ULU ÖNDERLERİNİN YAMAÇ PARAŞÜTÜ SÜNNETİ

 



Cumhurun başkanı Erdoğan'ın Konya'da bir genç kızla olan diyaloğunu (muhaveresini) okuyunca henüz 20 yaşına basmadığım lise yıllarıma gittim.

Cin fikirli solcu coğrafya öğretmenimiz uyanıklık sporu şampiyonu Abdullah Kayapınar'ı hatırladım.

Neden mi?

Nedenine gelmeden önce, Erdoğan ile "başörtülü sporcu" genç kızın "ulu önder"li diyaloğu üzerinde duralım.

Bir internet sitesi olayı şöyle aktarmış:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Konya'da katıldığı toplu açılıştan sonra gençlerle sohbet etti.

AKP'li bir genç kız ve AKP'li Cumhurbaşkanı arasında geçen 'yamaç paraşütü' diyaloğu sosyal medyada gündem oldu.

Genç kız yamaş paraşütü için Konya'ya pist istedi. AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan ise "Kızım o çok tehlikeli" dedi. Genç kız "Atatürk istikbal göklerdedir demişti" deyince AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan "Kızım o paraşütle uçmayı söylemedi ki" yanıtını verdi.

Diyalog şöyle gelişti:

Genç kız: Ben Konya yamaç paraşütü sporcularındanım. Şu anda kalkış yaptığımız yerler hep taş toprak. Bu bizim spor yaparken güvenliğimizi tehlikeye atıyor. Güzel Konyamıza bir kalkış ve iniş pisti yapabilir miyiz? 

Erdoğan: Çok tehlikeli bir spor o... Böyle güzel bir kızımızı niye tehlikeye atalım?

Genç kız: Başkanım bütün güvenlik önlemlerimizi alıyoruz. 

Erdoğan: Sen bence bunu bir daha gözden geçir ya... 

Genç kız: Başkanım ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün bir sözü var 'İstikbal göklerdedir 'diye... 

Erdoğan: Kızım o paraşütle uçmayı söylemedi. 

*

Böylece, çok usturuplu bir biçimde "ulu önder"lerini yad etmiş oluyorlar.

Akparti olarak..

"Başörtülü" olarak..

Gelelim bizim coğrafya öğretmenine..

Lisemizin müdürlüğünü de yapmış bir öğretmenimizdi.

Bütün öğrenciler ondan çekinir, korkardı.

İki yıl mı, üç yıl mı ondan ders okudum, bir defa bile ders anlattığını hatırlamıyorum.

Belki anlatmıştır da ben hatırlamıyorumdur, emin değilim.

Ders işleme yöntemi şöyleydi, sınıfa "Derse kim çalıştı?" diye sorardı. 

Bir iki kişinin parmağı havada olurdu.

Onlardan birini kaldırır, dersi anlattırırdı, bu da beş altı dakikayı geçmezdi. 

Öğrencinin laflarına birkaç cümleyle ilavede bulunurdu.

Sonra da, "Açın kitaplarınızı diğer derslerinize çalışın!" der, sandalyesine oturup pencereden dışarıdaki kavak ağaçlarının rüzgârda sallanan dallarını ya da düşen solmuş yaprakları seyrederdi.

*

Ders anlattığı da olurdu tabiî..

Müfettişler okulumuzu şereflendirdiği zaman.

Bir gün derste şöyle dedi: "Okula müfettiş geliyor, içinizden bazılarına sorular vereceğim, onları ezberleyecek, müfettiş sınıfa geldiğinde o soruları bana soracaksınız."

Üç dört öğrenciye bu şekilde soru kâğıdı verdi.

Çocuklar soruları ezberlediler.

Fakat müfettiş derse gelmedi.

Gelseydi, öğretmenimizin sular seller gibi ders anlattığına, öğrencilerin derse katılımının süper olduğuna, coğrafyacının da sorulara mükemmel bir surette cevap verdiğine şahit olacaktı.

*

Cumhurun ulu başkanı ile Akpartili başörtülü arasındaki (Atatürk İlke ve İnkılapları dersi kıvamında gerçekleşen) soru-cevap seremonisini okuyunca, hafızam beni bu şekilde lise yıllarıma götürdü.

O uyanık öğretmenim Atatürk İlke ve İnkılapları dersine girseydi acaba öğrencilerden birine "içinden ulu önder geçen bir soru" verir miydi diye düşündüm.

Şimdi Münker-Nekir ile arasındaki soru cevap faslının ardından ilçemizin mezarlığında İsrafil'in sûrunu beklemekte olan öğretmenim yaşasa ve bu diyaloğa şahit olsaydı acaba ne düşünürdü diye kendime sordum.

Bir cevap bulamadım.


SELANİKLİ MUSTAFA ATATÜRK’ÜN VAHİDEDDİN'E GİZLİ İHANETİ

  UĞUR MUMCU'NUN DİLİNDEN KARABEKİR-ATATÜRK KAVGASI – 38   Önceki bölümlerde, Selanikli Mustafa Atatürk’ün mütareke döneminde 13 Kasım ...