Elhamdulillâhi Rabbi'l-âlemîn. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ Rasûlinâ ve alâ âlihî ve sahbihî ...
OSMANLI'NIN ÖMRÜNÜ ÇALAN YILLAR VE ŞAHISLAR
(UYGAR TÜRK GERİCİ İNGİLİZ'E ÇAĞDAŞLIĞIYLA ÖRNEK OLURKEN..)
UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN
KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 26
İngiliz
savaş lordu Curzon ile Türkiye topraklarındaki kader
arkadaşı Selanikli Mustafa Atatürk’ün maceralarını okumaya devam
ediyoruz.
Curzon’un
18 Nisan 1919 tarihinde (Selanikli’nin Samsun’a çıkmasından bir ay önce)
sarfettiği şu sözler, İngiltere Dışişleri Bakanı olarak kafasında
şekillendirmiş olduğu “yeni Türkiye” projesinin ana hatlarını
veriyor:
“Türklerin İstanbul'dan çıkarılmalarına ilişkin kararı, Anadolu'da isyanlar ve katliamlar ve Doğu Müslüman
dünyasında büyük kargaşaların izleyecek olması çok muhtemeldir.
“Türklerin İstanbul'dan çıkarılması, bence, her ne
kadar savaştaki yenilgilerinin en önemli kanıtı olarak kaçınılmaz ve
arzu edilir olsa da, Türklerin mülteci durumuna düşürüleceği,
pratikte hiçbir Türk İmparatorluğu [Osmanlı Devleti] ve
muhtemelen hiçbir hilafet artık olmadığı anlaşıldığında, Doğu dünyasındaki Müslüman tutkulara ve bu
asık suratlı hınca onu kolayca vahşi bir çılgınlığa dönüştürebilecek en
tehlikeli ve en gereksiz teşvikleri vereceğimize inanıyorum.
“Anadolu, bölünmemelidir. Savaşın herhangi bir
aşamasında Müttefiklerden [İngiltere, Fransa ve İtalya] herhangi birinin
bildirisinde, bizi yalnızca Türk'ün tüm gücünü elinden almaya değil, aynı
zamanda Anadolu'yu bölüp el koymaya zorlayan herhangi bir duyuru bulamıyorum.
Anadolu bir bütün olarak kalmayı tercih edecektir.
“Neredeyse çok geç olmadan bir şeyler yapmalıyız. İslam'ın
kurtarılması için zaman veriliyor. Zaman Türklerden yana ve bunu biliyorlar.
Geçen her hafta, her bölgede yeni sorunlar ortaya çıkarır. Hindistan'da, tüm
İslam coğrafyasında, hatta Londra'da bile. Türklerin başkent İstanbul'dan
çıkarılmasına, Ayasofya'ya ve hilafete Hristiyan müdahalesine karşı
aktif olarak ajitasyon yapılan her yerde.. Türk, acil bir barıştan ne
bekleyebilir? O, gecikmenin her anını bir kazanç olarak sayıyor. Paris'te
[Paris Barış Konferansı’nda] herhangi bir çözüme ulaşılamaması ve İtilafların
[İngiltere, Fransa ve İtalya’nın] artan anlaşmazlıkları, onu, her gün kendisine
dayatılacak koşullara direnmek için daha iyi bir konuma getiriyor ve hatta
sonunda intikamını almasını bile sağlayabilir.”
(“Lozan Antlaşması”, Vikipedi,
https://tr.wikipedia.org/wiki/Lozan_Antla%C5%9Fmas%C4%B1)
Bunlar, Curzon’un müttefiklerini (Fransa ve İtalya’yı) ikna
etmek için sarfettiği sözler.
Buradan anlaşılıyor ki, “yeni Türkiye”ye İstanbul’un
ve Anadolu’nun bırakılmasını istiyor.
Buralar Türkler’e bırakılmalı, ve böylece hem onların hem
de gözü kulağı onlarda olan İslam dünyasının gururu biraz
okşanmalı.
Evet, İslam dünyasının gözü kulağı o günlerde
Türkler’deydi, Osmanlı’daydı..
Nitekim İstiklal Harbi sırasında Hindistan ve
Afganistan müslümanları Anadolu’daki direnişe maddî ve manevî destek
sağlamış durumdalar.
Arap dünyasında Selanikli Mustafa Atatürk’ü büyük
İslam kahramanı ilan eden yayınlar yapılmış, hatta kitaplar yazılmış.
Prof. Zekeriya Kurşun şunları yazmıştı:
“Atatürk’ün ilk biyografisi 1922
yılında, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Hayatı: Anadolu’da Türk Milli
Mücadelesi adıyla yazıldı. Belki tuhaf gelecek, şaşıracaksınız ama
söz konusu biyografi, Türkiye’de değil, dışarıda basıldı. Türkiye’de, Gazi
hakkında sıcak tartışmaların yaşandığı bir dönemde; İzmir’in Yunanlılardan
tahliyesinin hemen akabinde, Arapça olarak kaleme alınan bu
eser Mısır’da yayımlandı. …
“Kitapta, ilk Meclis’in çalışmaları anlatılırken şu
ifadelere yer veriliyordu:
“Büyük Millet Meclisi Anadolu’nun mevcut kalkınma
döneminde ve Milli Mücadele esnasında ihtiyaç duyduğu çeşitli kanunlar çıkardı,
bütün idari birimlere düzen getirdi, maliyeyi tanzim etti, eğitimi yükselterek
gereken önemi verdi. Çıkardığı kanunlar arasında Anadolu’da içkinin ve
içki ticaretinin yasaklanmasına dair bir kanun, ayrıca muhabbet tellallığına ve
kadının modern çağda süslerini açığa çıkarmasıyla mücadeleye ve ziynet
eşyalarının ithal edilmesinin yasaklanmasına dair bir kanun vardı.”
(Zekeriya Kurşun, “Algıya kurban edilen Gazi Mustafa
Kemal”, Yeni Şafak, 24 Ocak 2019.)
*
Türkler’in gururu bir nebze okşanmazsa ne
olur, Lord Curzon onu da söylüyor.
Anadolu'da isyanlar ve
Doğu Müslüman dünyasında (Hindistan, Pakistan coğrafyasında) büyük
kargaşalar başgösterebilir.
Doğu
dünyasındaki Müslüman tutkular (cihat ruhu, radikal Batı karşıtlığı) harekete geçebilir.
Emperyalistlere
yönelik “bu asık suratlı hınç”, “vahşi bir çılgınlığa dönüşebilir”.
Peki
çare?
Çare,
öncelikle İstanbul’daki Türkler’in mülteci durumuna
düşürülmemesi, yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi.
Türk
İmparatorluğu (Osmanlı Devleti) elbette ortadan kaldırılmalı, hilafet elbette
tarihe gömülmeli, Ayasofya’nın statüsü elbette değiştirilmeli,
fakat bu doğrudan Hristiyan müdahalesiyle yapılmamalı.
Curzon’un
16 Aralık 1918’de söylediği gibi, bu konulara “doğrudan dokunmamaları, görünürde bu
yönde hiçbir adım atmamaları” politikalarının esası olmalı. (Bkz.
“Lozan Antlaşması”, Vikipedi.)
Ki
“müslüman tutkular” harekete geçmesin, İslam dünyası uyumaya devam etsin.
İntikam
almak gibi bir düşünceye kalkışmasınlar, öfke ve hınç biriktirmesinler.
*
İmdi,
diyelim ki bir adamı göstere göstere öldürdünüz, ister istemez o
adamın yakınlarının, akrabasının, kavim ve kabilesinin (ve varsa dava
arkadaşlarının) kin duymasına ve öç alma duygularının harekete geçmesine neden
olursunuz.
Maktul, Gazze halkı
gibi sahipsiz bile olsa, zayıf birine yapılan orantısız saldırı ve cinayet
insanların nefret ve öfke duygularını harekete geçirir.
Fakat
böyle bir şahsın katlini bir şekilde intihar gibi
gösterebilirseniz, veya (petrolü Batı ve İsrail karşısında bir silaha
dönüştüren) Kral Faysal’ın yeğeni tarafından öldürülmesi gibi aile
içi bir kavga gibi sunabilirseniz, yahut adamı (zehirleme, trafik kazası gibi
yollarla) doğal bir ölüm gibi algılanacak şekilde ortadan
kaldırabilirseniz, cinayetin üstü örtülecek ve ölen şahıs üç gün sonra
unutulacaktır.
Dolayısıyla, Türk
İmparatorluğu’nu (Osmanlı Devleti’ni) yıkma işini (Kral Faysal’ı
yeğeninin öldürmesi gibi), yine Türk’ün kendisine yaptırmak gerekiyordu.
Hele
bir de onları iyi bir iş yaptıklarına inandırabiliyor, “Zalim padişahtan
kurtulduk, özgürleştik, kul olmaktan kurtulup vatandaş olduk” diyerek
imparatorluklarının enkazı üzerinde (rakıyı fazla kaçırmış sarhoş gibi)
çılgınca dans ettiklerinde çağdaş ve uygar olacaklarına ikna edebiliyorsanız,
“Bundan iyisi Şam’da kayısı “ diyerek kendinize madalya takmayı, kutlamalar
yapmayı hak ediyorsunuz demektir.
Türkler'in İslam dünyasındaki itibarının ve saygınlığının yok edilmesi operasyonunu tereyağından kıl çeker gibi zahmetsizce yine bizzat Türkler'in eliyle gerçekleştirme becerisi kutlama ve taltifi nasıl hak etmesin ki!
Bu
çağdaş ve uygarca hizmetleri yapan, Türk'ün İslam dünyasındaki tartışılmaz liderliğini tarihe gömen, onu Avrupa'nın kuyruğuna takan “kahraman” Türkler de artık bir Dizbağı Nişanı’nı
hak ediyorlardır elbette.
Nişanı verecek olanın İngiliz padişahı olması (Onlar padişah değil king/kral diyorlar) olayı biraz tuhaflaştırıyor ama o kadarcık kusur kadı kızında da olur..
Hem, padişahlık İngiliz haspasına
yakışıyor da.
*
Evet,
Curzon’un projesine göre, hilafet kurumunu ortadan kaldırma
ihalesi de yine “dost Türkler”e bırakılmalıydı.
Böylece İslam
dünyasının öfkesi İngiltere’ye değil, Türkler’e yönelecekti..
Türkler
de kendilerine hesap sormaya kalkışan diğer Müslümanlar’a, “Size ne gardaşım,
hilafet bizim değil mi, nasıl aldıysak öyle de bırakıyoruz; hemi de biz çağdaş
olduk la, uygar olduk, sizi gidi çağdışı gerici yobazlar” diyecekler, böylece
dünya Müslümanları ne yapacaklarını bilemez halde elleri böğürlerinde
kalakalacaklardı.
Bu
arada Ayasofya’yı da unutmamak gerekiyordu. Bu ihale de yine
Türk’ün kendisine verilmeliydi.
*
Yani Lozan
Antlaşması’nın metninde Osmanlı Devleti’nin yıkılması, hilafetin
kaldırılması, Kemal Ohri Bey’in Cumhurbaşkanı İnönü’ye
mektubunda dile getirdiği dinî eğitimin yasaklanması ve
Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması mevzuları asla yer almamalıydı.
Bunlar
(günümüzde de dört nala, doludizgin dünyayı turlayan) “gizli diplomasi”nin
gelir hanesine kaydedilmeliydi..
Türkler
açısından bu konular “örtülü ödenek” harcamaları gibi bir “örtülü
taviz” ya da “örtülü ödeme” olarak kalmalı, gururları
incitilmemeliydi.
Karşılığında
İstanbul’u alıyorlar, kapitülasyonlardan kurtuluyorlar, kabotaj hakkı elde
ediyorlardı, yetmez miydi?!
Bunlar
için bol bol bayram yapabilir, kutlamalar, resepsiyonlar,
balolar tertip edebilirlerdi.
Evet,
görüldüğü gibi İngiliz anahtarı gayet işlevsel.. Her kapıyı gürültüsüz
gıcırtısız, sessiz sedasız açıyor.
İngiliz
sicimi de şöhretinin hakkını veriyor.. Astı mı iyi asıyor, ölenin boğazından ne
bir ses seda, ne de bir hırıltı geliyor.. Ver elini mezarlık..
*
(Hamiş:
Bu İngiliz siyaseti ülkemizde derin devlet tarafından İslamî gruplara karşı
takip ediliyor ve böylece onların “içeriden”
Kemalistleşmeleri/Atatürkçüleşmeleri, “ılımlı laik” hale gelmeleri, İslamcılık
eleştirisi adı altında İslamî idealleri terk etmeleri sağlanmaya çalışılıyor.)
BU YAZI, DR., DOÇ.. VE PROF. UNVANLI (CEHL-İ MÜREKKEPTEN MUZDARİP) BAZI KATMERLİ CAHİLLER İÇİN: BİLİM, BİLİMSELLİK, DARWIN, NEWTON, YERÇEKİMİ VE EVRİM
Darwin’in teorisi gerçekte “ bilim-kurgu ” mahiyetinde bir çalışma durumundadır. Bildiğimiz bilim-kurgu eserlerinden farkı, bunun çalışmasın...
-
Şu Hiranur Vakfı hocasının kızının evliliği meselesi, 28 Şubat 'taki (derin tezgâh) Müslüm-Fadime olayı gibi arsızca köpürtülüyor. ...
-
Erdoğan’la ilgili iki rüyamı yorumsuz olarak aktaracağım. Birincisini, Suriye’deki son gelişmeler başladığı sırada gördüm.. Erdoğan, de...
-
Odatv.com ’da “istihbarî” bilgileri “kulis” diye Hürrem Elmasçı takma adıyla aktaran kişi, son yazısına şu başlığı uygun görmüş: “ Er...