UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 62
Evet, Kurtuluş Savaşı, İstiklal
Harbi ve Millî Mücadele gibi isimlerle adlandırılan ve Osmanlı
Devleti’nin yıkılıp yerine laik (siyasal dinsiz) ve Batıcı Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasına yol açan olayın içyüzünü, Türkiye’nin ikinci
cumhurbaşkanı, İstiklal Harbi’nin Batı Cephesi Komutanı General İsmet İnönü,
1973 yılında, cumhuriyetin ilanının 50’nci yıldönümü vesilesiyle verdiği
demecinde, son derece veciz ve özlü bir şekilde, açık ve seçik biçimde, “kör
gözüne parmağım” açıklığında dile getirmiş bulunuyor:
"İstiklâl
mücadelesinin başarısı da esasında İngilizlerin buna karar vermesi ve
diğer müttefikleri de bunu kabule mecbur etmesiyle mümkün
olmuştur."
(Milliyet Gazetesi‘nin 29 Ekim 1973 tarihli sayısından aktaran Fikret Başkaya, Paradigmanın İflası, İstanbul: Yordam Kitap, 2018, s. 60.)
Demek ki İngilizler şunu yapmışlar:
Bir: Selanikli Mustafa Atatürk’ü
destekleme, başarıya ulaştırma kararı almışlar.
İki: Müttefikleri olan Fransızlar ile
İtalyanlar’ı, bu karara uymaya mecbur bırakmışlar.
İtalyanlar’ın işgal ettikleri Antalya gibi
yöreleri hırgür çıkarmadan sühuletle terk etmeleri nedensiz değil.
Aynı şekilde, Fransızlar’ın da
(her ne kadar Maraş, Urfa ve Antep’te halkla çatışmak durumunda kalmışlarsa da),
Selanikli ile, hiç kavga etmeksizin hemen masa başına oturup (Misak-ı Millî’nin
Halep’ini de yan ceplerine koyarak) Ankara Antlaşması’nı yapmış olmaları, gerçekte,
İngilizler’in Selanikli’ye yaptıkları dolaylı bir jest imiş.
İngilizler, Selanikli’ye Yunan
cihetinden de bir jest yapacaklardı, fakat Yunanistan’da tahta yeniden oturan Almanya
yanlısı Kral Konstantin, Venizelos’un İngilizler’e verdiği sözleri geçersiz
sayarak Anadolu içlerine yürüme kararı aldı.
Bununla birlikte, İngilizler, Yunan’ı (Selanikli
TBMM’yi kurup Anadolu’da ipleri eline alıncaya kadar) Milne Hattı ile
İzmir dağlarındaki çiçekleri toplama işiyle meşgul etmek suretiyle, İsmet
İnönü’nün sözünü ettiği “karar”a bağlılıklarını ispatladılar.
*
İngilizler’in İstanbul’da izledikleri
siyaset de tamamen Selanikli’nin önünü açma gayesine yönelikti.
Mesela Osmanlı Meclis-i Mebusan’ını
(Milletvekilleri Meclisi’ni) kapatmak ve oradaki (Selanikli’yi adamdan
saymayacak) deve dişi gibi isimleri tutuklayıp Malta’ya sürmekle de
Ankaralı Kemal’e büyük iyilikte bulundular:
“… Tutuklananlar
arasında İttihat ve Terakkiciler de ağırlıkta bulunmaktadır. İngilizler’in bu siyaseti,
Ankara’yı önemli ölçüde rahatlatmış, [TBMM’nin açılışının ardından kurulan]
Ankara hükümeti üzerindeki baskıları hafifletmiştir.
“Herhalde, Malta
sürgünleri olayı gerçekleşmediği varsayımını esas alsa idik, Mustafa Kemal’in
işinin hayli güçleşeceğini söylemekle, olmayacak bir şeyi iddia etmiş olmazdık.
“Daha sonra sürgünden
gelenlerin önemli bir kısmı Ankara’ya gelerek harekete katılmışlardı. Ancak ilk
günler eğer bu sürgün olayı yaşanmamış olsa idi, herhalde Ankara’daki Meclis
Mustafa Kemal’in başkanlığında İstanbul Meclisi’nin devamı niteliği kazanmış
olacak, gelen politikacı, asker ve bürokratlar yeni siyasi yapıda yer
isteyecekti!”
(Abdurrahman Dilipak, Cumhuriyete Giden Yol,
7. b., İstanbul: Beyan Y., t. y., s. 295.)
*
İngiliz’in burada oynadığı oyun (Selanikli’nin
başarısı için çevirdiği dolap) çok katmanlı ve kapsamlı.
Misak-ı Millî’yi ilan ederek, yapılacak bir
antlaşmanın kırmızı çizgilerini belirleyen Meclis-i Mebusan kapatılmasa, TBMM’nin
meşruiyeti (meşruluğu) tartışmalı hale gelecekti.
Meclis-i Mebusan, Misak-ı Millî’yi ilan etmekle
Selanikli için de çıtayı yükseltmiş oldu.
Nitekim, 18 Haziran 1920’de TBMM de,
Misak-ı Millî ile ilan edilen “vatan” topraklarından taviz
verilemeyeceğini ilan etti.. Etmek zorunda kaldı.
Meclis-i Mebusan’dan “daha az
vatansever” olmaları yakışık almazdı.
Fakat, bu, lafta kaldı.
*
Selanikli liderliğindeki Ankara
Hükümeti, Misak-ı Millî’den epeyce bir taviz vererek yeni Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ni ilan etti.
İlk taviz, Fransızlar’la yapılan
Ankara Antlaşması ile verildi.
Lozan’da da taviz verilince
TBMM’de milletvekilleri Misak-ı Millî’yi hatırlatarak itirazda bulunmuşlardı.
İzmit milletvekili Sırrı Bey şunları söylemişti:
“Arkadaşlar,
biliyoruz ki, birkaç seneden beri Misâk-ı Millî nâmı altında toplanan bir kül
etrafında dolaşıp durmaktayız ve onun bir kelimesi için milletimiz binlerce kan
dökmüştür Bu Misâk-ı Millî’nin lâ-yetegayyer [değişmez] olduğunu, harfinden
vazgeçemiyeceğimizi âleme ilân için mümkün olsa arş-ı azama yazacakdık. … [Lozan
delegeler kurulumuz] … Lozan’a gittiler ve orada … Misâk-ı Millî’den feragat
ettiler … arazi [vatan toprağı] meselesinde tamamen feragat etti.
Hiçbir noktası temin olunamadı ve binaenaleyh milletin senelerden beri
etrafında dönüp dolaştığı ve âleme ilân edilen Misâk-ı Millî çiğnendi, heba
oldu, İptal edildi, battal edildi.”
(TBMM Gizli Celse Zabıtları, Cilt 3, [Devre: 1, İçtima Senesi: 3, 27 Şubat 1339 (1923)],
İstanbul: İş Bankası Yayınları, 1985, s. 1310.)
Bunun üzerine Selanikli Mustafa
Atatürk kürsüye gelmiş, “Misak-ı Millî diye bir harita
yok” diye resmen yalan söylemişti:
“Bazı
arkadaşlarımız, mesela Sırrı Bey gibi arkadaşlarımızın medar-ı kelamı [sözünün
dayanağı] Misak-ı Millî oluyor. Heyet-i murahhasa [Lozan delegeler kurulu]
Misak-ı Millî’yi mahvetmiş, Heyet-i Vekile [Bakanlar Kurulu] Misak-ı Millî’yi
feda etmiş. Ben de diyorum ki, Sırrı Bey Misak-ı Millî’nin ne olduğunu
anlamamıştır. Misak-ı Millî şu hat bu hat diye hiçbir vakitte hudud [sınır]
çizmemiştir. O hududu çizen şey milletin menfaati ve heyet-i celilenin [Lozan’daki
temsilcilerin] isabet-i hazırıdır [şimdiki görüşüdür].
(A.g.e., C. 3, s. 1318.)
Sırrı Bey, verdiği cevapla
Selanikli’yi ters köşe yapmış, kalesine doksandan bir gol hediye etmişti:
“… Anlamadığımı
söylediğiniz Misak-ı Millî’nin bendeniz min gayri haddin muharrirlerindenim
[yazarlarındanım, kaleme alanlarındanım].”
Yediği bu golle sersemleyen,
şoka giren Selanikli, vatanseverlik edebiyatının palavradan ibaret olduğunu itiraf
etmek zorunda kalmıştı:
“Keşke yazmaya idiniz. Başımıza çok belâ koydunuz.”
(A.g.e., C. 3, s. 1319.)
*
Bunu söyleyen adam, “Mevzubahis
olan vatansa gerisi teferruattır” diyerek mangalda kül bırakmayan, bir
karış vatan toprağının bile kan dökülmeden terk olunmayacağı masallarını üfüren
babayiğit..
İkinci oturumda bir başka
milletvekili, Abidin Bey, kürsüde şunu der:
“Paşa
hazretlerinin son beyanatlarından kendi nokta-i nazarımdan anladığım: Misak-ı Millî yoktur. İstediğimiz gibi bir harita
çizeceğiz…. “
Kırdığı potun farkına yeni
varan Selanikli Atatürk ise, sözlerinin tutanaklara geçmiş olduğunu unutarak
yine yalan söyler, “Demedim öyle bir şey” diye
konuşur. (A.g.e., C. 3, s. 1321.)
Anlaşılan, herkesi kör,
âlemi sersem sanıyormuş.
*
Yıllar sonra, Selanikli’nin
has adamı Falih Rıfkı şöyle yazacaktır:
“Mustafa Kemal ise Misak-ı Millî der,
ne Nuh ne Peygamber demez.”
(Falih Rıfkı Atay, Çankaya III,
Cumhuriyet Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 21.)
“Şeyh uçmaz, mürit uçurur”
diye bir laf vardır. Uçurulma konusunda şeyhler, Selanikli’nin eline su
dökemezler.
*
Mustafa Kemal, 1 Mart 1922
tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Siyaset-i dahiliyemizde (iç
politikamızda) olduğu gibi siyaset-i hariciyemizde de (dış politikamızda da)
umde-i esasiyemiz (temel ilkemiz) Misak-ı Millî mevâddından
(maddelerinden) ibarettir.”
(Atatürk’ün
Söylev ve Demeçleri I, 5. b., Ankara: Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü
Y., 1997, s. 250.)
Misak-ı Millî maddeleri, dış siyasetimizin temel ilkesiymiş..
Temel..
Peki Misak-ı Millî aleyhtarlığı bu durumda ne anlama gelmektedir?
Anlamı vatan hainliği olabilir mi?
Evet, Mustafa Kemal’e göre, Misak-ı Millî karşıtlığının anlamı tam
da budur:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin ferda-i
küşadında (açılışının ertesinde) kendi meşruiyetine kavlen (sözle), fiilen,
tahriren (yazıyla) ve her hangi vasıta ile tariz edenleri (söz dokunduranları)
Meclis hangi hak ile hain-i vatan (vatan haini) addettiyse, Misak-ı Millî’ye
aleyhtarlık edenleri hangi esbab-ı siyasiye ve içtimaiye (siyasî ve
toplumsal nedenler) ile hain tanıdıksa, ve nihayet bütün ihtişam ve
şevketiyle, bütün kavanin (kanunlar) ve kudretiyle Meclis’in ve Millî
Misak’ın aleyhinde vaziyet alan asırdîde (uzun ömürlü) bir idare ile onun
mensuplarını hangi sebepler ve hangi haklarla hiyanetle vasfeyledikse,
bugünkü hâkimiyet-i millîye (ulusal egemenlik) düşmanlarını da aynı haklar ve
aynı sebeplerle hain telâkki ederiz.”
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, s.
328.)
Demek ki neymiş, Misak-ı Millî’ye laf söyleyenler vatan haini
muamelesi görmüş.
Bu durumda, yaptığı antlaşmalarla Misak-ı Millî’yi fiilen
ayaklar altına alan Selanikli’nin, bu yaptığı yetmiyormuş gibi, onu bir de “kavlen”
(sözle) bela olarak nitelendirmesini nasıl yorumlamak gerekir?
O günkü Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na göre Mustafa Kemal’in
“hakk”ı ne olabilir?
Buna, “Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” sözümü
besmele yapmış olan vatanperverler cevap versinler, böylece,
vatanseverliklerinin çapını ölçmüş oluruz.
*
Evet, dediğimiz gibi, Misak-ı Millî’yi
ilan ederek, yapılacak bir antlaşmanın kırmızı çizgilerini belirleyen Meclis-i
Mebusan İngilizler tarafından kapatılmasaydı, Ankara’da faaliyete
geçirilmek istenen TBMM’nin meşruiyeti (meşruluğu) tartışmalı hale gelecekti.
Selanikli’ye şöyle denilecekti:
“Samsun’a çıkışından bu yana
geçen zaman tam 11 ay.. Nerdeyse bir yıl.. Ve senin Anadolu’da turist gibi
gezme, kongre mongre ayaklarından nutuk atma dışında yaptığın
hiçbir şey yok.. Düşmana attığın tek bir kurşun bile mevcut değil..
Tutmuş meclisçilik oynuyorsun.. Meclis diyorsan işte Meclis İstanbul’da!”
Dolayısıyla İngilizler’in Meclis-i
Mebusan’ı kapatıp TBMM’yi alternatifsiz hale getirmesi, İnönü’nün
açıkladığı şekilde, Selanikli’yi “başarı”ya götürecek yolun taşlarını döşemesi
gerekiyor.
*
Ancak, sadece kapatma yetmiyor..
Ortada bir sorun daha var:
Selanikli, kapatılan Meclis’in
üyelerine (mebuslara, milletvekillerine) yeni mecliste (TBMM’de) yer vermek,
böylece eski meclisin meşruiyeti üzerinden kendisine meşruiyet üretmek
durumunda.
“Onların milletvekilliğini
tanımıyorum!” dese, onlara İngiliz’le beraber tavır almış, sırtlarına
İngiliz’le birlikte tekme vurmuş olacak..
Takke düşecek kel görünecek, yolunun
İngilizler’le kesişmiş bulunduğu, “düşmanlarının ortak olduğu” anlaşılacak.
Çare?..
Çare şu: İngilizler’in (İnönü’nün
açıklamış olduğu üzere destekleme kararı aldığı) Selanikli’ye sorun çıkaracak
olan ağır topları tutuklayıp Malta’ya sürmeleri.
Selanikli’ye diş geçiremeyecek garip
guraba takımından mebuslara ise Ankara’ya gidip TBMM’de “doğal üye / tabiî aza”
olma imkânının verilmesi.
Nitekim, 80 civarında mebus
(milletvekili), TBMM’ye katılmış durumda..
(İngiliz’in evdeki hesabı çarşıya
büyük ölçüde uydu.
Meclis-i Mebusan’ın mebuslarından Ali
Şükrü Bey bir istisna idi.. Yol kazasıydı..
Selanikli’nin korumalarının başı Topal
Osman onu aldatıp “faili
meçhul” kontenjanından öldürdü..
Fakat olay açığa çıkıp faili malum
hale gelince de Seanikli’nin yeni koruma başı İsmail Hakkı Tekçe Topal
Osman’ı “itirafta bulunma” fırsatı vermeden infaz etti.
Dönen dolabı herkes anladı.. Fakat,
kimsenin hayata “ikinci Ali Şükrü” olma ihtimaliyle devam etme niyeti yoktu.)
*
Evet, İngiliz’in “devlet aklı”
muhteşem.. Şeytan’a pabucunu ters giydirir.
Ama Selanikli’nin de hakkını
yemeyelim.. Sıradışı, olağanüstü bir işbirlikçiydi.
Yeteneği göz kamaştırıcı.
Böyle yetenekli bir adam bulmayı
başardıkları için, İngiliz “devlet aklı” karşısında şapka çıkarılır.