(İlk yayın tarihi: 9 Ağustos 2024)
DEMOKRASİZM İDEOLOJİSİNE (LAİK DEMOKRASİYE) TESLİM OLAN SÖZDE MÜSLÜMANLIK (Kİ ÖZDE KÜFÜRDÜR), “ALLAH’IN İNDİRDİĞİ İLE HÜKMEDİLMESİ” TALEBİNİ “İSLAMCILIK İDEOLOJİSİ” DİYEREK REDDEDİYOR
İslam ve demokrasi, seküler sosyal bilimlerin kavramsal çerçevelerinden hareketle karşılaştırıldığında varılacak sonuç, ikisinin bağdaşmadığıdır.
Gerçekten de seküler ya da laik insanlar ikisinin bağdaşmadığını öne sürmekte ve tercihlerini demokrasi ya da totalitarizmden yana yapmaktadırlar.
İkisinin bağdaşacağını düşünen müslümanlar bu durumu, sözkonusu çevrelerin İslam’ı iyi bilmemeleri, anlamamaları ya da İslam’a karşı önyargılı olmalarıyla açıklamaya çalışmaktadır.
Oysa şunu görmek gerekir: Şayet Kur’an ve Sünnet’ten hareketle geliştirilmiş bir usul/yöntem, kavramsal çerçeve ve anlayış bizi demokratik hedefler olarak sunulan ilke ve uygulamalara götürüyorsa, İslam’ın demokrasi ile bağdaştığını ancak o zaman söyleyebiliriz.
Aksi takdirde, İslam’ı iyi bilmemekle suçladığımız muhataplarımız, bizim hem demokrasiyi hem de İslam’ı iyi bilmediğimiz, neyi savunduğumuzdan habersiz olduğumuz sonucuna varacaklar ve haksız da olmayacaklardır.
*
Kullandığımız araçlar, varacağımız noktayı da belirler. Bir gemideysek, varacağımız yer bir limandır, otobüs terminali değil.. Kavramların genetiği de bu şekilde varacakları sonucu kendi içlerinde taşırlar.. Bir kayısı çekirdeğinden ancak bir kayısı ağacı yeşerir, ondan elma ya da ceviz ağacı olmasını bekleyemezsiniz.
Demokrasi tabirinin durumu da budur; o, "kolektif heva ve heves" olarak yeşeren küfrün meyvesidir, ve siyasî ideoloji veya rejim olarak bir nüve/çekirdek halinde savunulurken vaad ettiği şey de ya doğrudan doğruya küfrün hakimiyetidir ya da küfrün hakimiyetine giden yolun ideolojik zeminini oluşturmaktır.
Demokrasizm başlı başına bir dünya görüşüdür ve onun bilimsellikle bir ilgisi bulunmamaktadır.
Duverger’nin şu sözleri, meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir:
“Toplum bilimlerinin az-gelişmişliği, çok sayıda kesin ve kanıtlanmış gözlemle çalışmaya olanak vermediğinden ve kuram kurmak için çok sayıda izlenim, sezgi ve sağduyu verisine başvurmak zorunlu olduğundan, kavramlar, ister istemez bir ideoloji niteliğine bürünür. Gözlemcinin, gözlemlediği olayların bir ögesi olması da, bilim adamını, farkına varmaksızın öz ideolojisinden beslenen kuram ve varsayımlar geliştirmeye iterek, bu karışıklığı daha arttırır. Toplum bilimci, dürüst, nesnel ve tarafsız olmak için ne kadar çabalarsa çabalasın, bunu tam anlamıyla hiç bir zaman gerçekleştiremez. Gerçekleştirdiğini sanansa egemen ideolojiden beslenendir. Çünkü, egemen ideoloji en azından yaygın biçimde kabul gördüğü için daha ‘nesnel’ görünür. Bu konuda; ‘Tarafsız bilimin öncülerinin ... sonunda Amerikan demokrasisinin çığırtkan ve hizmetkârları haline dönüşmesi tuhaf değil midir?’ diyen Stanley Hoffman’ın bu sözünü hatırlatmak yerinde olur. Böyle bir durumun tekeli de Birleşik Devletler’e ait değildir.”
(Maurice Duverger, Siyaset Sosyolojisi, çev. Şirin Tekeli, İstanbul: Varlık Y., 1982, s. 21-22.)
ABD’deki sözde tarafsız bilimin öncülerinin Amerikan demokrasisinin çığırtkan ve hizmetkârları haline gelmeleri bir dereceye kadar normal karşılanabilir ve “hayatın olağan akışı”na uygun görülebilir; peki, müslüman olduğunu, düşüncesinin Kur’an ve Sünnet temeli üzerinde şekillendiğini söyleyenlerin Amerikan demokrasisinin çığırtkan ve hizmetkârları haline gelmelerini nasıl yorumlamak gerekiyor?
*
Ne yazık ki FETÖ’cüler (Fethullahçı Takiyye Örgütü) ve hatta eski Milli Görüşçü AK Partililer (ekseriyet itibariyle) bu durumda.
Bediüzzaman’ın talebesi olduklarını söyleyenlerin bir bölümü de bu çığırtkanlar arasında yer alıyor.
Çığırtkanlık zincirinin son halkalarından birini ise, kurdukları Sağduyu Partisi ile bu hizmetkârlık kervanına gecikmeli biçimde katılmış olan İskenderpaşacılar (ya da Hakyolcular) oluşturuyor.
Böylelerine, uyanmaları için nasıl seslenmek gerekiyor?.. “Quo vadis?” mi demeliyiz, yoksa “Eyne tezhebûn?” mu?
*
Demokrasizm ideolojisine (laik demokrasiye, siyasal dinsiz halkçılığa) teslim olan sözde müslümanlık (Ki özde küfürdür), “Allah’ın indirdiği ile hükmedilmesi” talebini “İslamcılık ideolojisi” diyerek reddediyor.
Kedi, yavrusunu yiyeceği zaman fareye benzetirmiş.
“Kinci değil kindarım, emekçi değil emektarım” demek suretiyle zahmetsiz ve emeksiz “emekli” olmak isteyen açıkgöz üçkâğıtçılara rastlanmıyor, çünkü kimse bu numaraları yemez. Fakat, aynı akıl yürütüş ve mantıkla “İslamcı değil müslümanım, dinci değil dindarım” diyen istismarcı sahtekârlar alkışlanıyorlar.
Çünkü Türkiye’deki laik (siyasal dinsiz) “düzen” böyle müslümanımsılar istiyor.. Laikliğin (siyasal dinsizliğin) bekasını bu “İslamsız müslümanlık”ta görüyor.
*
Bundan 12 yıl önce, 2012’de medyada bir İslamcılık tartışması patlak vermişti.
FETÖ’nün (Fethullahçı Takiyye Örgütü’nün) Zaman gazetesi bu tartışmada başı çekiyordu.. İslamcılığı yerden yere vuruyorlardı.
Fakat AK Partililer ve (Saadet Partili) Milli Görüşçüler onlardan geri kalmadılar.. Her ne kadar FETÖ halay başı idiyse de, diğerleri de Anadolu irfanı folklor ekibinin oynak ve kıvrak üyeleri olarak, bu çılgınca naralar atarak kan ter içinde hoplayıp zıplama işinde FETÖ’yü yalnız bırakmadılar.
Temel Karamollaoğlu’nun Saadetçiler adına “İslamcı değilim müslümanım” diye konuşmasına o camiadan bir tepki geldiğine şahit olamadık.
AK Parti yandaşı ve yancısı yazar çizer taifesi de İslamcı olmadığını ilan etmek için sıraya girdi.
(Mesela AK Parti’nin gözde yazarlarından birinin Yeni Şafak gazetesinin 12 Ağustos 2012 tarihli sayısında yayınlanan yazısının başlığı şöyleydi: “Neden İslâmcı değilim?”
Cevabı basit, onun ve diğerlerinin İslamcı olmamalarının ardındaki temel etken şu: Dünyalıklarının yolunda gitmesi için Batılılar’a ve onun yerli-milli derin acentalarına şirin görünmeye ve yaranmaya ihtiyaçları var.
Fakat bunu söylemelerini sağlayacak bir açık yüreklilik ve dürüstlüğe sahip değiller.)