Elhamdulillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ Rasûlinâ ve alâ âlihî ve sahbihî ...
"VALİLİK KALMADI, CUMHURBAŞKANLIĞI VERELİM"
UĞUR
MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 31
Bundan
önceki iki bölümde yer alan bilgiler ışığında şunları söylemek mümkün:
Selanikli
Mustafa Atatürk’ün İngiliz gazeteci Price vasıtasıyla İngilizler’e
ilettiği işbirliği teklifinin, (İngiltere Büyükelçiliği’nin rahibi gibi
görünerek kendisini kamufle eden) İngiliz Gizli Servisi’nin (İstihbarat
Teşkilatı’nın) İstanbul şefi Robert Frew ile yaptığı (yaklaşık
iki ay süren) “başbaşa gizli” görüşmeler sonucunda bir anlaşma ile neticelenmiş
olduğu anlaşılıyor.
Selanikli’nin
yaveri Cevat Abbas’ın “fasılalı tarihlerde” gerçekleştiğini söylediği, Rauf
Orbay’ın “iki üç kez” yapıldığını belirttiği, Selanikli’nin de Nutuk’unda
“bir iki defa” diyerek geçiştirdiği bu görüşmelerin tekrarlanmış olması, bir müzakere
sürecinin ve anlaşma çabasının varlığını gösteriyor.
Böyle
bir anlaşmanın varlığını kabul etmememiz durumunda, İngiltere
Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un 27 Aralık 1919 tarihinde yeğeni Yarbay
Rawlinson vasıtasıyla Kâzım Karabekir’e ilettiği mesajında
“Türkler’le yapılacak bir barış antlaşmasında karşılarında muhatap olarak Osmanlı
Devleti’ni ve hükümetini değil Selanikli Mustafa Kemal’i ya da onun
temsilcisini görmek istediklerini” ifade etmiş olması anlaşılır birşey olmaktan
çıkar.
Ortada
bir TBMM bile yokken, ve Selanikli müstafî bir asker olarak Anadolu’da Karabekir’in
himayesinde “himmete muhtaç” Sarı Çizmeli Mustafa Ağa formatında gezerken galip
İngiltere’nin Dışişleri Bakanı’nın onu böyle “öpmüş” olması, öyle bir
anlaşmanın yokluğunda bütün anlamını yitirir.
Hiçbir
devlet, anlaşmadığı sıradan bir adam için böyle bir adım atmaz.
*
Ayrıca,
Selanikli’nin Erzurum Kongresi sırasında bir gece hempaları Mazhar
Müfit ile Süreyya’ya açıkladığı “gizli gündem”i ile, Lord
Curzon’un (o sıralarda kendi ülkesinde açıkladığı, bugün bizim de
bildiğimiz) Türkiye’ye ilişkin plan ve tasarılarının örtüşüyor olması da, böylesi
bir mutabakatın yokluğu durumunda anlaşılması imkânsız bir tuhaflık haline
gelir.
Dahası,
böylesi bir anlaşmanın mevcut olmaması halinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci
cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı İsmet İnönü’nün
şu açıklaması da havada kalır:
"İstiklal
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli
sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası,
İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
*
Yine,
önceki iki bölümde şunu da belirtmiştik:
Anlaşmayla
biten o iki aylık sürenin sonunda, yani 1919 yılının Ocak ayı sonlarına
doğru hem İngilizler’in izlediği politikada hem de Selanikli’nin tavırlarında,
bu gizli anlaşmaya bağlı olarak bazı radikal değişiklikler yaşanmış
olmalıdır.
Evet,
yaşananlara baktığımızda söz konusu radikal değişiklikleri tam tekmil görebiliyoruz.
İngilizler,
tam da o dönemde, artık karşılarında muhatap olarak Selanikli’yi görmek
istedikleri için, Osmanlı Devleti’ne karşı oyalama siyaseti izlemeye
başlıyor, barış antlaşmasını geciktirdikçe geciktiriyor, ipe un seriyorlar.
Curzon’un tam da Selanikli’nin
Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinde Türkiye’de (olmayacak dua kabilinden)
bir Amerikan mandasının tesisi teklifini ortaya atmasının, Selanikli’ye
zaman kazandırma amacına matuf bir oyalama hamlesi olduğu gün gibi ortada..
*
Samsun’a
çıkışı izleyen bir yıllık dönemde Selanikli’nin düşmana attığı tek bir kurşun,
tek bir mermi yok..
Evet,
tek bir kurşun, tek bir mermi..
(İngilizler’in
sözünü dinlemeyen Alman yanlısı Kral Konstantin Yunanistan’da başa geçip
Venizelos’u devre dışı bırakmasa İngilizler’in araya girmesi sayesinde Selanikli
tek bir kurşun bile atmadan “İstiklal mücadelesi”ni kazanmış olacaktı, fakat
kaderinde “Kayseri’ye kaçma planları yapma, TBMM tarafından zorla
cepheye gönderilme” de varmış.)
O
süreçte sadece nutuk atıyor ve yeni bir hükümet (ve dolayısıyla Curzon’un
planları doğrultusunda yeni bir devlet) kurmak için Anadolu’da (İstanbul’da
Meclis-i Mebusan varken) ikinci bir millet meclisi kurmaya uğraşıyor..
Cepheye
gidip savaşmada gözü yok..
Samsun’a
çıkışıyla TBMM’nin açılışı arasındaki süre 11 ay..
Yaklaşık
bir yıl..
Sadece
nutuk atılarak geçirilmiş bir sene..
*
Bunun
ardından dert edilen ilk konu da, Misak-ı Millî sınırları dahilindeki vatan
topraklarının korunması ya da kurtarılması için nereye ne kadar asker
sevkedileceği değil..
Bir Hıyanet-i
Vataniye Kanunu çıkarılıyor ve TBMM’nin otoritesini kabul etmeyip Osmanlı
Devleti’ne sadakatini devam ettirenlerin vatan haini sayılıp (idam da
dahil olmak üzere) ağır cezalara çarptırılacakları ilan ediliyor..
Bunun
için (hukukçulukla hiç alâkası bulunmayan cellat pozisyonundaki “sahibinin
sesi” tetikçilerden mürekkep) istiklal mahkemeleri kuruluyor.
Vatanın
(İngiliz’in “Milne Hattı” ile durdurduğu Yunan’dan değil) Osmanlı
Devleti’nden kurtarılması için çatık kaş, şiddet ve celâlle harekete
geçiliyor.
Millete
karşı bir
hışımla milli mücadele başlatılıyor.
Selanikli’nin
arkasındaki “milli” destek, İnönü’nün dile getirdiği gibi, gayet büyük:
*
Bir
önceki bölümde belirttiğimiz gibi, o iki aylık görüşüp anlaşma döneminden sonra
İngilizler’in ilk hamlesi geliyor.
30
Ocak 1919’da, (Selanikli’nin
Fethi Okyar ve İsmail Canbolat gibi arkadaşlarının da aralarında bulunduğu) 35
Osmanlı ileri geleni tutuklanıp Bekirağa Bölüğü’nde hapsediliyor
Semih Yalçın’ın ifadesiyle “Mustafa Kemal' in hemen hemen bütün
arkadaşları İngilizler tarafından tutuklanıp Malta'ya sürülürken, kendisine
dokunulmaması” mucizesi yaşanıyor. [E.
Semih Yalçın, “Mütareke Döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki
Faaliyetleri (30 Ekim 1918-16 Mayıs 1919)”, Ankara Üniversitesi DTCF
Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt: 17, Sayı:
18, 1995, s. 184.]
Bir çiçekle yaz, bir mucizeyle de “vatan kurtaran kahramanlık” gelmeyeceği
için daha sonra bir başka mucize daha yaşanacak, İngilizler Selanikli’nin (görünüşte)
Dokuzuncu Ordu müfettişi (gerçekte Anadolu genel valisi) olarak
Samsun’a gitmesine engel çıkarmayacak, dakikasında vize vereceklerdir.
*
Evet, hem İngilizler’in politikası, hem de Selanikli’nin hareket tarzı
açısından 30 Ocak 1919’u milat olarak kabul edebiliriz.
Semih Yalçın’nın dediğine göre,
bu tarihte yaşanan tutuklama olayı, “Mustafa Kemal'in siyasî faaliyetlerinin
sonu, fikrî faaliyetlerinin başlangıcı olmuştur”. (A.g.m., s. 196-197.)
Siyasî faaliyetlerden kasıt, Selanikli’nin o güne kadar Osmanlı
hükümetinde bir bakanlık koltuğu kapmak için çevirdiği dolaplar, entrikalar,
kulis maratonu..
Fikrî faaliyetlerden kasıt ise, artık bu bakanlık hulyası
defterini kapatıp “vatan kurtaran kahraman” olma hayallerinin engin okyanusuna
yelken açması..
İngilizler buna karar verdikleri ve diğer
müttefikleri de bunu kabule mecbur etme vaadinde
bulundukları için Selanikli’nin “fikrî faaliyetleri” tam gaz yol almaktadır.
*
İngilizler oyunu şöyle kurmuşlardı:
Selanikli vatanı kurtarmak için mücadele eden bir kahraman olarak
gösterilecek, Osmanlı padişahı ise, İngilizler’in güdümüne girmiş bir vatan
haini olarak lanse edilecekti.
İzlenecek “İngiliz siyaseti”ni,
(önceki bölümlerde dile getirdiğimiz gibi) İngiltere’nin Dışişleri Bakanı Lord
Curzon, netameli konulara “doğrudan müdahale etmeme, dokunmama,
görünürde onlarla ilgili hiçbir adım atmama” olarak belirlemiş bulunuyordu.
İstanbul, Türkler’de kalsa bile (imparatorluk “hava”sı verdiği
için) bir daha asla başkentleri olmayacaktı.
Türk İmparatorluğu (Osmanlı Devleti) yok edilecek, yerine eski çağların Lidya ve Frigya’sı gibi
iddiasız bir Anadolu devleti kurulacaktı.
Türkler’in İslam dünyasındaki itibar
ve saygınlığının, liderlik konumunun yerle bir edilmesi için ellerinden hilafet
kurumu, halifelik pozisyonu alınacaktı.
Kemal Ohri’nin dönemin cumhurbaşkanı İnönü’ye yazdığı mektupta
dile getirdiği gibi yeni devlet Curzon ilke ve inkılapları marifetiyle hafızasız
ve tarihsiz hale getirilecek, dinî eğitim ve öğretim kurumları
kapatılacak, İslam öğretilmeyecek, dinî hayatın kalan son kırıntıları da reforma
tabi tutulacaktı.
*
Fakat en önemlisi, bütün bunlar psikolojik
savaş strateji ve taktikleri çerçevesinde yapılacak, çağdaş uygarlıkçı
illüzyonlar algı operasyonları ile Türkiye insanına kendi yerli-milli marifetiymiş
gibi “yutturulacaktı”.
Lord Curzon’un tabiriyle hiçbir şey “doğrudan
müdahale” ile yapılmayacak, Türkler’in Hristiyan Batı’nın zulmü ile perişan
edilmiş, mağdur ve mazlum hale getirilmiş, dinini yaşayamaz, kültürünü
yaşatamaz esirler durumuna düşürülmüş, maneviyat elbisesinden soyulup
anadan üryan çıplak sefil köleler haline getirilmiş oldukları izlenimi
verilmeyecekti.
Herşey Türk’ün kendi eliyle
yapılmış gibi gösterilecek, böylece “manen intihar eden, kendi manevî şahsiyetini
katleden şu çılgın Türkler” imajı İslam dünyasına pompalanacaktı.
Selanikli’ye verilen ihale buydu..
*
Karşılığında ise ona, onun başlangıçta
istediği “İngiliz valiliği” değil, “yeni Türkiye”nin
cumhurbaşkanlığı makamı sunuluyordu.
Hem de “kurucu” cumhurbaşkanlığı…
Böylece adı tarihe altın harflerle
yazılacak, tarih kitaplarında ismi, “devlet kurmuş büyük kahraman”
olarak geçebilecekti.
Selanikli bir göz istemiş, İngilizler
dört göz sunmuştu.
İngilizler’in yaptıkları fedakârlık da
(Türkiye insanı açısından değilse de, Selanikli açısından) çok büyüktü, bu
“danışıklı dövüş”te Selanikli tarafından birazcık hırpalanmış, dayak yemiş,
azar işitmiş gibi görünmeye razı olmuşlardı..
Selanikli'nin sözde yenip mağlup ettiği yedi düvel (yedi devlet) arasında kendi isimlerinin de geçmesine göz yumdular. (Bazı filmlerde yönetmen de oyuncu olarak rol alabilir ve rol icabı başrol oyuncusundan güya dayak yiyebilir.)
Karşılığında ise İngilizler, Selanikli’nin
eline tutuşturdukları yol haritasındaki (Ayasofya’nın müze yapılması da
dahil) bütün hedeflerine ulaşmışlardı..
Misak-ı Millî sınırları içindeki Musul
ve Kerkük de (petrolünden dolayı) İngiliz’e kalmıştı.
Böylece İngiliz, sürüp ektiği tarladan
hasat kaldırmış oluyordu, ve bunu alnının teriyle hak etmişti, çünkü İnönü’nün
açıkladığı gibi, çok emek sarfetmiş, büyük risk almıştı:
"İstiklal
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün olmuştur.”
İngilizler de, Selanikli de, Samsun’a
çıkış öncesinde İstanbul’da yaptıkları anlaşmaya sadık kaldılar..
Özellikle Selanikli olağanüstü
performans sergiledi, ve bu yüzden İngilizler, bir zaman sonra Selanikli’ye,
bahşiş kabilinden Montrö Antlaşması’nı lutfettiler.
*
Evet, Selanikli’nin İstanbul’daki (Mondros
Mütarekesi’nin ardından 13 Kasım 1918 ile 16 Mayıs 1919 tarihleri arasında gerçekleşen)
altı aylık ikâmetinin (0cak 1919 sonuna kadarki) ilk iki buçuk aylık dönemi ile
sonraki üç buçuk aylık döneminin farklılık gösteriyor olması tesadüf değil..
Farklılık, İngiliz Gizli Servisi’nin
(İstihbarat Teşkilatı’nın) İstanbul Şefi Rahip Frew ile yapılan
görüşmeler neticesinde varılan bir anlaşmanın ürünü..
Böylece Selanikli Şubat 1919’dan
itibaren fikrî faaliyet moduna geçiyor, bir millî mücadele (ulusal direniş)
teorisyeni haline geliyor, ve azimli bir vatansever olarak akıllar fikirler
üretmeye başlıyor.
Öncesinde ise, (önceki bölümde örneklerini
sıraladığımız gibi) her fırsatta İngilizler’e yağ çeken, gazetelere bu
yönde demeçler veren bir “işbirlikçi” pozisyonunda..
Bu arada, Osmanlı hükümetinden bir bakanlık
koltuğu kapmak için kırk takla atmaktan da geri kalmıyor.
Gelecek yazıda inşaallah attığı bu
taklalar üzerinde duralım.
LAİKLİĞİN (SİYASAL DİNSİZLİĞİN) BATIL DİNİ: ATATÜRKÇÜ PUTPERESTLİK
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem gelecekle ilgili haberler vermiş, istikbalde neler olacağını bildirmiştir. Kendisini Atatü...
-
Şu Hiranur Vakfı hocasının kızının evliliği meselesi, 28 Şubat 'taki (derin tezgâh) Müslüm-Fadime olayı gibi arsızca köpürtülüyor. ...
-
Erdoğan’la ilgili iki rüyamı yorumsuz olarak aktaracağım. Birincisini, Suriye’deki son gelişmeler başladığı sırada gördüm.. Erdoğan, de...
-
Odatv.com ’da “istihbarî” bilgileri “kulis” diye Hürrem Elmasçı takma adıyla aktaran kişi, son yazısına şu başlığı uygun görmüş: “ Er...