İLM-İ SİYASET ÜFÜRÜKÇÜLÜĞÜ: İLKESİZLİK, EYYAMCILIK, KONFORMİZM, FIRSATÇILIK, ÇIKARCILIK, TAKİYYE VE "ZAMAN VE ZEMİNE GÖRE KIBLE DEĞİŞTİRME"YE SİYASET ADINI VERME KURNAZLIĞI

 



Haber7.com yazarlarından Hasan Öztürk yağdanlığı (Kambersiz düğün olmazmış, bir ara Yeni Şafak balosunda sanatını icra etmişti), Erdoğan'ın göreve başlama töreni sırasında yaptığı konuşmayı konu edinen bir yazı kaleme almış.

Yazısının başlığı şöyle: 'Göreve Başlama Töreni konuşması ya da "Gelin canlar bir olalım" '

Son dönemin modası Alevîlik.. "Sünnî kodlar" bekleyebilir.. Zaten Sünnî hassasiyet bu laik (siyasal dinsiz) rejime uymuyor, onun üzerinde eğreti duruyor.

Bu Öztürk adlı yoz Türk'ün yazısı şöyle başlıyor:

Erdoğan’ı “takip edenler” açısından her şey olması gerektiği gibi oluyor!

Ama, Erdoğan’ın ilmi siyasetini göz ucuyla bile takip etmeyi kendilerine zül addedenler olup biteni elbette anlamakta güçlük çekiyor!

(https://www.haber7.com/yazarlar/hasan-ozturk/3330060-goreve-baslama-toreni-konusmasi-ya-da-gelin-canlar-bir-olalim)

*

Bu "ilm-i siyaset" lafı, yaşananları çok güzel özetliyor.

Gençler bilmezler, bu laf ile kastedilen, gerçek anlamda "siyaset ilmi" değildir.

Kastedilen, sözde dostluk sergileyerek düşmanlık yapmak, yüze gülüp kuyu kazmaktır.

Ankara'daki siyaset esnafı ve bürokratlar taifesinin bir kesimi bu alanda uzmanlaşmış ve maharet kesbetmiş oldukları için, bu lafı pek severler ve kendi karaktersizliklerini "ilm-i siyaset" ustalığı olarak göstermeyi ihmal etmezler.

Hasan Öztürk yoz Türk'ü, bu lafı Erdoğan için "övme" maksadıyla söylüyor, fakat aslında baltayı taşa vurmuş.

Bir bakıma "Kral çıplak" demiş oluyor, fakat bunu "Kralıma çıplak da siyaset ne güzel yaraşır" makamında bir besteyle kulağa hoş gelecek şekilde söylüyor.

Söylediğini zannediyor.

*

Kral çıplak..

En "akredite" yağdanlıklarına göre bile siyaseti, "ilm-i siyaset"..

Bilmemek ayıp değildir derler, bilmeyenler için anlatalım.. 

Bu "ilm-i siyaset" lafını kullananlar, şöyle bir hikâye (daha doğrusu masal) anlatırlar (Ki bunların en akıllısı bile böyle konularda ayet ve hadîsleri hatırlamazlar, nerde bir hurafe varsa onu arar bulurlar):

Bir ilim talibi, meşhur bir hocadan gidip dinî ilimleri öğrenmiş. Fakat hocası, "İlm-i diyaneti öğrendin, sana ilm-i siyaseti de öğreteyim" demiş.

O da "Gerek yok" deyip köyüne dönmüş.

Bakmış ki köyün hocası camide vaaz sırasında saçmalıyor. Hocaya "Söylediklerinin hepsi yanlış, hurafe, uydurma.. Doğrusu şudur" demiş.

Bunun üzerine hocanın kışkırttığı cemaat bunu bir güzel dövmüşler.

Bu da kalkıp tekrar hocasının yanına gitmiş, "ilm-i siyaset"i öğrenmiş.

Tekrar köyüne gelmiş, aynı hocanın vaazını dinlemiş, sonra da cemaate şöyle seslenmiş: 

"Aziz cemaat, bu hoca efendi derin ilim sahibidir, hikmet ve irfan deryasıdır, her sözü birer incidir, kendisi de pek mübarektir. Onun saçından veya sakalından bir kılı hatıra olarak saklayan cennetliktir." 

Bunun üzerine cemaat hocanın üzerine üşüşmüşler, ne saç kalmış ne baş, ne kaş kalmış ne sakal.. Yüz göz kan içinde..

*

Bu hikâyeye göre, sözde "ilm-i siyaset" öğrenen ilim talibi, hurafeci hocanın hakkından gelmiş oluyor.

Halbuki kendisi hurafeci hoca haline gelmiş durumda.

Hoca hakkında söylediklerinin hepsi yanlış, uydurma ve hurafe..

Eğer sen ilm-i siyaset adına kötülüğün kendisi haline geliyorsan, neyin mücadelesini veriyorsun?

Yolunan, hurafeci hocanın saçı sakalı değil, senin şahsiyetin, haysiyetin, şerefin, karakterin.. 

Kan revan içinde kalan, hocanın yüzü gözü değil, senin ahlâk ve seciyen..

Düşmanınla birlikte senin haysiyet, şeref, insanlık ve karakterin de ölüyorsa, bu, bir zafer midir?

*

Demek ki"Biz savaşı öldüğümüz zaman değil, düşmanlarımıza benzediğimiz zaman kaybederiz" diyen Aliya'nın ilm-i siyaseti ile Türkiye'deki ilm-i siyaset farklı.

Demek ki diyanet fakiri metin yazarlarının temcit pilavını ısıtıp yemekten ibaret olan "prompter hatipliği" ile ilgisi bulunmayan, entelektüel donanımı ile göz dolduran, gerçek bir dava adamı olma vasfını kendisinde taşıyan, bazılarının "bilge kral" olarak adlandırdığı Aliya, ilm-i siyaseti öğrenememiş.

İlm-i diyanetle kalmış. 

Diyanetini ve şahsiyetini muhafazadan başka ilm-i siyaset tanımamış.

Türkiye'deki ilm-i diyanet bakımından tam takır kuru bakır tipler ise, ilm-i siyaseti çok iyi öğrenmişler.

Öyle öğrenmişler ki, düşmanlarından bir farkları kalmamış..

Dışardan bakan birinin bunları düşmanlarından ayırması mümkün değil.. Hatta düşmanlarında biraz olsun şahsiyet ve "olduğu gibi görünme" derdi var, bunlarda o da yok.

Çünkü "fena fil ilmi siyaset" olmuşlar. 

Yanlışın ve hurafenin sözcülüğünde düşmanlarını geçmişler, böylece düşmanlarını emekli etmişler, onların postlarına kurulmuşlar.

*

İlm-i siyaset tarikatının pîri, Abdullah ibni Übeyy'dir.

Medine'deki iki kabileden birinin, Hazrec'in lideriydi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine'ye hicret etmeseydi bu şehrin kralı ilan edilecekti.

"İlm-i siyaset" icabı müslüman olmuş göründü, fakat imanı yoktu, münafıktı.

Medine'deki liderliğini, "münafıkların lideri" olarak sürdürdü.

Sözü dinlenen ve saygı gören bir adam olma özelliğini muhafaza için her yerde "rol kapmaya" çalışır, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ashabına hutbe irad ettiğinde hemen arkasından kalkıp "ilm-i siyaset" yapar, "Rasulullah şöyle güzel konuştu, böyle güzel konuştu, sözleri hikmet ve hidayet bahri vs." türünden laflar eder, nutuk atardı.

Uhud Savaşı sırasında bin kişilik İslam ordusunun önemli bir bölümünün savaş başlamadan harp meydanını terk etmesini sağlamıştı. Kendisine tabi 300 kişiyle yarı yoldan geri dönmüştü. 

Durum böyleyken, savaştan sonra Mescid-i Nebevî'de Peygamber Efendimiz'in hemen ardından ayağa kalkıp nutuk atmaya kalkışmış, bunun üzerine onun kabilesinden olan Ebu Eyyub el-Ensarî r. a. onu azarlayıp konuşmaktan men etmiş, ilm-i siyasetin çanına ot tıkamış, sesini kesmişti. (Geniş bilgi için Asım Köksal Hoca'nın "İslam Tarihi"ne bakılabilir.)

O günden sonra bir daha Peygamber Efendimiz s.a.s.'in meclislerinde "ilm-i siyaset" tarzı nutuklar atamamıştı.

*

Yoz Türklerin sözünü ettiği "ilm-i siyaset" kaypaklığı, Abdullah ibni Übeyy'lerin sanatıdır. 

Karakter abidesi Ebû Eyyub el-Ensarî'lerin, Aliya'ların şerefli yolu farklı.


E-KİTAP: TÜRKİYE TARİKATLARININ KİMLİK KRİZİ: İSKENDERPAŞA ÖRNEĞİ

 

https://archive.org/details/turkiye-tarikatlarinin-kimlik-krizi-iskenderpasa-ornegi



TÜRKİYE TARİKATLARININ

KİMLİK KRİZİ:

İSKENDERPAŞA ÖRNEĞİ

 

Dr. Seyfi SAY

 

İÇİNDEKİLER

 

BİRİNCİ BÖLÜM: İFRAT İLE TEFRİT ARASINDAKİ BAŞDÖNDÜRÜCÜ ZİKZAKLAR

BÜYÜKELÇİ'NİN AHLÂKÇISINA AHLÂK VE HUKUK DERSİ 4

 “İSYANKÂR, GAFİL, ŞAŞKIN VE KIYMET BİLMEZ” CEMAAT 16

MASLOW’UN ÇİVİSİ VE “İNSAN KULLANIM EL KİTABI” 20

GECİKMİŞ MEALCİLİKTEKİ ARIZALAR 23

ÇOK ÖZEL PROJE MERAKI 36

“ZAMANIN İMAMLIĞI” HÜSN-Ü KURUNTUSU 40

 

İKİNCİ BÖLÜM: BABALAR VE OĞULLAR: SAVURGAN MİRASYEDİLİĞİN “ONTOLOJİK VE EPİSTEMOLOJİK” BUNALIMI

“ŞEYHLİK KESMEDİ, DOĞAL LİDERLİK İSTEREM” 44

DERİN ŞEHİR TİYATROLARI TARİKATLAR MASASI SAHNESİ İFTİHARLA SUNAR: İCAZETLİ ŞEYH HALİT YAŞAR, İCAZETSİZ NURETTİN’E KARŞI 60

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: AÇ “DOĞAL LİDER”İN OY AMBARI SANARAK KURDUĞU PARTİ: SAĞDUYU

“İBRAHİM’İN MİLLETİ”NDEN YÜZ ÇEVİREN PARTİ 68

KIBLESİZLİĞİ BAĞIMSIZLIK, KONFORMİZM VE EYYAMCILIĞI SAĞDUYU ZANNETMEK 87

SOLUN BAYAT SLOGANLARININ MÜŞTERİSİ OLACAK KADAR SAVRULMAK 98

AKL-I SELİM ÖZDEN MAHRUM SAĞDUYU AMBALAJI 104


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...