Cevheri Güven'i daha yaşlı biri
zannediyordum, gençmiş.
Sadece ismen biliyordum. Bal
Tuzağı adlı kitabını okumuştum. Böylesi tuzaklarla karşılaşınca,
"Bu işin ilmi neymiş, bir öğrenelim" demiştim.
Yurt dışından yayın yapmaya devam
ettiğini bu yılın Şubat ayında bir akrabamdan duymuştum. Rahmetli (tesbih elinden düşmeyen zikir ehli) halamın cenazesinde
karşılaştığım akrabam, Cevheri Güven'in Twitter hesabını takip etmemi, önemli
açıklamalar yaptığını söylemişti.
Şöyle bir bakmış, beni 'sarmadığı',
ayrıntılarıyla anlattığı bazı hususları da "esas itibariyle"
bildiğimi düşündüğüm için ilgilenmemiştim.
Ancak, geçtiğimiz günlerde Sabah gazetesi
bu genç gazeteciyi manşetine taşıyarak "Bu gazeteci önemli biri"
mesajını verdi.
Benim bile, bütün millet ile birlikte, "Dur bakalım, yeni
ne diyor bu Cevheri?" diye meraklanmamı sağladılar.
Minnettarım.
*
Diğer bir isim Said Sefa..
Onun da yurt dışından yayın yapmaya
devam ettiğini Odatv.com'un bir haberi sayesinde öğrendim. (Aynı
haberi bir gün sonra, yani dün, Takvim gazetesi de internet
sitesine almış.)
İki gün önce yayınladıkları haberin
başlığı şöyleydi:
"FETÖ'nün Fuat Avni'si Said Sefa Mısır ve BAE'ye çalışıyor".
Nasıl çalışıyormuş acaba diye merak etmemek elde
değil.
Haberde şöyle deniliyor:
"... Said Sefa'nın telefonu hacklendi. Telefona sızan Ayyıldız Tim adlı siber ekip, bütün yazışmalarını ortaya döktü".
Maşallah devlet
gibi tim.. Ayyıldız. Ay, ve de yıldız.
Tim'i tersinden
okudum "mit" çıktı, aklıma devletin televizyonu TRT'nin Teşkilat
dizisi geldi. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın anlatıldığı şu dizi.
Bilgisayar
marifetiyle yaptığı hırsızlık ve soygun yüzünden hapis yatmakta olan genç bir
hacker'ı ölmüş gösteriyor, yeni bir kimlikle MİT'te işe başlatıyorlardı. İşi
gücü başkalarının telefonlarına, bilgisayarlarına girmekti.
Senaristler neden
daha düzgün, daha ahlâklı ve namuslu birini değil de bir hırsızı MİT'te
çalıştırmaya başlamışlardı, orasını çözemedim, o yüzden "Alışmış
kudurmuştan beterdir" ve "Her kap içindekini sızdırır" gibi
atasözleri aklıma geldi.
Fakat, asıl şu
mısra, bana tam da bu senaryocu zekâsı için yazılmış gibi göründü: "Şecaat
arzederken merd-i Kıptî sirkatin söyler."
*
Odatv, Said Sefa'yı
bugün de konu edinmiş. Haberin başlığı şöyle:
"FETÖ'nün Fuat Avni'si olan Said Sefa
casus olduğunu kabul etti".
Malum, casuslar casus olduklarını
asla kabul etmezler. Casus olsa da, olmasa da "Değilim" der.
Hatta bazen, ajan olduklarının
bilindiği hissettirilmeye çalışılsa bile anlamazdan gelirler; karşılarındakinin
"Ajan olsaydı bu durumda tavrında bir değişiklik olurdu, belki de casus
değildir" diye düşünmesi sağlanmaya çalışılır.
Said, bir casustan beklenmeyecek
şekilde, casus olduğunu kabul etmiş. Odatv öyle diyor.
Dürüst casus.. Casusun acemisi.
Haber şöyle:
Ayyıldız Tim adlı hacker grup geçen gün Said Sefa'nın sosyal medya hesaplarından yaptığı yazışmaları yayınladı. Said Sefa bu yazışmalarında Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne rapor yazdığını ifade ediyordu. Ortaya dökülen bu yazışmalarıyla ilgili bugün bir video çeken Said Sefa casusluk faaliyeti yaptığını kabul etti.
Firari Said Sefa, Sadece Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri ile değil, ABD, İngiltere, Almanya ve Kanada'nın istihbarat ve dışişleri ile görüştüğünü ve bilgi verdiğini söyledi. Hatta Kanada istihbaratı ile iki defa görüştüğünü de sözlerine ekledi.
Said Sefa mesajlaşmalarında Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri'ne para karşılığı rapor yazdığını ifade ediyordu. Ancak son yayınladığı videoda para konusuna hiç girmemesi dikkat çekti.
Malum olduğu üzere, (ayette buyurulduğu şekilde) bir fasık bir haber getirince işin aslını araştırmak gerekiyor.
Dolayısıyla, Said Sefa'nın Odatv'nin müjdelediği "son yayınladığı video"yu izlemekte fayda var.
Oturdum izledim.
Anlattığı şeylere
gelince..
Bir: MİT'çilerin
kendisini satın almak için milyonlarca dolarlık tekliflerde bulunduklarını
iddia ediyor. Doğru mudur, bilemem.
İki: Açıklarını
bulmak için özel hayatını didik didik ettiklerini söylüyor. Bu doğru.. Ayyıldız
Tim hikâyesi ortada.
Üç: Kendisini susturmak için Kanada'ya üç defa özel ekip gönderildiğini, bundan haberdar olan Kanada gizli servisinin işe müdahil olması sonucunda ülkeye girmelerine izin verilmediğini ileri sürüyor. (Kanada Hükümeti yalanlayıncaya kadar bekleyeceğiz.)
Dört: Kendisine bal tuzağı kapsamında (ikisi Türk vatandaşı) üç kadın gönderildiğini, bunları deşifre ettiğini söylüyor. Kendisinin bir Cübbeli Ahmet gibi "kaset rehini" olmadığını öne sürüyor. Kadınlardan Türk olanların Kanada Hükümeti tarafından sınır dışı edildiklerini, diğerinin ise para cezasına çarptırıldığını iddia ediyor. (Kanada Hükümeti'nin yalanlamasını beklemekteyiz. Bunu bizim hükümet de talep edebilir.)
Beş: Sadece kendisinin değil, kızlarının da hesaplarının hack'lendiğini, onların montajlanmış fotoğraflarının kendisine gönderildiğini, bunlarla şantaj ve tehdite kalkışıldığını ileri sürüyor ve "Bu kadar aşağılık insanlarsınız.... Siz böyle yaratıklarsınız... Alçakça, şerefsizce, haysiyetsizce...." diyor.
Söyledikleri doğruysa al benden de o kadar. Ayıp
ve çirkin.. Çok çirkin.. İftira ise, Said aşağılıktır. Fakat bu konuda doğruyu
söylediği kanaatini taşıyorum. (Ne demek istediğimi, Beşiktaş'ta bana Üsküdar iskelesinin
yerini soran fötr şapkalı ve siyah gözlüklü, kamburunu çıkararak yürüyen tipin
"şerefli" amirleri anlıyorlar.)
*
Cevheri Güven ve
Said Sefa gibi isimlerin, mağdur ve mazlum olduklarını düşünmeleri doğal, fakat
yabancı istihbarat servisleri ile kurmak zorunda kaldıkları ilişki tasvib
edilemez.
Bu, yağmurdan kaçarken doluya tutulmak.
Ancak, bu
noktaya gelmeleri sadece onların suçu değil. Asıl, onlarla uğraşanların suçu..
Onlara bir çıkış
yolu, bir çıkış kapısı, bir "yaşam alanı" bırakılmalıydı.. “Bir ihtimal daha var”
diyebilmeliydiler, fakat devamı “O da ölmek mi dersin?” olmamalıydı.
İşte, Prof. Dr.
Mahmud Esad Coşan hoca ve Muhsin Yazıcıoğlu bunu yaşadılar.
“Bir ihtimal daha
var.. O da ölmek..” dediler.
Demek zorunda kaldılar.
*
Merhum Esad Coşan
hocaya MİT’çiler, vefatından beş ay kadar önce, son haccı sırasında Hicaz’da,
kendileriyle işbirliği yapması karşılığında sorunlarını çözme vaadinde
bulunmuşlardı. (Böylesi "pazarlıkçı" kurtarıcılar, filleri önce çukura düşürüp siyah elbiselerle eziyete maruz bırakan, sonra da beyaz elbiselerle kurtararak "bağımlı" hale getiren fil terbiyecilerini hatırlatırlar.)
Esad Efendi,
onların teklifini kabul etmediğini cemaate açıklamıştı. (Bunu bana, hac dönüşü
ziyaret ettiğim hemşerim Av. Yalçın Ünal, Av. Kemal Yavuz Ataman’ın yanında
söylemişti.)
2000 yılının
sonbaharıydı, ve Esad Efendi, 1997 yılı ilkbaharından beri Türkiye’ye
gelemiyordu.
Hac sonrasında Avustralya’ya gitti..
Ve öldü.
Öldürüldü.
*
Muhsin Yazıcıoğlu’na, vefatından birkaç ay önce Almanya’dayken, “Türkiye’ye dönme, seni öldürecekler” diye haber gitmişti.
2009 yılının
başlarıydı.
Almanya’da
kalabilir, dönmeyebilirdi.
Fakat biliyordu ki,
Türkiye’de birileri, başta MHP’li boz-kurtlar olmak üzere arkasından teneke
çalacaklar, “Korkak adam, Türkiye hiçbir zaman bu kadar güvenli olmamıştı. Hem de
vatansever adam vatanını bırakıp da gâvur ülkesine kapağı atar mı?!”
diyeceklerdi.
Yazıcıoğlu için bir
ihtimal daha vardı.. O da ölmekti..
Döndü ve öldü..
Öldürüldü.
*
Öldürüldüler, çünkü onlar, yabancı istihbarat servislerinin koruması altında değildiler.