UĞUR
MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI - 5
Bu
yazı dizisinin önceki bölümlerinde, Lozan Antlaşması görüşmelerinde
İngiltere’yi temsil eden Lord Curzon’un, yeğeni İngiliz Yarbayı Alfred
Rawlinson vasıtasıyla Kâzım Karabekir’e yaptığı teklif
ve telkinler üzerinde durmuştuk.
Karabekir
teklifler için olumsuz cevap veriyor.
Şunu
diyor:
“Türk
milleti Sivas Kongresi'nde kararını vermiştir. Hiç kimsenin bunu değiştirmeye selâhiyeti yoktur.”
(Uğur Mumcu, Kazım Karabekir Anlatıyor,
17. b., İstanbul: Tekin Yayınevi, s. 42.)
Kararı veren, millet.. Ve kimsenin bunu değiştirme yetkisi
yok.
Sen öyle san..
Selanikli Mustafa Atatürk’ün İngilizler’le anlaşmış, ve söz konusu teklifleri
“zaferden sonra yapılacaklar” diye daha Erzurum Kongresi sırasında bir gece yarısı hempaları Mazhar Müfit Kansu ile Süreyya Yiğit’e anlatmış
olduğundan haberi yok.
Demek ki, karar verici, "millet" değil.
Selanikli..
Ve Selanikli'nin kararları (milletten sakladığı, sadece "emir kulu" hempalarına açıkladığı kararları), İngiliz'in kararlarıyla mutlu bir tesadüf sonucu birebir örtüşüyor.
Ve Karabekir'in bundan haberi yok.
Nasıl olsun ki?!.. Kimseye (millete) söylenmemesi kaydıyla
açıklamış..
Selanikli için Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarının, millete
verilen sözlerin, edilen yeminlerin hiçbir değerinin bulunmadığını Karabekir bilmiyor.
Öğrendiğinde herşey için artık çok geç olacaktır.
*
Peki Sivas Kongresi kararları nelerdi?
İlk madde, Osmanlı Devleti’nin bölünmez bir bütün
olduğunu söylüyor.
Ayrıca Türklük-Türkçülük diye bir ırkçılık davası da
yok, İslam birliği ve kardeşliği var.
Okuyalım:
“Osmanlı Devleti ile itilaf Devletleri arasında yapılan
Ateşkes Anlaşması’nın [Mondros Mütarekesi] imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihindeki
sınırlarımız içinde kalan ve her noktasında çok büyük bir İslâm çoğunluğunun
bulunduğu Osmanlı ülkesinin parçaları birbirinden ve Osmanlı
topluluğundan parçalanamaz ve hiçbir sebeple ayrılmaz bir bütündür. Bu
ülkede yaşayan bütün Müslüman halklar, birbirine karşılıklı hürmet ve
fedakârlık duygularıyla dolu, birbirlerinin ırkî ve sosyal haklarına saygılı,
yaşadıkları muhitin şartlarına tam olarak riayetkâr öz kardeştirler.”
Birinci madde (sadeleştirilmiş haliyle) bu.
Gelelim ikinci maddeye:
“Osmanlı toplumunun bütünlüğü, millî istiklalimizin
sağlanması, Hilâfet ve Saltanat yüce makamının dokunulmazlığı için Kuvâ-yi
milliye’yi (millî güçleri) etkili ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.”
Demek ki millî iradenin, millet hakimiyetinin yöneldiği
hedef, hilafet ve saltanat yüce makamının korunmasıymış.
Evet, Erzurum Kongresi’nde alınan kararların bir sonucu
olarak Sivas Kongresi’nde bir araya gelen millet temsilcilerinin millet adına
(millî iradeyi temsilen) aldıkları karar bu: Hilafet ve saltanat yüce makamının
dokunulmazlığı.
Selanikli Mustafa Atatürk’ün kafasındaki karar (gizli
gündem) ise, Erzurum Kongresi’nde hempalarına kimseye söylenmemesi kaydıyla
açıkladığı, Lord Curzon’un da yeğeni vasıtasıyla Karabekir’e yaptığı
teklif: Osmanlı Devleti’nin tarihe gömülmesi.
Görünüşe göre orkestra şefi Lord Curzon, Selanikli ise baş kemancı..
*
Sivas Kongresi kararlarının beşincisi, ikincisinin tekid ve
teyidi kabul edilebilir:
“Osmanlı Hükûmeti bir dış baskı karşısında memleketimizin
herhangi bir parçasını terk ve ihmal etmek zorunda kalırsa, Hilafet ve
Saltanat makamı ile vatan ve milletin dokunulmazlığını ve bütünlüğünü
sağlayacak her türlü tedbir ve kararlar alınmıştır.”
Altıncı madde ise, “çağdaş uygarlık”tan (muasır
medeniyetten, yani hristiyan Batı medeniyetinden) değil, “Müslümanlar’ın
kültür ve medeniyeti”nden söz ediyor:
“İtilaf Devletleri’nce Ateşkes Anlaşması’nın imzalandığı 30
Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımız içinde kalıp İslâm çoğunluğunun
oturmakta olduğu, kültür ve medeniyet üstünlüğünün Müslümanlarda bulunduğu
ve bir bütün teşkil eden vatan topraklarının taksimi görüşünden büsbütün
vazgeçip, bu topraklar üzerindeki tarihi, ırki, dini ve coğrafi haklarımıza
riayet edilmesine ve buna aykırı teşebbüslere son verilmesine ve böylece hakka
ve adalete dayalı bir karar alınmasını bekleriz.”
Görüldüğü gibi Türklük-Türkçülük edebiyatı (ve bu edebiyat maskesi
altında yapılan bir Frenk taklitçiliği) yok.. Müslümanlar var, İslam kültür ve
medeniyeti var..
Evet, Karabekir, İngiliz Yarbayı Rawlinson’un şahsında Lord
Curzon’a ve İngiliz Hükümeti’ne Sivas Kongresi kararlarını hatırlatıyor.
Rawlinson’a şunu diyor:
“Yakında
milletin itimadını kazanan Mebuslar Meclisi İstanbul'da toplanacaktır.
Sulhümüzü milletin itimadına mazhar olan bir hükümetle bu hükümetin tayin
edeceği bir heyet yapabilir.” (Mumcu, s. 42.)
Buradan anlaşılıyor ki Karabekir, Selanikli’nin Ankara’da yeni bir meclis kurma niyeti taşıdığından o sırada habersiz.
Çünkü, Sivas Kongresi kararları arasında böyle birşey yer almıyor.
*
O yüzden Karabekir, Selanikli’nin Ankara'ya, Yunan’la savaşmak için
gittiğini zannediyor.
Selanikli’nin temaslarının, ve kendisinin İngilizler
karşısındaki dik duruşunun, İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın elini
güçlendireceğini, ve böylece Türkiye’nin haklarının korunacağı bir barışın
yapılabileceğini umuyor.
Selanikli’nin perde arkasında İngilizler’le anlaşmış
olduğunun, milletin Erzurum ve Sivas Kongrelerinde aldığı kararları değil
İngiliz Hükümeti’nin kararlarını “gizli gündem” olarak beminsemiş
bulunduğunun farkında değil.
Bu (ajanlık olarak da yorumlanabilecek) işbirliğinin
“resmen” ilan edilmesi ancak 50 küsur yıl sonra İkinci Adam İsmet İnönü’ye
nasip olacaktır:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı
da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de
bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından
aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
Demek ki istiklal (bağımsızlık) mücadelesi diye
bildiğimiz olay kökeni itibarı ile gayrimillî imiş..
Millî değil İngilizî mücadele imiş..
Propaganda binasının boya ve badanası kazındığında ortaya
çıkan nesne istiklal (bağımsızlık) değilmiş, İngiliz “kararları”nın “emir kulu”
olmakmış.
Ben demiyorum, anlı şanlı İsmet Paşa diyor.
*
Karabekir-Rawlinson görüşmesine dönelim.
İngilizler’in yaptığı “Padişahı başınızdan atın, sırtına
tekmeyi indirin, cumhuriyete geçin” teklifine Karabekir sıcak bakmıyor.
Kibar adam.. “Madem cumhuriyete bu kadar meraklısınız,
başınızdaki İngiltere Kralı’nı ülkenizden kovarak bize örnek olun, siz önden
buyrun lütfen, biz arkadan geliriz” demiyor.
(Avrupa’da günümüzde de İngiltere, Hollanda, Norveç, İsveç, Lüksemburg, Danimarka, Lihtenştayn [Liechtenstein], Monako, Andorra, Belçika ve İspanya hâlâ krallık.. Cumhuriyet
demokrasi ile özdeş olmadığı gibi, krallık da demokrasinin bulunmaması anlamına
gelmiyor. Bir krallık idaresi demokrat olabilir, buna karşılık, cumhuriyet adlı
bir idare de demokrasiyi boğan bir istibdat, tiranlık ve diktatörlük halini alabilir. Ayrıca, demokrasi bazen çoğunluk diktatoryasına dönüşebilir,
dönüşür. Bunun yanı sıra demokratiklik iddiasındaki bazı ülkelerde “değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez” ilke ve kurallar getirilerek “millet
iradesi”ne ipotek konulabilir. Yönetimle ilgili bu tür kavramlar
aldatıcıdır, esas olan hukuk ve adalettir. Gerçek bir adalet ise ancak
Allahu Teala tarafından konulan kurallar çerçevesinde tecelli eder. Allahu
Teala’dan başka hiç kimse tam anlamıyla adil olamaz. Adalet, Allahu Teala'nın isimlerinden biridir: el-Adlü celle celâlühû.)
Evet, Karabekir Rawlinson’a “Önce siz İngiltere’de
cumhuriyet ilan edin” demiyor, ülkemizde henüz 10 yıllık bir meşrutiyet
idaresinin bulunduğunu, onunla devam etmemizin uygun olacağını söylüyor:
“Avrupa'da
cumhuriyet olmayan pek
az millet kaldı. Fakat henüz on yıllık idareye malikiz. Bunun için Avrupalılar
gibi pek ileri düşünemeyiz.” (Mumcu, s. 42.)
Karabekir, İstanbul’un başkent olmaktan çıkarılması
teklifine de iki gerekçeyle karşı çıkıyor:
Birincisi, ulaşım bakımından İstanbul’un daha elverişli
olduğunu söylüyor. (Deniz yolları açısından durum böyle.)
İkincisi, siyasî bakımdan ortada bir fark bulunmadığını,
dolayısıyla böyle bir değişikliğe gerek olmadığını ifade ediyor. (Mumcu, s.
42.)
*
Karabekir-Rawlinson görüşmesinin gerçekleştiği tarih 27
Aralık 1919..
O gün, aynı zamanda Selanikli’nin Ankara’ya vardığı gündür.
Selanikli’nin Samsun’a çıkışından yedi ay sekiz gün
sonrası..
Henüz ortada vatan savunması adına yapılmış hiçbir şey
yok..
Selanikli, cumhurbaşkanlığı hedefine giden yolda ağını
örmekle meşgul..
Bir yandan hempalarına “Saltanatı kaldıracağız, cumhuriyet
ilan edeceğiz, tesettür kalkacak, geleneksel harflerimizi atacak Latin
harflerini alacağız, şapka giyilecek” diyor, diğer taraftan milletin önünde takiyye
yaparak Padişah’ın dokunulmazlığından söz ediyor.
Halbuki, Padişah’a çok fena dokunmaya karar vermiş.
Tesadüfe bakın ki İngilizler de dokunulmasını istiyor..
Rawlinson’un Karabekir’e İngiltere adına yaptığı teklifte olduğu gibi..
Ancak Karabekir, Padişah’a dokunulmasından yana değil..
Çünkü bu, Sivas Kongresi’nde millete verilen sözlerin (ya da milletin
aldığı kararların) çiğnenmesi (yani kalleşlik ve ihanet) anlamına geliyor.
Sözünden dönmek, millete yalan söylemek, kalleşlik yapmak,
yüze gülüp arkadan kuyu kazmak, şerefli bir Türk subayının yapabileceği şeyler
değil.
Türk subayı özü sözü doğru mert askerdir..
O yüzden Karabekir, İstanbul’da İngiliz İstihbarat
Teşkilatı’nın (gizli servisinin) İstanbul şefi Robert Frew ile başbaşa
gizli görüşmeler yapan Selanikli Mustafa Atatürk gibi gizli saklı hareket
etmiyor.
Açık ve şeffaf davranıyor.
*
Evet, Karabekir, Uğur Mumcu’nun ifadesiyle “açıksözlü
asker ve yurtsever komutan” (s. 10) olduğu için, Rawlinson’la olan
görüşmesini Selanikli’ye telgrafla bildirir.
Karabekir’e 9 Ocak 1920 günü Selanikli’den şöyle (takiyye
şaheseri) bir cevap gelir:
“İngiltere hükümeti başvekili (başbakanı) Lloyd George’un … Türk hükümetinin yeni merkezinin Anadolu'da olacağına, İstanbul'un yalnız makarr-ı hilafet olarak bir payitaht-ı dinî (dinsel başkent) olarak kalacağına dair İstanbul Konferansına teklifatta bulunacağı gazetelerde görüldü. Ananat-ı milliye ve diniyemize mugayir (ulusal ve
dinî
geleneklerimize aykırı) olan böyle bir kararın milletimizce asla muta (itaat edilir) olamayacağı tabiidir. …” (s. 43.)
Görüldüğü gibi, millet adına konuşuyor ve “ananat-ı diniyemiz”e
çok sadık..
Bunu diyen adam, Erzurum’da hempalarına “Kur’an
harflerini kaldıracağını, tesettüre son vereceğini, millete şapkayı dayatacağını”
söyleyen adam..
Konuşurken hep millet ve din namına konuşuyor.
Selanikli’nin bir kararı ya da kanaati değiştiğinde
milletin de kanaati değişmiş oluyor. “Önce asıp sonra yargılayarak idam kararı
alma”ya benzer şekilde önce milletin ne düşündüğünü kendisi söylüyor, ardından
milletin o yönde kararı oluşuyor.
*
Karabekir’e niye böyle bir mesaj gönderiyor, gönderme
ihtiyacı duyuyor?
Sebebi şu: O güne kadar Anadolu’da bütün dayanağı
Karabekir’in kendisine verdiği destekten ibaret.
O yüzden, İstanbul’dan bağımsız bir devlet ve hükümet
kurmak niyeti taşımadığını, İngiliz tekliflerini yanlış bulduğunu Karabekir’e söyleyerek onu tefe koyuyor, gözünü boyuyor.
Tabiri caizse “köprüyü geçene kadar” Karabekir’e “dayı”
diyor.
“Dayı”sının hoşuna gidecek şekilde ananat-ı diniye
edebiyatı yaparak din istismarı balonunu şişiriyor.
O süreçte daha pekçok kişiye köprü üzerinde “dayı”
diyecektir.
Bunlardan biri, Çerkez Ethem’dir.
*
1920 yılının başında durum bu..
Selanikli’nin elinde henüz bir güç yok..
Bütün sermayesi “din istismarı”, takiyye becerisi,
“gizli gündem” katakullisi, ve de vatan-millet edebiyatından ibaret.
Bir yıl sonra ise durum değişmiştir..
Artık İstanbul’daki Meclis-i Mebusan’ın yerinde
yeller esmektedir. Boşluğunu Ankara’daki TBMM doldurmuştur.
İstanbul Hükümeti, İçişleri ve Savunma Bakanlıklarını çalışmaz hale
getiren, Osmanlı Genelkurmayı’nı basıp kapatan İngilizler yüzünden işlevsiz
hale gelmiş, Anadolu’daki mülkî (idarî) ve askerî erkân mecburen yönünü
İstanbul’dan Ankara’ya çevirmiştir.
Selanikli ise, TBMM Başkanı olarak ipleri eline almaya başlamış durumdadır.
*
Uğur Mumcu şunları
yazıyor:
Mustafa
Kemal ile Kâzım Karabekir'in yolları ne zaman ayrılmıştı?
Anılara
bakarsak bu yol ayrımı 1921 yılının ilk aylarında
beliriyor. Hem de askeri hareket aşamalarında.
Karabekir,
anılarının bu bölümüne şu başlığı seçmiş:
«Ankara
milli hükümetinin Cumhuriyet'e doğru gidişi».
Karabekir,
yanlışları Cumhuriyet'in ilanı kararında buluyor:
“İstanbul'dan, her ne şekilde olursa olsun bir Cumhuriyet kurma
fikriyle gelen Mustafa Kemal Paşa, Rawlinson'un da
benim vasıtamla ileri sürdüğü hilafetin [siyasal otoriteden] ayrılması ve
Cumhuriyet'in kabulü teklifini samimi bulmuş olacak ki,
19
Kanunusani
1336
(19 Ocak 1920) [tarihinde] İstanbul'da Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti'ne dayanan Mebusan Meclisi'nin açılmasına
ve meşruti bir hükümetin faaliyete geçmesine ve
28
Kanunusani'de
(28 Ocak’ta) Mebusan Meclisi'nin Misak-ı milliye beyannamesini
kabul
ve ilan etmesine ve 9 Kanunusani'de (9 Ocak’ta) kendi
imzasıyle neşr ettiği askeri plandaki sarahate rağmen
Bolşeviklerin [Leninci komünist devrimcilerin] Kafkasya'ya gelmekte oldukları
haberi gelince
bana 6 Şubat'ta [komünistlerle işbirliği anlamına
gelen] Kafkasya hareketini teklif etti.
Bu
hal, İstanbul'daki Meşrutiyet hükümelimize karşı fiili
bir isyanla Heyet-i Temsiliye'nin Mustafa Kemal Paşa'nın diktatörlüğünde
bir Cumhuriyet şekline dönüşmesi demekti. Hem de bolşeviklerle birleşme felaketine
doğru!” (Mumcu, s. 44.)
*
Heyet-i Temsiliye (Temsilcilik Kurulu),
Sivas Kongresi kararlarının 10’uncu maddesi mucibince oluşturulmuş bir kurul:
“Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin 4 Eylül
1919 tarihinde Sivas’ta toplanan Genel Kongresi tarafından, mukaddes maksadı
takip ve genel teşkilatı idare etmek için bir Heyet-i Temsiliye seçilmiş ve
köylerden il merkezlerine kadar bütün millî teşkilatlar takviye edilmiş ve
birleştirilmiştir.”
İşte, Selanikli'nin Sivas Kongresi kararları arasında yeni bir meclis kurulmasına dair bir madde bulunmamasına rağmen TBMM'yi kurabilmesini sağlayan mekanizma bu Heyet-i Temsiliye..
Çünkü, Sivas Kongresi kararı gereği, "mukaddes maksadı takip ve genel teşkilatı idare etme işi" artık, Selanikli'nin başında bulunduğu Heyet-i Temsiliye'de.
Selanikli'nin kendisinden, Ankara'ya vardıktan 13 gün sonra, 9 Ocak 1920'de açıkladığı askerî plana aykırı bir talepte bulunmasından işkillenen Karabekir, oynanan oyunu çözmeye başlamıştır, fakat ba’de harabi’l-Basra.
*
Karabekir’in “İstanbul'dan, her ne şekilde
olursa olsun bir Cumhuriyet kurma fikriyle gelen Mustafa Kemal Paşa”
şeklindeki ifadesi, Selanikli’nin Padişah’a bağlılık iddiasının takiyye ve
yalandan ibaret olduğunu nihayet anlamaya başladığını gösteriyor.
Ayrıca, daha İstanbul’dayken kafasında bunu
kurduğunu ve Anadolu’daki hamlelerini bu hedef doğrultusunda yaptığını sonunda
anlamış.
Bilmediği ise, Selanikli’nin bunu tek başına planlamamış, bu dört başı mamur operasyon düzeneğini İngilizler’le birlikte hazırlamış olduğu..
Karabekir ne İngiliz İstihbarat Teşkilatı’nın
İstanbul şefi Frew’u tanıyor, ne de Selanikli’nin bu adamla başbaşa gizli
görüşmeler yaptığından haberi var.
O yüzden, “Mustafa
Kemal Paşa, Rawlinson'un da benim vasıtamla ileri sürdüğü hilafetin
[siyasal otoriteden] ayrılması ve Cumhuriyet'in kabulü
teklifini samimi bulmuş olacak ki” diyor.
Selanikli’yi de kendisi gibi özü sözü bir,
takiyyesiz, “olduğu gibi görünen ve göründüğü gibi olan” açık sözlü biri
zannediyor.
Kendisinden önce Selanikli ile defalarca
görüşmüş olan Rawlinson’un aynı teklifler çerçevesinde onunla görüş
alışverişinde bulunmuş olabileceğini aklına getirmiyor.
Baş ajan Frew
ile İstanbul’daki başbaşa gizli görüşmelerinden ise hiç haberi yok.
Çünkü Selanikli kime neyi ne kadar
söyleyeceğini biliyor ve rolünü mükemmel oynuyor.
Gizli gündemini saklamayı, sağ gösterip sol vurmayı, insanların millî ve dinî duygularını manipüle ve istismar etmeyi, gerçek düşüncelerinin tam aksi yönde nutuk atmayı çok iyi biliyor.
Bir takiyye harikası.
Öyle ki sadece Karabekir’i değil, önce
İstanbul’da Sultan Vahideddin’i, sonra da Anadolu’da bütün bir milleti ayakta
uyuttu, kandırdı.
Kongrelerde Padişah’a sadakatten bahseden,
Anadolu’dan Saray'a “bendeniz”li (“köleniz”li) telgraflar gönderen
Selanikli, Padişah ile başbaşa görüşmelerinde kim bilir ona nasıl dalkavukluk yaptı, nasıl yağ yaktı ki, onu Anadolu'ya gönderme fikrinden vazgeçirmek için kendisine yalvaran Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'ye Vahideddin, Selanikli hakkında şunu söylemişti: "Âteşîn bir zekâ, âteşîn bir zekâ!"
*
Karabekir’in ifadelerinin ortaya koyduğu
gibi, 19 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan (milletvekilleri meclisi) açılmış
ve meşrutiyet hükümeti faaliyete geçmiştir.
Bu sırada Selanikli 23 gündür Ankara’dadır
ve yeni bir meclis kurmak istemektedir.
Karabekir, Selanikli’nin derdinin vatan
savunması değil, (anasına yazdığı mektupta itiraf ettiği gibi) kendisi adına “netice”
almak olduğunu anlamıştır. (Âteşîn zekâlar da açık verir, falso yapar. Dünyada "kusursuz zekâ" yoktur.)
Selanikli, kendi diktatörlüğü (ikbali) için
cumhuriyet rejimini bir vasıta olarak kullanmak istemektedir.
Karabekir, Selanikli’yi nihayet çözmüştür.
Ancak, “Sakın kader deme, kaderin üstünde
bir kader vardır” diyen şair gibi konuşmak gerekirse, “Selanikli’nin
kararlarının da üstünde karar vericiler bulunduğunu” bilmemektedir.
Onu, Karabekir hayata gözlerini yumduktan 25
yıl sonra İkinci Adam İsmet İnönü açıklayacaktır:
“İstiklâl mücadelesinin başarısı
da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve diğer müttefikleri de
bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”