https://archive.org/details/ataturke-ajan-diyenler
ATATÜRK’E
AJAN DİYENLER
Dr. Seyfi SAY
İÇİNDEKİLER
MURAT
BELGE’NİN CEVAP ARADIĞI SORU: ATATÜRK, İNGİLİZ AJANI MIYDI? 5
ÖLÜ ATATÜRK’ÜN ÖLÜMSÜZ
ESERİNDEKİ İNGİLİZ EMEĞİ 20
İNGİLİZ
MUHİPLER CEMİYETİ’NDEN İNGİLİZ MUHİPLER DEVLETİNE 47
BU
“İNGİLİZLER VE ATATÜRK” MESELESİ ÖNEMLİ 51
İSMET İNÖNÜ: "İSTİKLÂL MÜCADELESİNİN
BAŞARISI İNGİLİZLER'İN ESERİ" 62
PAPA’DAN
FAZLA KATOLİK, ATATÜRK’TEN FAZLA ATATÜRKÇÜ OLMAK 71
İNGİLİZ'İN
OYUNU VE "İNGİLİZ İLKE VE İNKILAPLARI" İÇİN İDAM EDİLEN MERHUM ATIF
HOCA 87
MUSTAFA KEMAL “MUCİZE”SİNDEKİ İNGİLİZ İKSİRİ 97
ATATÜRK’E
AJAN İFTİRASI ATILIYOR OLABİLİR Mİ? 113
KADİM TİYATROLAR ÜLKESİNDE ÇAĞDAŞ BİR
TİYATRO: SELANİKLİ ATATÜRK’ÜN İNGİLİZ’LE DANIŞIKLI DÖĞÜŞÜ 120
VAHİDEDDİN,
İNGİLİZLER VE ATATÜRK DENKLEMİNE DAİR PEK AZ SORULMUŞ SORULAR 137
MUSTAFA KEMAL'İ TEHDİT EDEN ADAMIN
ANALİTİK ZEKASI 153
TARİH Mİ, YOKSA MASAL
VE EFSANE Mİ? 161
ATATÜRK, İSMAİL CANBULAD, SUİKAST VE
KOMİTACILIK 167
FEVZİ
ÇAKMAK’A GÖRE VAHİDEDDİN, İNGİLİZLER VE MUSTAFA KEMAL 177
İKİ CUMHURBAŞKANI, CELAL BAYAR VE
TURGUT ÖZAL, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DERİN SIRRINI İFŞA ETTİ: “LOZAN’DA SÖZ VERDİK, MİLLETE DİNİNİ UNUTTURACAĞIZ. LAİKLİĞİN GAYESİ BUDUR” 187
ATATÜRKÇÜLERİN,
ATATÜRK’Ü SAVUNAYIM DERKEN VERDİKLERİ YAMA TUTMAZ AÇIKLAR 205
ATATÜRK İLE İNGİLİZ İSTİHBARATI'NIN
(GİZLİ SERVİSİNİN) İSTANBUL ŞEFİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ŞİFRE VE KODLARI 230
ATATÜRK VE İNGİLİZ MANDASI 246
SADECE SEN Mİ, OYNANAN TİYATROYU O
GÜNLERDE ÜÇ BEŞ KİŞİ DIŞINDA KİMSE ANLAYAMADI 252
"SENİN ATAN BİR
AJANDI YAVRUM" MU DESEK, YOKSA "FENA Fİ'L-İNGİLİZ" OLMAKTAN MI
SÖZ ETSEK? 258
PADİŞAH VAHİDEDDİN’DEN ATATÜRK’E VE ATATÜRKÇÜLERE:
YALNIZ VATANLARINA DEĞİL BÜTÜN İSLÂM ÂLEMİNE İHANET ETMİŞLERDİR 272
İSTİKLALE SON VEREN İSTİKLAL: “İNGİLİZLER ATATÜRK İLE
OSMANLI DEVLETİ’NE KOMPLO KURDU!” 279
SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN MİSAK-I MİLLÎ’YE, PADİŞAH
VAHİDEDDİN’E VE OSMANLI DEVLETİ’NE İHANETİ 304
*
MURAT
BELGE’NİN CEVAP ARADIĞI SORU: ATATÜRK, İNGİLİZ AJANI MIYDI?
T24.com yazarı
Murat Belge, bu konuyu bir yazısına taşımıştı.
Murat Belge,
Cumhuriyet’in ilk yıllarının “seçkin”lerinden Burhan Belge‘nin
oğlu..
Burhan Belge’nin kim
olduğu aklınızda kalmamış olabilir, fakat Atatürk’ün sohbet halkasındaki
kadınlardan şu meşhur film yıldızı Zsa Zsa Gabor‘un kocası
olduğunu söylersem “Haa, o mu?” diyeceğinizi tahmin ediyorum.
*
Belge, şunları yazdı:
Biri,
bir jandarma astsubayı kalktı, Atatürk’ün “İngiliz ajanı”
olduğunu söyledi. Olayların akışına şöyle bir göz atıldığında, akla,
mantığa uyacak bir yanı yok. Mustafa Kemal gibi bir ajanı
olan Britanya niçin yıllar boyu Yunanistan’ın Anadolu’da varlığını destekledi?
Niçin İstanbul hükümetinin idam fermanı çıkarmasına, Anzavur isyanına göz
yumdu?
Britanya’da
hükümetin tutumuna rağmen Türkiye’nin bağımsızlık
mücadelesinden yana olanlar vardı. Bunların başında “Intelligence”ta [istihbarat teşkilatında, gizli
serviste] çalışan Herbert Aubry [Aubrey]
gelir. Eski “Birikim“in [dergi] ikinci
sayısında onun “Ben Kendim” diye Türkçe bir
adla yayımladığı otobiyografisinden, ahbap olduğu Talat Paşa’yla son görüşmelerinin hikâyesini
yayımlamıştık. Orada Talat Türkiye yerine Yunanistan’ı desteklemekle
Britanya’nın Komünist Rusya’ya karşı yeterince güçlü cephe kurmadığı için Lloyd
George politikasını eleştirir, Aubry de buna hak verir.
Gal
kökenli Lloyd George bir “liberal”dir. Antik Yunan medeniyetine hayrandır ve
doğal olarak sempatisi Yunanistan’dan yanadır. Batı’nın Osmanlı’ya karşı
sevgisizliğinin bir önyargı olduğunu söyleyip dururuz da, 1915 Kıyımı herkesin
zihnindedir. Dolayısıyla Lloyd George ve Asquith vb., yani “liberaller”,
antipatilerinin bir “önyargı” olduğunu herhalde düşünmüyorlardı. Ama onların
tavrını benimsemeyen Britanyalılar da -az da olsa- vardı. Aubry’nin “Türk
dostluğu” herhalde yalnız “reel-politik” gereği değildi.
Atatürk,
“İngiliz ajanı” olduğuna hükmettirecek ne yaptı? “Kapitalizmden
yanaydı” mı diyeceğiz? O zaman bu ülkede birkaç milyon İngiliz ajanı var
demektir. “Ülkeyi Batılılaştırdı” mı diyeceğiz? Birkaç milyon da bu eder. Ama
herhalde kafasında bu “komplo”yu kuran kişinin asıl derdi bu. “Batı, Batı”
dediğine göre, İngiliz ajanıdır.
Gerçi,
böyle ilkel bir zihniyeti olduğunu düşünmediğimiz Kemal Tahir’in de ([meşhur romanı] “Yorgun Savaşçı“da) aynı anlama gelen imaları
vardır. “İngiliz, kimi gönderdiğini bilmez mi?” yollu sözler eder. Ama
Kemal Tahir’in de böyle şaşırtıcı “buluş”lar yapmaya, durduramadığı bir
merakı vardır. Kimsenin görmediği bir şeyi görmeyi çok sevdiği için gördüğüne
kendini inandırır da. Ayrıca, Kemal Tahir’in -hele Asyai üretim tarzı buluşunu
yaptıktan sonra- oldukça koyu bir “Batı fobyası” oluşmuştur. Onun için yalnız
Atatürk’ü değil, Türkiye’nin hayli uzun Batılılaşma serüveninde payı olan
herkese böyle bir gözle bakmaya başlamıştır.
Ayrıca
“komplo teorisi üretimi“nin bu toplumda ne kadar popüler
bir spor olduğunu da düşünmeliyiz. Birçok Türk Marksisti’ne göre “tarihin
motoru” aslında Marx’ın dediği gibi “sınıf mücadelesi” değil, komplodur.
*
Murat Belge’nin sözleri
böyle..
Birisi kalkıp “Mustafa Kemal İngiliz ajanıydı” demekle, Mustafa
Kemal’in ajan olduğunu ispatlamış olmaz.
Sadece bir iddiada bulunmuş ya da kendi kanaatini dile getirmiş olur.
Bizim bu yazımızın
amacı, Atatürk’ün ajan olduğu ya da olmadığı yönünde bir ispat çabası içine
girmek değil.
Dikkat çekmek
istediğimiz husus şu:
İddia etmek,
ispat etmek olmadığı gibi, Murat Belge’nin akıl yürütüşü de, aksi yönde bir ispat için yeterli değildir.
*
İkincisi, bir görüşün
taraftarlarının çok olması, onlarla aynı zihniyete sahip hiç kimsenin ajan
olmayacağı, olamayacağı anlamına gelmez.
Belge’nin şu sözleri
için ilkel nitelemesi yapmayacağız, fakat son derece safça ve naif (ya da belki
tecahül-i arifane sanatıyla meşbu kurnazca) olduğunu söylemek gerekiyor:
Atatürk,
“İngiliz ajanı” olduğuna hükmettirecek ne yaptı? “Kapitalizmden
yanaydı” mı diyeceğiz? O zaman bu ülkede birkaç milyon İngiliz ajanı var
demektir. “Ülkeyi Batılılaştırdı” mı diyeceğiz? Birkaç milyon da bu eder. Ama
herhalde kafasında bu “komplo”yu kuran kişinin asıl derdi bu. “Batı, Batı”
dediğine göre, İngiliz ajanıdır.
Her kapitalizm yanlısı,
her batılılaşmacı ajan olmaz, fakat kapitalist Batı için ajanlık yapan birinin
böylesi bir zihniyetin sahibi olması beklenir.
Ajanlık gibi olgular,
salt “olayların akışı” ile izah edilemez.. Ajan kendisini kamufle
etmek zorundadır, dolayısıyla faaliyeti sırasındaki söylem ve eylemlerine
itibar olunmaz.. Ayrıca, onu ajanlaştıranların da deşifre olmasın diye
sanki onunla hiç bağlantıları yokmuş hatta düşmanlarmış gibi davranmaları söz
konusu olur.
Bununla birlikte, İngiltere (Britanya) – Yunanistan – Mustafa Kemal (Ankara
Hükümeti) ilişkilerinin seyri, Murat Belge’nin ifade ettiği
gibi değil.
Yunanlıların İzmir’i
işgali, Mustafa Kemal henüz Anadolu’ya adımını atmamışken gerçekleşti.
15 Mayıs 1919’da..
Bir gün sonra Mustafa
Kemal Samsun‘a doğru acilen yola çıkarıldı.
Çünkü, Yunanlılar’ın
Anadolu’ya yaptığı çıkarma, Padişah Vahideddin’i ve Hükümet’i telaşa düşürdü.
Mustafa Kemal’in
Anadolu’ya gitmesi ve Erzurum Kongresi‘ni
toplaması, orada birtakım kararlar açıklaması, zannedilenin aksine, İngilizler’i telaşa düşürmedi.
Tam aksine,
Erzurum Kongresi 7 Ağustos’ta bittikten üç gün sonra, 10
Ağustos 1919 tarihinde İngiliz Generali Milne, Yunan
Orduları Başkumandanlığı’na, işgalleri altındaki sınırdan ileriye geçmemeleri
emrini verdi.
Bu sınır, Milne Hattı diye bilinmektedir.
*
Peki Yunanlılar bu
Milne Hattı’nın ilerisine yürümeye ne zaman başladılar?
Mustafa Kemal sırasıyla
Erzurum ve Sivas Kongrelerini topladıktan, ardından
Ankara’ya gittikten, ve de 23 Nisan 1920 günü TBMM‘yi açtıktan
sonra..
22 Haziran 1920
tarihinde, yani TBMM açıldıktan iki ay sonra..
Yani İngilizler,
Yunanlılar’ı 10 aydan fazla bir zaman beklettiler.
Bu noktada, “Mustafa
Kemal hazır olmadığı için mi?” sorusunun akla gelmemesinin nasıl
sağlanabileceğini şahsen ben bilemiyorum.
Bildiğim şu, zihinlere
ambargo koymak mümkün değil.
*
İngilizler,
Yunanlılar’ı desteklemediler.
Ya ne yaptılar?
Atatürk’ün sofrasının müdavimlerinden
(ve de ulufe olarak milletvekili yaptığı yalaka şahıslardan) Falih Rıfkı Atay şunu yazıyor:
“Haziranda
[1921] İngiliz nazırları [bakanları], Türk – Yunan harbinde tarafsız kalacaklarını ilân etmişler, İstanbul
bölgesine bir Yunan saldırısı yaptırılmayacağı için de
teminat vermişlerdir. Daha ileri giderek, Yunanlıların işi artık müttefiklere emanet etmesi lâzım
geldiğini söylemişlerse de Yunanlılar bu teklifi reddettiler.”
(Falih
Rıfkı Atay, Çankaya III, Cumhuriyet
Gazetesi Armağanı, Kasım 1999, s. 82.)
Yani durum, Murat
Belge’nin zannettiği gibi değil.
*
“[İngiltere] Niçin İstanbul
hükümetinin idam fermanı çıkarmasına, Anzavur isyanına göz
yumdu?” sorusu da, “gizli servis mantığı” ile düşünen birisi için fazla bir
anlam ifade etmez.
Tekrar belirtelim, bu
yazı, Atatürk’ün ajan olmadığını ya da olduğunu ispatlamak
gibi bir gaye taşımıyor.
Murat Belge gibi
isimlere, Atatürk’ü savunmak için bu tür akıl yürütmelerde bulunmalarının bir
faydası olmadığını anlatmaya çalışıyoruz.
*
“Gizli servis mantığı” dedik (Mantığı kelimesinin yerine
yöntemi, taktiği vs. gibi bir kavramı da koyabilirsiniz).. MİT ajanlarından Mahir Kaynak‘tan
öğrendiğimiz birşey var: Gizli servis operasyonlarında eylemin kendisi değil,
sonucu ve kime yarayacağı, nasıl bir etki uyandıracağı önemlidir.
Ayrıca, gizli
servislerin bazen ajanlarının bazı şeylere katlanmalarına göz yumduklarını da biliyoruz. Bu,
istihbaratçılığın/ajanlığın doğasında/fıtratında var. Gizli servisler, plan ve
projelerinin tamamlanması için birçok şeye göz yummak zorunda kalırlar.
Mesela, 1971 yılında
darbe girişimini açığa çıkaran Mahir Kaynak‘ın
diğer darbecilerle birlikte hapse girmesine MİT
aslında göz yummak durumundaydı.. Mahir Kaynak da bunu tercih ediyordu. Teamül
böyleydi.. Teamüle bir kereliğine riayet etmediler. Buna mecbur kaldılar.
*
Konuya dönersek,
İstanbul’da verilen idam fetvası Mustafa
Kemal için sinek vızıltısıydı.. Ona bir zararı olmadı, fakat İstanbul’un itibarının ve imajının yara almasına, hain
olarak görülmesine, ve Mustafa Kemal’in Padişah tarafından mağdur edilmiş bir fedakâr vatan savunucusu olarak
algılanmasına hizmet etti.
Komplo teorisi bahsine
gelelim..
Mustafa Kemal’in,
ihtiyaç duyduğu zaman komplo teorilerine
başvurduğunu ve tasfiye etmek istediği kişilere ajanlık
suçlamasında bulunduğunu biliyoruz.
Örnek verelim..
TBMM açıldıktan dört
buçuk ay sonra, 4 Eylül 1920 tarihinde TBMM’de içişleri
bakanı (dahiliye vekili) seçimi olmuştu.
Mustafa Kemal’in
adayı Miralay Refet‘ti.
Ancak Meclis, onu
değil, Tokat milletvekili Nazım Bey‘i
seçmişti.
Mustafa Kemal’in buna
karşı tepkisi ne oldu peki?
“Millet iradesi böyle tecelli
etti, bize düşen, saygı göstermektir” mi dedi?
Hayır!
Kendisini ziyarete gelen Nazım Bey’le görüşmeyi kabul etmedi. Onu istiskal etti, aşağıladı.
Bununla da yetinmedi,
ona aba altından sopa gösterme anlamına gelecek
şekilde Çerkez Ethem‘i devreye koydu.
*
Çerkez Ethem olayı
şöyle anlatıyor:
“Mustafa
Kemal Paşa gelmişti. Yanında Diyarbakır mebusu Şükrü Bey vardı. Salona girince
etrafında bulunduğumuz büyük masanın başına onlar geçtiler. Mustafa Kemal Paşa
müteessir görünüyordu, bir müddet sonra bahsi açtı. Nazım Bey’in kırtasiyeci bir adam olduğu etrafında konuştu,
içişlerinin henüz nazik ve ehemmiyetli bir safhada bulunduğunu söyledi ve bana
bakarak Meclis’teki mebuslardan şikâyet etti. Herhangi bir
iç karışıklıktan ve uygunsuzluktan dolayı mesuliyet kabul edemiyeceğini,
icap ederse Meclis riyasetinden istifaya da hazır bulunduğunu ima etti. Ben, Tokat Mebusu Nazım Bey’i
tanımıyordum. Onun yerine Mustafa Kemal Paşa’nın iltimas ettiği Miralay Refet
Bey’i son tertipler sırasında ve ondan daha evvel Demirci Mehmet Efe’nin
yanında görmüş, konuşmuştum. İdare kabiliyetinin derecesini tabiatiyle
bilmiyordum. Hazır bulunanlar ekseriyetle yine Mustafa Kemal Paşa’nın tarafını
tutuyorlar, hususî surette bu meseleye müdahale etmemi istiyorlardı.
Ricaları şu idi: ‘Eğer Nazım Bey’e bir selam gönderirseniz onun istifa etmesi pek mümkündür’. Ben böyle bir selamı
ve tarafımdan yapılacak tavsiyenin tehdit manasını taşıyacağını düşünerek
kendilerine dedim ki: ‘Şu halde ben yarın kendisini yerinde ziyaret eder, münasip surette istifasını rica ederim.’”
Ancak, Mustafa Kemal
ile yanındakilerin yarını beklemeye tahammülü yoktur.
Mesele hemen o gece,
Nazım Bey göreve başlamadan kapatılmalıdır.
*
Şükrü Bey hemen o gece
Çerkez’in selamını götürür, bir saat sonra elinde Nazım Bey’in istifa mektubu
olduğu halde dönüp gelir. (Bkz. Çerkes Ethem’in Ele Geçen
Hatıraları, İstanbul: Güniz Basımevi, 1962, s. 102-6’dan aktaran
İsmail Küçükkılınç, Jön Türklük ve Kemalizm
Kıskacında İttihadçılık, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2016, s.
266-7.)
Mustafa Kemal,
meşhur Nutuk’unda Nazım Bey’in
istifasından bahseder, fakat Çerkez Ethem’in rolüne hiç girmez. Nazım Bey’i
istifaya kendisinin davet ettiğini belirtir.
Ve de ayrıca, komplo
teorisi anlamına gelen bir üslupla, Nazım Bey hakkında, “Ecnebi mehafiline casusluk ettiğine de şüphe
etmiyordum” der.
Ancak, Küçükkılınç’ın
ifadesiyle, “Meclis’in bir mebusun ‘casus’ oluşundan bigâne ve
bihaber onu içişleri bakanı seçmeyeceği de tartışmasızdır”.
(Küçükkılınç, Jön Türklük ve Kemalizm Kıskacında
İttihadçılık, s. 266.)
Tabiî, dilerseniz
tartışırsınız, fakat o zaman, ilke olarak, kendinizi de tartışmaya açmış
olursunuz.
Ayrıca, “Benim
şüphelerim iyi, başkalarınınki kötüdür. Benim komplo teorim iyi, başkalarınınki
fenadır” şeklindeki bir paylaşıma da, ilkel zihniyet sahipleri bile
gülerler.
*
İngilizler’in
ellerindeki Atatürk’le ilgili belgelerin bir kısmını saklamaları ve “devlet
sırrı” gibi gizlemeleri, Mustafa Kemal’in İngilizler’le olan ilişkilerinin ajanlık
anlamına gelebilecek boyutlar içerdiğini gösteren bir karîne
durumundadır.
Mesela Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, elindeki Şerif Hüseyin, Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini,
Şah Rıza Pehlevi vs. ile ilgili belgeleri gizleyip saklar mı?!
Kadir Mısıroğlu’nun şu
yazdıkları önemli:
…
İngilizler’in devlet arşivi olan Foreign
Office’de çalışma yapıyordum. Önce Sultan Vahideddin dosyasına baktım. Oradaki
bazı evrakın fotokopilerini aldım ki; bende mahfuzdur. Sonra M. Kemal Paşa’nın dosyasını istedim. Gelen
dosyanın içinde sadra şifa hiçbir evrak yoktu. Tabii onunla ilgili evrakı
ketmettikleri düşüncesine kapıldım. Sonradan bu durumu anlattığım bir sohbette
arkadışımız Mustafa Bilge dedi ki:
O
dosyayı ben de getirtip inceledim. İçinde ciddi birşey olmadığını görünce
şikayette bulunmak üzere ofisin müdürüne çıktım ve:
–
M. Kemal Paşa ile ilgili evrak bu dosyadakinden ibaret olamaz. Bunların
açıklanması yasak mı? diye sordum. Müdür
bana şu cevabı verdi:
–
Hayır, yasak değil. O dosyada pek ehemmiyetli
vesaik (belgeler) vardır. Fakat biz kaldırdık.
–
Neden diye sorunca da çekmecesinden bir kâğıt çıkardı. Bu bir resmî evraktı.
Lakin üzerine bir dolmakalem [mürekkebi] boşaltılarak iptal
edilmişti [okunmaz hale getirilmişti]. Bunu göstererek dedi ki:
–
Bunu sizden biri yaptı. Vesika okunmaz hale geldi. Bu hadiseden sonra biz de o
dosyadan ehemmiyetli vesikaları çıkardık.
Evet,
müdürün sözleri böyleydi. Fakat ben inanıyorum ki; o dosyaya yine de bazı evrakı baştan itibaren koymamışlardır. Zira ben
Londra’da yaşarken Lord Gürzon’un hatıralarının peşine düştüm. Onun
anlattıklarıyla yazılmış olan bazı kitaplar elde etmiş olmama rağmen şahsî
evrakını görmek arzusuna kapıldım. Bu maksatla araştırmalarım sonunda onun
evrakını Londra’daki Beavarbrook Foundation Araştırma Merkezi’ne verilmiş
olduğunu öğrendim. Buraya Lord Gürzon’un evrakını görmeye gittiğimde bana
denilen şu oldu:
–
Bu evrak henüz tasnif aşamasında olduğundan araştırmalara açılmış değildir.
Göremezsiniz.
Adamların
benim Türk olmamdan dolayı bu cevabı verdiklerini düşünerek British Museum’da
şark yazmaları mütehassısı olup İslamiyet’i kabul etmiş bulunan bir İngiliz’e
müracaat ettim. Ondan, benim yapamadığım araştırmayı yapmasını rica ettim. Ona
da aynı cevabı vermişler. Fakat bana dedi ki:
–
Ben bir hata yaptım. Oraya müslümanlığı kabul ettikten sonra aldığım isimle
müracaat ettim. İhtimal İslam’dan evvelki ismimi kullansaydım farklı bir cevap
alırdım.
Kendisi
İngiliz olan, dolayısıyla İngilizler’i çok iyi tanıyan bu arkadaş kendi
ırkdaşlarının huyunu bildiği için bana şunu da söyledi:
– Burada siyasî bir hatırat yazan şahısların bu hatıraları
basılmadan evvel entelijansiyanın [gizli servisin, istihbarat örgütünün]
kontrolünden geçer. Devletin siyaseti icabı ifşasında mahzur
görülen bir husus mevcut ise o sansür edilir. Fakat böyle bir kontrolden
okuyucuların haberi yoktur.
Bu
sözün doğruluğu ben orada yaşıyorken ortaya çıkan bir hadise ile sabit oldu.
İngiliz entelijansiyasından emekli olmuş Peter Wright isimli şahıs
Avustralya’ya yerleşmiş ve orada Spy Catcher adıyla
hatıralarını kaleme almıştır ki [Türkçe’ye Casus Avcısı adıyla tercüme edilmiştir]; bu kitap ihtimal
böyle bir kontrolden geçmediği için İngiltere’ye girmesi yasaklanmıştı.
İrlanda’da bir gazete bunu tefrika ediyordu. O gazetenin de İrlanda dışında satışının
yasaklandığını gazetelerde gördüm.
(Kadir
Mısıroğlu, Benden Tarihe Haberler, 2. b., İstanbul: Sebil
Yayınları, 2017, s. 674-6.)