HRİSTİYANIN BİLE BU KADARINA TAHAMMÜL EDEMEDİĞİ ÇAĞDAŞ TÜRKİYE TİPİ İMANSIZ YERLİ MİLLİ GÜNCEL İLAHİYATÇILIK

 



Bir önceki yazıda Almanya-Frankfurt’ta 05-07 Haziran 2008 tarihleri arasında gerçekleştirilen bir sempozyumdan söz etmiştik.

İslam’ın Manevi Mirası: Günümüzde Kur’an” konulu sempozyumdan..

Zamanın Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı (sonradan başkan olan) Mehmet Görmez ile profesör arkadaşları Ömer Özsoy, İlhami Güler, Burhanettin Tatar, Mustafa Öztürk ve Yasin Aktay’ın da katıldığı bu sempozyumda pırasasör Ömer Özsoy(suz)’un en hakiki ve öz küfür sözler söylemiş olduğunu görmüştük.

Ayrıca bu küfür sözlerin, değil bir bilim adamına, 10 yaşındaki zeki bir çocuğun bile ağzına yakışmayacak mantıksız ve cahilane saçmalıklar olduğunu göstermiştik.

Doğal olarak böylesi saçmalıklara müslümanın iman gereği, (kâfir de olsa) bir bilim adamının da akıl, mantık ve bilim adına itiraz etmesi gerekir.

Nitekim Ömer Özsoysuz’un zırvalarına da itiraz edilmiş..

Bir kişi itiraz etmiş..

Bilin bakalım kim olabilir?

Sonradan Diyanet İşleri Başkanı olan Mehmet Görmez mi?

Halen Akparti’de önemli bir görevde bulunan (Yeni Şafak gazetesi yazarı) Yasin Aktay mı?

Hiçbiri değil..

İtiraz eden kişi bir hristiyan Alman..

Prof. Dr. Felix Körner.

*

Körner, özetle şöyle demiş:  

Özsoy’un … çalışması [sunduğu tebliğ][kutsal] kitabı olan ilâhî [semavî] bir dinin tefsiri [yorumu] olmaktan çıktı. … 

Çalışması, [müslüman ya da gayrimüslim, Allah’a inanan ya da ateist farketmeksizin] herkesin kabul edebileceği, tarihsel açıdan allanıp pullanmış ahlâkî [içerikten yoksun, lafta kalan] normlardan ibaret. 

Yani Kur’ân [hukukî düzenlemeler getirip hayatı düzenleyen bir Tanrı buyruğu olmaktan çıkmış, hukukî emir ve yaptırım içermeyen] bir ahlâk kitabına indirgenmiş. 

[Bu türden] Dışarıdan gelen her reform [dini güncelleyip yeniden biçimlendirme] girişimi, aslında Kur’ân’ın kendisinde var olan ıslahatçı potansiyeli yok etmektedir [İnsanları ıslah eden bir kitap olmaktan çıkıp, insanların ıslah ettiği bir kitaba dönüşmektedir].

Körner’in bu sözlerini dinleyen ilahiyatçı Türk pırasasörler acaba utanmışlar mıdır?

Sanmıyorum, çünkü utanmaları için önce yapılan eleştiriyi anlamaları gerekiyor.

Bunlar ise kimisi görmez, kimisi duymaz, kimisi akletmez bir taife..

Söyleneni anlamadıkları için utanmak gibi bir bahtsızlığı yaşamaları mümkün değil.

Şanslı adamlar..

*

Önceki yazıda merhum allâme Tehanevî’nin ifadelerine de yer vermiştik.

O, konuyla ilgili olarak şu soruyu sormaktadır:

Bir kimse bir devrin yöneticilerinin kanunlarını alır ve her bir kanun için hikmet ve maslahat uydurur, sonra o hikmetlerin daha başka bir kolay yolla gerçekleşmesi temeline dayalı olarak o kanınları geçersiz sayarsa yöneticiler ona hangi muâmeleyi yaparlar?

Mesela Türkiye’den örnek verelim..

Mustafa Kamal Atatürk, (çorap, atlet, pijama, kilot, don devrimi türünden) bir şapka devrimi yapmıştı.

Şapka giymeyi kabul etmeyenler idam bile ediliyordu.

Don giymezsen idam edilmiyordun ama şapka giymezsen idam edilebiliyordun.

Hayır, burası bir tımarhane değildi, füze hızıyla çağdaşlaşan bir ülkeydi.

Bir Türk dünyaya bedeldi, fakat bütün bir Türk milletini toplasan bir gâvur şapkasına denk olamıyordu.

Atatürk’ün anlayışına göre şapka kanununun hikmet, maksad ve maslahatı halkı çağdaşlaştırmak, medenî Batılılar’a benzetmek, milletin hayat tarzını güncellemekti.

Bunu da 'zor'la yapıyordu.

Buna karşı birileri o gün şöyle deselerdi nasıl muamele görürlerdi: 

Çağdaşlık öyle şapkayla olmaz, çağdaş Batılıların hepsi şapka mı giyiyor?! Üstelik çağdaş olmayan ölüp gitmiş eski geri kafalı Batılılar da şapka giyiyorlardı. Asıl çağdaşlık monokl gözlük ve pipoyla olur. Şapkanın canı cehenneme, bütün vatandaşların monokl ve pipo taşıması zorunluluğu getirelim. Tütün kullanmasa bile ağzında piposu olsun.. Monokl ve pipo, şapka gibi mi, şapka haydut Al Capone'da da var, Şikago'nun zenci serserilerinde de.. Hangi çağda yaşadıklarının farkında olmayan birileri bunu anlamaktan ve devrimlerini güncellemekten bile acizler. Monokl ve pipo, sakalsızın Londralı aristokrat, sakallının da Heidelberg'li filozof gibi görünmesini sağlar. Ben şapka devrimine devrim mi derim, devrim dediğin monokl ve pipo devrimidir. İşte ancak o zaman tam çağdaş Batılı oluruz, Batılılaşmanın ruhuna bu daha uygun. Şapkaymış, hıh!”

Evet, biri bunu deseydi ne olurdu?

Olacağı şuydu: Birincisi, şapka devrimine muhalefetten vahşice derisini yüzmezlerdi ama muhtemelen kibarca asarlardı.

İkincisi, “Sen Atatürk’ün lafının üstüne nasıl laf söylüyorsun, hem senin böyle alternatif bir yol önermen Atatürk’ü bilgisiz ve beceriksiz kabul etmen ve hatta onunla alay etmen anlamına gelir. Cezalardan ceza beğen Cumhuriyet düşmanı vatan haini, Atatürk düşmanı devrim karşıtı!” demezler miydi?!

*

Somut/müşahhas bir başka örnek verelim..

Varsayalım ki birisi şöyle diyor: 

“Mahkemelerden, yargılamadan maksat nedir? Adaletin yerini bulmasıdır. Cezadan maksat nedir, suç işleyene bedel ödetilmesi ve bunun başkaları için ibret dersi olmasıdır. Mahkemelerin varlığının da, cezalandırmanın da hikmeti bu.. Fakat mahkemeler yavaş çalışıyor, şahit mahit derken iş tavsıyor. Bu hikmet ve maslahatın gereğini ben daha çabuk ve etkili şekilde yerine getiririm. Katillerin, ırz düşmanlarının, hırsızların, tacizcilerin peşine düşer, durumlarına göre suçlarının faturasını keserim. Suçlarının derecesine göre kimini öldürürüm, kimini döverim, kimine para cezası keser o parayla fakirlere yardımda bulunurum.”

Bunu yapan kişiye, “Aferin, mahkemelerin maksad ve hikmetini kavramış, adalete hizmet ediyor” denilmez. Bu yaptığı da suç kabul edilir.

Şeriat’i (İslam’ın hükümlerini) güncellemeye kalkışan azgelişmiş zekâların durumu da budur.

*

Bu tarihselci taifesi az angut, bir parça idraki kıt, ileri düzeyde de anlama özürlü oldukları için şefkat ve merhametle terbiyeyi hak ediyorlar.

O yüzden sabırla anlatmaya devam edip bir başka örnek verelim..

Varsayalım ki birisi şöyle diyor: 

“Hekimlikten/doktorluktan maksat ne? Bunun hikmeti ne? Hastaların tedavi edilmesi.. Benim dedem de, babam da, annem de hekimdi, onlardan tıbbı iyice öğrendim.. Her ne kadar tıp tahsilim ve diplomam yoksa da, bu işi onlardan kaptım. O halde ben de bir muayenehane açıp doktorluk yapabilirim. Yaparım. Bu konuda devletin yasak getirmesi bağnazlık ve yobazlıktır, geri kafalılıktır, çağdışılıktır. Bu yasak, insan kaynağı israfıdır. Haksızlıktır. Sadece bana değil, hastalara da yapılmış bir haksızlık. Topluma katkı sağlamama engel oluyorlar.”

Bunu diyen kişiye, “Aferin, sen olayın ruhunu kavramış, hikmet ve maslahatları hatmetmişsin, doğru diyorsun” mu derler?!

Böylesi bir mantık kabul edilir mi?

Tarihselci ve güncellemeci yenilikçiliğe göre, kesinlikle kabul edilmelidir.

*

Merhum Tehanevî şöyle bir örnek veriyor:

Bundan daha da açığı şudur ki; mahkeme bir kimse için şâhitlik yapmak üzere ihzâr [mahkemede hazır etme] hükmü çıkarır, ihzâr kağıdını görüp de imzaladıktan sonra ‘Mahkemeye gelmekten maksad şâhidliği yerine getirmektir, bunun daha kolay başka bir yolu vardır, ben olan bitenlerin tamamını yazar posta yoluyla müseccel [kayıtlı, belgeli] olarak gönderirim’ diyerek mahkemeye gelmezse, bu adam ihzârda yazılı olan yer ve zamanda hazır bulunmazsa, kendisi için yakalanma hükmü çıkarılmasını hak etmez mi?…

 

SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...