İSLAMCILIK SEMPOZYUMU KİTABINA VE "YERLİLİK-MİLLİLİK"E DAİR

 





Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi ve Hareketi - Sempozyum Tebliğleri adlı kitabın (ed. İsmail Kara, Asım Öz, İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları, 2013) “Sunuş” yazısında şöyle deniliyor:

Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesinden bu yana, bu topraklarda yaşayan toplumlar, Batı sömürgeciliği/emperyalizmi karşısında derin bir bocalama ve mağduriyet yaşamış, sürekli bir cevap arayışı içinde ol­muşlardır. Birkaç yüzyıl boyunca süren bu cevap arayışı, hayatiyetini arttırarak devam etmektedir. “İslâmcılık Düşüncesi” ise eğrisiyle doğ­rusuyla bu coğrafyanın ürünü olan ve bu anlamda yerliliğini muhafaza eden bir fikir olması hasebiyle üzerinde düşünülmeyi fazlasıyla hak et­mektedir. İslâm milletinin damarlarında hâlâ güçlü bir nabız gibi atan “İslâmcılık Düşüncesi” üzerinde yapılacak Türkiye merkezli çalışmalar, geleceğe dair yeni teklifler üretmemizi ve yeni bir dünya tasavvur ede­bilmemizi de sağlayacaktır.

Bir sempozyum yapılıyor, sempozyum tebliğleri kitaplaştırılıyor, ve “Sunuş”unda bunlar söylenebiliyorsa, o sempozyumda havanda su dövülmüş demektir.

Burada iki tane sakatlık var.

Birincisi, İslamcılık gerçekten İslamcılık ise, eğrisi olamaz. Çünkü İslam eğri değildir, doğrunun kendisidir.

İslamcı olan da “doğrucu” olmuş olur. Eğriliği varsa, gerçekte “doğrucu”, yani İslamcı olamamıştır.

Onun savunduğu şeye İslamcılık adını vermek, İslam’a iftira atmak olur.

*

İkincisi, bu coğrafyanın ürünü olmanın bir önemi yoktur.

İlim Çin’de bile olsa gidilip alınır.

Hikmet müminin yitiğidir, nerede bulursa alır.

Bu coğrafyanın bir kutsallığı yok..

Bu coğrafya, kendisinden hata zuhur etmeyecek “ilahî dergâh” da değildir.

Bu coğrafyanın ürünü olma, meşruiyet nedeni de olamaz.

Yerliliğini muhafaza etmeden söz etmek ise, saçmalıktır.

Çünkü İslam, “yerli” değildir, evrenseldir.

Çünkü İslam, yerlilik ve bu coğrafyaya aitlik kıstaslarıyla değerlendirme konusu yapılabilecek birşey değildir.

Tam aksine, bu coğrafyanın ürünü olan ve yerlilik sıfatını taşıyan şeyler, İslam’a uygunsa bir değer taşır.

*

Ne yazık ki bu zamanın insanının, müslümanının ölçüleri bozulmuş..

Neyi niçin savunması gerektiğinden habersiz..

“Bu coğrafyanın ürünü olma” ve “yerlilik” gibi derin devletin (resmî ideolojinin) empoze ettiği sahte ölçütler, “şaşmaz yanılmaz kutsal ölçüler” gibi kabul edilmiş.

Sorgulanamaz ezber haline gelmiş.

Cennetmekân (mekânı Cennet olsun) Selçuk Bey bu kafada (kafasızlıkta) olsaydı, aşiretine “Müslüman olma” teklifinde bulunamaz, atalarımızın müslüman olmasına vesile olamazdı.

Aynı şey Abdülkerim Satuk Buğra Han ve Nogay Han gibi öncülerimiz için de geçerli..

Onlar, aşiretlerinin/toplumlarının müslüman olmasını sağladılar.

Halbuki İslam onlar için ne “yerli” idi, ne de onların “coğrafyasının ürünü”ydü..

Onlar böyle dar bakış açılarının, “coğrafya”nın ve “yer”in kulu kölesi olmadılar.

Vizyonsuzluk, körlük ve kitlesel enaniyet/benlik/gurur anlamına gelen “kendi kendine taparlık” şaşkınlığına prim vermediler.

Bir onlara bak, bir de bugünkülere..

Yazıklar olsun!


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN OSMANLI DEVLETİ’NE "AÇIK" İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 39   Bir önceki bölümde, Selanikli’nin, (Tevfik Paşa kabinesinin güvenoyu almasın...