"BENİM YAŞIMA GELİNCE, ANLIYORSUN"

 










Bildiğim kadarıyla Türkiye’de anılarını yazmış olan sadece iki MİT’çi var.. Biri Mehmet Eymür, diğeri Yılmaz Tekin.

Bunlar da, yazdıkları önemli olmakla birlikte, açıklanması “devlet” ve MİT açısından mahzurlu olmayan şeyleri yazmış durumdalar.

1948 doğumlu olan Tekin, 1974 yılında, 26 yaşındayken MİT'e intisap etmiş.. 24 yıl gibi uzun bir süre ülkenin değişik bölgelerinde görev yaptıktan sonra emekli olmuş.

Haftalık Aktüel dergisinin 29 Aralık 2004 - 4 Ocak 2005 tarihli 36’ncı sayısında onunla yapılmış bir röportaj yer alıyor.

Burada söylediğine göre, MİT bazı “aydın”ları takip ediyor.. Bazılarıyla ise “işbirliği” içinde.

*

İkinci grup için verdiği örnek, o sırada 95 yaşında olan, yaşı 90'ı geçmiş, işi bitmiş Cemal Kutay.

Yılmaz’dan öğreniyoruz ki, devletin istihbarat kurumları Cemal Kutay’ın eline dosya tutuşturup “Al bunları yaz” diyormuş.

Ancak bu, Kutay’ın kadrolu/maaşlı “MİT personeli” olması anlamına gelmiyor.

Kendisine yöneltilen “Peki o zamanki MİT’le organik bir ilişkisi var mıydı Kutay’ın?” şeklindeki soruya Tekin, şöyle cevap veriyor:

“Hayır. Bildiğim kadarıyla, belge ve doküman açısından MİT tarafından desteklenen biriydi. Zaten böyle bir işlem de var MİT’in içinde.” 

*

Mehmet Eymür de, “MİT için çalışan gazetecilerin çok olduğu muhakkak diyor (Bkz. https://t24.com.tr/haber/eymur-kivrikoglunun-olmesi-cevik-birin-isine-yarardi,204314).

Gazeteci Avni Özgürel’e göre, bazı haberleri için (kendisi gibi) MİT’ten teyit (doğrulama) alan gazeteciler de var, doğrudan MİT’e çalışan gazeteciler de..

Kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle diyordu:

“… MİT’ten bilgi almak, analiz yapan her gazeteci için arzu edilecek bir şeydir. Önemli bir bilgiyi yazmak noktasına gelmişsem, MİT’ten teyidini isteyebilirim. MİT’in basın müşavirleri benim her zaman tanıdığım insanlar olmuştur. [Medyada] Birlikte çalıştığım biri, MİT’te basın müşaviri olarak çalışmaya başlayınca çok şaşırmıştım, sezmemiştim çünkü.”

(https://t24.com.tr/haber/ajan-olsam-soylerdim-mit-tirlari-haberi-ben-dahil-herkese-servis-edildi-yazmadim,304516)

Aynı söyleşide Özgürel, devlet kurumlarının kullandığı bazı gazetecilerin, kendilerinden istenileni, “bedel ödeme” durumunda kalmamak için yaptıklarını söylüyor: 

“… söyleşinin başında birtakım CD’lerin [istihbarat kurumları tarafından gazetecilere] gönderildiğini söyledim. Her [yayınlanması için kaset, fotoğraf, belge vs.] gönderdiğiniz [gazeteci size bağlı] ajan olmaz, ama bazıları var ki onlarla sağlam irtibatınız olması lazım. Ki yayımlanmasını istediğiniz şey yayımlanmıyorsa onun yaptırımı olmalı.”

*

Bu noktada Özgürel’e şöyle bir soru yöneltiliyor:

“… gazeteciler ile kurumlar arasında ‘zorunluluk’ doğuranlar ne; para ihtiyacı mı, aile mi, takip sonucu elde edilenler mi?”

Denilmek istenen şu:

Gazetecinin, devlet kurumları tarafından kullanılmayı kabul etmesinin arkasındaki etkenler neler: Para mı alıyorlar, aileleri üzerinden tehdit mi ediliyorlar, yoksa şantaja maruz kalmalarına yol açacak açıkları mı dosyalanıyor?

Özgürel’in cevabı şöyle:

“Bazı şeyler var, onları örnek vererek anlatmam doğru olmaz. Bir şeyi yapmak zorunda kalırsınız, yapmamanın bedelini göze alamadığınız için. Yapmamanın bedeli ima da edildiğine, kamuoyunda tam tersi, çok demokrat, aydın bir imajınız varsa [Bedel, imajınızın yerle bir edilmesi olabilir]... Bir bakarsın çok cesaretli bir çıkış olarak görürsünüz ya da “Hayret niye böyle ters bir şey yaptı ki” dersiniz. O [yaptığı şeyi] kendine göre rasyonalize eder [bir kulp takar]. Ben bazen onu tanıdığım için onun yönlendirmenin eseri [normalde yapmayacağı birşey] olduğunu görürüm.”

Özgürel’e yöneltilen bir başka soru, “Sizce istihbarat, devşirilen gazetecilerin ne yapmasını istiyor?” şeklinde.

Cevap şöyle:

“ ‘Köpürtün’ deniyor, o kadar. Kötü resimler, dehşet tabloları, kara haber... İnsanların moralini bozuyorsun. “İşte Yeni Türkiye” başlığı altında bir fotoğraf, nasıl denk gelmişse Beyoğlu’nda tüm kadınlar başörtülü, tüm adamlar da sakallı. İstesen bir araya getiremezsin.”

*

Bunun ardından şöyle bir soru geliyor:

“ ‘Köpürtün’ün yanı sıra Şırnak katliamlarını [aslında ilgisi bulunmadığı halde] PKK’nın yaptığını, Uğur Mumcu cinayetinin arkasında İran olduğunu söyleyerek gerçeği ört bas etme veya yönlendirme gibi yöntemler de mevcut mu sizce?”

Özgürel onaylıyor:

“Hiç şüpheniz olmasın var. Eskiden Öcalan silahlı unsurları hudut dışına çıkarma kararı alınca, ‘Bin-iki bin kişi kalsın, lazım olur’ diyen general oldu!”

Bir başka soru, “ ‘Ajan gazeteciler’ ne kadarlık bir hacim kaplıyor sizce?” şeklinde.

Cevabı tahmin edebilirsiniz:

“Epey var. Kimisi polisle, kimi MİT’le, kimi askerle çalışıyordur. İyi gazete okuruysan zaten anlarsın.

“Nasıl?

“Benim yaşıma gelince anlıyorsun, ‘Bu oradan gelmiş’ diye.”

*

Özgürel’e şöyle bir soru da yöneltilmiş:

Ülkücü hareketin 1980 darbesi öncesinde devlet ile paralel hareket ediyor olmasının akla getirdiği şu cümleye ne kadar katılırsınız: ‘Devlet için soldansa ülkücüler arasından ajan devşirmek daha kolay’?”

Cevap, beklediğiniz gibi değil:

“Yanlış. İsim vermeyeceğim ama sol örgütlerinin liderlerinin içinde istihbarata çalışan vardır. 12 Eylül gecesi Türkiye’yi son uçakla iki kişi terk etti. Birisi Abdullah Çatlı, sol örgüt lideri olan diğerinin adını vermeyim. Aynı istihbarat [bu iki kişiden] birini Bahçelievler Katliamı’nda 7 İşçi Partili’nin öldürülmesinde, öbürünü başka şeylerde kullanıyor.”

Ülkücülerin devletin istihbarat birimleri için çalışmaya genelde dünden hazır oldukları biliniyor.

Başka özel nedenler bulunmasa bile “devletçi”likleri, “vatanseverlikçi”likleri (vatanseverlik değil) bunu gerektiriyor.

Böyle bir ilişki içine girmeyi Muhsin Yazıcıoğlu, haysiyet, şahsiyet ve şerefine yakıştıramazdı, fakat onun da “tarlası sürülmüştü”.

Özgürel’in sözünden anlıyoruz ki solcular da, devletçi olmadıkları halde, ülkücülerden farksızmış.

O kadar ki, Özgürel’e yöneltilen bir başka soru şöyle:

“Bir sol örgütün tüm karar komitesinin emniyet tarafından belirlendiğini ileri sürdünüz. Hangi örgüt bu?”

Cevap:

“Bir örgütün bütün karar merkez komitesinden bir kişi bile dışarıdan değil. Bunların tayinlerini yapan da Susurluk hadisesinde hayatını kaybeden bir polis şefi.”

*

Türkiye’de devletin (ve bu arada istihbarat örgütlerinin) nasıl çalıştığının anlaşılması bakımından, Özgürel’in aynı röportajda yer alan şu sözleri de önem taşıyor:

“Geçmişte bir dergide, bir tarih profesörü ‘Terör mücadelesi zor bir iştir, kaynak bulmak zordur. Diğer devletler ne yapıyorsa biz de öyle yapmalıyız. Avrupalılar uyuşturucuya düşkün, görsek de görmesek de bu, bizden gidiyor. Niye mafyaya bırakalım ki’ diye yazdı. Biliyoruz ki uyuşturucu Van’dan Edirne Kapıkule’ye kadar jandarma eskortuyla gitti bu.”

Evet, Türkiye, “seküler fetva”larıyla devlet kurumlarına yol gösteren böylesi mollavari moloz akademisyenler bakımından zengin.

Bunların işi, devlet kurumlarından aldıkları talimatları “bilimsel analiz” formatında millete yedirmekten ibaret.

*

Emekli MİT’çi Yılmaz Tekin’in açıklamalarına dönelim.

Cemal Kutay’a kitap yazdırılmasıyla ilgili olarak “Zaten böyle bir işlem de var MİT’in içinde” dediğini görmüştük.

Röportaj şöyle devam ediyor:

"Aktüel: Nasıl bir işlem?

"Yılmaz Tekin: Psikolojik karşı savunma… Topluma ulaştırılmak istenen fikirler bazı tanıdık yazarlara, aydınlara, gazetecilere veriliyordu ve onlara mal ediliyordu.

"Aktüel: Geçtiğimiz aylarda çıkan bir kitap [Parayı Veren Düdüğü Çalar], ABD’de bazı edebiyatçılarla CIA arasındaki ilişkiyi anlatıyordu… Türkiye’de de böyle bir durum oldu mu?

"Yılmaz Tekin: MİT tarafından seçilmiş insanlar mutlaka vardı ama isim vermek sakıncalı. Deşifre olur, zora girerler. İlla edebiyatçı olması da gerekmiyor. Düşünce üreten herkes olabilir. Bu iş çoğunlukla gazeteciler ve üzerinden yapılmıştır. MİT’e davet edilmiştir, tanışılmıştır, iyi ilişkiler kurulmuştur."

Günümüzde iş daha bir renklendi, çeşitlendi.. Sosyal medyadan, trollerden, "YouTuber"lardan, televizyonculardan vs. de söz etmek gerekiyor.

*

Evet, siz, falanca adamı kitap yazmış zannedersiniz, gerçekteyse ihtiyaç duyduğu malzeme eline MİT tarafından tutuşturulmuştur.

Ortaya alışılagelenin dışında bir fikir atmıştır, siz çapsız bir düşünür taslağı olarak kendi kendine yeni icat çıkardığını zannedersiniz, gerçekteyse “topluma ulaştırılmak istenen fikirler” onun kulağına fısıldanmıştır.

Çünkü toplumu (yani toplumdaki hedef grupları, kitleleri) kendi haline bırakmamak, hissettirmeden içerden yönlendirmek gerekir.

Çünkü “MİT’te böyle bir işlem de vardır”, ve fikirler tanıdık yazarlara, aydınlara, gazetecilere verilir.

Onlara mal edilir, onların malı olur.. 

Bir bakarsınız "tanıdık"lar koro halinde aynı şarkıyı söylemeye başlamışlardır.

Ya da biri assolist olarak sahneye fırlamıştır, diğerleri vokalist olarak ona eşlik etmekte, hep bir ağızdan aynı nakaratı seslendirmektedirler.

Böylece himayeye mazhar olur, büyük düşünür, velut yazar, acar gazeteci olma yolunda emin adımlarla ilerlerler.. Alkış toplar, ödüller alır, plaket koleksiyonu yaparlar.

Böyledir, siz adamı İslamcı düşünür diye biliyorsunuzdur, aslında MİT’çi düşünürdür.

İsimlerini vermeyelim, sakıncalı.. Deşifre olur, zora girerler. 

*

Peki, bunları nasıl tanıyacağız, bir yolu var mı?

Avni Özgürel’e göre var.. 

Benim yaşıma gelince anlıyorsun” diyor.

Ancak, onun yaşına gelmek tek başına yeterli değil, tevazuundan olsa gerek, cümlenin sonunu getirmemiş:

“Benim yaşıma gelince, ve de benim yaşadıklarımı yaşayınca, anlıyorsun.”


ŞERİAT’İN UYGULANABİLİRLİĞİ

  Allame Eşref Ali Tehanevî’nin  el-İntibâhâtü'l-Müfîde   ani'l-İştibâhâti'l-Cedîde  adıyla yayınlanmış olan konferansında belir...