İnsanlar
hakkında salt suizannımızla hüküm veremeyiz.. Eğer bir suçlamada
bulunacaksak, buna medar olan söz ve eylemlerini ortaya koymamız
gerekir.
Bu
suçlama içkicilik, zinakârlık, faizcilik, tefecilik, (17-25
Aralık’ta gündeme gelen türden bir) yolsuzluk, faili meçhul canilik de olabilir,
itikadî/inançsal bir sapıklık da, küfre düşme de..
Biri
için “Bunun böyle bir işi, böyle bir özelliği, böyle bir durumu var” diyorsak, delilimizi
ortaya koymamız gerekir.
Bu delil
bir (üzerinde oynanmamış fotoğraf, kaset vs. türünden) belge de olabilir, bir ("gizli tanık" komedyasına dayanmayan adil ve güvenilir) şahitlik de, kişinin itiraf anlamına gelen kendi davranış ve beyanı da..
Ortaya
böyle birşey koymadan birilerine (salt suizan üzerinden) suçlama
yöneltmek ise, ahlâksizlıkta nirvanaya ulaşmak demektir.
Ve
Türkiye, böylesi utanmaz ahlâksızlar bakımından gayet zengin ve münbit bir ülke ne
yazık ki.
*
Türkiye’nin
bir zamanlar kendilerini Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim zannetme hadsizliği
ve kendini bilmezliği sergilemiş stratejik hayalperestlik müptelası kodamanlarının
(Amerikan gâvurunun verdiği “gaz”la) altı ayda Suriye’nin altını üstüne
getireceklerini, Emevi Camii’nde namaz kılacaklarını iddia ettikleri biliniyor.
Memleketin
başına açtıkları gaile ve sürüklendiğimiz bataklık ortada.
Kendilerini
suçlamak, “Nerede yanlış yaptık?” demek yerine, başarısızlıklarının suçunu
Suriye rejimine destek veren Rusya ve İran’a yüklüyorlar.
Rusya’ya
efelenecek cesaretleri (tıpkı ABD karşısında olduğu gibi) yok.
Fakat, “kullanışlı
kalem”lerini devreye sokarak İran’a ağızlarına gelen herşeyi söylüyorlar.
*
Şia’nın
büyük çoğunluğunun derdi hubb-u Ali (Ehl-i Beyt sevgisi) değil buğz-u Muaviye
(onun şahsında Arap düşmanlığı) olduğu gibi, bunların derdi de esas itibariyle İranlılar’ın
batıl itikatlarıyla (ashab düşmanlığı, “masum imamlar” inancı, saçma Mehdîlik
düşüncesi) değil.
Öyle
olsa, İranlılar’ın yanlışlarının bin, hatta milyon katını sergileyerek (şahsiyet sahibi bir asker olduğu herkesçe müsellem Kâzım
Karabekir’in şahitliğine göre) Kur’an’la “Arapoğlu’nun
yaveleri” diyerek alay etmiş, bütün bir milletin gözünün önünde “gökten
indiği zannedilen” diyerek vahyi aşağılamış, memleketi darağaçlarıyla
süslemiş olan Selanikli deccal (çok yalancı) Mustafa Atatürk hakkında da
ağızlarından olumsuz bir çift laf çıkar.
Hayır,
sıra ona gelince, bulabildikleri her fırsatta “izinde olduklarını” söylüyor, “vatana hizmetlerini” (Ki
hizmetlerinin ne olduğu malum) takdir ettiklerini, zekâsına hayranlık
duyduklarını ifade ediyorlar.
Var
senin elbette aklın izanın vicdanın kandedir?
*
Evet,
beyzadelerin Rusya ve İran’a hınçları büyük.
Onları
anlıyoruz.
İran’a (Rusya’ya
karşı cesaretleri yok) küfretmek için fırsat kolluyorlar.
Bunu da
anlıyoruz.
Ancak
işi abartmış, saçmasapan bir noktaya getirmiş durumdalar.
İran'a suizan kumaşından kefen biçiyor, suizan kerestesinden tabut imal ediyor, ateş saçan gözlerle vahşi çığlıklar atarak ve de dişlerini gıcırdatarak suizan darağacında sallandırdıkları İran'ın cesedini kör bıçakla delik deşik ediyor, onu histerik kahkahalarla suizan kabristanına gömüyorlar.
Öyle ki, merhum İsmail Heniyye’nin gerçek katili olarak İran’ı kabul etmemizi, İsrail'i unutmamızı istiyorlar.
*
İran'da İsrail'in adamları ve ajanları, işbirlikçileri bulunduğu kesin, fakat “devlet” olarak (evet, "devlet" olarak) böyle bir cinayette İsrail’in suç ortağı olmayı kabul etmesi mümkün değildir.
Bu, “hayatın olağan akışı”na aykırıdır.
Çünkü
İran, İsrail’in müttefiki değil.. Onunla doğrudan ya da dolaylı herhangi bir müttefiklik bağı yok.
Fakat
mesela Türkiye Cumhuriyeti, 28 Şubat’ta, müslüman millete karşı “derin
devlet” düzeyinde İsrail’le işbirliği yaptı.
Sebebi, Türkiye’nin (İsrail’in etkisi altındaki) ABD’nin sadık müttefiki (ya da izleyicisi) olmasıydı.. "Çifte kavrulmuş" bir müttefiklikti bu, NATO "büzük kardeşliği" fırınında pişirilmiş, "our boys"lu darbeler tarihiyle nakış nakış işlenmişti.
Bununla
birlikte yine de laik (siyasal dinsiz) “devlet”imiz 28 Şubat'ta İsrail’le yekpare halde
işbirliği yapamadı, çünkü Erbakan’ın başında bulunduğu hükümet milletin safında
yer alıyordu.
Buna
karşlıkı dönemin cumhurbaşkanısı Demirel haini, TSK’nın başındaki darbeciler ve
MİT’teki işbirlikçiler İsrail’in safındaydı.
Erbakan
hükümeti yıkılıp yerine Ecevit-Yılmaz-Bahçeli hükümeti gelince “dört dörtlük
bir İsrail yandaşlığı” tesis edilmiş oldu.
Ve, 28
Şubat’a (perde arkasındaki “üst akıl” olarak İsrail’i işaret
etmek suretiyle) fiilen değilse de söylem düzeyinde çok sert tepki vermiş olan Prof.
Dr. Mahmud Esad Coşan hocaefendi, o hükümet döneminde trafik kazasıyla
aramızdan ayrıldı.
İsrail, İsmail
Heniyye, ve şamar oğlanı İran..
İsrail,
Türkiye, Mahmud Esad Coşan..
“Bir
hakikat kalmasın âlemde Allahım nihan!”
*
İsrail’in İsmail Heniyye suikastinden bile
İran için (delilsiz, senetsiz sepetsiz) suizan kumaşından cinayet
elbisesi biçip dikmeyi başaran eliçabuk illüzyonist hokkabazların biraz ağır
olmalarında yarar var.
Dünyada
bir tek kendileri akıllı, başka herkes de ayakta uyuyan enayi değil.
Tam da
bu noktada MİT’çi Prof. Mahir Kaynak’ın analiz mantığını hatırlamak
yararlı olur.
Bu suikast,
İran’da işlenmiş haliyle kimin işine yarar, kime zarar verir, bu soru
üzerinde durmak gerekiyor.
Şu da unutmamalıdır: Türkiye'nin ittifak ilişkilerine ve İran'ın dünya siyaset arenasındaki yerine "dışardan" bakan birileri, bu ülkede Heniyye suikastinin ardından başlatılan "İran'ı suçlama" furyasının ardında başka şeyler de görebilirler.
Mesela, Türkiye ile İsrail'in İran karşıtlığı ekseninde buluştukları ve "örtülü" işbirliği yaptıklarını düşünenler çıkabilir.
Evet, AK Parti yandaşı kalemler yazdıklarıyla böylesi bir değerlendirmeye davetiye çıkarıyorlar.. Akılsız dostun zararı akıllı düşmanınkinden fazla olur.
"Zan"la fikir ve kanaat sahibi olanların; söz konusu kalemlerin bir bölümünün İsrail ajanı (ya da "ortak dostları"nın hatırı için İsrail'le "örtülü" işbirliği yapanların ajanı), geriye kalanların da o ajanlardan etkilenen budalalar sürüsü olduklarını düşünmeleri de mümkündür.
*
İran bu
işin içinde olsa, herhalde bunun kendi topraklarında yapılmasına izin vermez, şüpheleri üzerine çekmeme ve itibarını beş paralık etmeme kaygısıyla suikastin başka
bir yerde yapılması için istihbarat desteği vermekle yetinirdi.
Çünkü bu suikast, misafirinin güvenliğini sağlayamayan, İsrail karşısında acziyetin en utanç verici olanını yaşayan bir İran tablosu ortaya çıkardı.
İran’ın “itibar”ı
yerle bir oldu.
Onun, zedelenen onurunu onarması çok zor.
Üstelik,
İran’ın Heniyye’nin ölümünden kazanacağı birşey de yok.
Heniyye gidiyor, İran’ın dinî lideri Hamaney’le sarılıp kucaklaşıyor, samimi pozlar veriyordu.
HAMAS lideri, İran’la
olan ilişkileri kesmek istiyor olsa, böyle birşeyi düşünmek için elimizde bir
neden bulunabilirdi.. Uçuk kaçık da olsa, “Belki İran, yandaşı birini HAMAS’ın başına getirmek
istemiştir, bunun için de İsrail'le anlaşmıştır” diye düşünmek mümkün olabilirdi.
Fakat,
böyle birşey yok.
*
“Kullanışlı
kalem”lere, kendileriyle ilgili söyleyeceğimiz çok şey var, fakat onlar gibi “zan”
üzerinden çamur imalatçılığı yapmadığımız için susuyoruz.
Bunun kıymetini anlamalılar.