı olanların Yahudi ve Hristiyanlar’ın tahrifatının eseri olduğu anlaşılır..

Aykırı olmayanları ise, hadîste bildirildiği gibi, ne tasdik etmeli, ne de yalanlamalı.. Susmalı, “Biz, Allah’ın indirdiği bütün kitaplarına iman ettik” demeliyiz.

Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Siz Ehl-i kitabı (Yahudi ve Hristiyanlar'ı) ne tasdik edin ne de yalanlayın. (Ancak, ayette geçtiği gibi) şöyle deyin: ‘Biz, bize indirilene de size indirilene de iman ettik.’ (Ankebût, 29/46)"

*

Aynı gazetenin 1 Haziran tarihli sayısında ise İsmail Kılıçarslan şunu diyordu:

“Bir din olarak Yahudilik ile bir ideoloji olarak Siyonizm’i Yahudilik ile eşitlemek tam da bu Siyonist köpeklerin ekmeğine yağ sürmek manasına geliyor.”

Bu, Batılı istihbarat servislerinin, dış politika mahfillerinin ve onlarla bağlantılı akademisyenlerin ürettiği “din olarak İslam – ideoloji olarak İslamcılık” ayrımını ters çevirip Yahudiler’e karşı kullanma kurnazlığı ise de, daha işe yarar ve makul bir yaklaşım gibi görünüyor. (Yahudiler, küffara şirin görünmek için kendilerini dinci değil dindar ilan eden yerli-milli angut sefiller ile münafıkların aksine, bunu “satın almaz” ve “yemezler”, o ayrı.)

Böylesi yaklaşımlara başvurulduğunda, hiç değilse işin ucu Tevrat’a karşı küstahlık yapmaya kadar gitmez.

Evet, şu anda Yahudiler’in ellerinde olan Tevrat’ta yer alan “arz-ı mev’ud” tabiri için safsata demek, kulluk edebine, İslam terbiyesine, ve İslam’ın (Allah’ın bütün kitaplarını ve bütün peygamberlerini tasdiki emreden) iman esaslarına sığmaz.

*

Ancak, “tanıdığımız” Yusuf Kaplan’ın kastının bu olmadığını biliyoruz.. Derdini “maksadını aşar” tarzda ifade etme dikkatsizliği ve özensizliği sergiliyor.

Günde iki defa zamanı doğru gösteren bozuk bir saat gibi arasıra doğru laflar da söyleyen şiirsiz şair İsmet Özel’in bir videosuna rastladım, şöyle diyordu:

“Bir yahudinin dünyanın her yerinde rahat yaşaması için gerekli şartlara insan hakları deriz. İnsan hakları bütün insanları ifade eden birşey değildir. İnsan hakları denilen şey doğrudan doğruya bir tip insanın özellikleri hesaba katılarak tespit edilmiş birşeydir. Belli bir insanı esas alır, o da yahudidir. Yani insan hakları, yahudi haklarıdır. Bunun literatürde de yeri vardır. Yani bugün sapık görüşlere sahip olmamızın sebebi kapitalizmdir. Yani insanların para mukabili hayatlarını idame ettirmeleri.. Bütün milletleri şekillendiren üç esas demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ekonomisi.. Bu üç esas dışında herkes herşey olabilir….”

Özel’in, fikriyat.com’da Niçin Batı’nın gerisinde kaldık?” başlıklı bir yazısı yayınlanan Mustafa Özcan’ın tam zıddı bir noktada durduğu görülüyor.

*

Her ne kadar gerçeklikte tekdüze ya da tek-örnek bir “yahudi tipi” yoksa da, içlerinde zümrüdüanka kabilinden tek tük vicdanlılara rastlanabiliyorsa da, ve de insan hakları sadece yahudi hakları değil aynı zamanda “satanist hakları, eşçinsel sapık hakları, Budist hakları, müşrik Hindu hakları, (ve Tükiye için konuşmak gerekirse) Şeriat düşmanı Kemalist hakları” ise de, Özel’in sözleri, günümüzde “insan hakları” kavramının niçin bu kadar revaçta olduğu hususuna ışık tutuyor.

İnsan hakları kavramı, insanlıktaki "insanî" ilerleme ve tekâmülü, olgunlaşmayı, gelişmeyi ve medenîleşmeyi değil, bazı "tip insanımsı"lara "sınırsız sapıklaşma ve vahşîleşme özgürlüğü" tanınmasını ifade ediyor.

Evet, insan hakları için yahudi hakları yerine “sapıklık hakları” demek daha doğru olabilir.. Daha kapsayıcı, daha kuşatıcı, vakıaya daha uygun.

Ve, Özel’in dile getirmeye çalıştığı gibi, demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi, “evrensel değerler” haline getirilmiş durumda.

Tarihsel kabul edilmiyorlar.

*

Türkiye’nin modernist ilahiyatçı soytarılarına göre Kur’an’ın hükümleri bile tarihseldir, güncellenmeye muhtaç donmuş hükümlerdir, çağdışıdır, ilerici dinamizmden yoksundur, evrensel geçerliliğe sahip değildir, fakat demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa ekonomisi evrenseldir.

Evrensel oldukları için ABD, Avrupa ve NATO, bu evrensel değerleri hakim kılmak için (yanına laik Türkiye'yi de alarak) Afganistan’a özgürce, vahşîce ve sapıkça müdahale edebilir.

"Evrensel" hakkıdır.

Fakat Afgan halkı Şeriat’i kendi ülkesine hakim kılma hakkına sahip değildir, çünkü o, tarihseldir.

Dolayısıyla müslüman Afgan, birtakım sapıklıklara "evrensel insan hakları" olma imtiyazı tanımak istemediği için özgür vahşetin evrenselliğiyle tanışmayı hak etmektedir.

“Şirksiz iman” evrensel değer olmadığı için Müslüman’ın İslam’ı dünyaya hakim kılmak için cihat etmesi insanlık dışıdır, fakat “İngiliz-Yahudi medeniyeti”nin dünyaya bombalarla, füzelerle demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa götürmesi onun doğal (ve de tarihsel olmayan) evrensel hakkıdır.

*

Arz-ı mev’ud konusunu nasıl değerlendirmeliyiz sorusuna bir başka yazıda cevap arayalım inşaallah.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

DÜZELTME VE ÖZÜR

  "Sen Utanmazlığın ve Karaktersizliğin Resmini Yapabilir misin Abidin?" başlıklı yazımız şu satırlarla başlıyordu:  MİT’i (Milli ...